- 298 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
izdüşüm 1
İZDÜŞÜM
Bu ülke yorgun bir kültürde yorgun insanlar ülkesi.Yaşam hepimiz için çileli bir yolculuk. Ezik umutların kayıp yolcularıyız .
‘Umutsuz olma! Olmaz deme. Umutları var eden, sebepleri yaratan, olmazları olduran Tanrı var. O varsa herşey var. ‘ Yaşam dediğimiz umuttan öte nedirki !
Bazılarımızın aklına şöyle bir soru gelebilir ‘ Tanrı varmı ‘ Rahat olalım ve şöyle düşünelim ben varsam tanrımda vardır !
İnsan denen canlı bir meçhuliyet yolcusudur buna ebediyette diyebiliriz yolculuğumuzun sonucunu anlayabilmek için için kendimi kendi mize yetmedigimizie göre bir mutlak gücün varlığına inanmamız kadar doğal hiçbir olgu bizi etkilemez. Evet tanrı var ve o bizim kaderimizin hükmedeni. Buda onun tanrılık vasfının bir gereği degilmidir !
Haziran 1978 . Elvada dogdugum şehir ben seni çok sevdim ama şimdi çekip gitme vakti .Seninde bana kal demeye niyetin yok gibi .
Bu yazılanlar benim hikayemdir.Ama bilinsinki benim hayatım degildir.Çünkü ben bir çoğumuz gibi kendim için yaşamadım.Yoksul göçmen bir ailenin en küçük ferdi olarak hep suskunluğu ve durumu kabullenmeyi uygun buldum.Böyle olunca o yaşadığınız ömür sizin hayatınız olamıyor !
Ölüm nedir ,Biz şuan ölümüyüz .Ölüm geldiğinde yaşamayamı başlayacağız.Ebedi hayat nasıl bir başlangıca bizi sürükleyecek ! Tanrı yaşamı yaratırken ölümü niçin gerekli kıldı. Tanrı ölümlü bir dünyayı niçin var etti. Ölüm bir canlının yaşam faaliyetlerinin kesin olarak son bulması olarak ifade edilirken ruhun konumumunu (yada varlığını ) ölüm karşısında nasıl tanımlamalıyız. Ölüm bedeni yok eder bir konuma sokarken (çürüme ) Ruh ne oluyor !
Kendimi bildiğimde Diyarbakırın bağlar mahallesinde demir yolu kınarında bir toprak damlı evde yaşıyorduk Anam teyzesinin yanında büyümüştü . Babam batum göçmeni maviş gözlü demiryolcu bir türk insanıydı.Onları erken kaybettim.Evet yaşları ilerlemiş olmaları onların erken kaybedildiği gerçeğini değiştirmiyor. Nerden bilebilirdimki 2damda besledigim güvercinlerin gökyüzünde dolaşırken benden daha özgür olabildiklerini .Ben özgürleşememiştim. ailesi insanın kaderi oluyor onları sevmeniz bu kaderin iyi olduğunu hissettiremiyor.Yinede sevgi her şeyin üstündedir diye düşünebiliriz.
Sanılanın aksine inançta bilimin içselligine sahiptir .Üzerinde düşünülmesi gerekir ! Herşeyin iyi olduğu bir anda ölüm gelir kılıcını çeker. Orda sığınılacak tek olgu inanç oluyor. Durum bundan ibarettir.
Kolay yaşamak isteyen bireyler sorumluluğu pek benimsemezler. Kimseye karşı sorumlu olak istemezler. Buna rahatlıkla tanrı olgusunuda katabiliriz.Tanrıyı kabullenmeyi red birazda sorumsallıktan yada yetmezlikten kaçmak gibi bir durum oluyor.Mademki tanrım var o benim adıma kaderimi belirleyecektir !
Tanrıyı yok kabul edince sorumlulukta olmuyor. İbadet etme günahlardan sakınma anlamsızlaşıyor.Mademki tanrı yok sonrası şöyle bir duygu beyni zorluyor ben varım ve güçlüyüm Kendi yolumu çizebilirim .O zaman beyin kendince şu sorunun girdabına düşüyor Tanrı ben olabilirim ! tanrı benmiyim .Yaşam ilerledikçe bunun böyle olmadığı anlamış olsakta Tanrının varlığı gücü sınırsızlığı mekanı belirsiz muğallak yönü daim inançla birlikte ruhumumuzda kendine yer buluyor.Tanrı imanla önemselleşiyor. Bizi mekanında kendi iradesiyle yaşatıyor.İrademiz bir yere kadar bize bağlı görünsede mutlak güç varlığının gücünü nefes aldığımız her saniyede hissettiriyor ! Tanrı bizi korusun !
İnsanlar göçüp gitmiş bu dünyadan saygınlığı hak etmiş insanlar.Çaba sarfetmişler yaşama dair.Kimbilir belkide anlamamışlardır yaşamın anlamsızlığını . Dünün yitikliğin geleceğin belirsizliğini.Tüm teknolojik ve bilgi verilerinin insanın varlığı için değil sömürüsü için ortada olduğunu ! Demikrasilerin diğer siyasal yapıların okulların öğreticilerin kurumların kurum uyguluyacılarının tüm önemselledigimiz her olgunun insana hizmet eder görünürken insanı küçülttüğünü onu makineleştirdiğini onu baskıladığını işte yaşamın anlamsızlığını tüm bunlar bize gösteriyor. İnsanın bir duruşu olmalı diyoruz ama bu duruş kime göre neye göre onda karasız oluyoruz !
Haydi bekliyorum yanıma gel ,o dut ağacının altına çiçek ekelim. Nar ağaçlarımız olsun biz göçünce dünyada kalsın onlar .Kırmızı kırmızı çiçekleri olsun geç kalma tüm ölümler vakitsiz olur bilirsin. Anlamsızlaşır her şey. Bir yârin hasreti kalır yakar iliklerini yanlızlıgımın.Özgürlük nedir biliyormusunuz. Kabullenebilmektir ölümü .Bir hikayeye izdüşümü bırakabilmektir. Sevişmektir esmer umutları ile zamanın.
Yaşamın ana birikimi kültürdür.Kültürde bir aktarım olduğuna göre kültüründe bir geçken olduğunu varsayabilirmiyiz. Öyleyse kültürü oluşturan ana genlerin içselliginde ne bulunabilir. Aktarımın başlangıcı ve yolu yada yolları nedir. Davranış bilimlerine girdiğinizde kalıplarla karşılaşırsınız. Bu etkileşimin ve devinimin ana gerekçelerini oluşturan ortamı sağlamış olur. Örnegin Binyıl evvelde ebeverinin akıllı olduğunu düşünen bir birey günümüzdede aynı sonuçla düşünebilmektedir. Bu bir kültürel aktarım degilmidir. Kalıtımın daim yer değiştirmesine kültürel gerekçede ne öncül olabilir. Doga ,ihtiyaçlar, veya organizmasal yaşam ! Kültür yaşamın ta kendisi degilmidir. Daim evrilir var olanla devam eder. biçim değiştirmez. Varlıgı öteye taşır. Varlık kendi kendini inkar etmez sadece geliştirir. Etkileşimin en önemsel yansıması kültürel öznelik olarak görülebilir. ‘ Bizim kültürün genlerinde bu var ‘ Örneginde olduğu gibi ! Bu süreç bireysel yansımada karekteri ortaya çıkartır. kültür ekinselligindede bu yansımaya ekol adını rahatlıkla kullanabiliriz. Bu nedenledirki bir kültür emektarı mahalifligi kendi için bir gereklilik görebilir. Aslında görmemelidir. Kültür kalıplara idolojilere sığmayacak yada açıklanamayacak kadar bir çok alana açık bir sonuçtur.
Şiir öykü deneme yazı tüm bu süreçler kalıplarda olmayı içine sindiremez .Özgürlük belkide kültür için daha bir vazgeçilmez gerekliliktir.
Aslında kazanan kimse yoktu .Herkes kazandığını sanıyordu. Sonra gök yüzü karardı şimşekler çakmaya başlamıştı. Sokaklar boşaldı esmer sıska kadınlar kafası deli erkeklerle sevişmeye mahkum bırakıldılar. Siyah saçlı bir kadın sentetik boyalarla sarışınlaşmayı tercih etmişti. duşa girdi saçlarını sabunladı .Saçları onun saçları değildi. Bir öğretmen okulda ders anlatıyordu . Sözcükler onun sözcükleri olamamıştı.Ticaret odası başkanı o gün ilçenin kaymakamıyla yemekte buluşup Ne kadar büyük bir iş yaptığının önemli oldugunun hazzını duyacaktı ansızın damarlarındaki yağ pılakları kopu verdi kalb denen organ kansız kalmıştı dokularda ölümcül yitiklik başlamıştı . Özel pilakalı cipi restoranın önünde kalakaldı .Ticaret odasının başkanını ilçedeki araştırma hastanesinin acil servisine zor yetiştirmişlerdi. Durumdan baş hekimin haberi oldu .Lacivert deri makam koltuğunu bırakıp koşar adım acile yöneldi. Acil serviste oda başkanına bir şey olsa hastanenin saygınlığı rencide olabilirdi . Öyle olmadı Kasıktan damar yolu açıldı ince bir telle ultrason marifeti onlara kalp damarına ulaşma şansı veriyordu. Ticaret odası başkanı doktorların yüksek ilgisiyle kendine gelmişti. Makam sahibi olmak iyi bir şeydi .Aklına gelen şu köylü sözü diline dolandı ‘ olda soğan Başı ol ‘ Sonra uyanıverdi uykudan gördüğü bu rüyayı anlamaya çalışıyordu .Anlamsız gereksiz saçma bir iç dünya onu rüyasında mahkum etmişti.
Bana sen bu sütü içebilirsin dediler ,Sonra sütü önüme koyup içmemi izlediler. Sonrada beni sütü içtim diye suçladılar .Ben nasıl miyavlamıyayım. Bir kedinin günlüğünü yazma şansı olsaydı bu dizeleri okuyabilirdik. (mayıs 2021
Miliyetçilik (ulusalcılık ) ,Dindarlık ,sekülerlik tüm bu kavramlar hepimizi etkileyen birbirine geçmiş alanı oluşturmuş kavramlar olarak dengeye muhtaç varsallardır. Bu içsel varsalları ne yok saymak yada tek amaç olarak görmek gerçekçi olmayacaktır. Herşey gerektiği kadar !
Edebiyat yaşamdan kopuk bir hayali uğraş olmamıştır. Yaşamın sadece bir yansımasıdır. Toplumsal kültürün kökeninde toplum ve insan yaşamının ortak yansımasını görmezden gelmek bir yazın emekçisi için büyük bir yanılgı olur. Kimbilir bu yazılanların arka pilanında yaşama karşı bir izdüşümü yansıtmanın gerekliligide öncülleşmiş olabilmiştir.
Özgür insan kendini mutlu etmenin uğraşını verir.Bu onun başkalarını önemsemediği anlamına gelmez.Hatta denilebilirki siz kendinizle barışıksanız başkalarına yakın olma şansınız olur. Pozotif olmayı beceremiyorsak bir yerlerde tökzelemem doğal olmalı.
Ah ben bu ruhlamı gideceğim tanrının karşısına .Hani toprağa saldıkları kefenler içindeki bedenimi nasıl koruyacağım. karıncalardan. Yoksa ruhum yıldızlardamı olacak .Orda hak yiyen insanlarımı kime şikayet edeceğim. Bak o açık giyinme dediğin karını bırakıp ölümün kollarına gittin. Şimdi kim koruyacak o güzel bakışlı yoldaşını. Kim kapatacak akşam üzerleri o köhne evin pencerelerindeki seten perdelerini umudun. Ah sabah kim çay demleyecek .Kim ekmek alacak o yokuşun başındaki fırından. Kim okşayacak o esmer tellerini saçın. Ölüm hiç bunları düşünmemiş olacakki aldı götürdü seni. Yine ezanlar okundu yine kilise çanlarını çaldı. Yine bir akedemisyene profesör oldun dediler.Ölümü unuttu o anlık onun yârinin saçları siyah değildi.
Oturup büyüdüğün çocukluğunun geçtiği ev ölüm gelince soğuttu kendini biliyorum. şimdi sokaklarındasın yanlızlıgın. Hani çağırsan gelebilirmiyimki bilmiyorum. Tenin utangaçlanır tenimde. Mavi bir suda ıslanır sensizliğim. Sakın çekip gitme öyle .
Ah tanrının melekleri gelin bahçemdeki çiçeklerin kokusunu içinize çekin. kardeşim olun benim. Ben sizin kardeşiniz olmak istiyorum. Mademki Tanrı beni yarattı çok sevinmeliyim biliyorum. Güneşe ulaştımmı her sabah evin faturaları geçim derdi herşey tanrının istemediği bir düzenin yansıması biliyorum. Ah bu ülke niçin sevmez insanlarını .Niçin dut ağaçları temmuzda meyvesini vermiyor. Agustosta incirler niçin yetişmemiş oluyor. Genç bedenler ölümle yoldaş .Yok bu işlerde bir teslik var biliyorum.’ Çok paralar harcayıp mabedler yapıyoruz sonra fakir insanlar için dualar ediyoruz içinde. ‘Böyle diyor bir düşünür.
Hergün agaca tırmanıp balkona gelen kedi ,bugünlerde küskün olacakki bize gelmez oldu. O gelmeyince bende küstüm kendime. Niçin gelmiyor neye küstü anlamıyorum. Ama bir duruşu var kedinin helal olsun kerataya.
Bir varlık olarak insanın en büyük yanılgısı başkalarına gereksiz değer vermesi olmuştur. Degerinde bir sınırı olduğunu ötesinin sizi değersizleştireceğini bilmeniz gerekir. Akraba ilişkilerindede durum böyledir. Menfaat içten içe zehirini akıtır. Siz o zehrin yaptığı tahribatı anladığınızda herşey çok geçtir.
Kimseler anlamaz çogullar arasında yanlız olmayı ,el otaklarını yurt bilmeyi kendine,karanlıgı öteleyip ışıgı aramayı kimseler bilmez,bir çukur kazılır ölünce ,bir kaç insan yanılgılı hüzünleri ile ,son görevde ölüm saçlarında umudun ölüm içimde misafir.bir gün belki anlaşılır olur aşk ,kadın kahkahalarının hüzünlendirdigi ömür gelir bulur seni ,en red edilen sevişmeleri ile yanlış tutku olur gizlerine,ne şiirleri anlatır dizelerin,ne şairligi anlaşılır şirinin oglu serdal kendince tutkulaşır yanılgılarınında.
Düşünüyorumda gençlikler hep başkalarının cenderesinde tükenmiş yasaklar ve ayıplar özünü amacını kaybetmiş ahlaksızlıga maske olmuş ,işte edebiyat toplumun çıkmazlarında bir ışıktır yarınların varoluş harcının özüdür ,edebiyatta insan ve toplum vardır ,ve ruh edebiyatta yansır özlem biraz ötelerdede olsa edebiyat yanı başımızdadır ,olanı degil olması gerekeni yansıtır edebiyat esen rüzgara degil gerçege egilir başı ,edebiyatın özünde insan olunca aşkta ben varım der en gizsel dürtüleri ile burdayım der,bu temmuz gecesinde yanlızlıgım ölüm gelip beni bulana kadar sürecek gibi niçinlere dogru bir yanıt bulamamanın hüznü gözlerimi perdeliyecek ölümümde ,ve asla bir kadın aglamıyacak arkamdan benim sevdalarım ölümümde tükenecek ,işte yaşamın dokusundaki çelişki bu yaşıyamamak hep üşüncü şahıslara göre biçimlenmek ,acaba düşünüyorumda toplummu haklı gönlünce yaşamak istiyen insanmı.
Bir sıcak çaya hasret ruhum ,en heybetli dagların ötesinde ,bir ölüm buldu bir ölüm,girilmezdi artık o evlere ,toprak damlı bir evdi yaşadıgımız ,toprak damlı evde yaşıyanlar toprak olmuştu işte.
En lacivert maviler okyanuslarda olur ,özgürlügü hatırlatan esintiler okyanuslarındır ,çekip gitmek istersiniz bir yelkenliyle ,akdenizi geçip uzak doguya açılmak ,taylantın sokak pazarlarında çekik gözlü dişiliklerden gelen sıcaklıkları yudumlamak, kobra yılanlarının heybetini kıskanmak.,yunus balıklarına inad sevişmek ıslaklıklarla ne otopark sorunu ,ne kökten dincilik,hücrelerinize inad özgür olmak. Ayıp ötelerde günah uzaklarda bir siz varsınızdır birde yüreginiz,o öyle bir yelkenliki atlasında ankara sokakları .ipleri yarin saçlarına toka.
özgürlük avuçlarımda artık özgürlük korkulardan öte. ürkek bakışlı kadınlardan uzak en ateşli umutlara yakınsındır artık,
Dünya cografyasında var oldugumuz kültürle Anadolu topraklarında yaşıyoruz,aldıgımız kültürel veriler geçmiş kuşaklardan bize yansıyan dönelerin bir yogunlugu olsa gerek ,düşünüyorumda bizler bu topraklarda yaşarken kendimizce görkemli ama kainatça bir zerreden öte degiliz,dünyadaki bütün toplumların ana amacı insanca yaşıyan toplumlar olmak olduguna göre duyguda düşüncede inançta kendimizi önde görmemeli ,yaşamı ölüm dairesi içinde çogulca tüm insanlıkla algılamalıyız .belki o zaman bizi kısır döngülere sokan vazgeçmezlerimizin dogal dialektikte bir anlamı olmıyacagını kavrıyacagız ,belki ozaman yazdıgımız şiirin bir anlamı olacak belki ulaşılmaz aşklar bizi bunaltmıyacak çaresizliklerimiz sadece bizi üzmiyecek ,insan olma bilinci bizi uçsuz bir okyanusta misafir edeceki ,belki ozaman erkekligimizin ,kadınlıgımızın tütsüleri sevgiyi yakalıyacak ,yüregimizin odak noktasındaki çocuklarımıza belki ozaman umud edilesi bir dünyayı sunabilecegiz.işte Anadolu bu duyguları yoguran toprakların adıdır bu topraklarda sınıf, etniklik anlamını yitirmelidir ,insanlık hepimizi evrenselligine taşıyabilmelidir.
‘Edebiyat(yazın ) edeptir’derdi hocamız . Yazının ulviyetidir. Bence şiir edebiyatın ruhudur. alır sözcükleri göklere çıkartır. Ordan toprağının derinliklerine kök salar ötelere taşır yaşanılanı.
Özlediklerimiz hiç hatırlamıyorlarsa boşa sevmiş yüreğimiz .yaralarımız boşuna kanamış. Üzülürmüydün bilmemki ölüm bulduğunda beni. Yoksa bir sıgara yakıp gülümsermiydi gözlerin. Huysuzun tekinin biriydi deyip .
Benim kahramanım sensin köhneliğimi yıkacak olanda sen .ülkümü koruyacak olanda. Ellerini öperim ben büyüklerimin. Büyükte büyük olacak hani. Azgın dalgalarda yol yürümeyi öğretecek ruhumun yelkenlisine. Temelleri rutubetten çürümüş anlamsız geride kalmış kavgaların içinde közlemeyecek ömrümü.
Tüm kadınlar ve tüm erkekler köylüler ve kentliler azgınca düştükleri şehvet çukurunda mal mülk peşinde koşa dursunlar .Mirasları hep kanlı olmuştur göçüp gidenlerin. Ah o geride kalan mal mülk eğmesin gönül terazinizin kaplarını çok sevinmeyin atanızdan kalan mala mülke gidenlerin gerisende kalsanız dahi gelenlerin ilerisinde kavuşacaksınız ölümün karanlığına. Ah nasılda güçlü bir ülkenin halkı olmuşuz.Atların üstünde kınından çıkmış . kılıcımız. kalemi yontmak için .Yazmak için taşların üstüne tarihin yiğit soyunu.
Önderler enerjidir durulgandan eyleme geçirtir halklarını.Eger halklarda birikim oluşmamışsa önderin devrimci ülkülerinin hareket eylemselligi olamaz.Burada ülkü öne çıkar (amaç. ideal ) eger amaçsızsanız zaman sizi çabuk harcar .Birikimsel kültür kendine yol bulamaz. Günlük yaşıyan canlılar gibi ilerleyişi, olamaz kültür oluşturamaz alışkanlıkların bireyi ve toplumu ileriiye taşıma şansı oluşamaz. . Birçok halk kütlesinin uluslaşamamasının altında bu yanılgıyı görmek yanlış olmayacaktır.
. Bilmeliyizki kahramanlarda büyük milletlerin hamurunda mayalanırlar. yüreği pak erkekler yüreği pak kadınlarla hoşnutlaşırlar ömür denen hikayelerinde.
Diyarbakır tiren istasyonu benim dilan sinemasıyla birlikte içime işleyen mekanlar olmuştur. kuşetli vagonda Ankara yolculuğumuz bizim yaşam dönencemizin ana dönemecidir diye düşünmüşümdür. Demiryolcu bir babanın oğlu olunca tiren garları bizler için mabed gibi kutsallaşıyor. Bu durum benim için Ankara garı içinde geçerlidir.Bazılarımız şehirlerde deniz arar sahil kentlerini severler deniz nehirler gibi anlam katar şehirlere bence demir yollarıda öyledir .Bir şehrin tiren garı yoksa o şehir eksik şehirdir.
kimseler anlamaz çogullar arasında yanlız olmayı ,el otaklarını yurt bilmeyi kendine,karanlıgı öteleyip ışıgı aramayı kimseler bilmez,bir çukur kazılır ölünce ,bir kaç insan yanılgılı hüzünleri ile ,son görevde ölüm saçlarında umudun ölüm içimde misafir.bir gün belki anlaşılır olur aşk ,kadın kahkahalarının hüzünlendirdigi ömür gelir bulurseni ,en red edilen sevişmeleri ile yanlış tutku olur gizlerine,ne şiirleri anlatır dizelerin,ne şairligi anlaşılır şirinin oglu serdal kendince tutkulaşır yanılgılarınında,bir kadın burdayım der en can alıcı cinselligidir dişiligin ,ne amansız hastalıklar gelir usuma ,gece boyu yaban bedenlerde sevişilen ölümüne tutkudur bu hikaye, nedeni bilinmiyen.
Üç temmuz 1978 . Bu Selçuklu hatırası beldeye geldiğimiz ilk günler .Polis memuru suat abim görev yaptığı ankaradan gelip bize damlataşta bir eski alanya evini kiraladı .O zamanlar oldukça pahalıydı bizim için .Bu belde yıllarca bize pahalı geldi ısıtmadı içimizi taki babamızı burada toprağa verene kadar. Batumun kedasından ülkeye hicret etmiş Malatya Adana Diyarbakır ve onu Alanya otağı sonsuzluğuna misafir etmişti. Zaten göçer bir kavimin mensubu degilmiydik.
Bugün hava çok güzel.Çünkü seni düşünüyorum.Saçların dolaşıyor rüzgarlarında yanlızlıgımın.Bir ışık beliriyor penceremde.Kırmızı patili bir kedi miyavlıyor duyuyorum.
Ah o çaresiz umutlarımız yokmu. Olasılıgı zor bir ömrün saçakları buzlanmış köhne kulübesinde ömür tüketmek . Ben çok özlüyorum .Biliyormusun. Bir çay içelim hadi içimizi ısıtsın.
Sana nasılsın dedi yüreğim. duymadın. yolun farklıydı .çoluk çocuğa karışımış yorgun yollardan geçmiştin ben gibi.Biliyormusun ölümümde gelme olurmu .Üzüldüm deme sakın. Sadece hatırla ve gülümse yaşanamıyan ne varsa. Hayat böyle bir şey işte bizi yalnız bıraktı.
Toprak damlı evin taş duvarlı orta odasındayız. Annem erkenden uyanmış kuzune sobada kömür yanıyor. Dışarda karların ayaza dönmüş buzul hali var. Beyaz benekli kar kuşları yaprakları dökülmüş dut ağacının dallarına tünemişler. Bahçesin köşesindeki kümesin içinde tavuklar birbirine sokulmuş soğuktan korunmaya çalışıyorlar. Adana kökenli annem mavi gözlü batum göçmeni babamın sakinliğine inad oldukça sinirceli bir kişilik. Uyandıgımda annemin bayram için karakuş tatlısı yaptığını bunu pişirmek için kuzunenin fırının ısınmasını beklediğini fark ediyorum. Odada yenice ısınmaya başlamış gibi. Posta memuresi fidan ablam bugün işe gitmeyecekmiş .Resmi tatilin başlamış olduğu konuşuluyor .Karakuş tatlısı oldukça keyfli bir lezzettir. tatlının hamuru maharetle açılır yufkalar seri olarak üst üste getirilirken bol cevizle desteklenir. onar santim kesilerek yağda kızartılır .Hafif ılıyınca şerbeti dökülür.Sonrası beş on dakika fırında harlandırılır. Bu tatlı annemin oklava burması tatlısıyla yoldaş her bayram bizim evin vazgeçilmezi olur .Siz hiç bayramlarda anasız babasız ablasız kardeşsiz açıkçası tatlısız kaldınızmı !
Özlediklerimiz hiç hartırlamıyorlarsa boşa sevmiş yüreğimiz .yaralarımız boşuna kanamış. Üzülürmüydün bilmemki ölüm bulduğunda beni. Yoksa bir sıgara yakıp gülümsermiydi gözlerin. Huysuzun tekinin biriydi deyip . Bırakı verelim tüm inançları sınırları olmasın özgürlüğün .Mutlumu oluruz kesinlikle hayır Sadece kendimizi kandırmış oluruz .Doganın şerefli canlısı olmaktan feragat etmenin ezikliğini kime anlatabilirizki .Böylesi bir durum insanca hissetmenin olgunluğunu terk etmek olmazmı .
Düşünsenize tüm ömürce dikkatli yaşamış . Kendini tanımış kor ateşlerinde yanmış hasretin. İsyankarlaşmamış. Tanrıdan geleni kabullenmiş çünkü Tanrısını kabullenmiş fâniliğinin bilincine erişmiş bir yaşamın sonucundamı olmalı ölümümüz. Yoksa çatışkılı kavgalarında doymayı becerememiş Boş aptal sürüncemelerle geçen bir sondamı bulmalı ölüm bizi. Hangisi doğru kabul edilmeli ! Birincisi diyorsak inançkar olmaya mecburiyetimiz var demektir. Yaşamı biçimlendirmek özde mutlak güce teslim olmak .
Eger bir yerlerden yanlışlara bulaşmısanız doğrulara ulaşmanız dahada zorlaşır.Birde şöyle bir durum var ‘dogru ‘denilen neye göre neyin doğrusu !
Fidan ablamın kansere yakalanması : 1977 de bir ankara kışında karşılaştık ,kanser denen gerçekten amansız hastalıkla. o zamanlar ülkemizde kapitalizm bu kadar egemen degildi ,tabi herşey parada degildi.cebecide karşılaştık değerli hocalarımızla gerçek bir hekim tam bir beyefendilerdi.Onların kontrolunda günde ikiyüz dozdan elli dörtgün ışın aldık. sonrası tam kansayımı akciger girafigi radyoloji şimdiki gibi gelişmemişti..yıllar geçti 1992 de bu sefer memede duktal karsinomla karşılaştık. yine ankara tıbbın yolunu tuttuk, bizi cebecideki genel cerrahi poliklinigine yatırdılar.ilgilendiler.orda tam mastoktomi yapıldı ordada hocalarımız bizimle ilgilendiler ne özel muane ücreti nede başka bir şey. Yıllar geçti bu sefer beyinde bir sıkıntı oldu .ankara başkent üniveristesi hastanesine gitmiştik ordada bizi sahiplendiler .
.Yıl ikibin dokuzdu hastalık artmıştı. yaşadıgımız bölgedeki ünüveriste hastanesine gittik, umutsuz gitmiştik tıp bize umut oldu , bize umut verdi...
Yirmibirinci yüzyıldada kanserde ciddi gelişmeler olmakla birlikte erken tanısı oldukça zor bir hastalıklar gurubu olarak güncelligini koruyor. özellkle pankreas ,akciger ,mide maligin melona daha bir çok kanser türünde erken tanı oldukça zor tespiti olan bir ilerleme sürecinde oluyor. sonuç böyle oluncada bir çok kanser türü ileri seviyelerde fark ediliyor çünkü erken belirti vermiyor ! ortaya çıkıncada bu hastalık yapısı geregi kan ve lenf yoluyla vucuda dagılmış oluyor (metestas ) günümüzde yeni çıkan ilaçlar kanserin tedavisinde olumlu olarak umutvari olsada buna ulaşmak kolay olmuyor ! ileri evre kanser hastaları destek tedavisi dahi almakta zorlanır oluyorlar.
İkindi vakitleri uğradığım ibadet hanenin esmer bakışlı hocasının uzun sayılacak tesbihini çekerken bilmiş edayla süzdügü cemaatinin sessizliğindeki haykırışı anlamış olması mümkün olamazdı. Ey hayat üzerimize yüklediğin ölüm yanılgısının ağırlığı yetmiyormuş gibi birde güncel var olmanın kavgalarına mahkum ettin bizi.
Güneş her dogdugunda nefes alıyorsak yaşam bize bir umut veriyor diye düşünmeliyiz.
Bu sabah oldukça canı sıkıldı haklıydıda yine buruygan kararlar alınmış uygulamaya konmuştu. Ortak akıl bu evde hiç önemsenmemiş hep kaybedilenden kendisi sorumlu tutulmuştu. Tam on yılı geçti dedi yoksullugumu kemiklerimde hissetmeye başlıyalı. Ama kimselere anlatamadı çekip gitse gideceği yerde onu bekleyende bu içsel yorgunlulugu olacaktı. Bavulsuz hazırlıksız yolcu gibiydi. Ah birde şu yazma hevesi olmazsa yaşadığına kendiside inanmayacaktı. Hayat bu olmassa gerek !
Alman sosyolog karl markın ‘ din halkın afyonudur ‘ sözü çok bilinen bir söz olmakla birlikte aynı pragrafta ‘ din kalpsiz bir dünyanın kalbidir ‘ sözünü söylemiştir ! Bireyler dinin kendilerini sakinleştiren bir huşu olduğunu kavramış insanlık tarihinde din hep var olmuştur. Sovret devrimin önderi Leninin kominist bir düzenin devamı için özellikle islam dinini toplumda oluşturmayı düşündüğü ifade edilmiştir. Sosyalist doktirinde dinin kapitalizimin son aşamasında gerekli olduğu ifade edile dursun .Din insanlık tarihinin her döneminde var olmuştur görünürdede olmaya devam edeceği var sayılmalıdır. Din belkide gerçekten kalpsiz dünyanın kalbi meçhuliyete mecbur insan denen varlığın umududur. Din toplum özgürlük yaşam hepsi birbirinin içinde olgular olarak etkileşimi oluşturur. Din nükleer santral gibidir. Korunaklıdır korunmalıdır. üreteçtir. !
Çüreme beyinde başlar tüm vücudu sarar.Siz yaşadığınızı sanarsınız.Halbuki yaşamak farklı bir şey canlı olmak farklı bir durum !
Dünya üzerindeki tüm dinsel öğretileri bir kenara itelim. Nasıl bir yaşamımız olur acaba. Önem verdiğimiz tüm töreleri çöpe atalım geriye bizim için nasıl bir yaşam kalır.Bizi ne bekler.!
Kaos çürümeyle başlıyor.Pirinç tanelerini düşünün o pirinç taneleri insanlığın kültürel getirisi olsun .Arasında taşlar vardır o taşlar sizi rahatsız eder. Bu sizin tüm pirinci çöpe atmanızı gerektirmez.Kültürlerde böyledir sizi zaman zaman bunaltır bu sizin o kültürü red etmenizi gerektirmez. İnsan kendi ömründe kendi kültürünü oluşturamıyor etkileşim kaçınılmaz oluyor. Hele için içinde yaşamın en büyük meçhuliyeti ölüm oluyorsa..!
Yirminci yüzyıl insanlık adına oldukça yogunsalı olarak tarihteki yerini aladursun bu yüzyılı anlamak yorumlamak insanlığın içsel gelişiminide anlamaya katkı verecek bir varsalı karşımıza getirmiş oluyor. İki büyük dünya savaşı sonrası yirminci yüzyıl bir çok gelişmeyide sonuçsal olarak karşımıza çıkırdı. Ülkelerin yeniden yapılanması çağdaş devlet kalıplarının ortaya çıkışnın olgunlaşması .Sanayi devriminin getirdiği sınıfsal katmanların tolumsal etkileşimi tüm bu sürecin yansımaları olarak insanlığı etkiledi. Süreç dinsel etkenin yanına milliyetçi kavramlarıda oturtmuş oldu. Günümüzdeki ikiyüze yakın siyasal örgütün (devlet ) ortaya çıkmasında ve ortak değer üretmesinde yirminci yüzyılın yüksek bir yogunsallıgını görmek gerçekçi olacaktır diye yorumlanabilir.Bırakalım tarih kendi yolunu çizsin .Biz insan davranışlarına bir ayna olmaya çalışalım.
Bir ülkenin geleceği önemlidir,Dün bugün ve yarın milletlerin kaderinin yol haritasıdır.Bu durum bireyler içinde söz konusudur.Dün geleceğinizin rotasını oluşturur. Bu gerçeği bilmek durumundayız. İnsan denen canlının yaşam beklentisinin şansı olsa dahi belli bir sürede olduğu malum olduğuna göre bireyden topluma uzanan hayat döngüsünde toplumun isteklerinin hadi daha geniş düşünelim milletin yurttaşlardan beklentisininde sırırlı olması gerektiği zorunsal olmazmı.Daim size görevler yükleyen bir yapının içinde tanrının nasipledigi sınırsal ömürde nasıl özgürleşecebilecegiz.Bu karmaşık varsalın sınırlarını Nasıl belirleyeceğiz.
Ben yorgun bakışlı insanları severim bilirim orda hüzünlerin sakladığı bir müchever yüreklerinde gizlenir.Yaralı kalplerinde bir acımtırak sevgi paylaşmayı besler. Bir bakarsınız yakın gördüğünüz insanlar küçük hesaplar peşinde ilkelleşe dursun .Irak tanışlardan bir sıcak rüzgarlar eser yüreklere sizde aşıksınızdır artık nar çiçekli bahçelerin kıyısında yaşayan yüreği sevda dolu güzelliklere.
‘Herkes elini taşın altına koyacak demiş evin küçük uyanık kızı’ yani koymalı tabi şimdilerde doksanını yaşıyan yorgun bedenini iflasında ruhunu hoşnutlamalı bu kısa boylu yörük kadının . Evet evlatlar olarak sahiplenilmeli ! Ama şöyle bir durum var iyi zamanlarda çınarların gölgesinde otlayan tavuklar çınarın dökülen yapraklarını çöp olarak görmemeli kaçmamalı bir zamanlar altında sahiplendikleri gölgeliğin birgün yakıcı alevlerle yoldaş olacağını anlayabilmeli. Herkes elini taşın altına koymalı .Ama taştan konaklar yapanlar siz biraz önde olsanız daha bir hakkaniyetli olacak yaşanılan.!
Bu rutubetli yaz çıldırtıyor beni .yol boyu kırmızı zakkum çiçekleri .Çorapsız tüylü kadınlar ve korkunç kimsesizliğim dolaşı vermiş çalı misali yoluma. İnsanlar çok hastalar hepsi bıkkınlığındalar ömürlerinin .Hani sofralar yalnız kalırya mahzun olur yetim çocukların gözleri .Onlardan biriyim bende. Kimse bilmez öksüzlerin hikayesini.
O begonya çiçekleri teneke saksıda şimdi nerdeler kim bilir. O kadim şehirde anne annemin mezarı . Dagıldık tesbih taneleri gibi bizim diyeceğimiz bir güneşimiz yok. İşte yine sabah ezanı okunuyor bir çok mabedden .Sözleri karışıyor gök yüzünün gizemine. Şimdi tüm kadınlar uyuyordur ihtimal. Hastanelerde gece zor geçer bilirim. Haydi tanrıya yürüsün yanlızlıgım.
Artık yapılabilecek bir şey yok her sabah güneşten evvel ölüm içeri girecek gibi .Böyle oluyor ileri yaşa gelince .kapıda bir ses arıyor insan. Bir nefes istiyor. İşçi mahallelerinde daha bir sıcak oluyor yürekler ölümü erken tanıyan köhne yaşamlar görüyor gece. Sabah hiç gelmeyecek gibi.
Devletlüm dedi sen bu ailenin pirisin ışığısın askerisin heybetli dağısın .Hasta yatağından şöylece bir bakış çevirdi gitmeye mecbur yolcu bakışı gibiydi tiren garlarından bildiğimiz. Artık bu aile benim özerk ülkem kendi kendine yeter dedi .Kendinize bir reis aramayın kimsenin karanlığında yitmesin güneşiniz kendi dünyanızı kendiniz kurun .Sofrada oturduğunuz gibi aklın heybetindede yakınlaşın dizleriniz birbirine değsin. Siz kendi hükümdarınız olun bu tahta kapılı evin içinde . Önünüze bakın geçmişinizi bilin bugününüze el uzattırmayın siz açın perdelerini evinizin.Güneşi sevin ısının bilgeliğin ateşinde. Sonra kapadı gözlerini çekip gitti. Dönüşü yoktu bu gidişin kim bilir belki adaleti burdu tanrının .Ölümdü çekip götüren kavgalarından ömrü.
Yirmibirinci yüzyılın kölelik düzeni şüphesiz küreselleşmiş kapitalist düzendir. Bireyin ticaret hakkının çok ötesinde ulus devletlerin tüm kazanımlarını sömüren ve halk kitlelerini yokluğa mahkum eden ‘ bırakınız yapsınlar piyasa kendi işlevini oluşturur ‘ mantığı büyük kitleleri sömürü gırdabının içine atmıştır. Bu süreç bir dönem sonra ulus devletin özgürlük (bağımsızlık ) varsalınıda tehdit eder bir düzeye gelmektedir.
Bir ahalinin uluslaşması kolay bir süreç değildir .Bu sürece insanlık yirminci yüzyılda içsel olarak kabul görür düzeyine taşırken .Ulus bilincinin çözülmesi kapitalist sömürünün ana hedefi olmaya başlamıştır.
Kutsal kitap kuran mealen şöyle der ‘Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık.’ Irksal üstünlük yanılgısına kapılmadan millet olma bir kökten gelme aynı kültüre tabi olma ötesi onu benimseme doğal bir sonuçtur. Farklılıklar devinmi getirir .Bu süreç fikirler içinde geçerlidir. Farklı düşün ve doğruya iyiye ve güzele ulaş .! Dogada her şey farklıdır ama birlikte doğayı oluştururlar. Doganın bir parçası olarak insan denen canlı bunu niçin gerçekleştiremiyor bunu anlamakta zorlanıyoruz ! Ömür denilen süreç bir bisikletin tekerleği gibidir kendi içinde döner durur. Bunu farklılaştırmak başarıyı oluşturuyor. Kapitalizim bireylere nefes hakkı tanımaz üretir üretirken sömürür tükettirirken yine sömürür .Bunun içindirki dünya üzerinde milyarlarca insan yoksulluğu ve fakirliğini kaderi sanmaktadır. Yaşamımızın büyük yanılgısı bu olsa gerek .
Aldıgınız kararlar sizi etkiliyor oluyorsa o kararların hükümdarı siz olmalısınız. Birileri kararlarınıza hükmetmemeli bunun için en gerçekçi duruş eşiniz dahi olsa mesafeyi koruyabilmektir ! Bunun özselini kişilik duruşu olarak kabullenebiliyiz.
Her şartta herkes saygıyı hak etmez .Hele parası olana saygı duymuş görünmek igrenç aptalca bir durumdur.
Sabaha ulaşmak hoş bir şey .Yaşam un değirmeni gibi bizi darmadağın etsede , Yaşamak umutlanmaktır çünkü.
Bizim hüzünümüz büyük hayelerimiz olduğu için değil küçük umutlarımızı tüketen bir ömrün mahkumları oldugumuzla ilgili bir sonuçtur.
Kapitalist düzen feodal karekterin modern yansıması olarak görülmelidir ! Çagımızda küresel boyutta egemenleşen bu yapı tüm coğrafyalarda halk kitlelerini yokluğa mahkum eder bir görüntü vermektedir ! Toplum yapısal olarak devletiyle bütüncede olduğuna göre devletin karanlık olmaması aydınlanması esas olmalıdır.Buda demikrasilerin gelişmişliğinde hukukla oluyor. Bir ulus özgürleşmiş bir karekteri yönetiminde oluşturamadıysa orda halkın dışında yapay güçler devlet zaafa soka biliyor.Günümüz toplumları karekterini devletle bütünleştirebildiklerinde çağdaşlaşma yolunda olabiliyorlar ! Ülke adına düşünür olacaksak ülkemizin gerçekçi çağdaş yönetim yapısında bir karekteri oluşturamadığını gözlemleye biliyoruz.Demikrasi hukuk ve denetimsel karekterle gelişibiliyor.Bunu başarabilen toplumlar kapsayıcı yapıcı ve olgunlaşmış bir özgeyi içselleştirmiş oluyorlar. Türk islam karekteri ve bu karekterin çağdaşlıkla beslenen toprağı modern türk devletinin ana karakteri olarak bizi arayışa mecbur bırakmış olmuyormu !
Kırsalda yaşamak isterdim. Daha özgür olursunuz. Baharın gelişini kuzuların meleyişini .kiraz çiçeklerinin güzelliğini görürsünüz. Ölüleriniz daha bir sıcak karşılar toprağı. Ruhunuz ceviz ağaçlarının esintisinde közletir ateşlerini hasretinin. Kırsalda sınıf farkını pek az anlarsınız.! Feodal rüzgarları yoksa yaşadığınız ülkenizin. Bahar çiçekli basma şalvarlı kadınlar yufka açarlar güneş karanlığı yırtmamışken .Ocakta bir çay demlenir. İşsiz yıldızlar saklanı vermiştir gökyüzünün maviliğinde. Sonra erkence namaza durur umut .Tanrı esirger ve bağışlar ruhumuzu .Ölüm sevinçletir çaresizliğini bu rezil dünyanın .
Yaşamı anlamaya başladığımızda aslında dikenli bir patikada yolculuğa başladığımızıda anlamış oluyoruz. Evet kendimizin dışında herşey olmamızı isteyen bir kült yığının içinde nefes almaya çalışıyoruz.Bireysel olarak var olmadan toplumsal olma evrimine erişmemizde sorunlar oluyor.Bunu anlamak gerçekçi bir sonuç olacaktır kuşkusuz!
Biliyozki geleneksel değerler daim bir sonraki nesle sıvazlanıyor .Zaman geçer olmakla birlikte kurallar yasaklar hatta tabulaşmış fikirler beyinlerimizde kendine yer buluyor. Kendimiz olmamıza musade edilmiyor. ! Halbuki toplum orman gibidir bireylerde ağaçları !
Gelecegi kurmak istiyorsak ve o gelecek bizimse geleceğimizi sorgulama şansımızda olmalı.Bunu anlayabildiğimizi pek sanmıyorum. Arkhe (köken ) hepimizin öncellikle anlamaya çalıştığımız bir gerekçemiz olmalı diye düşünmeliyiz. Kökeni tanımadan öteye ulaşmak mümkün olamayacaktır.
Hergün erkenden gelirdi köşedeki fırının önüne .Fırındaki ekmek kokularına arkadaş ederdi kendini. Sonra hasır bir çantaya gizlerdi aldığı iki ekmeğini. Beklerdi kimi beklediğini bilmeden. Dediklerine göre kocası ayyaşın tekiymiş otelde çalıştırırmış kadını temizlik işlerinde sonra parasını alır içkiye verirmiş. Olsun bazen saklarmış parasının bir bölümünü çocuklarını alır lokantaya götürürmüş bu esmer korku bakışlı kadın. Fırın onu bilirmiş o fırını . Ah o tıpkı dikenler içinde bir kırmızı gül . Anlaşılmaz yanlızlıklar içinde bazı geceler seviştigide olurmuş erkeğiyle. Sonra günahlara bezenmiş aforoz edilmiş Katolik kadınlar gibi bir korku salarmış ruhuna. Tepeden tırnağa yıkanırmış bedeni. Ah o ruhu hiç kirlenmeyecek kadınlardan- mış .
Ezildim ama kızmadım tanrıya vardır bir bildiği dagları yürüten gücün. Kimseler bilmezken o biliyor günahlarımı sevdiğim kadınları kirli şiltelerini aşkın hastalıklarımı .Ben mecburum artık ölüme.Kırmızısından bir perde asılı o göçmen sokağındaki kireç badanalı evde .Baglarda toprak damlı ev. Güvercinler gök yüzünde.
Tanrı toplumda kendini dinle temsil eder .Din nedir sorusuna yanıt verirken bu gerçegide göz ardı etmemelidir. Din kültürü etkiler görünsede aslında dinin kendisi özerk bir kültürdür. Bu süreçte bilinmesi gereken din olgusunun halksal kültüre katkı vermesinin dışında bizati kültürü oluşturma iddasıdır. Bu süreçte dinin masum inanç kulvarından öte siyasal bir tercihe dönüştüğünü gözlemliyoruz !
Laisizim dini red etmez sınırlarını belirler .Bu belirleme gerçekçi bir temele oturur görünmektedir. Dinin başlangıcını tanımlıyabiliriz ama sonucunu tanımlamak tarih boyunca mümkün olamamıştır. Bunun için çağdaş medeniyet birikiminde dinin laisizimle sakinleştirildiğini kabullenmek gerçekçi olacaktır . Din bireyi iyiye güzele doğruya ve ilahi bir nizama yöneltmekle kendini görevli kılmıştır. Din bireyi sakinleştirir !
Bir edebiyat çalışmasında din üzerine düşünmeyi sağlamak birazda sosyolojik bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır. Din sosyolojik bir durumdur ve görmezden gelmek size ilerici bir karektere götürmez .Hangi düzeyde olursak olalım din bizden bir adım ötede durmaktadır. ve ölümlü yönümüzle bizi kendiyle barışık olmaya zorlamaktadır. Din inançla yoğurulduğu bireyi etkilediği evrensel yaşam gerçeğiyle çatışmadığı bir yapıyı içinde beslermi bu birazda yorumla ilgili bir durumdur. Belkide laisizimin gerekliliği burda ortaya çıkmaktadır. Yaşamın sömürü düzenini kapitalizm emeğin uluşturduğu artı değer bu katkının sınırlı bir gurupta toplanması halk kitlelerinin yoksulluğunu ilahi takdir olarak algılaması dinin bu süreçte sömürüyü perdeler görünmesi dinin kendi varlık gerekçesinden öte düzenin dine yüklediği rol olarak algılanması olarak görülmelidir. Dinin kendisi sömürünün kaynağı değildir .Sömürgen sınıfın dine yüklediği bir sonuç olarak yorumlanmalıdır. Din değişkendir kaynağı sabit olarak görülebilir. Burdaki değişkenlik fikri kültürel yansımayla ilgili bir sonuçtur. Din gereklidir .Bu gereklilik baskıncı bir sonucu dogurma özsel (milliyetçi ) kültürün yerine geçme yetisine ulaşmayı zorunsal olarak görmemelidir. Din kadar kavimsel (özsel kültürde öncüldür ve dinin önünde durmaktadır.
İster dinsel ister ırksal topumu etkiliyen tüm kültürel etkenler bir denge üzre olmak durumunda olmalıdır. Toplum bir deniz gibidir . Her nehirden beslenir onu içinde homejenleştirir . Din ve milliyetçilik olgusu tuz gibidir dozunu iyi belirlemek lezzete katkı verir !
Yirmibirinci yüzyılda tüm insanlık tarihinde olduğu gibi bireyin sosyalleşmesinin temelinde yine aile kavramını görüyoruz. Ailenin sağlıklı özgürlükçü bir yapıda oluşabilmesi içinse doyuma ulaşmış bireylerin varsalıyla bir anlam kazanıyor. Kadın ve erkek kendi kişilik olgunluklarında aileyi oluşturabilirlerse ailenin oluru kabul görüyor ,ötesi çatışkıya bir gerekçe olarak bireyi dolayısıyla toplumu zorlar bir sürece yöneltiyor.
Yıl 1987 yaşamımdaki en büyük dönemç. Evliligim ! Evlilk iki farklı yaşamın ortak paydada buluşması oluyor.Bizimki gibi kültürel yoğunluğu yetersiz evlilikler kendinizin dışında her etkinin dönencesini yaşatıyor size. Yetişkin iki birey olmak türk kültüründe yeterli olmuyor. Akıl almaz görevler mantık dışı sorumluluklar sizin omuzunuza çöküyor .Birey kendi varlığından vaz geçer oluyor.Aile kavramı kabuk değiştiriyor.Kişisel menfaatler masum ailevi birliktelikleri törpülüyor.Birileri birilerinin önünde karamsar yorgunluklarında ömrü tüketiyor.Evlilk gerekliliğinin dışında anlamsız röllerin hükümdarı oluyor.Özgün türk aile yapısı yorgun bir kültürün içinde can çekişiyor ! .
Aile : aralarında evlilik ve kan bağı bulunan, karı , koca , çocuklar, kardeşler vb.nin oluşturduğu, toplum içindeki en küçük bütün.. Aile bir kuralcı yapıyıda kendisi için zorunlu görür .Toplum aileye baskın bir rol vermiştir .Günümüzde bu rolü kabullenmek kapitalist sömürü düzeninde oldukça zorlaşmaktadır .Aile kurmak önemlidir aileyi ayakta tutmaksa büyük çaba gerektirmektedir. Burda aileyi oluşturan bireylerin yeterselligi önemli bir etken olmaktadır. Aile kurmak için oturmuş kişilikler gereksel bir zorunsalı kaçınılmaz kılmaktadır.
Yanlış bir hayatın içindeyiz biliyoruz ve elimizden hiçbir şey gelmiyor !
Sen benim devletimsin .Beni koru pamuktan hayeller içinde yeşert beni. Yagmurların içimdeki çöllerde vahalar oluştursun. emeğimi çarçur etme olurmu. Bende yaşadım yorgun bıçkın kavgalarımla.Devrimler geçti tümen tümen gençliğimin üstünden. Bende hastalandım hasret kaldığımda esmer bakışlı kadın tenlerine. Sonra özgürlüğü gördüm gökyüzünün mavilerinde. Biliyorum çokça fedakarlıklar yaptım büyüsün diye gurbeti diyarlarda tohumları umudun .Olmadı bir ölüm geldi bırakıp gitti umut geride ne var ne yok ağladı güllerin dikenleri kırmızıydı gülün adı .Hiç anlamadı soysuzca çaldı çırptı yıkık nefesleri vardı rutubetli umut duvarlarının yılgın bıçkın bir kadın bıraktı utanmayı koştu günahlarının peşine. Çalılar takıldı ayağına bırakmadılar özgürce koşmasını . Ömür dedikleri bir yalan hikayeydi.
Rüyamda güvencinlerimi basledigim damda eski günlerdeki gibi yıldızlara bakıp uyumaya çalışıyordum. Çok ötelerdeki yıldızlar kum taneleri gibi dağılmış bana eksikliğimi hatırlatıyorlardı. Kafkas göçmeni babam şirin usta batumun keda sında bıraktığı annesinin ölüm haberini gecenin önceki sabahında almış bunun hüznü tüm evi tusunami dalgası gibi içine almıştı. Böyle bir hüzünü posta memuresi ablamın hockin lenfomaya yakalandığını öğrendiğimiz hastanenin patoloji servisinin elimize tutuşturduğu kagıtlada yaşamıştık .Yaşam her zaman laylaylom olmuyor.
Madem yaşıyoruz kendi kaderimize kendimiz hakim olmalıyız. Yaşamı biçimlendirmeyi tanrı bize bırakmazsaydı bize akıl verirmiydiki !
Ah şu toplum yokmu nasılda buruygan yasalarını koymuş bizi kendi cenderesinde ezip duruyor .Siz kendinizin özgür olduğunu sanıyorsunuz . Bilmeliyizki sokaklarda dolaşabilmek özgür olmak demek değildir .Özgürlük farklı bir şey suya şeker katmak gibi Her sabah erkence uyanan Geçmiş zamanları hatırlatan sokaklar gibiyiz. Terk edilmeye müsait kaldırım taşlarında yorgunluğun izleri bulmuş papuçlarımızı. Kimselerin tanımadığı önemsemediği köhne ışıkları olan üfleyince yıkılmaya aday kargir köylü evlerinin erken kalkan umutları olmuşuz. Ah bu ülke böylemiydi gençlerinin gözleri Atatük kokuyordu .Işıkları aydınlatıyordu parlak kadın saçlarını .Şimdilerde bir garip hüznü var geceleri sokağı aydınlatan ışıkların .
Geç vakitlerde bir yerlerde evlerin ışıkları yanıyorsa bilinizki bir tasa bir hasta vardır muhtemel .Yada ansızın gelivermiştir ölüm. Daha kimseler varamadan yaşamanın tadına .Yorgun bakışlı kadınlar dul kalıvermiştir yanlızlıklarında. Güneş her sabah doğar görünsede her sabah farklıdır bir diğerinden. Kapılar açılmaz olur. Girilmez her vakit girilen eve. Köşede bekleyivermiştir o kara cüppeli ezrail .Nasılda alı vermiştir nefesini nasılda kaskatı kesilmiştir o heybetli beden.Nasılda çaresiz kalmıştır umut. Ölüm bu olsa gerek .Sadece meçhuliyet.
Denge ve merkez sosyolojik açıdan farklı şeylerdir. Merkezde olmak size suni bir güvence verebilir ama saygınlık kazandırdığını idda edemezsiniz. Merkezde olmaya kabullenir yada tercih ederken kendimize şu soruyu sorma cesaretini gösterebilmeliyiz. Neyin merkezi. Denge farklı bir kavramdır dengede siz karşıtıda dikate alırsınız. Karşıtında bir içsel yansıması olabileceğini kabullenirsiniz. ben olmakla biz olmanın ardışık olduğunu bilmiş olursunuz. Kalıplar sizi boğan bir dar alanda mahkumlaştırmamış olur.
İşte o öldü .artık kimse ona yardım edemez. O şimdi arşın altındaki o düzlükte. .Neresi o düzlük arafta bir yerdemi .Agaçlar kuşlar nehirler varmı orda ruhlar orada cennetin rüzgarlarındamı serinliyor. O görünen toprak altı çukurların ötesinde bir sonsuzluk ordamı şevk ediyor ruhları !
Orda üretim araçları sahipleri ve toprak sahipleri büyük ceviz masaların ardında deri kaplamalı koltuklarda oturan makam sahipleri yine imtiyazlımı oluşacaklar o düzlükte. Yada kırmızı ampüllü odalarda kirli şiltelerde rezil erkeklerin histerik cehaletine mahkum olmuş kadınlarmı güneşte kurutacaklar ıslak esvaplarını. Yoksa ordadamı korkulacak kadın sevinçlerinden yaşamın .En fedakar erkekler ordadamı yanlızlaşacaklar umutlarında. Ah o rüyalarında hatırladığı çocukluğu. Adananın yüzük çorbası bakır sinide. sanki o zengin köşklerine hiç ölüm uğramaz. ayakıbıları konmaz kapı önüne. Gövercinler uçmaz bir daha bu gök yüzünde. Ölümün geçtiği sokaklarda duyulmaz şen kahkahaları sevdanın .Biliyormusunuz sevdalarda anlamsızdır aslında. Yorgun işçi bedenlerinde sevdanın ne işi olabilirki .Sevda züppe ruhları seviyor.
Her şeyi görebilmek için yüksek düşünmek gerekir .Nehirler kilometrelerce akarlar insanlar bir su birikintisinde boğulur. Kadınlar ürkek kadınlar sizleri kardeşçe sever yosma tutkuları gecenin siz anlamazsınız bunu.
Kutsal ayda çekti gitti bu dünyadan , Hiç günahlara girmemiş bir ömre sahip gibiydi. Topragın kucağında ana yavrusu çocuk gibi bırakı verdiler katı bedenini. Biz görmedik sizde görmediniz ama varsayım melekler onu kucakladılar.Tanrı onu biliyordu. Hiç mal mülk peşinde olmadı .Hiç emek yutmadı karanlığı hiç bilmedi o. Mumince yaşadı .Azla yetindi aza kanaat etti . Ütülü beyaz gömlekleri vardı onun . Tanrısıyla barışıktı. Topragın özgürlüğünde içselleşti bedeni .Ruhu ötelerde çok ıraklarda yıldızlar ülkesinde içinde nehirler akan cennette bir yerdeydi ! İnançkar yaşadı ve öldü !
Ruhum boş bırakmıyor .Beni mahpuslarda süründürecek .Ölünce kara kazanlarda ziftler içinde eritecek bedenimi tanrı . Çünkü ben özgürlük istiyorum. Korku başa belaymış .Ecel dersen tanrının takdiri. O zaman geç kalmayalım koşalım tanrının bize nasipledigi sofraya. Esmer buğday ekmeğinden bir katık olsun ömrümüze hayat.
Saçlarını boyayıp kırmızı rujlar süren yalan benim yatağıma girme olurmu. Her şeyi bırakıp gitti o kırmızı çatılı köşkün efendisi.
Demikrasi seçimler değildir .Seçimler beyaz önlük giydirilen tıbbıye öğrencilerinin ayak izleri gibidir sizi başka yerlerede götürebilir. aslında gidilecek yer gerçekçilik yoldaşlığıyla ilgili bir durumdur .Orda halk vardır .Düzen vardır adalet vardır. Hepsinin ötesinde paylaşım vardır .Bunu başaramadınızmı beyaz önlükler kirlenir. Üzerinizde kirli bir şilte olur.
Siyasetçiler kirli çuvallar gibidir. Sizi karanlığın içinede salar. Özgürlügede ulaştırabilir.Siyasetin içerigindede uzlaşma kültürünü görmüyormuyuz.Demikrasi halk egemenliği eşitlik hukuk gibi değerleri içselleştirmiş siyaset anlayışı topluma huzur getirir. Ötekileştiren gerilimlerle toplumunu kutuplaştıran anlayışlarsa baskın bir hükümranlığı yaşama dikta eder. Siyaset aslında bir uzlaşı sanatı olmaldır diye düşünülebilir. Siyaset topluma olumsal katkı sunabilmek için aktörlerinin denetlenebilir erdemli kişilikler olmasını gerekli kılar. Egitimli halkla barışık azınlığın hükümdarlığını red eden katılımcı bir siyaset motifi kanaviçelerdeki kırmızı güller gibi topluma hoşnutluk getirir. Korkunun egemenleştirildigi yapılarda siyaset algısı ilkel bir yozlaşmayı topluma egemen kılarki böylesi toplumlarda bireylerin huzur ve refası oldukça zor bir uğraşıyı kaçınılmaz kılmaktadır.
Yaşam daim davam eder. ama sokaklarda gördüğünüz kalabalıklar aynı insanlar değildir ölüm ve doğum kendi çarklarında nesilleri yer değiştirtir. Ögrenileni ötelere taşımak ne ögrenildigiylede ilgili bir durumdur. Geçmişin kazanımları gereklidir.Gelecekse bugünün algısıyla şekillenmektedir. Dünü ve bugünü harmanlamak iyiye güzele doğruya ulaşmaya çalışmak eşitcil bir dünyayı aramakla mümkün olacaktır .Çaba biraz daha çaba iyi olacak gibi !
Sanki her yeni yıl daha bir ilkelleştiriyor iliklerini kemiklerimin.Bir yorgunluk bir hüzün .Hani tapınaklarda dualar ediyoruz tanrıya. Sonrada günahlara yoldaş oluyor yetimleri ağlatıyor yalanlarımız. Öksüzlügümüz ruhumuzu kanata dursun. Biz impartorlugunu kurduk yalanlarımızın. İsimsiz bir hasta gibiydik bir köşede yitik ardıl bir çaresizlik yüreklerimizde. Bak şimdi sabah oldu birazdan o geyikli gece kaçıp gidecek . Hoyrat bir sevinç çalacak bakracına köylü kadınları. Ömür seninle anlamlıydı .Sendin yıldızları gecenin. Devrimler senin sütünde mayalanırdı .Şimdi güneş ısıtmıyor ayazlarını kış tohumlarının.
Ekim ayındayız biliyormusun ekim ayı bana seni hatırlatıyor.Ankara hafiften soğuyor akşamları ben sensiz bir farklı üşüyorum Ankara akşamlarında. Seni düşünmenin özgürlüğünü yaşıyorum .Biliyorumki özgürlük tuz gibidir tadta verir acıda.
Bir ağaç düşünün ağacı devlet kabul edelim köklerini kültür (devlet aklı ) dallarını şehirler kabul edelim yapraklarını aileler. Devlet tüm kazanımlarını ağacın kökleri gibi eşit dağıta bilmeli. Yapraklarına yaşam hakkı verebilmeli. Yaprakların doğanın bir parçası olduğunu unutmamalı . Dogal ve sevisel yaşamın özgürlükle yeşerdiğini bilmeyi başarmalı. Yaşamak umut demektir bu umuda ulaşabilmeliyiz.
Her şeyin kirlendiği bir zaman dilimindeyiz .Önemsedigimiz herşeyin anlamsız olduğunu nasılda göremedik. Büyük baskıncalıgın içinde oksijensiz kaldık .. Her şey amacın çok ötesinde. Ruhumuzu öldürdüler farkında değiliz.
Her şey o müdüriyet odasında emekli dilkeçesini vermesiyle başladı .Nerden bilecektiki bu ülkede çalışıp ömür tüketenler emekli olduklarınla yoksulluğun girdabına düşüyorlar. Şimdi kaybettiklerinin değeri bir başka anlamlaşıyordu. Hani onyıllarca hastane koridorlarında kendisine refaket ettiği ablasıda göçüp gitmişti bu dünyadan .Ülkenin güneydoğu bölgesinden akdeniz bölgesine gelmişlerdi. Ayakta durmaya çalışıyorlardı .Kader onu Torosların Karakoyunlu yörüklerinin içine itecekti. Ne vardı burdada belirsizlik ,öngörüsüzlük ve ötekileşme!
Gök yüzünde kasvetili bir hava var. Tanrı oldukça kızmış gibi kullarına. Yok yanlış söyledim tanrı merhametlidir.
Tanrı tüm evrene hükmeder biliyorum. ‘ (hz )Muhammed gördü onu. Yüregini zemzem sularında yıkadılar melekler. ‘ Muhammed söyledi tüm ümmete ‘ işçinin alınterini kurumadan verin ‘ diye. O hurma çuvallarını dağıtmalı tüm garip serçelerine .
Kimse ne istediğini bilmiyor. Bende bilmiyorum. Kısık bakışlı iç güveysi erkekler hoşnutlanmadılar senin bilgeliğinden.
Kim izin veriyor bu karanlık kısık bakışlı cehalete. Ne istiyor niçin korkuyor yeni düşüncelerden dinin simsarları. Tüm isteklerinden vaz geçip ruhumu manastıra kapatacağım . İSA ve Muhammed sıralıca birlikte kovaladılar giri bulutlarını gök yüzünün. Gökyüzü aklandı paklandı tüm insanları korudu bilinmeyenlerden.Ülkücüler ve devrimciler aynı tanrının kulları oldular sevmeyi öğrenince yetim bakışlarını özgürlüğün.
Çok uzun yaşamak istemem biliyorum. Sonra korkarsın geçen her saatten. kapı çalınsa ölüm geldi sanırsın. çorak bir toprakta susuzlugu yaşarsın.
Ben en dipte olanlarla birlikteyim. Artık yıkılıp devrileceğim bir yer yok benim için.Yolunu şaşırmışlara yoldaş oldum ben.
görmeden ben kendimi özgürüm sanıyordum . Öyle değilmiş durum .Ayaz kış gecelerimde sevmek isterim kırmızı papuçlu kadınlarını hiçliğimin.
Hücresel hastalığa muzdarip birinin yakınıysanız sizin omuzlarınızdada çöküntüsü oluyor umutsuzluğun .
Beyaz önlüklü hekimler çaresizliği açıkça hissede dursunlar kuytu köşelerde ruhunuz tanrının rahmetine mahkumlaşır oluyor. İnsanın kendisini yarattığını düşündüğü tanrısına dahi muhtaç olması hüzün verici olsa gerek !
Özgürlük yaratıcılık bir devletin varlık gücünü tehdit edermi. Etmez diyebiliriz ! Burda bilmemiz gereken devletinde örgütsel olarak devinime açık olması gerekli oluyor. Bu durum sanat olgusunu bireyselden toplumsala taşırken yörüngeyide oluşturan bir tercih olmuyormu.
Tüm kurallarını çöpe atmalı bu hayatın kurt sürüleri bile bizden özgür gibi. Yasaklar korkular ve görevler. olacak işmi .Baksanıza gökyüzüne milyarlarca yıldız var birlikteler ama aynı zamanda bireysel .Toplumcu bir ahenk içinde güneşin ışıklarını ortakça paydalaşmışlar. İnsanlar öylemi insanlar mutsuz. bir yanda sınırsız mal mülk sahipleri öte tarafta derinsel bir yoksulluk .İşin tuhafı yoksulluğa yaşayan milyarlarca insan. Eşitlik sadece eşitlik olmalı dünyada. seçtiklerimiz dahi bizlerden üst bir konumda görüyorlar kendilerini bizleri kendilerine oy vermeye mecbur makine dişlileri olarak yağlayıp duruyorlar .Demikrasi bir imtiyazlılar rejimi olmamalı .Özgürlük farklı bir durum.
Yaşanabilecekler sizin kontorölünüz dışındaysa onun için üzülmeye gerek . Bırakın hayat sizi istediği gibi yoğursun. pamuklara sarmasını beklemeyin dikenlere hazırlıklı olun. Ozaman acılarınız daha bir katlanılır olur.
Gülmeye hasret ulusun çocukları olduk .Çiçekleri kopartılmış dikenleri can acıtan gül ağaçları gibiyiz.Yorgunuz kavgalarından hayatın.
Ben türküm dedim özgürlüğü severim. Atlarla gezerim umutlarında zamanın . Sonra bir kız severim adı özgürlük olan bin umut doğurur gecemde. İzdüşümü kalır gidenlerimin.
Ömrümün onlarca yılını geçirdigim bu şehir beni çok sıkıyor. Bir hoşnutlandıgım eski bir devlet yolu olan Atatürk caddesi. Birde Torosların yukarıları beni kendine çekiyor. Ama oraları dolaşmam yoksulluğumun engeline takılıyor.
Dagları anlatın bana yüreğimdeki volkanlar gibiğ ateşler içindeki dağları .Kocatepeyi anlatın dumlupınarı .Sarıkamışta üşümem ben ısıtır şehitlerimin uykuları. Uzunca özenir olur göçüp gidenler.
Tüm dünya bir bütün aslında herkes neye üzülürse dünyanın bir köşesinde öteki köşesindekide aynı üzüntülere ağlar. evlat acısı vakitsiz ölümler yoksulluk.Tüm fabrikalarda işçiler aynı çarkın mengenesinde ezilirler. Tüm ibadet hanelerde yoksullar doldurur kalabalıkları .Zenginler öylemi onların bakışları bile küçümseyicidir.Onları anlatmaya sözcükler yetmez .Kirlenir tüm yazılan çizilenler rezilliklerinde. Onlar sevmez şiirleri kadınları soğuk ve karanlıktır. Sokakları sevmez perdeleri kapalıdır yüreklerinin.
Biliyormusun kadınım çok bir vaktimiz kalmadı üzgünüm seninle pembe pancurlu bir evde hanımelleri açarken bahçesinde şöyle gönlümüzce gülümseyemedik. Hiç olmadı hayellerimizde öyle evler . Olsun bizde kendimizce yaşadık bu dünyada. Kendimizce sevdik bu ülkeyi. Biz çok şey istemedik aslında hiçbir şey yoktu bize ait olan. şiirlerden başka.
Tüm zamanlarda insan denen varlık iki kıyısı olan denizin dalgaları gibi kıyıdan kıyıya savrulur durur . Bu kıyılardan biri din diğeri yine dindir. İkinci dini dinsizlik olarakta düşünebiliriz.Yada bu ikisinin ötesinde üçüncü bir kıyının olabileceginide düşünebiliriz. Düşünmek sizi yelkenleri açık bir gemi gibi ileri götürür görünebilir ama bir rotanız yoksa sizi hiçbir güç hedefe götüremez .Hedef önemlidir. Hdefin ne olduğu önemlidende önemlidir. Önemliden önemli olmayı üst önemsellik olarak düşünebiliriz.Her birimizin bir üst önemselligi mutlak vardır. Bu inancımız olabilir aile işin içinde olabilir. Daha geniş bir açısallıkta millet olabilir ötesi tüm dünya hatta tüm evren ilgi alanımızda olabilir. Bu süreçte neyin ne olduğunu anlamaya çalışırken gelin önce kendimizi anlamaya çalışmakla işe başlayalım. İnsan denen varlık çok akıllı bir varlık değildir .Sadece akıllıdır ve bu akıl sınırları olan bir akıldır.
Bir şeyin sınırları varsa orda mutlak bir yeterlilikten söz edilemez. Bunun içindirki bir çoğumuz görülenle bir çok şeyi anlamaya çalışırız.Buda çoğu kez anlamayı başarabilmemize engel olur.
İleri yaştasınız ve hastalıklarla karşılıyorsunuz belki bir dakika sonra yada birkaç hafta sonra hadi irimser olalım birkaç yıl sonra ölüm sizin için kaçınılmaz olacaktır .Okudugunuz okullar eşiniz çocuklarınız torunlarınız hepsi çemberde sizden gerideler ölüme yakın olan sizsiniz. Çok iyi biliyorsunuzki ne dünyayı düzeltebildiniz ne kendinizi. Sadece hepimiz şartlara uyduk .Bize uygun görüleni kabullendik.Buna kader dedik. Sonra şöyle düşündük kaderimizi tanrı yazdırsa biz niye sorgulanıyoruz. Hayır tanrının bizim için ne düşündüğünü bilmiyoruz biz o yetkenlige sahip olamayız.Olmuş olduğumuzu düşündüğümüzde tanrının paydaşı olmuş oluruzki bu tanrının mutlakıyetine karşı bir başkaldırı olur. Tanrı esirger ve bağışlar bunda bize sunduğu akıl gücünün gerçekliği esastır .Tanrı aklımızla bize güç verir .Kendimizi yönergelemede bize şans vermiştir. Hiçbir zaman her şeye sahip olamayız.O zaman bırakalım aklımız bizi fırtınalardan korusun bize pusula olsun.
Rasyonel ölüyorum ben. Yinede üzülüyorum. Beni kendine mahkum eden tanrı muhtaç olmamak için yalvardığım tanrı. Hayıflanıyorum böyle düşündüğüme kendimden korkuyorum.
Köleleriyiz varlığımızın .Yani tanrı bizi yarattı kendine kul etti (köle) şükürler ettik biz tanrıya bizi yarattığı kalıplara soktuğu için. Geçiciydik bu görünen evrende. Üst canlıydık herşey olabilirdik ama insan oldurulduk .Güzel bir sonuç bu.
Sonra mekandan ve bilinenden öte tanrı bize hükmetti. Yönlendirdi. Akıl verdi (us ) Hiçbir şey yoktu tanrı vardı.Tanrı bizi ölümle dizginledi. Korktuk hizaya getirdi bizi.
Sonra doğayı tanıdık elementleri atomu ,çekirdeği. çok şeyler başardık .Bir insanca yaşamı başaramadık . Kastlara ayrıldık. Dogdugumuzda bize röller biçtiler. Aile kaderimiz oldu. Köylü olduk. İşçi olduk .Her şey olduk insanca yaşamanın mimarı olamadık. Birileri hep üstte olup ezilmemize buruyganlık etti. Sonra ölüm geldi o meçhuliyete gidildiğine tanık olduk. Öyle düşündük. Cennette ölüme mahkumlaşan yakınlarımızla buluşmayı umut ettik. Başka ne yapabilirdikki.
Sincaplar ülkesinde saka kuşlarıda konmalı dallarına o ceviz ağacının . Ekimde üşümemeli askerleri gecenin. Perdeleri kapalı bir evde hırçın pislik bir erkeğin karısı kaçıp gidince gökyüzünün en uç noktasına gök yüzünü tanıdı o zaman yer çileklerini. Sordular kimsin diye ben askerim dedi silahsızım. Hiç kadın tanımadı gözlerim . Şehit oldum ben toprağın koynundayım.Kirletme olurmu o toprağı üzülürüm ben.
Sana bir sır vemenin güncesindeyim. Biliyormusun düşünmeninde bir sonu var. Sevmeninde öyle .O bırakıp gidenlere sorsanız istemezlerdi gittiklerini. Kim güneşli bir sabahta toprağın altında olmak ister. Kim yazdırmak ister kabirlerde taşlara adını . Filan üniverstenin bilmem hangi bilim dalı hocası hiç bilemediği anlıyamadıgı ölümle göçü vermiş. kara toprağın ardına . Onun içindirki elfabe bilmez benim üniveristelerimin hocaları .Kapısından sokmaz bizi içeri kırmızı yakalı sarı simli cüppeleri ile buruygan sitatiko .Bahçesinde kediler dolaşmaz o üniverstelerin ,kedilerin olmadığı yerde bilimmi olurmuş!
Sonbahadayız sonbahar hüzündür tıpkı hayat gibi .Hazan yaprakları gibi dağıtır bizi.
Hiçbir canlı yokturki özgürlüğü sınırsız olsun bu biz insanlar içinde geçerlidir. İnsan denen varlık umutları ile gerçekler arasında arafta bir ömrü tamamlar ve erkence bırakır gider görünürlüğünü . Artık yapılabilecek bir şey yoktur. Kimbilir böylesi kısa ve meçhuliyete mahkum bir ömre sahip olmazsaydık ölümün yitikliği üzerine böylesi yorgun kalmazdı yüreklerimiz.
Yakınınızdayken katlanamadığınız insanlar ıraklara gidince yoklukları içinizi kanatıyor. Bu insan kalbi değişik çalışıyor ! Sonra yokluğun mahkumiyetine giriyorsunuz. Sözde özgürleşmiş oluyorsunuz.
Özgürlük çak farklı bir kavram .Günahlarla beslenen bir dag çiçeği o .Bulvarlar binalar vitrinler .Tirafik ışıkları dört çarpı dörtlerin direksoyunda baş örtülü yeni yetme ince ten çoraplarından vaz geçmeyen kırmızı rujlu kadınlar.Sizinle sevişmekte özgürlük değil.
Duvarları yüksek sitelerin müdavimleri korkmayın bu özgürlüğün olmadığı duvarların ötelediği sokaklardan. Kendinizden korkun .Niçin farklı yaşamayı seçtiniz nelerde biriktirdiğiniz sizi mahkumlaştıran histerik duyguları.Kadınlarınız mutlumu onu sorun kendinize. Tanrı sizi cennetinde agırlıyacakmı.Kaç yıl yaşıyacaksınız siz bu yobaz hayatınızı hastalıklarınız hatırlatacakmı tanrıyı size. Kaypak bakışlarımı olacak sokak çocuklarını görmezden gelen yüreğinizin.
‘seni seviyorum ‘ demenin bir hikayesi yoktur.Pazardan onun sevdiği bir meyveyi alıp eve getirdiğinizde o bunu anlar.Anlamak sevmenin ilk başlangıcı degilmidir.
Uzun zaman oldu yağmur yağmıyordu .Neyseki yağdı sevindim. Bir virgül koydum hüzünlerime kadınım ırakta şimdi annesi hasta ona bakmaya gitti. Bende hastayım kendimce onun için gökyüzümde bulutlar giri.
Tanrının tüm meleklerine merhaba demek isterdim . Bende onlar gibi dertsiz tasasız ve hüzünsüz olmak isterdim. Çok şey olmak isterdim ben ileri evre bir onkolojik hastanın gözlerine bakıp hadi iyileşiyorsun diyebilmek. Çocuklara mavi önlükler giydirip hayatı anlatmak isterdim.
Bazen gözlerine bakamazsınız insanların.Tanrı o an acıyı uygun bulmuştur derinliklerinde ruhun.
Öfke patlaması yaşadı sen gidince yoksunluğum.Çizgiler belirdi alnımda.Çay bardağım kirlendi. Tüm kuşlar çekip gitti penceremden.Özgür değildik bunu sen anlamadın kaldırım taşları anlamadı . Biliyordum camların kırık dökük odalarda sakladıklarını .Haklıydın gitmekte . Çekip gitme sakın demenin bir anlamı yoktu artık.
Bir toplum düşünelimki herkes aynı giyiniyor ! sıkıcı bir durum olur. Tüm toplumun düşüncelerininde aynı olması sonuç olarak farklı değildir. Bırakalım insanlar farklı düşünsünler. Yeterki düşünceler ipotik bir hiçiligin içinde sarmalanmış olmasın. Birde itici güç kavramını bilmek durumundayız. Bizi çağın gerçekleri ile barışık kılan .önceyle öteyi buluşturan. Vucudumuzdaki dirimsel elektirik gibi herkesin rölü olduğu ama kimsenin ötekini baskılamadığı bilim öncülünde bir arayışın yolcuları olmak . Yetim kalmamak gerçeğin aydınlığında onu bir ana kucağı gibi güvenilir bilmek .
Ah görülüyorki hiçbir şey mümkünlülk dahilinde değildir ! Biz öyle sanıyoruz bu durum insan yaşamı içinde gerçerlidir.Yaşamı herhangi bir sert idolojiye bagımlama büyük bir yanılgı olur diye düşünülmelidir. Ortak bir bileşkeyi oluşturmanın yollarında yürümeyi başara bilmeliyiz. Zaten bu yol öyle uzun bir yolda olmamaktadır ! Hepimiz ölümle nişanlıyız ve düğün çok uzakta değildir.
Nerden geldiğimizi bilmiyoruz işin yükü nereye gittigimizinde meçhuliyetini yaşıyoruz. Savaşlar yapmışız ölümlere ağlamışız sonrası papuçlarımı toza çamura boyayıp sömürünün çarkına bırakmışız.
Birileri, emek aş iş demiş eşitlik demiş ,Öyle olmamış ama yine farklı yaşatmışlar birilerini. Sonra ötesi gelmiş sevgi yurt vatan .Herkes kendi yurdunu kutsamış doğal olarak doğal olmayan karşıyı düşman belletmişiz kendimize ! Tüm duyguların insana özgü olduğunu görmezden gelmişiz. Red etmişiz bir çok şeyi sadece boyun eğmeyi öncül yapmış tüm kurduğumuz düzenler. Yanılgı burda başlamış sürüp gitmiş.
Şu rutubetli köhne duvar bir insan ömründen daha çok dayanıyor. açlar ve toklar aynı havayı teneffüs ediyor. Yıldızlara bakıp aşkı arıyorlar. Aşk hastalık olduğunu anlamadan.
Şiir daim dudak bükülen küçümsenen bir yazı dili olmuştur. Siz bakmayın birkaç şairin göklere çıkarıldığına şiir hep diplerde bir yerde kendince nefes almaya çalışır.Şiir pişmanlığı kendiyle getirir yazarsınız sonra terk edersiniz yazdıklarınızı kökleri ruhunuzda kalmaya devam etsede .Şiir ölümü gecikmiş çokça yaşlılık gibidir yük olur nefese umudunuzu törpüler. İçsel dürtülerinize bir aralık olsada çok şeyi saklar şiir.
İstemek lazım çok şeyi eger ısınmak istemezseniz güneşin sıcaklığını hissedemezsiniz. Donuklaşır duygularınız.Bakışınızda içtenlik bulunmaz.Köhne bir ömrün garip yoldaşı olur ruhunuz.
Soguk mermer merdivenlerden çıkılan o kasvetli evde hiç gülücükler açmadı dudakları kadınlarının.Çocuklar anlamadı çocukluklarını Şöyle bir somun ekmeğe salça sürüp sokaklara koşmadı çocuklukları. Umut hiç uğramadı kapılarına köşkleri yalıları sarışmadı onlarla .
Tanrısız bir dünya düşünemiyorum.Nasıl katlanabilirizki ölümün karanlığına zihnimizin derinliklerinde ahlaksızlığı nasıl hizaya getirebiliriz. Yaşamı çarmıha gerip. Ürkek korkuları nasıl işleriz güneş doğumlarında her sabah o yorgun köhne evlerin odalarında.Az olanlar mutlu yaşıya dursunlar çoğul kalabalıklar nasıl ışıklatacak yüreklerindeki umudu.
Düşünmek eylemsel olamadıkça sizi köhne bir yorgunluğa mahkum eder. Niçinlerinize yanıt bulamazsınız. Korkularınız sizi otoritenin polis kelepçesinden daha derin bir mahkûmlukta tüketir.Siz bunun farkında bile değilsinizdir. Her güç sınırsız görünsede sınırsal bir içsellige sahiptir. Para unvan bir çok şey. Siz sadeliği ve mütevaziliği tercih etmelisiniz .Bugün sizi güçlü gösteren ne varsa yarınlarda size pranga olabilir. Sadece içinizdeki sevgiye güvenin .Ansızın hücreleriniz isyanlaşabilir .Siz bunun farkında bile olamayabilirsiniz. Yitikliktir artık sizi bekleyen. Güneşin sizsizde dogabilecegini unutmamalısınız.
Bu yalan dolan çalıları kim süpürüp yolunu açacak insan denen varlığın.Kim saracak yaralı kalplerin yarasını .
Seni düşünüyorum niçin düşündüğümü bilmeden .Melekler bekliyor gecede karanlığımı .Yorgun bir günah seçiyorum kendime. Perdeleri kapalı umudun.
Çokmu gerekliydi bilmiyorum.Benim seni özlemem. Yada yetememem kendime. Seni dikenli güllerden korumaya çalışıp kırmızı güllere benzetmem varlığını. Sensiz ölecek olmak çokmu zor olacak bilmiyorum. Unvansız sitatüsüz ve meçhul bir toprağın ardında sonsuzluğa ulaşmak.
İnsanın ailesiyle gurur duyması güzel bir durumdur. (tabi bunun için gurur duyulacak bir aleniz olmalı ) örnegin pilaton yakın akrabalarından ailesiyle gurur duyan bir bilgenin olgunluğuyla söz eder. Herkesin ailesi kendince kutsal olduğu bir yana çoğumuzun ailenin gurur duyulan bir yönü olduğunu bırakın başkalarını kendimize dahi anlatamayız.Çogumuzun ailesinde demikratik bir katılımcılıktan ziyade olagarşik kuralcı bir baskın dünyanın izleri mevcuttur. Böyle ailelerde yetişen bizler nasıl özgürlükçü bir ruhu taşıyabilirizki.
Kimbilir beni hiç bilmeyecek o gedada bir köylü kızı o küçük akarsuyun üstündeki köprüde bekleyecek sevgilisini. Mavi gözleri olacak gök yüzünün. Ah ilerde Tiflis var üniveristede bir genç kadın saçlarını okşuyor sözcüklerin.Şiirler okuyor karanlığa o da bende kimsesizim.
Agacın dalları nasılda ulaşırsa gök yüzüne fikirlerde öyle olmalı . Kökleri aynı olsada düşünce farklılaşa bilmeli.Belki o zaman özgürlükten vaz geçip despot otorik buruyganlıklar gölge olmaz ruhlarımıza. Özgürlük köklü bir arayışın uzunsal yolculuğu degilmidirki.
kapitalizim daim artı değer ister ve onu kendi sınıfında olgunlaştırır. Bu süreç küresel düzeyde etkenleştimi (emperyalizim ) ilk tehditkarlıgını özgürleşmede gösterir. Ortak aklı toplumun kendini yönlemesini kabullenmez.Yirminci yüzyıl savaşlarla insanlığa derbe vurmuş olsun .Yirmibirnci yüzyılda otoriter yapılar demikrasiyi erozyana uğratır oluyor. Sonuçta yanlış yerlerde yanlış uğraşların içinde tükenip gidiyor ömürler.
Ölüm yanı başımızda bizi yemeden içmeden keser .Sonra heybesine katılır kefenlere sarılır kaskatı kesilmiş beden belki bir tabutla toprağa verilir tüm özlenen hikayeleri ömrün.
Ben sevmem yapay gülücükleri biraz hüzün katmalı bahçesine hanım eli çiçekleri Kırmızı güllerden bir demet yapıp koşmalı özgürlüğün yamaçlarına umut. Anladımki her kabir bir izdüşümüdür çekip gidenlerin.
Biliyormusun zamansız oldu herşey. ölümde zamansız gelir zaten heybemizde günahlarımız. yitikleşiriz toprağın altında
Nasılda kaçtılar korkularından kediler. kimseleri dinlemediler utanmadılar ve yaşadılar aşkı.Anlattılar miyavlamanında aslında özgürlük olduğunu .Biz insanlar öylemiyiz. giridir bizim söylevlerimiz. Mavi denizlerin mavisini anlatmaz sözcüklerimizde kahverengi toprağı hatırlatmaz.Soysuzca buluşuruz karanlığımızla.Güneş her sabag doğar her sabah cehalettir devşirdiğimiz yürüdüğümüz patikalardan.
Hani yıllar onyıllar geçmiş kırılgan kemiklerimiz incelmiş gözlerimizin feri gitmiş.Tamam artık gelebilir ölüm. Kara bir utançtır aslında hani ölüm gelince geride kalanların malmülke çöreklenmesi ‘Neymiş efendim ölüm hak miras helalmiş ‘ Yok böyle bir şey çekip gidenlerin gittiği yolun yolcularıyız. kalanlarla hoşnutlanamyız.Ölülerin arkasında ısınmaz kemiklerimiz .Gözlerimiz gülümsemez. Yitik yorgun bedenlerle sevişmez umut. Vaikitsiz olur herşey birde bakarsınız o önemsenen tüm duygular önemsizleşir ömrün bir dönemecinde. Birde bakarsınız en hüzünlü zamanında ömrün çekip giderler .Çekip gitme sakın diyemezsiniz. Gök gürültüsünün uğultusudur duyulan melekler ağlamazlar yok öyle bir şey. Haydi gel neyi yanlış anladıysak onu yanlış sevelim .Sevgi zaten hiç doğru gelmez kapısına yanlızlıgın.
Beş haziran 1992.Tuhaf bir güne başlamış gibiydim.Korku endişe ve belirsizlik.Posta memuresi ablam koltuk altında bir şişkinlik hissedince içimizi bir huzursuzluk kapladı. Yıllar evel yaşadıklarımız gözümüzün öüne geldi .Yine aynı şeyler tekkerürmü edecekti. Hücrelerin azgınlığına muhatapmı olacaktık .Yine tıp fakültelerinin onkoloji kılıniklerinde yorgun bedenlerimizle yaşama tutunmayamı çalışacaktı umudumuz.
Sizce bir erkek kadınları nasıl yazmalı ! Sözcükler kadını nasıl yansıtmalı .Şiddetli bir fırtınamı olmalı dizeelr. Yoksa ürkek kuzular gibi sevimli ve sarışmaya müsait bir yoldaşlıkmı yapmalı .Yada içimizdeki şehvetin uslu çocuk olması nasıl başarılalı. Tanrının ayetleri ne diyor bize Karanlıgımızı nasıl anlatmalıyız.Saçları mahpuslandırılmış kadınlara. Hani dedimya tuhaf bir güne başlamış gibiyim. Korkuyorum. Nasıl korkmam en bilinmez yerlerinde isyankarlaşmış hücreler çaresiz bırakırken umutlarımızı . Tüm bahçenin meyvelerini toplamış kıçlarını yağlandırmışlar. Bunu yaparkende kimseleri umursamamış .Heybelerini haramla doldurup. sıska kıç kemiklerini domuz yağlarına mahkum etmişler..Sonrada toplanı vermiş kara rezil ruhlarını saklayıp .’Herkes elini taşın altına koyacak diye ortaya çıkmışlar. Bu bahçe hepimizin çöpünü dikenini birlikte toplamalıyız. Herkez bu kadının kızı o zaman bu yaşlı zavallı hüzünlere gark olmuş kadını birlikte sahiplenelim. Çorak susuz ve yorgun talan edilmiş bir bahçesinin efendisiydi bir zamanlar bu kadın !
Sevmelerim yalandır ,uzak çok uzaklarda ölüm gelip beni bulsa ne çıkar ,sevda bu sevdadırki,okyanuslar kadar ıslak umut kadar lacivert.
Dünya cografyasında var oldugumuz kültürle Anadolu topraklarında yaşıyoruz,aldıgımız kültürel veriler geçmiş kuşaklardan bize yansıyan verilerin bir yogunlugu olsa gerek ,düşünüyorumda bizler bu topraklarda yaşarken kendimizce görkemli ama kainatça bir zerreden öte degiliz,dünyadaki bütün toplumların ana amacı insanca yaşıyan toplumlar olmak olduguna göre duyguda düşüncede inançta kendimizi önde görmemeli ,yaşamı ölüm dairesi içinde çogulca tüm insanlıkla algılamalıyız .belki ozaman bizi kısır döngülere sokan vazgeçmezlerimizin dogal dialektikte bir anlamı olmıyacagını kavrıyacagız ,belki ozaman yazdıgımız şiirin bir anlamı olacak belki ulaşılmaz aşklar bizi bunaltmıyacak çaresizliklerimiz sadece bizi üzmiyecek ,insan olma bilinci bizi uçsuz bir okyanusta misafir edeceki ,belki ozaman erkekligimizin ,kadınlıgımızın tütsüleri sevgiyi yakalıyacak ,yüregimizin odak noktasındaki çocuklarımıza belki ozaman umut edilesi bir dünyayı sunabilecegiz.
Hepimizi kahreden yaşamımızı kendimiz için yaşamamış olmamız oluyor. Hep birilerini mutlu etmek için kahredici bir hayata mahkum oluyoruz.Hayellerimizi gerçeklikle yoğunlaştırdığımızda görüyoruzki hayat denen komedinin sonuna gelmişiz.Her şey gerektiği kadar.
Bence bir babanın gölgesinden bir annenin bakışından daha sıcak bir yer yoktur.İnanın ana babanız yanınızdaysa orası dünyanın en güzel yeridir.Bunun için ülkenin dicle nehrini kucağına almış kadim şehrini bırakıp bu kasabaya geldiğimizde çokl fazla hüzünlenmeye fırsat bulamamıştık .Babam şirin usta bu göçer hüzün dolu hayatın müdavimi olduğundan batum malatya adana Diyarbakır her otağda ayakta durmaya çalışmış bir emekçi olgunluğunu sofrasındaki onurlu ekmeğine taşımayı becerebilmişti.Biliyordukki birileri üst perdeden yaşıyorsa o yaşanılanda bir çok hayattan çalınmış haram o kişlerin sofrasına boca olmuştur. Birde Ankara var cebecide demirlibahçede kırmızı tuglallı ev.1977 de Ankara tıf fakültesi hastanesinin radyasyon onkolojisinde giri badanalı duvarın altında ankara arazında bir ocak günü insanlar yeni yıl sevincini evlerinde yaşamaya çalışırken bizler bilinmezligin ve çaresizliğin kıskacında yağan karların ayaza çevirdiği ankara kışını içimizdeki acının kor ateşine yoldaş yapmıştık. Kızılayda kuyumcu dükkanlarının birine girdik.Ablamın çalışırken aldığı üç bilecekten birini bozdurup paraya çevirmeye karar vermiştik. Şimdi umut zamanıydı.
Yıllar geçti daha sonra memurluğumun ilk yıllarını yaşıyacagım Ankara beni daim kendine özlete dursun .Biz bu Akdenizin rutubetli beldesinde kendimizce var olmaya çalıştık .Yıllar geçti bu şehir benim için hala bir egelti dikiş gibi bana hiç umut veremedi .Belkide kaybedilenler bu şehirde kaybedildiğinden hep ayazlarını yaşattı bana .Aslında sevilecek bir yerdi bense sadece alıştım bu şehre. Tıpkı evliliğime yaban cehaletlere yetmezliğime. Irak çok ıraklardaki hayellerimin umutsuzluğa dönüşmesine alıştığım gibi.
Ah ne olurdu herkes herkesin hakkına sayglılı olsa şeytansı mal edinme hırsına yenik düşmezse yanlış zamanlarda sokağa çıkmış kadınlar gibi yılgın yorgunluklarda korku yaşamazsa.
Biliyoruzki toplumsal yaşamın mekanizması devletle olgunlaşır. Devlet enerjisini toplumdan alır. Günümüzde evrensel değerler yüzyılların arınmışlığıyla olgunlaşmış yaşama katkı vermiştir. Kültürel yansımalar birbirine direnç göstersede temelde insan gerçeğine dayanır. Günümüzde ortak ölçü evrensel kültür olmalıdır. Medeniyetler bir birlerinin karşıtı değil tamamlayıcısı olmak durumundadır. Günümüzde ütopik olsada gelecekte sınırlar gökyüzünün ufuklarından oluşacaktır Gök yüzü özgürlüktür orda kimse size kimlik soramıyor. Bir serçenin özgürlüğüne insan denen varlık ulaşamıyor !
Edebiyat yaşanmışlıkların toplumsal içerikte yoğunlaştırılıp yansıtılması olayı olduğuna göre. Edebiyatın toplumun içeriğinde kendine yer bulması kaçınılmaz bir sonuç olmaktadır. Yaşamı anlayabilmek ona katkı vermek sorgulanmasını sağlamak edebiyatın ana gerekçellerinden bir olmaktadır.
Ortak kültürün gelişmesi sonraki kuşaklara aktarılması kültürel varlığın gelişmesi edebiyatın önemli sunumlarından biri olduğunu bilmek gerçekçi olmaktadır. Bu süreçte edebiyat evrensel kültüre açık olmakla birlikte milliyetçi bir içselligide benimsemiş olduğunu düşünebiliriz. Ulusal kimlikte toplumculuk edebiyatın bu yönünü görmemize engel olmamalıdır. Görülüyorki edebiyat geniş bir izdüşüme sahiptir. Bu süreç bir edebiyat emekçisi tarafından göz ardı edilmemelidir.
Ögretilerin büyük çoğunluğu yenileşmeyi kabullenen bir konumda olamıyorlar. Bu durum öğretinin ortaya çıktığı zamanla kendini bütüncelemesiyle ilgili bir durum olarak kültleşiyor. Yaşam doga birey toplum içsel olarak gelişmeye müsaitken özelikle hepimizi etkileyen dogmatik olguların geçmişle kendilerini bütünleştirdiklerine tanık oluyoruz. Dünyanın bazı topumlarında radikalleşen yansımaların içeriğinde bu sürecin sonucunu görmek hepimizi endişelendiriyor. İnsan doganın bir paydaşıdır doga gelişmeye açık bir özsele sahipken birey ve toplum etkileşiminin devinimin dışında kalmasını beklemek pek gerçekçi olmayacaktır.
Sınırlar çok önemlidir .Düşüncede kavrayışta yaşamı algıda. Birey yaşamın geçici olduğunu kabullendiği sürece (yaşamsal misafirlik ) duruganlaşır .Çırpınan bir ruh çabuk yorulur.Burda dengenin öne çıktığını kültüre etken olduğunu görmek durumundayız.
Yaşam basite alınacak bir yolculuk değildir. Üzerinde köşkler oturtacak bir zeminde bulamazsınız. Her şey oldugu kadar.
Yaşamak için bir gerekçeniz yoksa mücadele size anlamsız gelebilir. Gitmeyi arzulayabilirsiniz. Bilinizki gitmenin geri dönüşü olmuyor.
Cehalet öylesi bir bataklıktırki size yönetilen her şeyi gerçek sanırsınız.Karanlık sizi içine gömer !
Mutlu insanlar ülkesi olabilirmiyiz sizce .Hiç bunu düşündünüzmü .Bu ülkenin insanları niçin karamsar. Niçin aç umutlar ülkesi bu ülke !
Nasılda korkuyordu ölümden ‘vakitsiz ölümden tanrıya sığınırım ‘ derdi. Ölümün vaktimi olur Tanrı aşkına ! Evet olur yaşamı devam ettirecek bir bedene sahip değilseniz ölüm olmalı .Hani bazen ölüm kurtuluş olur. Gelince bir yük kalkar geride kalanların üzerinden yerini
Ülkücü,Devrimci geçmiş onyıllarda ülkede karşıt görüşler olarak ortaya çıkan bu kavramlar birbirinin zıttıymış gibi algılandı. Sağ yada sol düşünce arayışında karşıtlar olarak toplumsal yaşama girdi. Tabiki bu haliyle bir yanılğıydı .Ülkücü yada devrimci görüş aslında birbirini tamamlayan fikirlerdir. Birisi ulusu ve onun yüceliğini öncül görür. Digeri tüm halkların eşitliğini ve birlikteliğini öncüller. Bu iki kavramda kendi içinde tutarlılık gösterir.Karşıt değildirler tamamlayıcıdırlar.Günümüzde ulus kavramanı ve onun idaal arayışını görmezden gelmek pek gerçekçi olmayacaktır .Vatan töre inanç bağlılık hepimizin özsel içeriğidir denilebilir. Bunun yanında emeğin kutsiyeti hakkın ifası eşitlik insanca yaşamsal katılım görmezden gelinebilecek değerler olmamıştır.Toplum tüm gereksellerini dikate almak durumundadır.Çagdaş yaşamın enerjisi bu gerçek üzre olgunlaşır .Toplumun kültürel sürekliliği kültürle oluşur.ortak amaçla belirginleşir. güncel halkın yaşamsal gerekçeleride değişime açık olmakla ilgili bir durumudur.Devrimci bir mayası olmaldır. Kabullenelimki böylesi bir sonuçta devrimve ülkü birbirini tamalayacaktır.Hepimiz bir ülküve devrim etkenseliginde varsallız diye düşünmeliyiz.Toplum çok geniş bir kavramdır kalıplarını geniş tutmak sağlıklı olacaktır diye yorumlayabiliriz.
Bulvarın üzerindeki en eski resmi bina olan postane binasının önünden geçerken daim içimi bir hüzün kaplar.
Kanserden ölen ablam bu kurumda çalışıyorken bu kurum hayatımıza girmişti. Sonraları bende aynı kurumun emekçisi olunca beş katlı giri boyalı bu bina ) bizim mabedimiz gibi bir saygıyı içimizde yaşamımıza sebep olmuştu.
Hangi şehirde olursanız postane önlerinde kalabalık insan yığınlarını görürsünüz. Orda şehirlerin gizli buluşma renkleri insan yüzlerindeki çizgilerde daha bir belirginleşir.
Şehre yakın bir kırsalda dar bir konutta ömür tüketmek ne kadar anlamlı olabilirdi. Etrafında birkaç meyve ağacı olan yetecek suyu olan elektirige güneşle ulaşılan bir kırsal yaşam. Kapıda bir Anadolu çoban köpeği (yada kangal ) evin içinde size yoldaş olan bir kedi . Bahçede dolaşan kümes hayvanları .Mavi boyunlu tavuş kuşları. Ve sizin ruhunuzdaki sıcaklığı daha bir alevlendiren bir yol arkadaşı. Çok değil sizi ekmeğe ulşatıracak kadar bir maddi güç . Evin kapısının girişinde küçük ahşap bir kitaplık. Birkaç kitap hiç kullanmıya gerek olmazsada birkaç kâğıt ve kalem . Öğlen sonraları kapınızı çalan gök yüzü kadar aydınlık yüzlü birkaç arkadaş. Hayat bu olsa gerek.,
Yüksek sıtandlarınızı sizin mali gücünüz değil ,usunuzdaki bilgi ve donanım belirler. Araştırmak sorgulamak sunulanı değil olması gerekeni kavramak .Evrensel düşünmek ve katılıma açık olmak .
Demikrasi birilerini seçmek değildir. Demikrasi yönetimde paydaşta eşitçe hak bulmak olarak görülmelidir. Çogulcu demikrasi katılımcı bir içeriğe sahip değilse orda çoğunluk despotçası gücü zehirleyebilir. Bilgi kıttır ama gereklidir. Cehalet çoğuldur ama katkısı yoksundur !
Her şey paylaşmayı becerememizden oluyor. pastayı birileri kendi sofrasında tutuyor.
Tanrı gereklidir çünkü biz yorgun ve bezginiz yaşam bize rahatlık vermiyor. Halk kitleleri düzenin sömür çarklarında tanrıya sığınıyorlar ! Tanrı onlara cenneti vaad etti. Onlarda bu dünyadaki tüm umutlarından vaz geçti. ve ölümü bekledi !
Özledim bag bozumlarında umut salkımlarını yüreği sevgi ateşinde kadınları aradı gecem. Yitik ömürlerde ardıl kalan bir hasretindi senin . Onuda kabullenmeye takatim yetmedi. Sen beni hiç sevmedin biliyorum. Haklısın bende sevemedim kendimi .Yorgun hırçın ve çulsuz bir ömrün sahibi oldum hep. İçimde devrimci özlemler . Artık anlamalıyızki ilkel bir sömür çarkının içinde ömür tüketiyoruz.
Ah şu makam sahipleri ölüm sizide bulacak .Unvanlarınız mevkilerinizin basitliğinde ruhlarınızın ızdırabını sizlerde yaşayacaksınız.
Düşünebilmek ve merak etmek .İkisi yanyana gelince bilim öncülünüz oluyor. Bu birazda istemekle ilgili bir durum.
İyi olmak amacın ana gerekçesi olmalıdır. Duygular bizi aslında hep iyiye götürür: Şartlar ve toplum o iyiyi törpüler geriye birey ve toplum çatışkısı kalır.
Kimbilir belki bu ülkede özgürlük çiçeklerinin açacağı günler yakındır ,benim ölümümüm yakınlığı gibi . Özgürleşecektir ruhum. yoldaşlarım gülümseyecektir ölümümde özgürleştiğimi düşünüp.Bir kızıl elmanın yolunda yeşerecektir ülküm.
Nasıl özlüyorum bir bilseniz. bir sabah vakti bir yufka ekmeğin bulunduğu çay sofrasını .Toprak damlı bir ev düşlüyor ruhum damında güvercinler besledigim.
Kültür ortakça yaşamdan beslenir .Yanlızlıkla olgunlaşır . Sende öylesin önce çoğulumsun benim. Sonrası olgunluğum.
Her şey geçicidir .Geride bir üzdüşümü kalır yaşanılanın ! Birde kök hücreler kalır toprakta .Esmer kadınsı şehvet balık eti bir köz olur tende. Gülmek acılarına kavganın devrimci bakıştır ölüm geride bırakıktıklarını mahkumlaştırır.
Çekip gidince bitermi sanırsınız dertler. Heybende asılıdır derin karanlığı beklenenin. Çok kadınlar sevişir umutla çok erkekler mazlum dolaşır o köhne emekçi kahvelerinde. Ülkem acılı ve yorgundur bilirim. Sisler kaplamıştır yüreğimi ülküdaş hüzünlerin. üregim beni terk etti.
Yaşamın tüm kötülükleri kendimizden kaynaklnıyor. Tüm sömürü düzenlerini biz insanlar kurmuşuz. Unvanların makamların paranın gücün kölesi yaradılışımızın değil .Kurdugumuz rezil düzenin bir sonucu . Böyle bir rezil hayatı yaşıyorsak kaderi değil kendimizi suçlamalıyız.
Tanrının tüm buyruklarını yüreğime nakış gibi işledim. Yüregim beni terk etti. Sonra bir akşam alacasında bir yosma belirdi usumda kılçık gibi sözleri vardı yosmanın geçmişten gelmiş gibiydi. Bana aşkı sordu .Anlamadı hastalığımı benim. İnce topuklu kadın askerler gökyüzündeki kara bulutları kovaladı .. gökkuşağı kayboldu yağmurların arkasında.
Fabrikalarda kara gözlü kadınlar hayeller kurdular süt akıyordu memelerinden umutlarının. Bir üzdüşümdü yaşam.Öncü olanlar düşünmeyi öne çıkartanlar olmalı ,ömrü uzatamaya çalışanlar değil. Ne derece ömür uzarsa uzasın yine eksik ve kısa olacaktır. Ozaman düne takılmayalım yarına bağlanmayalım günü avuçlarımızın içine alalım. Sonsuzluk beyinde başlıyor. Düşünceniz kalıplar içinde değilse siz demirparmaklıklar ardında bile olsanız özgürlüğünüzü yaşıyorsunuz demektir. Gelin beynimizi özgürleştirelim renkli izdüşümler düşürtelim sözcüklere.
Tanrı insanlardan vaz geçmiş gibi .Koca dünyada herkes kavgalı herkes mücadelede. Açıkça kabullenelimki Türk kültürü hızlı bir düşüşün sıkıntısını yaşıyor.Deger verdiğimiz her şey çatırdamakla meşgül. Artık sakınılacak bir yanımız kalmadı denilebilir.Yinede biz türklerde içimizde bir yerlerde yeni tohumları yeşertmeye kurak toprağı ıslatmaya müsait öz varlık saklı duruyor gibi. Görüyoruzki okullarımızda öğretilenlerin bir çoğunun gereksizliği bilinmekle birlikte öğretilmeye devam eder durur. Çünkü karşı koyacak bir eylemi hiçbir görüş ortaya koymaz. Düşünmeyi öğretmek gerekliliğini anlatmak bataklığa adım atmak gibi bir riski taşır.Herkesin herşeyi görmezden gelmesi bu sürecin sonucu olsa gerek . Kabullenelimki putları yıkamıyoruz. Özgür değiliz çünkü.Bu dünya gözle görünür olsada karanlıktadır.
Tanrı inancın odak noktası .Yaratıcı ,mulak güç,büyük enerji tasviri mümkün olmayan varlığı her zerrede hissedilen. Tanrıyı bize tanıtan (arapça Allah. ) kuran,dır kuranı okumak anlamaya çalışmak ondan istifade etmek temiz akıl sahipleri için bir zorunluluk olmaktadır. Ölüm var .inanç var.
05 ocak 1977 .lenf bezleri normal yapılarını kaybetmiş lengron tipi dev hücreler oluşmuş. ! Hoş geldin çaresizlik.Ankara tıp cebeci radyasyon onkolojisi . Posta memuresi fidan ablamın hüzünlü hayatı başlıyor.
29 mayıs 1978. Endüstri meslek lisesini bitirdiği yıl yaşamın başladığı yıl oldu . üçgün sonra çimento fabrikasının çarkları arasında bulmuş oldu kendini . Karşıda mardin şehri taş evleri dar sokakları ve yüzyılları önüne bir sofra gibi koyan kültürel devinimi. Hani şu karşıdaki yola devam etsen diclenin kıvrımlarında çekip varsan karabazal taşlı evlerin misafirliginde Diyarbekir olsan surların dibinde bir kürsüye yumulup bir çay yudumlasan belkide kaybettiklerinin acısına bir melhem olur. Yada azgınlaşır duygular. Ankara olur ruhun sıhhıyede bir simitçi kaldırım kenarında yorgun devlet memurları geçmişten kalan kara ruhlar gibi bezgin.
Düşünsenize birlikte yaşadığınız. sohbetler ettiğiniz .Yaşamı yorumladığınız.Bir tanıdığınızın öldü diye haberini alıyorsunuz. Yaşam anlamsızlaşıyor . Aslında ölüm aniden gelen bir sonuç değildir.Dogumumuz bizim ölümümüz olmaktadır . Süreç doğumla başlıyor . Aslında kutsal kitaplara baktığınızda odak noktası yaşam oluyor (incilin yaratılış bölümü ) kutsal kitap kuran,da yaşamı yaşamın nasıl yaşanılması gerektiğini açıklayan öğütleri içiriyor. Peki tüm canlılar niçin ölümlüdür. Yeni doğanların ruh kimliklerinin onlarla bir bağlantısı olabilirmi. Bireyler dogup yaşayıp ölürken ruh yeni bedenlerlemi dünyadaki varlığına devam ediyor . İfade etmeliyizki islam bilginleri böyle bir görüşü kesinlikle red eder. İslama göre ölüm gerçekleştiğinde ruhun bu dünyayla irtibatı söz konusu olamaz. ruh ara bir alanda kıyametin kopmasını (ahiret ) gününü bekler. Kutsal kitabımız kuranda yeniden dünyaya dair dirilişle ilgili bir yoruma götürecek herhangi bir ayet söz konusu değildir.Ölümde ne olur ? beden tüm reflekslerini kaybediyor ! Sonrası beden çürüme boyutuna giriyor. Toprak o çürümüş bedeni bağrına alıyor. Sonuçta ölümü bir dönemeç olarak kabul etmemiz lazım .Ölüm inançkarlar için bir düğündür denir. Bilinmezligiyse bir facia !
Şiir nedir şiirin romandan farkı çok keskindir. şiir rijittir. direk konuşur sizinle romansa kahramanlarını konuşturur. Roman önemlidir şiirse gerekli.
Yaşamak büyük bir kavganın adıdır. Bilinç ister .Işik ister. İzdüşümdür yaşam bazen kara bazen kırmızı bir sıcaklıktır.
Kahverengi bir kadın sevdim toprak gibi beni koynunda saklıyan. Ekmeğini paylaşan. Adı anne olan . Bıraktı gitti beni sonrası açmısın diye soran hiç olmadı .Hiç ısınmadı yüreğimin ayazları.
Keskin esmer bakışlı bir umuda tav olmuş tüm acılarına kült kimsesiz ama çoğul bir kadın.
Bana hikayesini anlattı nar çiçeklerinin çokça açtığı bir köyde dogmuş.Orta avrupada bir yerde . dedeleri anadoludan göçmüş oralara sonra tifliste bir okulda öğretmenlik yapmış .(yada yok öyle bir şey benim uydurmam olmalı )
Ankarada bir kadındı o . cebecide bir sokakta kırmızı bir şemsiye başının üstünde onunla dikimevi postanesine kadar yürüdük. Ömürce sürdü bu yüremek ruhumda.
Biliyorum ankara üniversitesinin hastane koridorlarını cebecide radrasyon onkolojisi ve bent deresinde kerhane
Karşıda bir giri kapılı magiros dolmuş. Vakit akşam üzeri ölenler ve kalanlar aynı yer yüzünde.
Gece geç vakit bir tiren geçiyor demir yolundan. Kırmızı kiremitli apartmanın dar balkonları ve yıldızları gökyüzünün ortalıkta salınan. Bir polis otosu köşe başında yorgun yüzlü ünüformalı memurlar. Ve ışıkları yanıyor cebecideki genel cerrahi kıliniginin .ışıklar ağlıyor yanlızlıgıma.
Toplumun dayatmalarından kurtulabilmek için kendimce çözümüm hayal kurmak oluyor.
Yaşamda zaten bir hayal yansıması degilmidir.
Bana hiç aşık oldunmu diye sorduklarında yanıtım gerçekçi oluyor. Evet zaman zaman kendimi hasta hissetmişmidir.
Azla yetinmeye alıştığınızda çıkarca bir bolluğun size sadece ızdırap vereceğini daha iyi anlıyorsunuz. Buna yaşamsal bilinç yansıması diyebiliriz.
Ölümler varya ölümler keskin bir kılınç gibi yaralıyor ruhunuzu. Bu yaranın bir melhemide yok. Ne yapabilirizki bizde zamanını bekliyoruz içimizdeki korkuyu tökezletecek o meçhul yolculuğun.
Tıbbı onkologa pankreas problemli bir organ dedim ! onun hücrelerinin isyankârlığı zor oluyor ! Öyle düşünmediğini söyledi. Sonra birlikte çalıştığı hematoğ pankresının azizliğine uğramış ! Üzüldüm keşke hayelleri gerçek olsaydı o tıbbi onkologun. Öyle olmadı .
İki + iki = 5 Bunu kabullendinizmi siz kalıpları kırmış bir entelektüel bir insansınız. Ne demek entelektüel toplumun genel kültür yapısının ötesinde birşeyler düşünebilen görüş açısına sahip kişiler olarak düşünülebilir.
Birey kendini bilen kendini tanımlayan beklentilerini pilanlayan .Kendini toplumun bir paydaşı olarak gören. içsel olarak kendi olan fert. Bizlerin sıkıntısı gerçek anlamda birey olamamakla ilgili bir durum. Herşey oluyoruz ama kendimiz olamıyoruz. Birşeyleri ya red ediyoruz yada sorgusuzca kabulleniyoruz .Bizden istenenin mahkumu oluyoruz. Toplumsal çatışkının ve sömürünün beslendiği içsel durum bu olsa gerek.
Yaşamı tek bir idoloji ifade edemez,yeterlide olmaz. Bu durum sizi yaşam boyu arayışa mecbur bırakır. Bu durum sizin dik bir duruşunuz olması gerektiginide ortadan kaldırmaz. Herkesle uyumlu bir kişiliğiniz varsa sizde kişilikten sözetmek mümkün olamaz. Yaşam çatışkıların bir bileşeni degilmidir.
Yaşamın tek hükümdarı ölümdür. Ölüm aklı baştan alır. Çaresizligin derin çukurunda sizi bilinmezliğe taşır. Ölümün olduğu bir dünyada malmülk peşinde ömür tüketmek kadar ilkelce bir dürtü yoktur insan denen varlığın ruhunda. Düşünsenize ihtiyaç fazlası bir mülkiyetin size verebileceğini sadece hiçlik.
Yaşlanıp ölüme yakınlaştıkça içinizde bir korku olur. Üzülürsünüz geçmişe bakınca yanlış yaşadığınıza. İyi çocuk olmak için birilerini memnun etmek için bir ömrü harcadığınıza . Mutlak bir işiniz olmuştur .Ekmeginizi kazanmak için .İhtimal yılgın bir evliliğiniz. Kirasını ödemede zorlandığınız o kireç badanalı iki oda bir mutvak ev. Basmadan perdelerini kapatırdınız gece olunca. O zamanlar işten dönnüce akşamları yorgun ve mazlum. Burguldan bir aş gelir önünüze yer sofrasında. Erkence uykunuz gelir serilir yer döşeği. Kapıda köpeğiniz fındık bekler gece boyu karanlığı . Karşıda ışıkları yanar sarı apartmanın avizeleri parıldatır odayı .O sarı saçlı esmer kadının cilveleri bir başka olur erkeğine. Erkegi bir bankada şube müdürü. Hediyeler alır doğum gününde sarı saçlı yosmasına.
Hani özgürlük tüm insanlar içindi . tüm karabakışlı çocuklar severdi çikolatayı. Lastik tokalı genç kızlar nakış işlerdi penceresinde hayatın. Sonra ne oldu biliyormusunuz rezil kapitalizm ve doyumsuz yalanları sokakların. Kaçıp gitti esmer bakışlı sarı saçlı yosmaların elinde hayat. Biliyormusunuz kadın olmak zordur. Erkek olmak olabilmekte.
Sabah yine balkona geldi bizim o yoldaşımız kıl kurruk kedimiz. miyavladı içeri girmek istedi balkon kapısından .Tüyleri dökülüyor diye alamadım içeri .Miyavladı anlattı bana sitemini geldiği gibi balkana komşu yeni dünya ağacına atladı ve indi aşağılaya. küsmüştü bana benim kendime küstüğümü bilmeden. Hersabah işe giderken küfürler ederdi anasını sattığı kaderine.
Kabirliklerde sessizce yatan ölüler .kemikleriniz kalmıştır şimdi toprağın altında. Siz yokkende ışıkları yanıyor şehirlerin . Politikacılar nutuk atıyor. Yine yosma kadınlar histerik bakışlarını gezdiriyor korku belası . Özgürlük sözda kalan bir yalan. Yine yorgun sözcükler yanlış hikayeler anlatıyor.
Bilirdikki ölüm geri gelmez a maya çalışıldığı bir yaşamda bu yaşananların içsel devinimi ne olabilirdi. evin girişindeki aynalı dolabı açtı . ordan gözüne kestirdiği bir kitap aldı. orta yerinde bir sayfadan okumaya başladı .Elindeki kitap belkide mamış .Kadınlarla hiç yatmamış olurum . loş odaların kirli şiltelerinde. Paytonlara binip dar küçelerdem gizlice kaçıp ürkek yüreğimi herecanlandıran Diyarbekir kerhanesinde .Bir cümbüşün tellerinden çıkan o sevda dolu tınıları hiç duymamış olurum.
Her gece sen varsın yanımda .Kırmızı bir ruj havluya sürüklenmiş. Bir şiir yazmış bırakmışssın masada . Kapıda bir yanlızlık var. gitmiyor.
Birini kaybetmenin korkusunu düşünün. Artık onu göremeyeceksiniz .Onunla konuşamayacaksınız. ona birşeyler anlatamayacaksınız. O sizi bu koca dünyada tek başına bırakıp gitmek zorunda kalmıştır.
En nefret ettiginiz kişilerle kuzu sarmaşı yakıncalaştıgınızı düşünün .Bundan daha büyük ızdırap olabilirmi. Ah keşke benimde sığınacağım bir köyüm olsaydı. Babamın küçükken bırakıp geldiği o zamanlar sovret sınırları içinde kalan batumun kırsalındaki kedayı merak eder olmaya başladım. Gidip orda kendine küçük bir arazi alamak .Ölüncede o tarlanın kenarına gömülmek. Ama öyle bir cesarete sahip değilim.Şimdilik etrafımdaki solucanlara serçe kuşu muammelesi yapmak daha uygun olacak gibi. Ömründe bir kitap okumamış dag gibi cehaletlerinin ardında tünemiş barkuş gibi yaşayanlarla aynı gökyüzüne bakmanın zorunsalını kabullenmek mecburiyetindeyim.
Hayatta sizi mutlu edecek yada felaketi yaşatacak olan ne yoksulluğunuzdur nede gurbet.Size bu hayatı zehir edecek sadece yanlış insanla yaptığınız evliliğiniz olabilir. Bu kadın yada erkek olmaklada ilgili bir durum değildir.
Orda bir ağaç yoktu oturduğum apartmanın şöyle elli yıllık bir taş konmamıştı sokağına herşey benimle gelmiş gibi eğreti ve ilkeldi. Çok namuslu gözüken erkeklerin çok namussuzca yanaştığı kadınlar dolaşıyordu kaldırım taşlarına arkadaş olup. Bir fabrikalarda çalışan işçi kadınlar kalmıştı utangaç ve ürkek.
Herşey insan varsa anlamlıdır. Özgürlüğüm sana bağlı olmakla başlamıyor. Sana elvada ben yokum diyebilmeyi becerebilmeliyim. Yada sana koşmalısın benim günahlarımın ardından . Tüm tabularını yıkıp duvarlarından atlayıp özgürlüğün ovalarında buğdaylar yetiştirebilmeliyiz seninle.
İnsan denen canlının katlanmak zorunda olduğu en büyük mahkumiyeti şüphesizki ölümdür.Düşünüldügünde ölmün katlanılması zor bir sonuç olduğunu kabullenmiş oluruz.Yaşamın içinde birlikte olduğunuz bir yakınınızın bir arkadaşınızın ölüm haberini duyduğunuzda ne hissedebilirsinizki. Kaskatı kesilmiş bir ben ve çürümeye oldukça hevesli ayazda duygularla sizi çaresizliğe mahkum eden bir sonuç.Birlikte yaşanılan bir dünyayı istemeden terk edişin agır tıramvası .Bir ömrün bitişi toprakta çürümeye terk edilişi.İşin ilginci bu gerçekliği yaşamda sık sık gözlemlemiş olmakla birlikte bu dünyayı sonsuz gibi algılamak. Makamlar sitatüler isimlerin önündeki unvanlarla kendine haz yaratmak. Yaşanılanı kıyısından köşesinden devşirip sözcüklere tutturabilmenin umudu olsa gerek yazmak .Edebiyat bunun için olsun gerekli degilmidir. Çorak bir toprağa tohumlar atmak duyguyu ötelere emanet etmek .
Tüm kadınlar ve tüm erkekler günahlarında yıkanıp daha bir kirlendiler. Sonra kendilerine röller biçtiler. Çok korunaklı kadınlar erkekleri ölünce yalnız kaldılar bu dünyada. Agızların tanrı hiç eksik olmadı birilerinin çaldılar tüm umutlarını güneşin.Tanrı onlarla baş edemedi. Acaip şeytansı bir şehvetti yalanları . Tüm devrimler cesaretle yaşayabilenlerindir. Korkakların değil. Tanrı biliyor onları onlara görevler veriyor. Sonra nehirler ıslatıyor toprağı dünya denen bu geçici cennette. Şeytan cehennemleştiriyor.Biliyormusunuz bir kar kuşuna sorsanız hiç anlam veremiyordur makamlarına unvanlarına insan denen varlığın.Neyseki gece var tüm umutlarını saklıyor o ak memeli anaların tülbentlerinin altında.
Daim bir arayışın sisleri arasında olan toplumların bireyleri ‘olmak ‘ filinin kıskacında takılı kalırlar. İyi insan olmak iyi dindar olmak iyi eğitimli olmak iyi yaşamak.iyi görünmek .Bu iyiler hiç bitmez. Çöp tenekelerinden dökülmüş bilgilerle alimleşen cehaletin rutubetinde tükenip gittiğimizin farkında bile olmayız.Ömürler böyle geçer.
Güneşin kendini göstermediği bir zaman diliminde sabah yakın olacakki minareden ezan sesleri misafirim oldu. İhtimal şehrin kabirliklerindede sakinceliklerinde rüzgar hışırtılarını saklıyan selvi ağaçlarının altındaki ölü ruhlarıda ezanı dinlemişlerdir.Yaklaşık kırk dakika sonra dünya mekanının güneşle hoşnutluğu ihtimal yeniden başlayacak .Yorgun kadın bedenleri tümce namuskar zırhlarına bürünüp doğan günü karşılayacaklar.
Büyük bir sessizlik var bu dünyadaki kahredici haksızlıklara karşı ,Artık suskun ve yorgunuz !
Öldü tüm bilgilerime göre öldü. Ya bilmediklerimiz ne.Topraga verdiklerimiz ne oluyor. Tanrı onları hesabamı çekiyor. Ah o varlık halimiz her daim görecelimi. Yaşam dedikleri ne olabilirki..bana söyle sen.
Sınırsız kapitalizim sovretler birliğinin dağılması sonrası kendini dünyanın tek hakimi gördü. Sömürünün doruklaştıgı emeğin yerlerde süründüğü. bir dünya düzeninde camları kırık evlerin ayazlara mahkum bıraktığı yetim çocuklara döndü insanlık . Sovretlerin yıkılması sınıfsız toplum iddasının çözülmesi Dinin yoksul kitlelerce ölümlüğünün gerekçesinin ötesinde sömürü çarkına döndürülmesi .Din milliyetçilik ulus devlet emek sermaye ilişkisinin karmaşık bir olagarşiyle harmanlanır olgusu ülkeleri ve bireyleri yılgınlığa öteledi. Şimdi mutsuzuz kapitalizm bedenimizi doğamızı sömürmekle kalmadı ruhumuzuda tüketti.Bizi biz yapan tüm değerler aşındırldı.Para saygınlık aracı oldu.Kişiliksiz ruhlar öne çıkar oldular.Ülkemize baktığımızda dış sıcak paranın besledigi üretimin emeğin ve toplumsal gerçekçiliğin yitikleştigi bir belirsizlikle kitlelerin yorgun ve bitkin düştüğünü rahatlıkla gözlemlemiş oluruz. Hiçbir din hiçbir yöneliş böylesi bir sömürü düzenine çimento olmamalı diye düşünmeliyiz. Ezilen horlanan ömürleri sınırlı bireylere kanatkarlık telkin etmek doğanın kendisiyle çelişen bir durum olmuyormu. Yaşamak böylesine çetrefilli olmamalı.Kendini düşünen tüm elmaları kendi sepetinde görmek isteyen insanlar kötüdürler.Birde rezil bir cüretkarlıkları vardır.
Zaman afaki bir kavram ömrün büyük bölümünün geçtiğini hatırlata dursun.Gecegi bilemiyoruz. Ülkede güçlü ve keyfli azınlık nüfusun onda biri .Unvan ,para ,mülk sahipleri. Bu kişiler en cüretkar kümelerin başına çöreklenmişler. Halk kitleleri günlük yaşam mücadelesinde .Dört çeker milyonluk ciplerle dolaşanlarla belediye otobüs duruklarında bekleşenler aynı ülkenin yurttaşları. Ömürse geçip gidiyor.Gülümsemeyi unutmuş bu ülkenin çiçekleri.Kadınları yorgun. Mahçuplaşmışlar kadınlıklarında Analar köhne kaderin mahkumiyetindeler. Yaşamak bu olmamalı.
Mantık sezginin önüne geçer. Yanılgıyı nötürleştirir. İnsansa her şeyi kendi arzusuna göre yorumlar. Tanrı bizi kutsayacak .Hesaba çekecek . Toprakta iki melek gelecek bize sorular soracak .Tanrı azaplarla bizi kabirde közleyecek ! Bu varsayım (inanç ) içsel olarak bizi bu geçici yaşamda etkileye dursun. Kutsal kitabın bildirdiği (kuran ) hesap günü ölüm gelincemi başlıyacak . Yok ölüm sonrası ruhlar beklemede kalıyorsa hesap günü öncesi mükafat yada azap olasımıdır. Ruhlar kabirlerle içselliklerini nasıl oluşturacak .Ölüm ruha özgürlük verebilirmi.Yoksa onu kıskacamı alır.Fakirlik kadermidir. Toplumsal sınıfsal farklılıkların tanrısal buryugu ne olabilir. Kader sizi yokluğa hastalığa mahkumlaştırmışsa ve siz buna engel olacak iradeye sahip değilseniz yanılgı nerde başlıyor .İnanç bir gerekçemidir yoksa bir avuntumu.
Düşünce öne çıktığında akıl bize ölümü ötesini önemsemek yaşamın sınırlarını anlamaya çalışmak .Evrenin yüksek ahenginin gerekçesini görmek gibi görevleri önümüze koyabiliyor. Mükemmel yaratılmış olan insan denen varlık. ölüm sonrası kendine bir çizgi belirliyorsa bunun adınada inan ve metodunada din diyorsak .Dini görmezden gelmek güneşe perdeleri kapatmak gibi olur.Burda şu görüş öne çıkar maddesel dünyayla mana alemini nasıl içselleştirebiliriz.Burda süreç dengeyle ilgili bir durum.Bireyin toplumsal yapıda yaşamını kolaylaştırmak eşitlik hak paylaşımda arayışa geçmek kendi varsalının bir gereği olacağına göre ölüm sonrası anlamaya çalışrken yaşamı örselemek yaradılışada ters olmuş olacaktır.Bireyin insan olarak en önemli özelliği düşünme yetisidir.Düşünmek ve düşünceyi eylemleştirmek. İnançkarla bu gerçekle davranamadıkları sürece ömürler hep hüzünlü ve yaşamlar yetim kalarak var olacaktır.İnanç gereklidir inancında özselinde düşünme becerisi var olmalıdır.Sorgula ve gerçeğe erişmeye çalış.
Dogrusu düşünmekte tek başına yeterli olamaya bilmektedir.Düşünme doğru olmayı içine sindirebilmelidir (mantık ) sezgi arayış ve olasılık .Yaşamı nehirlerde yalpalamadan götürecek güvenli sağlam kanolara benzetilebilir. .
O bazal kara taşlı şehrin esmer kadınları. O umutsal uçurmaları güvercinlerin damlarda .Özgürlük bir haykırıştır dağkapı meydanında .Biliyorum ben seni sevdim kavun içi bir sıcaklığın renginde adın şiirdi senin. Yagmurlar yağıyordu ölümlerin üzerine.
Biliyoruzki bugün dünden farklıdır bugünde gelecekten farklı olacaktır. Bu farklılık teknolojik bilimsel ulaşılabilen yeniliklerle zorunsal bir sonuç olarak ortaya çıkmaktadır.Günümüz toplumu dünün toplumundan farklı bir konumdaysa yaşam algılarınında degişimsel olması kaçınılmaz görünmektedir. Özellikle kutisyetini önemsediğimiz dünden gelen verileri güncel zaman bileşkesinde yorumlamak gerçekçi olacaktır.Öz sabit kalabilir kaynak baki olabilir ama öne çıkanın güncel metoda katkı vermesi esas olmalıdır. Burda anlatılmaya çalışılan görüş dinsel köktenci uygulamaların sorunlu olabileceği düşüncesidir.Kaynak özgün ve kabul görür olmakla birlikte yorumsal yansıma heleki zaman süreçte uygulama şablonlarları günümüzde kabul görür bir gerçeklikle olamamaktadır.İnsanlık her bilgiden kendine bir değer katar. Ama insanlığı ilerleten muhafaza etmenin ötesinde yeniliğe açık olmasıdır.Hayatın her alanında olurluluk içselinde yenilenme medeniyetin ana dinamigidir.Bir kez daha anlamalıyızki her şey gerektiği kadar.
Sürekliligi olduğunu düşündüğümüz zaman dönencesi dün,bugün,ve gelecek olgusunda bizi yönelte dursun dünün (geçmiş )arayışları içimizi hüzne boğuyor. ‘ bir zamanlar birlikte olduklarımın hasreti kemiklerimin iliğini yakıyor ‘ diyen bir islam alimini hatırlıyorum . Evet kemiklerimizin iliği yanıyor yitip gidenlerin yokluğunu düşündükçe. ‘Zamanı tanrı yaşar insan oglu ölümü yaşar ‘ der bilge kağan. Nazım hikmetin dediği gibi ‘ mektup yaz telgıraf çek ölüm uslandır beni ‘
Yanlış olmak nedir. toplumun yapı taşı olan birey (insan )nasıl yanlış olur ! Yanlışlığını nerden alır.Birey toplumla şekillenir toplumu şekillendirir ikinci durumu biraz pasifizedir. Aynı amaca ve aynı arayışa uyumsallaşmış bireyler kümeleri oluştururlar. Partiler ,cemaatler ,daha geniş bir açıda tarikatlar (takipçiler izleyiciler ) Birde seküler durum vardır.Tüzel yapılar bunların başında devlet gelir. Kurallar yaptırımlar metodlar.Biz burda birlikte bireyi anlamaya çalışacağız.
Birey tolum içinde ihtiyaçları olan arzuları olan beklentileri olan işin kötüsü güçlü bir ‘ben ‘ e sahip olan canlı bir varlıktır .burdaki canlı deyimi biyolojik yapısının ötesinde hareketsel eylem algısı öne çıkmalıdır.Birey çok şey ister .Toplumda az şey vermeye göre kurgulanmıştır. Her bireyin temel ihtiyaçları arzuları istekleri vardır.Toplum bu istekleri biçimlendiren baskılayan ve yaşamı sakinleştiren kurallar armanisini bize yansıtır.Bireyin toplum içinde gönlünce yaşamak istemesi oldukça doğal o derecede çatışkılı bir sonuçtur.Doganın bir parçası olmakla birilikte birey günümüz toplulmunda doğal varsalının çok ötelerine taşmıştır.Günümüz insanının bireysel yanılgısının temelinde bu gerçeği görmek durumundayız.Evet medeniyet dediğimiz olgu hepimizi makineleştirdi. Toplumda bundan hoşnut gibi duruyor.
Düşünme beni olurmu .Ben hazırım üşümeye yokluğunda kar taneleri üstüme yağsın .ırak çok ıraklarda bir köy evinde kestaneler közlesin yüreğimdeki yangın.İşçi kadınlar sevişsin umutla vardiyalarında hüznün.Sen düşünme beni.Ben alıştım üşümeye aralıkta. Üzerime üzerime geliyor ölüm .Aglama bana yolculuğumda.
Dinlerin büyük çoğunluğu insanları yönlendirmeyi kendi alanında gerekli görür ! Yaşama kendince yön verir.Bu durum dinin temel işlevini oluşturur. ! Dinlerin görünürde sahipsiz bıraktığı alansa ekonomik kulvardır ! Gerçi islam dini zekat fitre sadaka gibi verilerle işin sosyal yanını oluşturmak istemişsede temelsel olarak bu eylemler isteğe bağlı olduğu için insan eşitliğini sağlamakta başarılı olamamıştır ! Günümüzde üretim araçları sermaya insan çelişkisi öylesi sorunsallara yol açmıştırki bir fikir devinimi kaçınılmaz görünmektedir. Toplum zenginler ve fakirler olarak bölünmüşken zengin sınıfın mikro düzeydeki konumu ve o konumun küreleş sömürüsünü yorumlamak mümkün olamamaktadır. Emek eşitlik adalet kavramları dinsel karekterin amacı olabilir ama çözüşüsü olarak dinlerin işlevselliğinin olamadığı açıktır.Burda topumun eşitliği rafatı sosyal adaletle olgunlaşma sürecinin ana lokomatifi devlette şekillenir .Devletin iki ana görevi vardır.Kamı güvenliği ve sosyal adalet !
Tanrı,ya kayıtsız bağlandım. Bunu nasıl başardım onun bana nasipledigini sahiplenerek. Tanrının insan varlığına en önemli lütfu akıl olgusu olduğuna göre (çünkü diğer canlılarda iç güdüyle yaşamlarına devam ederler.)Akıl yetisi insana aittir.İnsan bu konumuyla doğanın efendisi durumundadır. Evet tanrıya koşulsuz bağlanmak bizi sorumluluktan kurtarmıyor.Bilakis sorumluluğu artırıyor.Düşünsenize yaşadığınız yerde bir deprem oluyor siz bu durumda çaresiz görünüyorsunuz Aslında durum öyle olmuyor. Siz tanrının verdiği aklı kullanmış olsaydınız doğanın bu kendi içselinde karşınıza çıkan filiyatta endişeye kapılmazdınız. Saniyeler içinde bulunduğunuz binanın yıkılma olasılığı sizin çaresizliğiniz bunun tek sorumlusu sizi çaresiz kılan akıl gerçeğini kullanmamak olmuyormu. Eger aklın bize getirdiği verileri (teknoloji bilgi ) kullanmış olsaydık böyle çaresiz kalmış olurmuyduk. İşte gerekeni yapabilmeyi tanrının verdiği iradeyle gerçekleştirip sonra mutlak güce teslim olmak gerçekçil olmayacakmı. Yada toplumda yoksulluğu garipliği ortadan kaldıracak yapısal verileri olgunlaştırmak gerçekçi olmayacakmı. Tanrının verdiği aklı yine o mutlak gücün iradesiyle kullanma becerisini göstermek yaşamın yaradılışının gereklili olmuyormu. Aklımda deli sorular.
Varlık işin ana çimentosu bu oluyor. Varlık nedir maddeylemi sınırlıdır. Düşünsenize katı bir ruha sahipsiniz.Yada duygu yüklüsünüz. Ruhunuzu tartabilirmisiniz. Yada onu biçimlendirebilme .Saklıyabilme. Varsınız o var olmanız sizi bireysel bedeninizle doğanın bir parçası (madde ) yapıyor.Ama biliyoruzki biz insan denen varlıkların konumu maddeyle sınırlı olamıyor.Düşünüyoruz.En büyük eylemi bu düşünce becerimizle yapıyoruz. Ama düşünceyi ölçemiyoruz ağlıyoruz,gülüyoruz,hissediyoruz,acı çekiyoruz.Tüm bunları ruhumuzla gerçekleştiriyoruz.Ruhu hissediyoruz. Burda işin içine sezgi giriyor.Sezinlemek. sezgiyi akılla anlamlaştırmak ve var olmak. Bu var oluş serüveni insan denen varlık için ruh gerçeğiyle ölüm ötesine geçiyor.Aslında sonsuzluğun içindeyiz .Tek yanılgımız dünyayı önemsemek .
Birey kendi değerlerini kendi oluşturur.Bu süreçte toplumun baskın kültürü etkiler görünsede kültüre boyun egen ruhlara sahip olan biz bireyler degilmiyizki. İnsan kendi yaşamını kendisi şekillendirme şansına sahip olabilir. Tanrı yaradışışında ona bu şansı vermiş görünmektedir.Ama nedense insan denen varlık kendi tanımak iyiye güzele olması gerekene ulaşmaya çalışmayı bırakıp yapay kurtarıcılara mahkum olabilmektedir. Yirminci yüzyıl bu yanılgıyı toplumlara fazlasıyla ödetmiş görünsede bireyin kendiyle kavgası devam eder görünmektedir. Yaşam yaşanılanı kabullenmeden öte bir kavram olsa gerek.
Bir şeyin başlangıcını bile bilsek sonucunu anlama şansımız olabilir .Ama bilemiyoruz.Dogum öncesi durumumuzu kim yorumlaya bilirki. Belirsizlik her yerde.
Kırmızı güllerin açtığı bir aşkı yaşamak isterdim.aşk hastalıktır biliyorum.senin yanında hastalık neki ölmek isterdim !Yaşamak zor bir süreç .ekmeklerini ıslatıp sevgiyle bölüşmeyi başarmak gerekir. Yolculuklarını garip yaşadığın kervanlarda kolaymı susuz umutsuz yürümek.
Çok korkunç bir durumdu ‘yapılacak bir şey yoktu ‘ beklenilen ölümdü !
Sokakları özlediğim tek şehirdir ankara, orda umutlarımı közledim heybeme kattım kendime sakladım.biliyorum orda bıraktım gençliğimin tüm sevdalarını .sessiz bir sızı içimde ıraklarda kaldım.yanlız ben seveceğim sandım o saçları kapalı özgürlüğü ! o yüzden ağladı gece sabah ayazlaştı. Ah ankara unutma beni olurmu.
Asla basit bir şey değildir ağlamak,hele küçük bir durum asla okyanusların suları dahi coşsa anlatamaz göz yaşının akışını. Konuşmam lazım yorgan gibi üzerime konupta beni üşüten geceyle. Yüreğim kabarmış içim sıkılmış. Susmuşum gerektiğince yorgun olması kadar umutkarım.
Benim yanılgılarım seni sevmemle başladı .Ne var ne yok tabağında aşkın alıp çöpe attım. Artık beni ölüm paklar yıkar kirli hayellerimi beni koynuna alır toprak. Kimsede önemsemez öldüğümü .yapraklar hazanlaşır şarkıları tiz bir sestir yalanda. Sen bırakıp gidersen eger .oda gider bende giderim ama hiç gelmedimki hiç yakınlaşmadım nefesim.hiç seninle ölmEdimki !
Herkes kendini farklı görüyor.önemli ve erişilmez.dikenler ekiyor sokaklarına özgürlüğün. En cömert kadınlar fahişelerin uykularında gördüğü kavgalarıdır ruhun. Günahlarını istifleyip yatağın yaşamaya çalışmak yokmu .Askerlerin erken ölümlerinde anlatılmayan bir hikayedir saklanan.
Yaşlanınca insan tanrıyı arıyor ! korkularının dipçiğinde . bir fahişeyle yatağa girmek gibidir Ölümle içleşmek Korkutur insanı . Sabah masamda bir çay, o vardır tanrı ışığında pencerenin ağrıyan baş ağrısında yoksul ömrümde.
‘Tanrı hesaba çekecek bizi ‘söylenen o ! soracak fakirliğimizi ,çaresiz arayışlarımızı ve ahlaksız ahlakımızı. Sizide sorguya çekecek toprağa kasılarak basan türediler ! şimdi çayı içmeliyim. Demikrasi bir kadının aşkını yaşamasıdır korkusuzca ! başka bir şey değil !
Tüm kadınların egemen olduğu bir ülkede bir küçük pencereden şehre bakmak isterdim. Seni görürdüm bir ihtimal gülümsüyorsundur .
Ebediyet yolcusu zamanını bekliyor uzunca yaşadı .Kendince doğruları oldu büyük yanlışlarıda .Önemsedigi her şeyin önemsizliğini çok geç fark etti. Geçen her saatten korktu ölüm denen bir belirsizliğe götürecekti zaman onu. Kimbilir kaç nefesi kalmıştı. o evin köşesine diktiği dut ağacı ondan daha çok kalacaktı bu hayatın içinde. Gök yüzüne baktı gözleri yorgundu toprağı arıyordu. Artık anlamı kalmamıştı dededen kalma arazilerin yavan gülüşlerin anlamsız iç çekmelerin. Gelen ölümdü çünkü.
Ben önce ağladım göçüp gelince yaban ellere belki hüzün devşirmişti son bahar yüreğimden ben anlamadım.Tüm yalnız kadınlar yorgun bakarlar yataklarında umudun.Erkekler askerleşirler gecesinde zülümün.Yıkık kuytu evlerin bahçe duvarlarında yıkılırdı hayellerimiz bag bozumlarında. Nerelisin dediler bana gök yüzünün kapladığı her yerdendim.Biraz korkak biraz acemice yaşadım sandığımız ömür beni yetim bıraktı hikayesinde. Her şeyi yanlış yaşadık biz.Köhne gölgelerinde kaldık yalanın .Yanlış umutlara sevdalanmıştık .
Saat sabahın altısı damlataşta köhne apartmanın oturduğumuz dairesinde ahşap yuvarlak masanın üstünde ki masa üstü bilgisayardan internet marifetiyle yabancı gazeteleri okumayla meşgulken sarsıntı binanın pencerelerini çatırdata dursun yoğunluğuyla korkuyu üzerime geçirtti. Akdeniz açıklarında olduğunu öğrendiğimiz deprem yaşamın korkunç sürprizlere açık olduğun bize gösteriyordu. Bir depremde yaşadığınız binanın çökebileceği gerçeğini bilmek kötü bir duygu. Kader tedbirlerinizi alma şansı varsa sizede şans verir. Tanrı mutlak olabileceği bilmenin kudretindedir .
Çoraklaşmış bir zaman dilimindeyiz. Gök yüzü girimi giri. Yaşamaktan korkuyoruz.Düşünceyi çarmıha gerdi korku!
Demikrasinin en büyük gerekçesi eşitcil bir anlayışa sahip olduğu düşünülmesidir. Üretileni eşitçe paylaşma.Çagın gereksinmelerine kolayca ulaşma şansı .Çagdaş yaşamla barışık olma.Tüm olasılıkların ve dünya üzerindeki kavgaların gerekçesi ortak olanı paylaşamamanın yanılgısıyla ortaya çıkmaktadır. Yaşamı güvenle yudumlamak isteyen halk yığınları ulusal değerleri ve evrensel işlevselliği harmanlama becerisini gösterebildiklerinde kendine düşman aramaktan vaz geçecektir. Yaşam doğanın hükümdarlığında ülkeler oluşturur. Doganın bir parçası olduğumuzu unutmak büyük yanılgı olsa gerek.
Niçin dedi böylesi haksızları katıp heybeye tanrının önüne çıkmanın gafleti ne !
Nasıl oluyorda birde sorgulama hakkını görüyorlar.Rezil cehaletin bocaladığı ince kemikli akıllarında.Anlamak mümkün değil.
Çok özlemişsin anladım ,kıyısında beklediğin o yorgun teknenin hayalini.Korktum ben inceydi sözcükleri aşkın.Hastalandım.Tüm günahların içinde şarkılar dinledim devrimci şarkılar . Atlara binip giden türk akıncıları kimbilir nerelerde otağ kurdular. Daglarında katran ağaçları kurtlar uludu izlerinde ömrün.
Korkuyla merak arası bir duygu .Tüm sevdiklerim ölümle tanışmıştı .Bilmiyorum orda görüşecekmiyiz. Bekliyorlarmı orda bir yerlerde.Ruhları nerelerde. Ah üşüyorum sarılacakmı annem orda ısıtacakmı ellerimi. Maviş gözlü babam gülümseyecekmi umutlarıma.abim ablam tüm sevdiklerim. Karşılayacakmı beni oralarda.Yoksa ordadamı devam edecek yanlızlıgım.Issızlıgım karanlığım.
Agaçtan tekerleği olurdu .tek atın çektiği arabanın. Üzerinde sekiz köşeli şapkasıyla sürücüsü. Ötelerden gelirdi umut.Çocuklugum ağlardı gençliğimde. Ellerimde yorgun emeklerim. Beklerdim güneş dogsun memlekete.
Ben düzgün insanlara mahkumum. Seviyorum onların gölgelerini beni yakıcı yalanlardan koruyor. Cömertçe açılıyorum içimi onlara . Boşa geçmiş ömürler acı versede içime.
Bir yakınınızı kaybettiginizde hayatınızı kaybetmiş olursunuz.Ama bunu anlamanız yıllar alır.Sizi hayatla tanıştıran büyükleriniz tek tek yaşama veda edince bir an gelir en büyük siz kalırsınız .Önünüzdekiler sizin ardıllarınızdır.Geçmiş sizsinizdir artık. Koca bir yaşanmışlık yitip gitmiştir.Arasıra uğradığınız kabirliklere siz ölünce uğrayacak kimse olmayacaktır.Geride kalanlar hayatın içindedir şünkü.Artık muhafaza edecek bir şeyleriniz yoktur. Sele kapılmış bir tahta parçasıdır ömrünüz.
Merhamet sadece merhamet istemeliyiz,Merhamet tohumlarını toplum yüreğinde büyütebilrsek düzen nederece vafasız olursa olsun insanlar kendi yaşamlarında umudu beslemeyi başarabilirler. Aslında formül gayet basit kendin için istediklerinin başkalarınında hakkı olduğunu bilmek.
Makam ve sitatüler ruhunuzu satın almasın.Özgürlük sadelikten geçer.Dag başında bir çoban düşünün koyunları köpekleri ve özgürlüğünü yaşamı ona huzur verebilir.Ama makam ve sitatü size sadece itiat etmeyi baskılar.Sizi o makama getiren güç sizi özgür bırakmaz.Sizde bunu isteme cesareti gösteremezsiniz.
Susuyoruz tüm yapılan haksızlıklara ilkel kişiliksiz suliyetleri görmezden geliyoruz bunun tek nedeni daha fazla kirlenmemek için çirkefe taş atmanın anlamı yok. Bir şeylerden vaz geçmeyi başarabildikmi kendimizi kazandığımız görürüz.
Birgün sen gittin ben kimsesiz kaldım Sonra anladımki bende gitmişin seninle. Konuşamadım saksıdaki annemiden kalan begonya çiçeğiyle. Güneş pencerede bekledi senin dönmeni.Soyunup sevişti ölümüm sen gidince kendiyle. Biliyorum toprak kokardı aşk kahve bir köpüktü seni öpüşüm nerde kaldı söyle bana o cebecideki kırmızı tuğlalı evdeki özleyişin.
Bence sen bir bag bozumu gibisin. Vaktini bekliyorsun. Seni bir daha göremeyeceğimi bilmek öylesine acıki. Bir cahille sohbet etsem öylesi kanamazdı yüreğim.
Sosyal demikrat düşünce liberalizimin baskınlığında çöküşle yitikleşer görünsün.Bu sürecin toplumsal travmasını yoksuluk sarmalına batan halk çekiyor.Kapital düzenin sınırsız sömürüsü hepimizi yordu.borçlandırdı .ve umutsuzlaştırdı.Modern devlet koruyuculuğu öncül yapar .Bireyin diğer bireylere karşı can güvenliği .Sınırlı mülkiyet hakkı. (tekelci olmayan feodalizime yol açmayan sınıfsal baskı oluşturmayan ) ve paylaşımcı işlevi günümüz devletinden bekleneni oluştura dursun.Demikratik yönelişte sosyal demikrasi katkı verir bir etkiye sahip olamamanın sıkıntısını yaşıyor.Peki niçin böyle oldu. Halk kitleleri liberalizimin kıskacında ezikliğe nasıl mahkumlaştırıldı. Emegin değeri niçin göz ardı edildi.Kapitalizimin sınıfsal baskınlığı toplumu niçin cenderesinde tüketti.Kabul etmeliyizki demikrasi bilinçli bireylerin olduğu toplumlarda olgunlaşıyor.Bu bilincin özündede sınıfsal gerçeklik gelir. Bir emekçi bir kapitalistle aynı dünyanın insanı olmadığının gerçeğini bilmek zorundadır.Bunu anlayamadığımızda toplumsal gelişme emekçi kesimler için (halkın ezici çoğunluğu ) mümkün olamayacaktır.kapitalizim devletin yetkenliginde kontrol altına alınabilir.Sınırsız bir kapital yapı devletide aşındırır.Amacının dışına çıkartır.Ortak gerçekliği yozlaştırır.Bütünceyi sarsar.Devlet bütünceyi hukuk ve gerekçel boyutuyla sağlamayı esas edinir.Özgürlük paylaşımla başlar hukukla biçimlenir.Burda bir gerçeğin altını çizmek olumlu olur diye düşünmeliyiz.Bireyin yurt sevgisi ve milliyetçi duruşuda kapitalizimin sömürüsüne karşı olmayı görev bilmelidir.
Korku çok tehlikeli bir duygudur .Ruhu tüketir.Mucadeleyi yitikleştirir.Korku sizi yetmezliğe mahkum eder.Adım atmanızı engeller.Cenderenizi kıramazsınız.Yeni bir kapı açabilmek için bizi yoran eski kapıları kapatmayı becerebilmeliyiz.
kimseler anlamaz çogullar arasında yanlız olmayı ,el otaklarını yurt bilmeyi kendine,karanlıgı öteleyip ışıgı aramayı kimseler bilmez,bir çukur kazılır ölünce ,bir kaç insan yanılgılı hüzünleri ile ,son görevde ölüm saçlarında umudun ölüm içimde misafir.bir gün belki anlaşılır olur aşk ,kadın kahkahalarının hüzünlendirdigi ömür gelir bulurseni ,en red edilen sevişmeleri ile yanlış tutku olur gizlerine,ne şiirleri anlatır dizelerin,ne şairligi anlaşılır şirinin oglu serdal kendince tutkulaşır yanılgılarınında,bir kadın burdayım der en can alıcı cinselligidir dişiligin ,ne amansız hastalıklar gelir usuma ,gece boyu yaban bedenlerde sevişilen ölümüne tutkudur bu hikaye, nedeni bilinmiyen.
Düşünüyorumda gençlikler hep başkalarının cenderesinde tükenmiş yasaklar ve ayıplar özünü amacını kaybetmiş ahlaksızlıga maske olmuş ,işte edebiyat toplumun çıkmazlarında bir ışıktır yarınların varoluş harcının özüdür ,edebiyatta insan ve toplum vardır ,ve ruh edebiyatta yansır özlem biraz ötelerdede olsa edebiyat yanı başımızdadır ,olanı degil olması gerekeni yansıtır edebiyat esen rüagara degil gerçege egilir başı ,edebiyatın özünde insan olunca aşkta ben varım der en gizsel dürtüleri ile burdayım der,bu temmuz gecesinde yanlızlıgım ölüm gelip beni bulana kadar sürecek gibi niçinlere dogru bir yanıt bulamamanın hüznü gözlerimi perdeliyecek ölümümde ,ve asla bir kadın aglamıycak arkamdan benim sevdalarım ölümümde tükenecek ,işte yaşamın dokusundaki çelişki bu yaşıyamamak hep üşüncü şahıslara göre biçimlenmek ,acaba düşünüyorumda toplummu haklı gönlünce yaşamak istiyen insanmı.
En lacivert maviler okyanuslarda olur ,özgürlügü hatırlatan esintiler okyanuslarındır ,çekip gitmek istersiniz bir yelkenliyle ,akdenizi geçip uzak doguya açılmak ,taylantın sokak pazarlarında çekik gözlü dişiliklerden gelen sıcaklıkları yudumlamak, kobra yılanlarının heybetini kıskanmak.,
yunus balıklarına inad sevişmek ıslaklıklarla ne otopark sorunu ,ne kökten dincilik,hücrelerinize inad özgür olmak.ayıp ötelerde günah uzaklarda bir siz varsınızdır birde yüreginiz,o öyle bir yelkenliki atlasında ankara sokakları .ipleri yarin saçlarına toka.
özgürlük avuçlarımda artık özgürlük korkulardan öte. ürkek bakışlı kadınlardan uzak en ateşli umudlara yakın sındır artık,
o can alıcı lacivert ,dizelerinde gorki,dizelerinde nazım hikmet,kimbilir bende yazmış olurum suya,ilk okulda sevdigim kızın adını,belkide yoktur öyle bir şey ,yalandır kulak memelerini öptügüm umudun,
sevmelerim yalandır ,uzak çok uzak larda ölüm gelip beni bulsa ne çıkar ,sevda bu sevdadırki,okyanuslar kadar ıslak umud kadar lacivert.
Dünya cografyasında var oldugumuz kültürle Anadolu topraklarında yaşıyoruz,aldıgımız kültürel veriler geçmiş kuşaklardan bize yansıyan dönelerin bir yogunlugu olsa gerek ,düşünüyorumda bizler bu topraklarda yaşarken kendimizce görkemli ama kainatça bir zerreden öte degiliz,dünyadaki bütün toplumların ana amacı insanca yaşıyan toplumlar olmak olduguna göre duyguda düşüncede inançta kendimizi önde görmemeli ,yaşamı ölüm dairesi içinde çogulca tüm insanlıkla algılamalıyız .belki ozaman bizi kısır döngülere sokan vazgeçmezlerimizin dogal dialektikte bir anlamı olmıyacagını kavrıyacagız ,belki ozaman yazdıgımız şiirin bir anlamı olacak belki ulaşılmaz aşklar bizi bunaltmıyacak çaresizliklerimiz sadece bizi üzmiyecek ,insan olma bilinci bizi uçsuz bir okyanusta misafir edeceki ,belki ozaman erkekligimizin ,kadınlıgımızın tütsüleri sevgiyi yakalıyacak ,yüregimizin odak noktasındaki çocuklarımıza belki ozaman umud edilesi bir dünyayı sunabilecegiz.işte Anadolu bu duyguları yoguran toprakların adıdır bu topraklarda sınıf, etniklik anlamını yitirmelidir ,insanlık hepimizi evrenselligine taşıyabilmelidir.
‘Edebiyat edeptir’derdi hocamız . Yazının ulviyetidir. Bence şiir edebiyatın ruhudur. alır sözcükleri göklere çıkartır. Ordan toprağının derinliklerine kök salar ötelere taşır yaşanılanı.
Özlediklerimiz hiç hartırlamıyorlarsa boşa sevmiş yüreğimiz .yaralarımız boşuna kanamış. Üzülürmüydün bilmemki ölüm bulduğunda beni. Yoksa bir sıgara yakıp gülümsermiydi gözlerin. Huysuzun tekinin biriydi deyip . Çocuklugumda güller daha özgür açardı
Özgürlük kalın taş duvarların korunaklı gizlerinin açığa çıkmasımıdır. Bir ölümün arkasında bıraktığı boşlukmu. Yoksa devşirme çiçeklerinin koparıldığı o bag bozumlarının kenarlarındaki vakitsiz açmalarımıdır gelinciklerin.
Bana anlatırmısın hikayeni .Kim çözdü saçlarının özgürlüğünü niçin karanlıklaştı ışıkları sabahın. o yedi numaralı tahta kapıyı niçin çalmadı. Neden ağladı yokluğuna göz yaşlarım.
Hikaye emekçi evlerinde yaşanan bir ömrü anlatır daim. Kırmızı örtülü bir mutvak sofrasında yörük çaylarının kara çadır kokularında aşk neyse odur işte.
Kimbilir ölüm nezaman bulacak bedeni. kaskatı kesilip çözülecek bir beden hiç sevişmeyecek umutla. Kadınlar esmer saçlı kadınlar benide katın olurmu .Bu ülkenin hikayesinde yorgun sözcükleri ile şiirler okuyun mavi gecede. sonra gülümseyelim ölüme hep birlikte.
Baglarda toprak damlı ev .Benzemez tekirovadaki o kırmızı çatılı taş eve. Hüzünleri başkadır birbirinden umutlarıda öyle. Ünüverstelerde bir kavga bir çığlık . Aranılan özgürlüktür başka bir şey değil. belki toprak damlı evde ,yada kırmızı çatılı taş ev. Yorgun hikayeleri vardır bu ülkenin.
Gün gelir ararsın belki. o lacivert gökyüzünün altında ikimizin sevdiği yıldızlara kanıp. Ölülerimi hatırlarsın .yanlızlıgında. Üzülme olurmu bu dünya böyle işte. o çok sevdiğim emekçi kadınlar .Senin avuçlarında yaşatır sıcaklığını yaşamanın .Hep yaşa olurmu böyle bakkıp lacivertlerine gök yüzünün gülümse.
Özgürlügü kimse sizin için getirmez .Özgürleşmenizi uygunda bulmaz.Özgürlük kendinizin kazanması gereken bir kavramdır.Bu süreç önce rurunuzda başlar kişiliğinle olgunlaşır.aileyle biçimlenir .Toplumsal yaşama katkı verir.
Güneş dogdugunda daha bir açlaşır umutlarım.Yıldızlar kaybolur .Saçları ıslak kadınlar hep benden ırak. Bir simitçi durur kızılaya giden yolun kaldırımında. Ankara olurum ben her güneş dogdugunda.
Çekip gitme sakın demiş olsakta .Hiç gelmedilerki gitsinler. Hiç sevmediler. Anlamadılar gün batımlarında mahzunlaşan yitik ömürleri.
Yaşam çelişkilerle dolu öngörüsüz bir yolda tükeniyor. Bakmayın kalabalıkların aymazlığına halk kitlelerinin bir çoğunda bilinçten mahrumluk kendini öne çıkartıyor.
Bireysel olarak dünyayı düzeltme şansımız olmazsada kendi yaşamımızı daha düzsel bir gerçeklikle yaşama şansımız olabilir. Bunun başlangıcı gereksiz fedakarlıklardan vaz geçmek olmalı !
Fedakarca davranış sadece ömürleri tüketiyor. Kendiniz için yaşamamış oluyorsunuz. Tanrı böyle bir yaşama bizleri mecbur etmeyeceğine göre sınırlarımızı iyi çizmeyi başarabilmeliyiz.
Aşk sınırsız olmamalıdır,sınırsız bir aşk hastalığımız olmuş olur. Fedakarlıgın ,aşkın ,katlanmanın bir sınırı olmak zorundadır.
Kimbilir yaşam bizi ölüme mahkum etmekle kendi gerçekçil düzenini kurmuş oldu.Ölümün sınırladığı bir yaşamda dönemce gelene kadar canhıraç bir kavganın içinde olmak hayat olmamalı .Bu başka bir şey belkide yaşam yanılgımız olmuş oluyor.
Kült bir ahlak bize katkısı yorgun bir ahlak anlayışıdır. Ahlak dürüstlüğü içinde yaşattığı ölçütte bireye ve topluma katkı verir. Aksi yapkınlıklar ahlakı kutsallaştırır. Buna gerek yoktur. Kutsal olan yaşamdır. Yaşamınsa içsel yörüngesinde denge öncül olmaktadır. Denge kabul görür bir ahlakıda içinde besleyebilir.
Yazmak yemek içmek gibi nefes almak gibi.Aynaya bakmak gibi .seni yanında görmek gibi bir durum. Yazmak kuraaları olan bir işlev olmamalıdır.yazmak özgürlük. Bir izdüşüm. Çekip gidenlere gitme diyebilmek .
Vakitsiz ölümleri vardır hayatın. sizi ömür boyu mazlum bırakan. kemiklerinizin iliğini sızlatan. Yaşamı mahzunlaştıran. Bilirizki geri dönüşü yoktur o günlerin. Artık hazan mevsimidir zamanın. sağanak yağmurlarda sızi ıslatan yorgun yoksunlukları ruhunuzda besleyen .Sizi günahlarla arkadaş eden.
Bir elmayı bölüşmeyi becebilmek istemezmiyiz. paylaşmak istemezmiyiz yaşamın güzelliklerini .Birilerinin değil herkesin mutlu olmayı umut edebileceği bir toprakta buğdaylar ekmiş olmak istemezmiyiz.Herşeyin sahipi olmayı istemek hiçbirşeye sahip olamamak olmuyormu. Umut hepimiz için olmalı.
Birgün anlarsın beni kadınım.Ben ogün olmayacağım yanınızda.Önemsediklerimizin bir önemi olmadığını belkide anlatır sana o yorgun yanlızlıgın. Kimbilir yine bahar gelir bu memlekte biz hatrlanmamış oluruz. Birileri erken ölür bilirsin. kimileri yaşarken. Bense kalabalıklarda kimsesiz. Yorgun bir geyik gibi ruhumun dağlarında. yorgun bitkin ve sensiz.
Hep böylemi olacak .Hep gidenler olacak bizi mahzun bırakıp. genç kadınlar ve genç erkekler günaha girecekler utanmasız.Belkide ölüme hazırlanacak bu günahlar. Artık kimse yıldızları saymayacak .İbadet hanelerde yorgun bedenli yaşlılar ölüme bir perde çekecekler belki.
Ben ölümce oturup bir sofranın başına şiirler okuyun umuda dair. Yırtık kadınları anlatın hikayede. Günahkarlandıgımı hatırlayın.
Şimdi kalkıp gideceğim .Nereye gittiğimi bilemeden. Sokakta kadınlar olacak hiç tanımadığım hikayelerde aşkı anlatacak köşedeki tırafik ışığına. Yitik bir bakışı olacak zamanın. Özgürlükmü yok öyle bir şey. unvanlı silik ruhlu erkekler çirkefçe gülümseyecek yalana.
Bana bir çay demle olurmu. şöyle kadın kokan anne kokan bir gecede. Bana kendini anlat adı Anadolu olsun hikayenin.
Kendimden hiç memnun değilim. Yaptıgım herşeyden memnun değilim.Memnun olmam için bir şeyler yapmalıyım.Seni düşünmek gibi. şiir okumak gibi. Geçmişten kurtulmak gibi.
Hayatı beraber paylaştıklarımız şimdi toprakta yatıyor.Ne kadar hüzün verici bir durum.Bir bakıyorsunuz sadece siz varsınız karanlığınızda. Küçükkken tek katlı toprak damlı evin damında yıldızları saymaya çalışırdık yaz gecelerinde.Kuru Diyarbakır sıcağında damlarda yatmak bir tercih oluyordu.Düşünsenize gökyüzünün yıldızlarını saymaya çalıştığınız.Küçük ayı büyük ayı kümelerini. Gök yüzünün sonsuzluğu size ötelerdeki ışıkları hatırlatır.Çekip gidin der buralardan.Göçer bir hikayenin mazlumu olun.
Özgürlük sınırlıdır.Sınırlı özgürlüğün en gerekçeli hali ekonomide kendini gösterir.Toplumsal işlevde en önemli kurum olan (iskelet ) devlet ekonomide denetleyiciliğinin ötedinde sınırlı uygulayıcı olmak durumundadır. Karma ekonomi olarak yorumlanacak bu olguda devlet ulaşım barınma enerji sağlık gibi ana gerekliliklerde denetlemeden öte uygulayıcı ve tamamlayıcı olmak durumundadır.Devletin tek görevi güvenlik değildir.Devleti bir bütün olarak düşünmek gerçekçi olacaktır.Bu modelde devlet özel sektörü önemser onun çalışma şartlarını oluşturur .ama ipleri ona bırakmaz.! Bu modelde devlet denetleyici olmanın yanında asgari tedarikçi durumundadır. Kamu iktisadi teşebbüsleri ,devlet üretme çiftlikleri ,kamu hastaneleri ,enerji yapıları devletin toplumsal sorumluluğu bilinciyle sosyal devleti oluşturur.Devlet bir başka kulvarda yoksullugu önlemekle sorumlu olduğunu bilmek durumundadır.Devlet tüm bunları topladığı verigyle gerçekleştirebilir. Burda devletin vergi toplamadada gerçek üsüle dönmesi zorunsal bir sonuçtur.Dolaylı vergiler tüm toplumu bağlar .Toplumun yoksul kesimide o vergiye tabi olur. Bu sosyal devlette büyük bir yanılgı olmaktadır. Şöyle düşünelim aylık geliri on tl olan bir aile ve aylık geliri yüz tl olan bir aile yada aylık geliri bin tl olan bir aile markete gittiğinde aldığı bir kilo gıram pirince ödediği vergi aynı oranda olmaktafır.Bu durumun sosyal adaletle uyumsallıgını savunabilirmiyiz .!
Devlet yoksulluğu önlemekle mükelleftir. yoksulları geçici beslemeyi imaret hanelerle sağlayabilir Ama hedef yoksulun olmadığı insanca yaşamın mümkün olabildiği bir düzeni kurmak olmalıdır.
Çagdaş toplumun bir başka olgusu hukuk ve eşitlik kavramlarıdır. yetki ve mevki saihipleri yurttaştan üstün değildir yuttaşın huzuru ve güveni için yetkilendirilmiş olmalıdırlar. Buda için hukukta temelini oluşturur.
kadınların özgürleşemedigi bir toplumda yaşamın özgürlügü mümkün olmuyor.bir şeyler eksik kalıyor o bir şeyler güneşin yoklugu gibi yagmurun yagmaması gibi umudun yitikleşmesi misali . Dogada saygıyı hak eden en önde canlı şüphesizki kadındır. Kadın yaşamı doğuran tanrısal bir lutüftür.
Yıllar geçti on yıllar ömrün yoldaşları tek tek yitip gittiler bu dünyadan Artık bu çekip gelinen yerleşkede kar yağan bir coğrafya yok. Mikroplar karda ölür derler. Şimdi rutubetli bir yılgınlık üzerimizde.( o şehir farklıydı biliyorum )
İslam öğretisinde özellikle Cuma günleri kabirleri ziyaret ettiğinizde ruhun sizi gördüğü tanıdıgı varsayılır.Ruh daim kabirdemi durur yoksa sınırsızlığında gezip dolaşabilirmi. Anadolu kültüründe bir evde vefat gerçekleştiginde o gece o odanın ışığı sabaha kadar açık bırakılır.Merhumun günü birlik giydiği ayakkabısı kapının önüne çıkartılir. Üç günün sonunda soyka denilen geride kalmış giysileri evden çıkartılır ! Geriye bir acı kalır. An gelir o acı kemiklerinizi sızlatır.
Babamdan kalan köstekli demir yolu saatini göz önünde tutup zaman zaman kurmaya çalışıyorum,çalışsın bozulmasın diye. saatler çok ilginçtir. mikro sayılacak küçüklükte vidaları zembereği ve o muazzam mekanikleri size teknolojiyi hatırlatır. saatler insan yaşamının vazgeçilmezi gibiler. Göreceli bir zaman kavramını adeta meşrulaştırma görevini üzerlerine almışlardır.
Mayıs 1992 ‘Duktal karsinom filtran özelliği mevcut !
Anı : 17 astoktomi yapmak gerekli amelyat gününü tesbit edip size bildireceğiz . ‘
Ankara Tıp cebeci genel cerrahi kilinigindeyiz. Bekliyoruz.
14 haziran 2005. Akdeniz tıp hastanesinin h bıloktaki onkoloji kıliniginin turanç renkli pilastik sandalyelerinde doktoru bekliyoruz. beklerken öyle vakti geliyor. yani ara tatil. Ablam söylenmeye başlıyor ‘Saygısızlar bizi burda bekletmenin ne anlamı var .Hastanede ögle tatilimi olurmuş’ Hasta yakınlarının anlamak istemediği konu sağlıkçıların güncel rutin işlerinin bizim hayatımızın ölüm kalım meselesi olduğunun hizmet vericilerin farkında olamaması oluyor her halde. Hani deriz ya sonunda ölümmü var diye evet efendim bazı sorunların sonunda ölüm var bedenden önce tüketenilen çaresizlik duygusu !
30 agustos .Koca yazı hastanelere gelgitlerle geçirmiştik. Ne yapabilirdikki patoloji sonuçları pet çekimleri kemoterapi seansları .Her şeyin bir gün bir mucizeyle düzeleceğini hayal ediyorduk. Bazı günler umutlanıp bazı günler çaresiz kalıyorduk. Eylül geldiğinde hazan yaprakları sokaklarda bir hüzün oluşturuyordu. Bizse hüzünleri yaşamak için eylülü beklemiyorduk . Tüm bu hangemede otuz ağustostaki doğum günümüde kreması bol muzlu bir pastayla hatırlamıştı bizimkiler. Yaşam devam ediyor.
Necisin dedi seni tanımak istiyorum’ Haklıydı çoğumuz ilk tanıdığımız birini görünce onu anlamaya çalışırız. Hele siyaset konuşuluyorsa !
Neyim ben kendimi nasıl tarif ede bilirim. Emegi önemseyen işçi sınıfının bir neferi. Tipik bir dindar.Yada milliyetçi bir ülküdaş.Aslında savunmaya çalışıp kendimi bulduğum durum gerçekçilik olmalı diye düşünüyorum. O nedenle insana dair her şeyin bir içselligini kendimde bulabiliyorum.
Her şey farklı olabilirdi ,eger kendimizi için yaşamış olsaydık .Bunu yapamadık Elmaları dagıttık dediler herkes elmasını aldı ondan hoşaflar yaptı verdik dedikleri bize ait elmayı kendi avuçlarında tuttular. Kul hakkı varsa bunlar o hakkın yükünü taşıyacaklar.
Sizin hiçbir kanser hastası yakınınız oldumu ! Benim oldu.Çaresizlk zırhını üstünde taşıdı ömür.Her an gidecek gibiydi kara ziftli tirenin yolcusu.Daim istasyonda bekleyen ebediyet yolcusuydu o.
Kanser hücrenin kontrol dışı çagalması kan ve lenf yoluyla etrafa yarılması (metestas ) kontrol edilemzse ölümcül hastalıklar gurubunun genel adı.Çile.
İşte biz onyıllarca bu çileyi yaşadık .Umutlarımız döküldü yılgınlaştık.Tanrıyı en çok biz hatırladık.
Tüm zıt renkleri aynı tuvalda görebiliyorsak o resme demikrasinin tohumlarını ekmiş oluruz.Farklı olmak ayrı olmayı getirmemeli toplum denen resimde tüm renklere yer verebilmeli fırçamız.
katran ağaçları ardında çökük omuzlu bir geceyi yaşadı o köhne köy evinde. Karşıda Toros dağlarının ardında bir ova vardı içinde keçi sürüleri dolaşır. Kadınları saçlarını örgü yapardı. Çok ıraklarda bir yanlızlıgı vardı o gecenin. Kapısını açtı girdi o evin kasvetli içeriğine. Kimseler yoktu ölüm alıp gitmişti onların gelenlerde ayaz bir soğukluğu katmıştı heybelerine.
Özgürleşebilmek için kendimiz olmalıyız. Başkalarının memnuniyetini değil kendi hoşnutluğumuzu amaçlamalıyız. Bunu başarabildikmi yaşamımıza sahip olmayı başara bilmiş oluruz.
Bagımlı olmak mahkumiyettir. Kısa bir ömrü mahkumlaştırmaksa büyük bir gaflet olur. Özgürlük duruşumuzla başlıyor .Adımlarımızla anlamlaşıyor .
Kaldırımda yüzlerce güvercin kanat çırpıp yemleniyorlar.Özgürlükleri var onların kanatları var gök yüzü onların ülkesi sınırsız yasaksız ve ışıklı.
Biz insanlar öylemiyiz. Köleleriyiz toplumun yasaklar içindeyiz. Heybemizde günahlarımız. Zamansız yaşıyor gibiyiz !
Gökyüzü tüm dünyayı kaplıyor. Bu bize tüm dünyanın tüm insanlara ait olduğunu anlatmıyormu.Tüm ulusların ortak hücresi insan denen canlılar degilmiyiz. Ozaman niye özgürlük çiçeklerini barışla sulamıyoruz.Biz Türkler ,Çinliler,Araplar Avrupalılar,Afrikalı sevgi bakışlı yürekler. Hepimiz yaşamak istiyoruz insanca eşitçe güvenceyle. o zaman yüreğimizi sevgiye açalım.
İsmini okuyorum uykularımda gidişin bir başka acılatıyor kirpiklerimi.Ah o karanlık gece bir türlü bitmiyor. Aglamalarım eski resim süliyetlerinde. Kabirlerinde garipliği haykırıyor sevdiklerimin. Bende sevdim bu ülkeyi nehirlerini dağlarını yüreği pak kadınlarını sevdim.
Hani geliverse o günler. Bağlarda toprak damlı evde kışa hazırlık yapılsa yine, biber kurutulsa salça yapılsa gülümsese genç erkekler önlerindeki hayata, anam bir ‘meftüne ‘ pişirse sumaklısından. İşçiler tok olsa ülkede. Yıldızlar ışıl ışıl özgürlük saçsa yer yüzüne. Biliyormusun çok özledi yürek seni. Yıkık bir duvar oldu bize ömür üzerimide sen hiç aç uyudunmu kapısında umudun.
Katlanılması gereken tek şey sevgidir. Örnegin korkuya katlanılmaz.Korkuyu yenmek zorundayızdır.Zülüme katlanılmaz karşı koyma cesaretini göstermek zorundayızdır.Güçlü olduğunu düşündüğümüz ne varsa unutmamalıyızki biz o şansı verdiğimiz için güçlüdür.
Mutsuz insanlar ülkesi olduk. Yorgun bir hayata mecbur bırakıldık.Kültürel donanımdan mauf insanların müktedir olduğu bir düzenin içindeyiz. Özgürlügümüz sonu yaşıyor.
11.ocak 2022. Gecenin ileri bir vakti saat 04.07 önce camlardan bir çıtırdama sesi,sonra kuvvetli bir sarsıntı saniyeler dakikalar gibi uzun ! geçer görünen sarsıntı tekrar şiddetleniyor .Tanrı koru bizi !
Akdenizde Kıbrıs adası açıklarında olduğunu öğrendiğimiz depremin şiddeti richtere göre 6.1 bizim yorgun yılgın apartmanı yerle bir edecek bir şiddet.Doga insan çaresiz ve zavallı olduğunu hatırlatıyor.İnsan kendine yetse tanrıya gerek görmeyecek ama yetmezlik içindeyiz.Zavallılarız. Tanrının mahkumuyuz.
Bilinç altımızdaki çöpleri süpüre bilsek belki daha özgürleşeceğiz. ruhumuzun isteklerinin günahkarlaştırlmasına red edişi başarabileceğiz.Toplumla barışık olmaktan öte kendimizle barışmayı becerebileceğiz.Tüm isteklere set çeken toplumlar bireyi baskılaştırmayı kendi otiriter varsalının bir gerekliliği olarak gerekli görüyor olacakki. Bu süreci insanlık tarihi boyunca beslemeyi otoritesinin gerekçesi görüyor. Birey ve topum birbirini tamalayan özsellermi olacak yoksa dişlilerinin çarklarında ezikliğimi müktedir kılacak. Birey ne derece özgür toplum ne derece haklı.
Ah aglama yüreğim bana şiirler oku belki rahat ölürüm. Kendimizi tanıma istiyorsak yanlızlıgı sevmeyi başarabilmeliyiz.Birileri daim bir şeyleri götürür sizden. Siz yaşadığınızı sanarsınız.Belki sözcüklere sığınmak bu tükenişligi red etmekle ilgili bir sonuç oluyor.Yaşamınızda.
Hayatımızı karanlığa mahkumlaştıranlar kendi hayatlarından vazgeçmiş hatta farkında olamayan yol arkadaşlarınız olmuyormu. Düşünsenize evlenmiş yuva kurmuş çoluk çocuğa karışmış kişilere bakıyorsunuz hala geçmişin boyunduruk duygularında hiçleşmeyi yaşıyorlar sevmenin ötesinde bir zorunsal mahkumiyet onları yitikliğe mahkum ediyor. Bu durumu ben en yakınında görmenin hüsrana içindeyim.
3.mart 1987 .Yaşamda kendime çizdiğim yolun ilk adımları.Kemer Tekirovada bir köylü ailenin kızıyla yollarımız bütünceledi. Kendimce uyumsal bir yoldaş bulduğumu düşüne durayım .Yanılgı orda başladı. kısa minyon bir kadındı eşimin annesi .Kendince mucadeler etmiş yaşamla savaşmış.Feodal bir yapıda kendini varlığına tutunmaya çalışmış.Bu yönüyle kızlarının üzerinde oldukça yoğun bir baskın olagarşiyi oluşturmayı başarabilmiş. Her baskın konumun bir ilkelliği mutlak içinde beslenir.Burdada öyle olmuş.kısık kişilikli suliyetler asalak yapılarını kadıncagazın üzerinde oluşturu vermişler. Bu süreç ailede haksızlığı ve ilkel sömürüyü öne çıkardı.’ çocuklarımın annesi ‘ kıral çıplak’ demeyi beceremiyor . Kıramadıgı bir cenderenin içinde soytarı bir komedyayı hep beraber izlemenin hüsranı içindeyiz. Tek söylediği ‘benim anam çok akıllı ‘ evet o akıllı ana köhne sünepe kişiliklerin kıskacında koca bir ömrü tüketti gitti. Kimbilir tanrı ona neler soracak .Önemsenen ne varsa önemsizliğini anlamanın acısını yaşayacakmı bilemiyorum. Şimdilik hükümdarlık cehaletin kucağında gibi.
Yine yağmur mevsiminde Alanya, geçmiş yıllardaki gibi. Akdenizde balıkçı tekneleri yok. yığınca yük var insanların omuzlarında. Beyaz önlüklü doktorları onkoloji kıliniklerinde karşılarındaki korkunun bilince değiller gibi. Bagışıklık sistemleri yerler bir olmuş yorgun hastaların umutlarının. Ah ölüm öylesimi acımasız olursun.Söyle hadi bizi nereye götürüyorsun.
11 0cak 2022. Binanın önündeki elektirik şirketine ait lokal dağıtım panosunun gelen elektirik kabloları ihtimal ark yapıp kısa devre olunca sık sık kesilen elektirik arızaları kaçınılmaz oluyor. Ohm kanunu, kirşof kanunundan bi haber birileri panonun başına toplanmış arızayı anlamaya çalışan elektirik şirketi elemanlarına bilgiçce fikir vermekle meşgüller. Mevcut bıçaklı sigortalarla oynayınca sonuçta bizim binaya gelen fazlardan biride kesilmiş olunca aşağıya indim. Elektik akımını ana panodan kesen çalışanlar kendileri için rutin olan arıza bulma çabası içindeler. Teknolojinin ana faktörü olan elektirikle ilgimin Diyarbakır endüstri meslek lisesinde olgunlaştığını hatırlıyorum.Sonraları mardin çimento fabrikasını yağlı kesicileri kumanda panoları sonraki yıllarda ptt nin (sonraları türk Telekom ) zayıf akım haberleşme alt yapısındaki emekçi yorgunluğum.Arızanın bulunmasına katkı vermeye çalışıyorum. Ne mümkün herkes elektirik uzmanı .Yogunca bir sağanak elektirik iş görenini sırtındaki muşamba yagmurlugu adeta test ediyor. Karşıda kaldırımda kahve renkli bir kadın geçiyor yoldan. Herkes kendince önemli bu yorgun yaşam kavgasında. Elektirkler şimdilik kesik .Tıpkı çaresiz umutlar gibi. tekniksiyen yöncem edebiyatçı sözcüklerin içselinde yitikleşmiş gibi .Ben bile unutmuşum varlığını.
13 ocak 2022.Kült bir kültürün içindeyiz.Nefes alamıyoruz.Rutubetli duvarların arasında tükeniyoruz. Dogru olan ne olabilirki.İnançsızlıkmı.Hiçbirşeye inanmıyalım yurt,devlet,tanrı din ,ahiret, sonuçta daha beter boşlukta olmazmıyız.O zaman doğanın diğer canlılarından ne farkımız olabilir. İnanç devlet toplum yaşam herşey bizi baskıladığı gibi aynı zamanda beslemiyormu.Düşünsenize tüm bizi kurallara sokan var olan değer olgularımızı yok sayalım.Sonuç ne olur. Tek düze amaçsız bir yaşam. Burda çatışkının gerekçesine inmek lazım.Yaşam tüm bu çatışkılardan devşire bildiğimiz bir bütünceye ulaşmaya çalışmak degilmidir. Gelecekte sınırların olmadığı bir hayali ruhlarında yaşatabilmeyi başaracakmı insan denen varlık. Günümüzde böyle bir şansı yok. Ulusal kimlkili devletlerin ortaya çıkması 1789 fıransız devrimiyle olduğu var sayılır.Buna birde fodal yapıdan kapitalist üretim yapısına geçmeyide eklersek günümüz dünya işlevselliğinde arayışların devam ettiğini .Yaşamın yeni bir sürece siyasal olguda evrimleşeceğini öngörebiliriz.Dünyadaki devletleşmiş ülke sayısının ikiyüzlerde olduğunu düşünecek olursak bu süreçte ya yeni lokal devletçikler oluşacak yada eskiden olduğu gibi çok uluslu kültürel yapılanmalarla büyük devletler kendini oluşturacaktır. (İmparatorluklar. ) İkinci sürecin daha bir olasılık içinde olduğu görülebilir bir sonuç olmaktadır.(Avrupa birliği örneği ) Yada bağımsız devletler topluluğu kavramı gibi yada uzak doğudaki yapılanmalarda bu sürecin içinde olarak görülebilmelidir.(şengay işbirliği örgütü. )
Ortadogu cografyasına baktığınızda bir kopukluk olduğu açıkça belli olmakla birlikte bu coğrafyanın külktürel birlikteliğinin bile sanılanın aksine oluşturulamadığı gerçeğini görmezden gelmemeliyiz. Buralarda kadim kültürler olarak acemler ,Türkler ve mısırlılar öncül görünsede .Arap kültürününde dinsel motifsellignide harmanlayıp coğrafya üzerinde etken olmaya çalıştığı düşünülebilir. Köklü bir alfabeyle yazımsal boyutu oldukça derin olan arap kültürünün aynı zamanda bir gerici yönü oldugunuda gözlemlemek mümkün olmaktadır. Burda açıkça sormalıyız İslamiyet gibi büyük bir kültürün ortaya çıktığı arap coğrafyasında demikratik çagdaşsal bir kültürel yansıma niçin ortaya çıkamamıştır. Yedinci yüzyıldan günümüze kadar kültürel boyutta din olgusunu bir yana bırakacak olursak arap kültürünün sorunlu bir kültürel boşluğu yaşadığını tesbit yanlış olmayacaktır. Büyük Osmanlı devletinin çöküşü sonrası bu durum daha bir vahimsel tabloyla önümüzde durmaktadır.
Günümüz avrupasının geçmiş serüvenide pek parlak ve umut verici olamamıştır Birinci ve ikinci dünya savaşlarını bu kıta avrupasında ortaya çıkması bu coğrafya için tırajedinin zirvesi olmuştur.Günümüzde avrapa uluslarının bir çok yanılgıyı aşıp daha gerçekçi bir siyasal yapılarla daha özgürlükçü bireylerin yaşam alanı olduğunu tesbit yanlış olmayacaktır. Ülkemiz için durum çözümlemesine geçecek olursak türkiyemizin büyük Devrimci Mustafa Kemal Atatürkün Osmanlının gelişim çabalarının devamı niteliğinde ama çok farklı ve gerçekçi bir yönelişle ülkeyi ileri taşıma kararlılını meşrulaştırdığını çizginin ulusal karekterde milliyetçi dengeyle özdeşleştirildiğini ve ulusu çağdaş bir sürece yönelttiğini görebilmek durumundayız. Kurucu kadro yüksek öngörü ve çabayla Ülkeyi bulunduğu coğrafyanın çok ötesine taşımış olmakla birlikte devrimin üstten gelmesinin alt katmanlarda ilkel tortuların oluşmasının çatışkılarını ulusça yaşanmasınıda içselinde tutmuştur.Büyük cumhuriyet kavramı halka kısa sürede kazanıldırılmış olmakla birlikte içsel ilkel bir karşı duruşun günümüzdede var olduğunu görmek yanlış olmayacaktır.
Türk devletinin varlığını oluşturan kavram türk islam ülküsüyle temelinde özgürlükçü demikratik halk egemenliğine dayanan emek paylaşım ve eşitcil katılımcı bir demikrasi arayışının içselleştirlmesi olacaktır .Günümüz dünyasında insanlığın arayışı devam etmektedir.ve bu süreç uzunca bir yolculuğun ilk izleridir.
Birileri sizden farklı yaşıyorsa çok akılı olduklarından değil .Çığırtkan sömürücü ükela ve çirkef olduklarından,siz emeğin kutsiyetini anlatmaktan asla vazgeçmeyin.
Çık bir dışarı dedi bırak şu sırça saraylarını yalanın.Özgürce tozlara tünesin üzerindeki kürk.Bak sokaklarına memleketin. Orda kendin olacaksın belki bir izdüşümün olacaktır umuduna bu ülkenin .
Kimler çekip gitmediki bu dünyadan .Geriye baktığınızda geleceğin bir anlamı olmadığını anlıyorsunuz. Kan hastalıkları uzmanı hekim kendisi lesomiye yakalanınca bildiklerinin yetmezliğini daha iyi idrak etmiş olurken isminin önündeki prefesör unvanının ne kadar boşlukta olduğunu ona hatırlatmış oldu. Bildiklerimiz bilmediklerimizin yanında öylesine ilkel ve yapayki bunu anladığımızda çok geç oluyor.Ne yazıkki çoğunluğumuz her konuda bilge olduğumuz yanılgısını ruhumuzda taşıyoruz.İnsan denen varlık her şeyden vaz geçebiliyor cahillikten asla !
Çok ağaçlar büyüdü gökyüzüne doğru çok başaklar boy attı.
Özgürlük aradı utangaç yolcuları gecenin maviydi gece gökyüzüydü.
Ovada türk akıncıları atlarını sürüyor ortalık toz duman şimdilerde
Anlat diyor Anadolu benim nehirlerimi ıslansın yüreğin sularında
Yaz hikayesini umut etmenin ,buğday başaklarını devşir bu ülke senin.
Kimbilir belkide yanlış yaşıyoruz yaşamı .Bizden içinde olmamız istenen kalıpları kıramıyoruz.
Güncel gerekliliğimizde yaşadığımız bir çok olgu bize çapraz yansıtılıyor
.Anlamak sorgulamak istemiyoruz sadece uyumsal olmak istiyoruz.
Sonrada ezikliği yaşıyor ruhumuz.Kalıplar sitatüler ve onun oluşturduğu baskın düzende sadece Tanrıya yöneliyoruz.Cenneti bekliyoruz.Tanrının verdiği koruyucu kılıcımız olan aklı kullanamıyoruz.
Uslu çocuklar olmaya çalışıyoruz. Eşitligin olamadığı yoksulluğun üzerimize yapıştığı niçinlere yanıt bulunamayan bir düzeni kabullenmiş görünüyoruz. Sonrada mutsuzluktan söz ediyoruz.
Yaşamın daim devinim olduğu bir dünyada durulgan kalmaya çalışıyoruz.
Yaşamı idrak etmeyi ona sahiplenmeyi başaramıyoruz.
Yalnız kalmaktan korkuyordum ben . Sonra kalabalıkların bana verdiği yanlızlıgı tanıdıım.Anladımki yanlızlık çok kötü bir şey değilmiş.
Şimdi ben yokluğuna alışmaya çalışıyorum. Başka hiçbir şey değil yaptığım .
Gecenin bu satinde dışarda yağan yağmuru dinliyorum. yüreğimde özlemin.
avuçlarımda toprak kokusu. Sen çekip giderken hani . Bırakırken bu yalan dünyayı avuçlarımda kalan hasretti bu senden devşirdiğim.
İşte ezan okunuyor dinliyorum. Ruhumda birşeyler oluyor. Hüzün yanlızlık ve sen.
Güya özgürlükler ekecektik toprağa. Gittik mahkumlaştık birbirimize. Anlamadık o mavi geceyi. Yüksek bir dağın yamacında belki tahtalı dagı. Günlerce günaha girdik.
Sonra cahillk okudular üniverstelerde .yüzleri kıllı erkekler. Kadınlar beyaz önlükler giydi kimsesizliklerine.
Özgürlük çekip gidince başlıyacaktı. Öyle olmadı ama . Huysuz kadınlara mahkum oldu umut. çünkü geceydi gelen.
Oldukça yorgunum biliyorsun. içimde bir yerlerde sızlanıyor yokluğun.Kim bilir nasılda kırıldı kanatları içimdeki serçenin.Güneşim karartmıştı yüzünü sen gidince. Her akşam göçüp giden yabancı hayellerim. Aralık ölüm ayıdır bilirim .Yıkar umutlarını beklenenin.Adını saklarım kimseler bilmez .Bende unuturum ötelerdesindir sen. Ah yaban yataklarda ağlattığın kadınlığın.Vakitsiz sevmek var işin içinde. Ankara ben seni özledim cebecide o kiremitli apartmanın ikinci katı .Tıp fakültesinde beyaz önlüklü umutlar.Ölümler gece boyu aşık yıldızlarına . Oldukça yorgunum biliyorsun yaşamaktan. Belki Haziranda yağmur yağacak .Belki özlemeyeceğim seni.Belki gideceğim kimselere söylemeden. Karanlıgım aydınlatacak beni.
Antalyadaki (Akdeniz ) üniveriste hastanesinin radyasyon onkolojisi bölümüne yönlendirilince Sekreterligine müracaat etmek için ilgili kılinige geçtik. Hücrenin kontrolsüz çoğalması bir yana birde kan ve lenf sistemi yoluyla vücudun başka bölgelerine sıçrayıp (metestaz ) oralarda sistemi bozmaya yöneliyor .Belkide hastalığın böylesi riskli olmasının tek nedeni bu özelliği olmalı diye düşünmeden edemiyorum. Üniveristenin radyasyon onkolojisi yetkenleri bize gelecek hafta gelmemiz için randevü veriyorlar. Sekiz gün ötelemek bu hastalık için riskli olmazmı diye soracak oluyorum .’Hoca öyle uygun gördü’ deniyor. Biz bu problemi yıldız mahallesinde yeni açılmış bir özel hastanenin ilgili kıliniginde aynı gün tedaviye başatılarak aşmış oluyoruz.Bu durumdan oldukça rahatsızım. Koca üniveriste hastanesi bizi sokaklara salmış oldu. !
Sabah kalkıyorsunuz oldukça zengin olduğunuzu var sayalım.Mükemmel bir kahvaltı odanın sıcaklığı yada serinliği tam istediğiniz gibi.Arzu edilen her şey elinizin altında. İkametgahınız oldukça ihtişamlı. Yediginiz önünüzde yemediğiniz ardınızda.Dünya size güzel .İstediginiz an seyahetlere çıkıyorsunuz .Kahvaltıyı bir ülkede öğlen yemeğini bir başkasında .İkindi çayına süt koymassanızda keyiflice içiebiliyorsunuz boğaza nazır manzarasında o köşkün. Eger bir inancınız yoksa bir amacınız yoksa dünyanın en zavallı insanı sizssinizdir.Ne söyleseniz çevrenizdeki dalkavuklarca alkışlanıyor. Bu halinizle fabrika vardiyasında mavi önlüklü bir emekçi kadının hayellerine bile ulaşamaz sizin para güçseli ömrünüz. Yaşamak inanmakla ilgili bir durumdur. Güneş boşuna doğmaz yer yüzüne.
Yaşamın odak noktası sevgidir.İnsan denen varlık egosuyla öylesine ilkelleşirki sevgiyi karanlığa iter.Bir çoğumuz bir şiir bile okumamışızdır.Babadan kalma arsaları satıp binaları dikince altınıza birde dört çeker aldınızmı. kıytırık kadınlığınız sizi kıraliçe yapar. Cehaletin kıraliçesi.Birde karşı cins var. Karılarının mallarına çöreklenmiş soytarı yüzlü piçler. Ah siz onları bilmezsiniz onları ben iyi tarırım . Onlar ölümüde hatırlamazlar neyse şimdilik yaşıya dursunlar. Onları kabirde iki melek bekliyor.Sorgulanacaklar .Niçin yetimin hakkını yediniz .Niçin insan olmanın erdemini anlamadınız.İnsanların büyük çoğunluğu tanrının kendilerine nasipledigi onurun farkında değillerdir.Rezilce yaşamayı kendileri için tercih ederler.İnsan olarak doğmak şanstır.İnsanca davranabilmek ise emek ister.
Ruhunu tüm tozlarından arındır yalanın.Gülümse kadın bakışlarının sıcaklığına. Buğday tarlalarındaki kırmızı gelinciklerini özlemekten vaz geçme. Bak akşam oluyor. Kapıda bir ayaz.Mevsimlerden kış.
Birgün her şey geride kalacak .Unutulacagız Gittigimiz yerden geri dönüş olmayacak. Makamlar,unvanlar ,evler ruhumuzdaki o boyunduruk şehvet hepsi köhnemiş közlere dönecek .Bizi toprağa verecekler. Her şeyin anlamsızlığını anlamaktan mahrum kalacagız o gün.
Bizim sokakların insanlarını arıyorum.Hani çekinmeden evine alabileceğin,Kimsenin ötekini küçümsemediği.Bir sofrada oturup sıcaklandıgmız insanları.Ben bu şehrin yapaylığına alışamadım gitti.Demekki bizim sokakların insanlarından önce bizim sokakları bulmamız gerekiyor.
Sabah bir sofra olsun demli bir çay. Yağda kavrulmuş un kokusu mutvakta. Kırmızı bir oje sürmüş hayellerim.Karşımda uyuyorsun gençliğinle.Haydi anlat bana ne olur oldu yokluğumda.Kesme şeker gibi tatlı bir hüzün yaşadı yüreğim.Sana ne oldu söyle bana.Kimler üzdü seni Kimler öldürdü gözlerindeki o sevinci.Özgürlügünü kim aldı yüreğinden.İşsiz erkeklerine hikaye olmuştu gece. Sen o gecede yoktun biliyorum.Özledi seni yüreğim sen gidince. Biliyormusun bu sömürü düzeni ve ayazları kar yağışlarının daha bir üşütür oldu beni. Sorguladılar örümcekleri o köyde .Köhne yıkık bir evdi taş duvarlı. Bana toprak damlı evi hatırlatan .Sen yüreği kor ateşlerde yanan bir yoldaş tanıdınmı hiç .Üşüdümü yüreğin ölüp gidenlerin ardından. Gülümsedimi dudakların ölümlere.Sen hiç yaralı kalplere sıgındınmı söyle bana.
Risk daim yanımızdakilerle oluşur.Iraklardakiler sadece deprem dalgaları gibi sizi korkutur.Yıkımı yanımızdakiler becerir. Tüm yükün omuzlarında olduğunuzu anladığınızda bırakıp gidesiniz geliyor. Yanlızlıgın güç aktarımına .Sonra yanlızlıgında bir mahkumiyet olduğunu görüyorsunuz.Sizin infaz koruma memuru olduğunuz bir puslu varsalda.
Bu ciğerlerimizdeki sitokin fırtanası yokmu. Oksijensiz bırakıyor umudu ( sitokin hayvan ve bitki hücrelerince üretilen, hücrelerin birbirleriyle iletişimini sağlayan protein ve peptidlerin bir grubudur. Hücre yüzeyi sitokin reseptörleri aracılığıyla görevlerini yaparlar.)
Memlekete bahar gelmedi.Yagmurlar yağıyor şehrin üstüne yosma bir gülüş çakıyor yıldırımlar gökyüzünde. kapıda bir sokaka kedisi bekliyor .Niçin bekliyor bilmiyoruz. Hastanelerde yorgun hastaları var hücre isyankarlıklarının.Hani yaşamak için muhtaç olduğumuz bedenimizi tehdit eden.Bir kadın doktor topuklu ayakkabıyla dolaşıyor hastalarını o odaya girmeden ayakkabının tiz topuk sesleri kulakları tırmalıyor.Zengin hastaların tek kişilik odalarında daha bir önemsel oluyor doktorlar odada kalmaya .Esmer bir hemşire kitap okuyor gecenin geç vaktinde bankın arkasında tünediği sandalyesinde gözlerinde bir mahmuluk var.Dışarda arasıra geçen polis otolarının mavi kırmızı ışıkları yansıyor sokaklara . Gece lacivert hükümdarlığında sabaha ulaşmaya direniyor gibi.Ben seni anlamıyorum niçin böylesi geride duruyor umutların .Niçin asalak kazların çığırtkanlığına boyun eğiyor yüreğin. Yaralı bir ceylanı içinde ağlatıyorsun. Sen beni hiç sevmedinmi.Sen mezepotamya sümerlerin dev nehirlerinin sularından beslendin.Saçların diclenin sularında yıkandı ruhumun kadın hükümdarlarının.Sen benim korkularımdan öte büyük tahtların yolcusuydu umudun.Kim derdiki güvercinler uçarken dam pinlerinde kadın özgürlüğü aradı.Uçsuz bucaksız gök yüzünde umutları vardı gecenin sabaha dönük.Tanrı sevmişti onu bekliyordu o muazzam düğününü ölümün.Daglarda kuzuların dolaştığı mevsimde bir türk ocağının dumanında aradı .Yalan konuşan kadınları kovdu hep otağından bekledi gülümsesin güneş. Ey bu rezil çağın çığırtkan asalakları korkuyorsunuz biliyorum .Askerler tanıdı tarih mavi gözlü gözüpek askerler gölgesinden korktuğunuz !
Yaşamak acı ve dikenli oldu bu ülkede. Gülmeyi unuttu kadınları hikayenin.Sessizce bırakıp gideceğiz artık yalanlarını bu dünyanın.
Seninle hiçbir şey konuşamıyoruz.Sen dikenlerini seviyorsun gülün.Ben naifliğini. Sen anlamıyorsun bu değirmen nasıl dönüyor.Nasıl çarklarında kırılıyor ömürler.Eger seninle yeniden başlamak mümkün olsaydı ötelerdim kısık yalanlarını o köyün. O köy senin köyün olsada. Biliyorum ayaz bir soğuk var havada. Sisleri var korkunç yalanların. Yıkık duvarlara rastlanmış ömürler.Özgürlük boyun eğmemektir karanlığına günün.
Tanrı dünyayı ve içindeki varlıkları yaratmadan önce ne yapıyordu ? Oldukça tehlikeli bir soru olsa gerek.Yada tanrı kötülüklerin insanlığı kahretmesine niçin musade ediyor.O ‘esirgeyen ve bagışlıyan ‘degilmi. Nasıl oluyorda milyarlarca insan yoksul ve mazlumken azınlıkta guruplar dünyanın nimetlerini kendileri topluyorlar. Gerekçe ne olabilir.! Bu sorulara yanıt aramaya çalışırken ya kolayına kaçıp iman sorgulanmaz ya inanırsın ya red edersin gibi bir bakış açısı sizi bulur.Yada yorumların içinde helak olma tehlikesi sizi kendine çeker.Şöyle düşünebiliriz tanrı bizim algıladığımız zaman kavramından muaftır.O nedenle tanrının öncesi ve sonrası yoktur.Evren dünyadanda ibaret değildir. Dünyanın yaşının yedimilyar olduğunu kabul edelim yedi milyar yıl öncesi tanrı yoktu diyebilirmiyiz.Tabi birde tanrının tasviri söz konusu olurki yorum şansı biz kulları için mümkünlülügü olan bir sonuç olmayacaktır.Tanrı vardır ve yüksek bir muktedirliğe haizdir.İman bunu emreder.Var sayalımki tanrıya inanmayalım. Ölüm meçhuliyetini nereye koyacağız.En yakınlarımız ölümle (görünürde )hiçleşirken nasıl bir kabul boyunduruğuna ulaşacağız.Ölüm bize bir şeylerin mecburiyetini omuzlarımızda yükletmiyormu.
Büyük devrimci Mustafa Kemal.Atatürk Çagdaş türk devletini kurduğunda Diyanet işleri başkanlığını gerekli görmüş başkanlık bindokuzyüz otuzlu yıllarda (elmalılı hamdi yazırın) kuran mealinin yayınlamış bindokuzyüz altmışbir yılındada yeniden bir kuran mealini topluma kazandırmıştır.Cumhuriyet yobaz ilkelliğin ileri sürdüğü gibi din gerçeğini görmezden gelmemiş onu toplumun gerekseli olarak kültürel varlığın bir özseli olarak görmüştür. Çagdaş türk devleti dini (islamı ) önemsemiş onu bireyin ruhsal alanına bırakmıştır. İzlenmesi gereken yol din realitesinde çağdaş özgür düşünce olmalıdır.Geçmişi görmek ondan faydalanmak ama mantığı din olgusunun temel varsalı bilmek çağdaş inançkarların (müminler ) gerçekçi olacaktır.Dinle ilgili Atatürk,ün şu sözünü hatırlamak gerçekçi olacaktır.’Din vardır ve lazımdır .’Düşünce bizi meteryalizime (madde ) mahkumlaştırırmı.Yoksa düşüncenin yansımasımıdır madde dediğimiz somut veriler. Peki bu süreçte açıklanamayanları nasıl anlatacağız.Birey toplumsal yada özsel kimliğinde nerde duracagız. Madde yada mana birbirinin zıttımı ortakça bir içsellik yaşamın odağında bize ilham vermiyormu.Bireyin varlığını maddeyle sınırlıyabilirmiyiz. Duygular ne olacak umut ne olacak özlem ne olacak. Yaşamak zor iş yaşamak gerçekten ciddi iş !
Nedir bu hüzün . Bu korku bu yokluğa mahkumiyet.Bizi böylesi çaresizliğe mahkum eden ney. Korkumu olacak yaşamdaki izdüşümümüz.
Kendimizden başka her şeyi önemsiyoruz .Unvanları sitatüleri makamları parayı .Gereksiz olan ne varsa ! Sonra bir ölüm geliyor Yitikleşiyor her şey. Bana umuttan söz et olurmu başka bir şeyden değil.
Farkında olabilmek ne güzel bir şey. BirileriniN çöktüğü karanlıktan ırak olmabilmek. Köhne duvarların
Birgün hatırla beni Diyarbakır.Esmer kadınların umutlarında hatırla.Agla yitip gidenlerine ömrün. Korkularına agla mahkûmluğunun. Sonra bir yörük kızına bağladığım kaderime acılar ek olurmu.
Onkoloji yorgun kalplerin kılinigi. Çaresizlikle umudun harmanlaştıgı puslu ayazların otağı. Ah O lenf bezlerinin hücresel misafirliği. Metastik sıçramaları korkunun.ışın tedavileri onkolojik neşterleri yorgunluğun. Sür kırmızı rujlarını ölüme meydan oku olurmu .
Devlet beni koru bana huzur ver.Benden çok şey isteme.Çünkü zamanım yok. Ben varlığım senin var oluşundur.Hizmet et bana papuçlarımı kirletme. Görevlilerin benden üstün olmamalı. Egemenligim senin egemenliğindir.Unutma. Toplum varsa (halk millet ) devlet vardır. Toplumun siyasal örgütlerinin çatısıdır devlet. Bize buğday başakları verir.Ekmegimizi paylaştırır. Korkularımızı öteler.Devlet halk olmak zorundadır. Tarih sınıfsız bir topluma şahit olamamıştır. Ama eşitliğe yaklaşabilir. Paylaşmayı paydaşlara hakça bir düzende sağlayabilir. Ozaman yaşamın bir anlamı olabilir. Halk adına ve halk için.
Sokaklarına kar yağmış o şehrin. yıllar evelde yağmıştı yıl bindokuzyüzyetmişyedi. Yıl çaresizliğin doğum sancılarının doruklaştıgı zaman.
Yitip gittiler ne yapabilirimki. Ölüm böyle bir şey Yıkar umut şatolarını. Şimdi Alanya ayazlarda üşüyor umutlarım.
Çok sinirliydi annem benim.o derece anneydi işte .yüzük çorbası yapardı her cuma bize .Adana olurdu yüreği.Şirin usta deyince babama şirinlenirdi gözleri gözlerinde .Benim annem anneydi işte.
Herşey apaçık ortada ekmeklerimizi çaldılar bizim. Sonra kendi kötü ruhlarını kutsamanın peşine düştüler. Melekler saklandılar meçhuliyetin gizlerine .Alevden yaratılmış cinler tayfa tayfa koştular bu razil bag bozumuna yalanın.
Özgürlük çok özel bir durumdur kadınım.Özgürlük namustur. Beklenilen güneşidir sabahın. Çoluk çocuk bir sofrada ekmeği paylaşmaktır Özgürlük ölümden kaçırabildiklerimizdir biliyorum.
Ben sevilmek istemem yok öylesi hayellerim,anla beni yeter.Anlaşılmak sevilmekten öte bir sonuçtur.
Yanlızlıgım ellerimde hikaye.lacivert öpüşler kulaklarımda.Yoklugunun izidir içime vuranSenin kavgalarından yüreğimi ağlatan.Her şehir anlık yaşar bilirim.Günler ekmek kavgasına yoldaş.Bana hikayeler anlat olurmu.Dicleden fırattan seyhandan ondan bundan.Utandı doğan gün.Bastıgım toprak.Saklandıgım gece.Penceremde yaprak ıslak yağmurlardan Hüzünlü öğlen sonlarında. Türküler dinler özgürlük ağlaşarak.
Bir gece karanlık ürkütürse yüreğini.Bir rüzgar ulaştırsa saçlarına.Ürkekleştirse gözlerin geç vakitte.Islak bir kuytusunda olmak istediysen umudun.Açıksa kapısı otağının özgürlüklere.Gece lacivertse hele pencerende.Seninle konuşmalarımız vardı bilirsin.Devrimler yapacaktık emekten yana .En cömert parklarında özgürlüğün sevişp ağlaşacaktık umutlarda.Bir kalpak girecekti özgürlük .Kimselerin geçmediği yollardan geçecektik.Uykusuz kalacaktık binlerce yıl .Ne varsa yalandan kalanı öteleyip uyandıracaktık umudu gece boyu. Belki mercimek gözlü bir çocuk.Dolaşacaktı umudunda özgürlüğün.Ne demiş şair – Kadının hayali minnacık bir evdi ‘ O evde açacaktı çiçekleri gençliğin.Dar bir etek giyecekti cinsellik.Soyunup dökünecekti gece.
Büyük kayıplarım var benim.Sıcaklıgında ısındığım gözlerinde umutlandığım yürekler.İşçi sofrasında olurdu doyumluğum.Tahta kapılı toprak damlı evde.Biz yaşadıkmı bu ülkenin sokaklarında ölümün öksüz bıraktığı yolculardık biz.
Közleşmişti korku güncesinde.Kısıktı özgürlüğün nefesi.Bir tutam başak kopardı ömür.Yitenlerin ardında yandı umut.Hani aradık ekmeği tuzu.Tanrıyıda tanıdık biz mecburduk ! Özledik saçlarını aşkın hiç olmamışken para pul biz çıplak sevdik özgürlüğü.Biz yolcusuyduk kavgaların Emekten eştlikten senden benden.Bir hikaye oldu ömür.Biliyormusun tükendi umut.kör kütük sarhoştu hayat.Hani gördü ölümü ruhum.Yitik donuk bir umuttu kavgam.Atlıları vardı bu ülkenin göçtü gitti.Birde yalan kadınları ömrün.Şundan bundan.
ölüm karanlıktır.Giriler çalmıştır uykularını Hiçtir artık kadınların ömründe.Renkleri giridir cinsel dürtülerin.Bilirim ölüm karanlıktır.Hani yağmurları ıslatmıştır tutkularını.Ankara senin benim şehrim.Deli savruk bir aşk kalmıştır sokaklarında.Dikim evinde öpüştüğüm gençliğim.Sen değilsindir.Hani soyunup dökünürken baharı memleket .Ben fakir insanları severim Yalanı bilmez yalın insanları.Gelmiş geçmiş tüm inançlara inat yalandı seni sevmediğim.Hani giriler çalmıştır uykularını .Bilirim ölüm karanlıktır.Yitenlerim oldu sen yokken.Ardında tükendiklerim.Ah bilsen korkunç kavgalarım oldu benim.Elleri bağlı sonumu bekledim.Sanki tüm ölümler bana misafir.Sanki bakire kavgalar içindeydim.Penceremde sensizliğin çıglıgı.Tüm evli kadınlardan korkan çocukluğum.Ben hiç büyümedim.Haydi gel sabah kalkalım bir çay içer içelim.Seninle sensizliğimle.
Gün yine dogdu çiçeğim.Yagmur sensizde ıslattı kasıp patıları.Huzursuzlugumda hiçliğin öncül.Biliyormusun ne olur sen gidince.Bir ölüm gelir bir ölüm girilmez her vakit girdiğin eve.Acı şiirlerini eker bu toprağa.Bizde yaşadık kendimizce bu alemde .Kadınlar sevdik devrimci kadınlar.Yürekleri paktı onların.Öksüzce yürüdük kavgamızın tozlarında.Sokaklarında izlerimiz vardı umudun.Sonra kısık nefeslere mahkum olduk.Ah o kadın yalnız gecelerin durdanecigi. Sevdik bu ülkenin ölümlerini.Halbuki biz lacivert gecelerindekadınımzla sevdalı kır çiçekleri ektik toprağına memleketin.Ne demiş şair ‘ bu memlektet bizim .’
Bir aralık günüydü yitişi.Belki babam annem onu karşıladı.Tüm Anadolu kadının hikayesi.Postanenin en masum tebligat memuresi.Onkoloji kıliniklerinde geçerken ömrü.Dolaştı yanlızlıgın hüznünde gençliği.Belki kendince hayelleride oldu.Ablaydı ruhumun en asil efendisi.
Tanrının bize nasipledigi ömre şükürler olsun.Ölümün gölgesinde yaşamaktan vaz geçmiyoruz bu iyi bir şey .Vazgeçmek yenilgidir derler doğrudur gerçi bu soytarı hayatla baş edilmiyor.
Yıllar oldu bir çok şeyi unutur göründük.Bir çoğunu kabullenmek kaderimiz oldu. Köprülerin altından çok sular aktı neye kızıp neye sevineceğimize şaşırır olduk. Sanki ereti bir beklenti içinde sisli bir geleceğin hiçliğinde gibiyiz. Ne düşünüyorsak eksik ne özlüyorsak yetmezlik iliklerimizi kanatıyor.
Yaşamı biçimlendirmek kendimizi yönergelemekle ilgili bir durum.Sizce bir insan nasıl yaşamalı diye bire soruya muhatap olunsa .Söyliyebilecegimiz tek şey farkındalık olmak olmalı. Farkında değilseniz var değilsinizdir.
Öfke farklı bir durumdur.Korkutur umudu.Kötülüklere yelken açarsınız öfkeyle.Hani liseyi bitirince Önünüze koydukları üniversteyi oku orası farklı derlerya.Öfkede öyle bir şeydir .Rezillktir.Sizi mahcup bırakır.Kurutur yüreğinizdeki akasyaları hanım ellerini.Balkondaki o begonya çiçeği gülümsetmez artık göz yaşlarınızı.
İnsan denen varlığın içeriğinde duygu vardır.Duygu olmadımı varlığın bir anlamı olmuyor.Hissettgimiz ölçüde yaşıyoruz. Yaşamın bizi sonsuza dek sarıp sarmalayacagınıda düşünemeyiz.Acı çektiğiniz ölçüde yaşadığınızı anlıyorsunuz.Laylaylon bir hayatın içindeki bir ruhu hiçbir öğreti olgunlaştıramıyor !
Artık yaşlandık biliyorum öylesine değil ruhen yaşlandık.Hani öemsenen ne varsa ondan vaz geçilirya.Bana dindarmısın diyorlar bilmiyorum sadece ben tanrıdan yanayım.korkularımda ona sığınıyorum. Ötesini bilmiyorum.Ölüm her canlı için cehennem herkese açık .Cennet inançkarlar için.İnançkarlar (müminler ) cennette sonsuz kalacaklar .İhtimal tasviri zor bir hayatta olacaklar.Ben şimdi neyi anlatacağım sana bilmiyorum.Korkunç tecavüzlere uğramış ruhlarımızımı .Erken ölümlerinimi umutlarımızın.Gün içinde uğursuz şeyler söyleme bana .Kötü cinleri kovala gitsin.Kırmızı renkli çiçekleri anlat bana yürekleri hüzünlü kadınlarla yoldaşlaştır.
Benim demikrasim seni sevme özgürlügümdür.Bunu anlaman lazım.Birey toplumun bir pardaşıdır .Kölesi olmamalıdır..Şöylede bir durum var birey bu paydaşlıkta nerede durmalı.Katkısı ne olabilir.Beklentisi nedir. Neyi ne derece savunma şansımız var. Bizim doğrularımız gerçekten doğrumu.Belkide baştan aşağı yeniden bir arayışa girmeli yaşam yolculuğumuz.
Biliyorum tüm umutlar çıplak doğar. ‘seni niye arayacagımki dedi geçmişim.Bir utandım bir utandım sormayın.Sonra portakal çiçeklerinin açtığı mevsimde dualar etti tanrısına umudum.Gökyüzü kahverengiye büründü.Toprak oldu tenimin t hücreleri. Dogumum vakitsiz oldu ölümümde.Ben şimdi kimin için nefes aldım anlat bana.Artık öldük biliyorum biz ağlaşırken öldük geceyle.Yagmurları kurudu memleketin .
Özgürlük senin benim için değil gökyüzü için gerekli gökyüzü özgür olursa uçarız sevginin kanatlarında .Bilirsin gökyüzü sarar toprağı .Toprak bedinimiz alır koynuna ruhumuz gökyüzyünden izler geride kalanları. Bak yine yaralar açıyor bu ülkenin umutları.Kanıyor korkuları umudun.Yine isimsiz kavgaları sokaklarda tuzluyor acıyı.Şimdi koynunda olmalı gökyüzünün.
‘Nerelisin? ‘ dedilermi yüreğime bir ok saplanır .Kanar yaralarım bilinmezliğimde.Tüm köyler benim olur tüm kadınlara sevdalı yüreğim.Sonra Türkiyem olur ruhum.Aglaşırım kış yağmurlarında. Islanır sahipsiz ölülerim toprağımda.Biliyorum yaşamak seni düşünmektir başka bir şey değil.
Başlangıçta herşey güzel görünüyordu.Umut vardı çünkü. Bahar mevsimlerinin getirdiği bir gençlik usulca okşuyordu ruhu . Sonra ölümü tanıdı ömür.Tanrının gerekliliğini o zaman anladı .Dip dalgalardan gelen bir kasırga gibiydi ölüm. Alıp gitti tüm yoldaşlarını ömrün .Bu hikaye böyle bitmemeliydi.
Yasaklar korkular ve günahlar .İnsan denen varlığın hayatı bunlardan ibaret. Birde sitatiko var. Siz bakmayın ölümün bizi eşitler göründüğünde eşit yaşamıyoruz.Güçlüler ve ezilenler var. Bizim izdüşümümüz acıdan başka ne olabilirki.
Yaşamda başarılı olmak için başarının ne olduğunu bilmek durumundayız.Başarı zenginleşmekmidir.,yada unvan sitatü makam sahibi olmakmıdır.Tüm bu arayışlarda aslında ulaşmamız gerekenin sadelik dolayısıyla huzur olması gerektiğini anlayamıyoruz.Aslında tüm bunlar için çalışmak aklı kullanmak inanın yeterli olmaya bilir.Tanrının sizin yolculuğunuza musade etmesi gerekir.Yolunuzu siz belirleye bilirsiniz ama o yolda hedefe ulaşmak tanrının takdiri oluyor.Yaşam o musade ettiği ölçüde sizin ellerinizde biçimleniyor.
Akıl tanrının bize nasipledigi büyük bir nimet.O nimetin kıymetini bilmek durumundayız.Yaşam ciddiyet istiyor.
Dogru olan neydi bilmiyoruz.Kenara itilen halk yığınları kendilerini ifade edecek bir yapıyı sistemde göremeyince kendi sistemlerini kurdular.Tanrının kutsal kitaplarda vaat ettiği cenneti düşlemek. Yaşanılabilecek herşeyi tabulaştırıp dokunulmaz kılınca cendereye sıkışan ruhlarımızı ölüm ötesine hazırlamayı tek çare görür olduk. Yaşam yaşanması istenmeyen bir büyük felaket gibi gözüktü ruhumuzun içselligine. Sonra olan yine o ötelenen halk yığınlarının üzerinde şakladı o rezil sömürü düzenin kırbacı. Hayat basite alınacak bir oyun değildi.
Düzene egemen değilsek kendimize egemen olmanın bilincine ulaşmayı başara bilmeliyiz.Bu bize aydınlanmanın gerekliliğini zorunlaştırıyor.
Günümüz insanın bir büyük yanılgısıda herşeyi kendi için istemesi.Buna ulaşmak için her şeyi mubah sayıyor. Sömürlen insan olduğuna göre sömürü çarkının mimarınında insan olması oldukça şaşırtıcı bir durum.Hava oldukça soğuk ,umutlarda öyle !
Böylece özlemiş oluyorum seni.Bir bag bozumu güncesinde tüm duygularımı biçiyor gözlerin.Ben seni uzaktan seviyorum.Uzaktan gülümsüyor bana umudum.Irak çok ırak ülkelerden sana şiirler okuyorum.
Üzüldü çok üzüldü.Nar çiçekleri ağladı o üzüldü diye genç kadınların küpelerine mahkum oldu aşk. Kirazlar ağaçta kaldı toplanmadı.Yorgun kadınları karadenizin bomba seslerine mahkum oldu.Bu gece hiç erkek kalamadılar umutlar.Bakir yorgun ve çaresizdi gökyüzü.Sonra birden dikenler yağmaya başladı.Özgürlük ulusça göçüp gitti umutlarımızdan. Atlı akıncılar geride bıraktı sevdayı geceye mahkum oldu.Lacivertti gece sosyalizim puslu bir hikayede kaldı.Buzul bir camdı geçmiş.Acımasızdı.Akşam üzerleri ışıkları yanardı şehirlerin.ölümler unutulur olurdu.
Acı bir bakış fırlatır yaşama ölümü kabullenenler.Kim derki askerler ölmek için varlar. Yok öyle bir şey.Yaşamak asıl amaç olmalı. Çiçekleri açmalı umutların.Bak martın dördü bugün. Baharın ilk günleri.Korkuyorum günaha girmekten yaşamaktan.İbadet hanede merdivenli yüksekçe bir yerde söylevleşiyor imamın sözcükleri.Yorgun bedenli müminler kendilerine bir çıkış arıyor gibi. Dışarda kavgası var hayatın. Bugün günlerden Cuma !
Tanrı meleklerini görevlendirdi yer yüzüne adı anneydi onların. evlatları için çok emek verdi onlar.Korkuları kendileri için olmadı. Küçük sıska umutları vardı onların.Bir akşam üstü ölüm gelip götürdü tüm umutlarını dünyanın ölümdü annenin kaderi.
Ne yapabiliriz söyleyin hadi aç kalmak ağlamak kırmızı gülleri sulamamak kurutmak tüm bahçesini yüreğinin bu acıyı közlermi söyle bana.
Tüm yoksul insanlar bu dünyada tanrının yetim evlatlarıdır.Biliyorum.Kimbilir yaşamak günahları sevmekle başlayacak.Yada felaketimiz olacak yaşamak.
Korkunç rezil bakışlı yosma kadınlar küçümseyecek şehvete mahkum erkek süliyetleri. Karanlık her şey çok karanlık.
Tanrı onu yanına aldı , o şimdi cennette ! Bırakıp gitti bizi hiç tanımadı kendini. Kendi için yaşamadı. Çalıştı mülk aldı gösterişil binekler edindi. Bilemedi gençliğinin tükendiğini ömrünün sonsuz olmadığını.Çok acı çekti baş edilmez hastalıklara muzdaripti hücreleri.Sonra öldü dediler.Anlamı kalmamıştı artık kiliselerin şinagogların camilerin.Sadece o vardı bir dag yamacında bir toprak tümseği adına dualar okundu Bişiler kızartıldı yağda. Konu komşuya dağıtıldı. Askerler son bahar tatbikatındaydılar. Tank paletleri yağlandı top atışları yapıldı .Omuzu yıldızlı generaller her yerde saygı gördüler.Hak ediyorlardı bu saygıyı .Sadece varoş sokaklarında dev şehirlerin sevişmeyi bilmez kadınlar çocuklar doğurdu onlara.Şiirin adı yoktu.
Ülkücülük nedir diye sordu bir arkadaşım. Ülkücülük aslında ülkeni sevmekle ilgili bir durumdur.Kendi varlığını özümsemektir.Günümüzde ülkücülük arap kültürünü din diye dayatanlara karşıda bir duruştur,Alpaslandan Atatürke türk önderlerini anlamak ve yaşatmak duygusudur...Türk ulusunu bir öz kültür olarak var kılma ülküsüdür. Ülkücülük yeniliğede açık olmaktır bu haliyle ülkücülügün devrimci bir yönüde bakidir !
Kimsenin kimse için fedakarlık yapma yada isteme hakkı olmamalı ! Çünkü hayat sınırlı! O zaman bizden istenen fedakarlık beklentisinin gerekçesi pek sağlıklı olmuyor ! Kendi yaşamınızı sahiplenmeyi bıraktığımızda başkalarının yaşamlarına meze olmaktan öte bir durumumuz olamıyor. İnanın bunu tanrıda istemez!
Eylül ayında anam ve komşular birlikte gidilirdi şehirdeki toptancı hale .iki sandık domates otuz kilo biber ve patlıcan. Sonra doğranırdı domatesler büyük leğenlere. birkaç gün bekletilirdi. sonra kevgirden geçirilir sinilerde dama serilirdi güneşe. birkaç günsonra küçüle küçüle sinilerdeki domates suyu salçalaşırdı. Bİliyormusunuzki siz mor lastik donuyla kadınlığını yaşayan nazire dokuzçocuk doğurmuştu kırkyaşına gelene kadar. dokuz çocuk ekmek üzre salçayla doyurmuştu acıkan karınlarını. sonra iplere düzülen biberler ve patlıcanlar bahçenin tel çitlerine bağlanıp Diyarbekirin kuru sıcak havasında kurutulurdu. mevsim sonbahardı .kapıda satıcılar dolaşırdı . köşede kırmızı çatılı bir ev vardı .içinde kırmızı entarili bir kadın dolaşırıdı. Zaman genç bir akasya ağacının hüzünlü bir yitikliğini anlatıyordu umuda.Ve sen umutta ürkek bakışlı serçe gibiydin. Haklıydın ürkeklinde .Acımasızdı hayat.
Esmer şiirleri severim ben. Yalın süssüz köylü kadınları gibi sıcak .tozlu topraklı hayatları anlatan şiirleri. Onun için saklanırım şehirlerin kavgacı gürültüsünden. Çok arkadaşım yoktur benim. Kendimde ıraktayım kendimden. Kapıda bir çirkin kedi beslerim yanlızlıgımda. Tüm ölümlerin arkasından eksilirim ben.
Çok Kadınlar özledi yüreğim. şalvarlı tülbentli kadınlar. Devrimci bir bakışları vardı kadınlıklarının. Vazgeçilmez ülküleri vardı doğurganlıklarında. Bana hiçbirşey anlatmadı bu gece. Perdeleri hiç kapanmadı acıların. Hiç ölümsüz geçmedi yıllar. Gülümsemedi gecemde uykularım.
Herşey gerekli olduğu için vardır. umutlar öyle. sadece haset gerekli değildir kibir gerekli değildir. Sömürü gerekli degildir .Bizim için değerli olan sadece sevgidir.
Sumaklı dolma yapmayı bilirmisiniz. hani sumağı suya ıslayıp sonra tencerenin üstüne dökersiniz. ekşimsi bir tadı vardır onun . Eskimiş fikirler gibi dilinizde tadını hissedersiniz. Keşke dersiniz. Keşke hiçbir fikir eskimiş olmazsa. Keşkenin hiçbir dilde anlamı olmazsa.
Hayatımızın büyük bir yanılgısı uyumsal olmakla geçiriyor olmamız.Kendi yaşantımızı kendimiz oluşturamıyoruz.Herkes birilerinin yaşamına hükmetme yetkenligini kendinde görebiliyor. İş öylesi bir boyuta ulaşıyorki hesap sorma cesaretini başkalarına tanıyabiliyoruz. Dizginleri birilerine bıraktığımız hayatı kendimizin sanıyoruz.Bu yanılgı yaşam yanılgısı olsa gerek.Yüramda yeşillkler azgın sular içinde yalpalayıp giden bir karmaşanın içinde buldum kendimi.Üst yamaçlarda tanımadığım insanlar bana bakıyordu.Kimdim öyle bir yere nasıl düşmüştüm.Orası neresiydi.Ölüm ötesi bir gerçekliğimi yaşıyordu ruhum.Yakın çevremde önemsediğim bu değerlidir diyeceğim ruhumu okşayan pek fazla kimse yoktu.Ömürlerini paranın peşinde geçiren asalak kişilikler ortalıkta dolaşa dursun.Ben neyi niçin özlüyordum onun bilinmezliğinde gibiydim.Kimbilir çocukluğuma özlemimin gerekçesi belkide bu hüzünlü geçmişime özlemden geliyordur.
Ülkücü,Devrimci geçmiş onyıllarda ülkede karşıt görüşler olarak ortaya çıkan bu kavramlar birbirinin zıttıymış gibi algılandı. Sağ yada sol düşünce arayışında karşıtlar olarak toplumsal yaşama girdi. Tabiki bu haliyle bir yanlığıydı .Ülkücü yada devrimci görüş aslında birbirini tamamlayan fikirlerdir. Birisi milleti ve onun yüceliğini öncül görür. Diegeri tüm halkların eşitliğini ve birlikteliğini öncüller. Bu iki kavramda kendi içinde tutarlılık gösterir.Karşıt değildirler tamamlayıcıdırlar.Günümüzde millet kavramanı ve onun idaal arayışını görmezden gelmek pek gerçekçi olmayacaktır .Vatan töre inanç bağlılık hepimizin özsel içeriğidir denilebilir. Bunun yanında emeğin kutsiyeti hakkın ifası eşitlik insanca yaşamsal katılım görmezden gelinebilecek değerler olmamıştır.Toplum tüm gereksellerini dikate almak durumundadır.Çagdaş yaşamın enerjisi bu gerçek üzre olgunlaşır .Toplumun kültürel sürekliliği kültürle oluşur.ortak amaçla belirginleşir. güncel halkın yaşamsal gerekçeleride değişime açık olmakla ilgili bir durumudur.Devrimci bir mayası olmaldır. Kabullenelimki böylesi bir sonuçta devrimve ülkü birbirini tamalayacaktır.Hepimiz bir ülküve devrim etkenseliginde varsallız diye düşünmeliyiz.Toplum çok geniş bir kavramdır kalıplarını geniş tutmak sağlıklı olacaktır diye yorumlayabiliriz.
Bir yakınınızın ölümüne tanıklık ettiyseniz .Sizin için yaşam çok farklı ilerler.Önem verilen herşeyin önemsizleştiğini anlamış olursunuz. Bu benim içinde böyle olmuştur.Torosların yamaçlarındaki kabirlikte toprağa verdiğim yakınlarımın şimdi sadece soğuk mermer taşlarının izleri var. Onkoloji koridorlarında ömür tüketen ablam için artık patoloji raporlarının kemik metestazlarının kemoterapi seanslarının bir anlamı kalmadı.Artık yaşam meçhuliyetinde o şimdi bir yerlerde bizi izliyordur.Düşünsenize insanlık tarihi boyunca milyarlarca insan bu dünyadan göçtü gitti gitmeyede devam ediyoruz. Yinede içimizdeki egoyu yenemiyoruz.Unvanlar sitatüler makamlar. Ötesi ölüm.
Derin acılar yaşamış insanlar hüzünlü gülümserler. Çaresizce tutunmaya çalışırlar hayata. Korkunç bağımlılıkları olurda anlamazlar.Yılgın duygular içindedirler. Daim bir şeylerin eksikliği vardır ruhlarında.Ölgün bir çaresizlik misafirdir onların güncelerine.Kim bilir belki bizlerde onlardan biriyızdir.Yorgun bıkkın ve yalnız.
Eger kendini doğru buluyorsan o yolda ilerlemekten vazgeçme. Dogru olan yol tek bir yolda değildir.Degişkendir.! O zaman sende değişmekten çekinme istikametin belirgen olsun.Ama açılar farklı ışıkları yansıta bilsin ruhuna.Güneşin doğuşunun bir anlamı olmalı.
Asalak kişilikler cüretkar olurlar .Kendi rezilliklerini örtbas etmek için daim bir suçlayıcı tavrı kendilerine maske ederler. Basittirler.Sade olmak farklıdır basit olmak farklı !
Güneşin her sabah doğupta aydınlatır göründüğü bu dünya bir haksızlıklar panayırı gibi. yoksulluk ve zenginlik kolkola yaşıyor bu keşmekeşte.İşin tuhafı milyonlar yoksulluğu iliklerine kadar yaşarken azınlık zenginliğin şatafatını yaşıyor.Birileri bir şeylerin hükümdarı olmuşlar umut satmakla meşgüller.O birileri egemen gücün temsilcileri olarak büyük kitlelerin yaşamlarına kara çalılar ekmekle meşgüller. Tanrı niçin buna musade ediyor anlamakta zorlanır olmuyormuyuz. Bize cenneti vaat eden tüm inanç kulvarları niçin bu renklerin baharlarda sevinçleştigi umutlarımızı tüketen rezil bir hayata mecbur bırakıyor. Doganın en üst varlığı insan denen canlı niye böylesi bedbah bir hayatı kabullenir oluyor.Tanrının bize nasipledigi iradeyi kullanmayı niçin beceremiyoruz..
Bu öyle bildiğiniz analardan değildi. Evlatları için saçını süperge edenlerden .Bir lokma ekmeği evlatlara eşitçe paylaşanlardan .Korkunç bir sinsiliği ruhunda besliyen bu kadın tanrının kendisine nasipledigi şu uzun ömrünün sonundaki ilahi sorguyu hiçmi hiç düşünmez göründü.Şimdilik yanlızda değildi kan emeci kişiliksiz gölgeler onun gölgelerine karışmış karanlığını daha bir zifrileştirmiş. kısa minyon bedeninin hiç yitiksiz hükümdarlığını cüretkarca kullanır olmuştu. Neydi bu kadını böylesi sinsi yapan .Ana ve sinsilik hainlik yanyana gelmesi zor olan sözcükler degillermidir.Peki nasıl oluyorda bu kısa tıknaz kadın bu rezil ruhu kendi içinde misafir ediyor. Yok bunu sadece cehaletle açıklayamayız.Bir yerlerde saklanmış bir şeylerin varlığını hissediyor gibiyim. Bu kısık mercimek gözlü kadına yinede kızamıyor insan.Hani ana sıfatını taşıyor olması her rezilliğin üstünü kapatır oluyor.Tıpki bir toprak gibi.
İnançkar insanlar yemeden içmeden ve içgüdülerinin etkencesinden bir ay için vazgeçer oldular.Güneş doğarken ve güneş batarken kendilerini oraçladılar.Ruhlarını bedenlerinin temizliğiyle arındırmaya çalışacaklar. Tüm içsel kavgalarını köhne bir dehlize koyup saklamaya çalışacaklar. Sonra o bir ay geçecek neyi niçin kabullendiğini bilmez halk yığınları ömürlerini yine tanrının günah saydığı kötülüklerle tüketmeye devam edecekler. Gök yüzündeki yıldızlar ve milyarlarca özgürlüğe koşmuş ruhlar kendi hikayelerini anlatacaklar lacivert gökyüzünde.Akdenizde sular çekilmiş olacak o vakitler .Damlataş pilajındaki dip kayalıklar gün yüzüne çıka dursun .İnsan denen varlık tüm çekingelerine karşın yine saklıyacak içinde bir şeyleri. Kırmızı gözlü siyasetçiler kendilerinin ne kadar düzgün insan olduklarını anlatacaklar lüks otellerin restonlarında verdikleri iftar yemeklerinde.Kuzu kavurma pirinç pilavı ve alaiyenin gülüklü çorbası .Bir nevi pirinç çorbası yuvarlanmış kıyma ve işkembe kırıgı . İhtimal kızıl saçlı kadınlar türban adını verdikleri baş örtülerini sarmalayıp katılacaklar bu yemeklere. Üniveristelerin rektörleri devlet görevlileri protokol dedikleri bir düzenekte çok önemli kişilikler olduklarını hissettirecekler ruhlarına. Ekmek fırınlarında pide kuryuklarında bekliyen emekli geçkinler pahalıktan şikayet edecekler. Yinede içlerinin bir kıytısında yaşamanın sevinci var olarak kalacaktır şüphesiz. Tanrı bizleri kutsasın.
İnsan kendi yaşamını nasıl belirler. Bu sürece etki eden veriler ne olabilir. Savaşlar bir yana yaşamınıza etki eden iki ana faktör vardır.Birisi aileniz bir diğeri yurttaşı olduğunuz devlet. Birey millet kavramıyla devlet mekanizmasını farklı anlamak zorunluluğu görmek durumundadır.Devlet bir kavram olarak gereksel bir otorite olmakla birlİkte işlevselliği farklı olabilmektedir.Bireyin devlete olan sorumluluğu devleti hükümdar konuma getirmemelidir.Çagdaş devlet yapısında amaç bireyi ve onun oluşturduğu toplumu hukuk realitisende özgürleştirip eşiticil kabul görür bir yaşam işlevine kavuşturmakla yükümlü olmalıdır.Birey devletinden bunu beklerken kendide iç güdülerinin ötesinde insancıl kültüre sahip olma uğraşından vaz geçmemelidir.Benim toplumum ve benim durumum. Durumun tesbiti çok önem arzetmektedir. Bireyler doğal olarak çağın gereklerini yaşama rahat etme güvende olma hakkına sahip olmalıdır.Birey var olma uğraşında kendisine sunulanı değil gereksinmelerini öncül etmeli.Neden niçin sorularına kendini muhatap görmelidir. Bir çok şeyi herkes ister.Bu durumda hepimiz için doğal bir sonuçtur.Ozaman toplumsal yapı ortak üretileni ortakça paylaşmanın zeminini oluşturmak durumundadır .Teknoloji insanı sömürmeden öte insana hizmet etmeyi görev bilen bir yapıyı içsel olarak hepimize zorunlu kılar.Devlet bu varsalın ana aktörü olarak tüm beklentilerin odağında olmaktadır.Yaşamı kolaylaştırmak çağdaş devlet mekanizmasının işleviyle doğrudan ilgilidir.Bir devletin çağdaş olması yurttaşların toplum bilinciylede ilgili bir sonuçtur.Kültürel donanımı yetersiz toplumlarda devlet mekanizmasıda sorunsal olabilmektedir.Yaşamın ana ışığı bilgi olduğuna göre bilmek araştırmak sorgulamak.Toplumu ileri götürecektir.Edebiyat ve yazın bu sürece katkı verebilirmi .olasıdır.Kabul edelimki edebiyat ekinselligide toplumun üstünde bir sonuç değildir.Toplumun basit bir yansımasıdır.Farklı düşünmek her daim kendine bir yol bulamayabilir.Birey yaşamıyla toplumsal izdüşüme katkı verir ,yada o izdüşümde hiçleşir !
Siz hiç duvarlarla konuştunuzmu .Korktunuzmu perdelerini açmaya yüreğinizin.Odanın yanlızlıgının ayazında ısındınızmı.Siz hiç özledinizmi çocukluğunuzdaki sini sofrasının çökeleğini,yufka ekmeğini.Agladınızmı özlediğiniz kadınların yaban ellere uçmasına. Siz hastane koridorlarında patoloji raporlarının insafını bekledinizmi .Hiç baktınızmı gözlerinin içine yorgun hekimlerin . Ah siz yaşamaktan korktunuzmu hiç. Ölümler çaldımı kapınızı. Yaralımıydı izdüşümünüz .Garipmi öldü umutlarınız.
Hayat sizi hep aynı çarkın içinde tutuyorsa bunu red etme hakkınızı kulanın.Buda sizi karşıt yapar.Tüm taşlarını yerinden oynatmak istersiniz bu köhne dünyanın rutubetli duvarlarının. Dönemeçlerde yolunuzu kaybetiginizde olur geniş meydanlara çıktığınızda. İkincisini tercih etmek için adımlarımızı iyi yollarda sürgelemeliyiz.
Bir yolculuğun içindeyiz bireyiz aileyiz ulusuz koca bir insanlığız.Bunlar birbirini tamamlayan olimpiyat halkaları gibidir.Birbirinden kopamaz.farklılaşamaz.Bizim türklük bilincimiz başka uluslardan üstün olduğu savını taşımaz.Biz insanlığın önemli bir paydaşıyız kendi özsel kültürümüzle var olmalıyız çizgisini yansıtır.Bizler insanlığın ortak kültürünün en önemli mihenk taşalarından biriyiz.Türk olmak bilinç ister. lusal birlikte emek odaklı bir toplumsal düzen bizim ana amacımız olmaldır.
Şehrin en büyük mabedlerinden birinin (Cuma ‘ ibadeti için) içindeyim. Merkezi yayınla bir görevli (vaiz) dini görüş sunuyor. İfedesine göre bir Müslüman (islamiyete tabi mümin ) ‘Bana kuran yeter derse ‘imanı tehlikeye giriyor ! Anlatılmak istenen kutsal kitabın sünnet olarak bilinen görüşle desteklenmesi gerektiği .! İlginç bir durum Tanrıdan gönderildiğine inanılan bir kitabı inandığını söyleyenlerin yetersiz görmesi :! bir nevi red etmesi ! ve Hadisleri öne çıkarması (Hadis pergambere ithaf edilen onun sözleri olduğu düşünülen geçmişten bize ulaştırılan sözler.). Bu görüşlerin gerçekliği daim tartışıla dursun .Kuranın hadislersiz açıklanamayacağını ifade etmek Tanrının mutlakiyetine bir karşı duruş olmazmı ! Tanrı kutsal kitapta neyi eksik anlattıki biz inanlar insan kaynaklı verileri öncül yapma gereğini duymaktayız.Geçmişten gelen kültür o kültürün ana kaynağıyla karşıtlaşırmı olacak işmi,Din farklı bir arayış.Din üzerine düşünmek sırat köprüsünde yürümek gibi..!
Birileri bizi üzüyorsa biz musade ettiğimiz içindir. Hani şair demiş,ya ‘ Aysel git başımdan ben sana göre degilim’. Ah o gözlerin ırak dursun uykularımdan olurmu,Bir nehir aksın mezopotamda bana seni hatırlatsın.Yüregimde hüzün.
Papuçları tozlu erkekler ölür savaşlarda üstlerinde yeşil parkaları ölesiye inandıkları ülkülerine tutkun. Bırakıp hayellerini toprağın üstünde göçer giderler kervanına meçhuliyetin.Bu memleket yüreği yaralı anların otağıdır bilirim .Daglarında kara çadırları vardır yörük yiğitlerinin.Saçları örgülü kadınlar umut sagar keçilerinden sabahında.Kalmakta zordur gitmekte bu kervanla. Kaldık dağlar başında .Sisleri dağılmaz nisan mevsiminde umudun.Kim unutur söyleyin lacivert gecenin yıldızlarını .Dogunca sabahında güneş .Kimler ısınır koynunda umudun.Söyleyin bana.
Bana teşekkür etti niçin etti bilmiyorum .Bir sevindimki sormayın ıslandı kirpiklerim o gidince. Sonra anladım bana kırmızıyı sevdiren mavilerdeki bayrak.Birde gelincikleri severim yer yüzünde. Bugday başakları arasından serpilirler yüreğimin bozkırlarına.
Ölüm önemsizdir inanın .Sadece hüzünlenirsiniz dolunayı bırakıp gittiğinize avuçlarınıza almak istediğiniz yıldızları artık göremiyeceginize. umudu geride bıraktığınıza . Yaşamayı işçi mahallelerinde size özleten ruhu bakir insanları özleyeceğinize .Yoksa ölüm yaşamın bir başka dönencesi oluyor. Geride kalanlar onlar şimdilik yaşadıklarını var saysınlar.
Sen özgür değilsin biliyorum. Çünkü sen kar taneleri gibisin dikeysin yaralarına karşı ömrün.Benim gibisin kimsesizsin loş umutkar hayeller yıkık duvarlı köhne közlerin üstünde üşümüş bir türk kahvesisin sen. Özletiyorsun kendini.
Yukarılarda bir yerde tanrı yer yüzünde yarattığı canlıları hizaya getirmek için onların kaderinde yaralı çizgiler ekliyor.Hani canlılarda rahat durmuyorlar dogrusu .Unutu vermişler dünyaya geliş gerekçelerini ! İnsan denen canlı dünyaya getirildiyse dünyavi olmak zorundadır.Dünyavi nimetlere şevkimiz bundan olsa gerek.Yani ‘ dünyaya temah etme dünya geçicidİr , Kaderine razı ol.Tanrı burdaki acılarını sonrası mükâfatlandıracaktır ‘ olgusu insan denen canlıyı hizada tutamıyor.Dünyaya geldim o zaman dünya nimetlerinden faydalanmalıyım bunda benimde hakkım var diyor. Dogrusu bunda haklı olduğunu görmezden gelmek haksızlık olmuyormu.Mademki bu dünyaya geldik.İçimizdeki tüm arzuları baskılamaktan öte yaşama hakkına sahip degilmiyiz.Sadece bu süreçte kuralları iyi anlamalı gerçekçi bir taban oluşturmanın yolunu görmeliyiz.İnsanlık buna kültür diyor. İnsanlıgın yüzyıllar boyu yaşadıklarını damıtıp yaşanması arzulananla harmanlamak gerekseli ortak üretmek ortak paylaşmak ! Özgürlügümüzün sınırlarını iyi bilmek ve umudu gerçeğe dönüştürmek. Sosyal bir varlık olarak oluşturduğumuz tüm değerlerinin var oluş gerekçesinin insan olduğunu belirlemek. Bu olgunluğa erişmiş toplumların bireyleri mutluluk denen duyguyu daha çok yaşıyorlar.Güvende olmak .Gelecekten korkmamak yeni nesillerin geleceğinde toplumsal örgütün (devlet )gücünü yanında görmek .Bu süreci tanmlamış toplumlarda ekinsellik bir başka ilerliyor.Sanat daha bir işlevsel olarak toplumla bütünleşiyor .resim ,edebiyat, müzik, sinema daha bir bütünce gerçekliğe ulaşıyor.Okuma yazma ileriye taşıma bir gereç olarak topluma katkı veriyor. Yeme içme barınma güven duvarlarını örmeyi başarmış toplumlarda yaşam bir başka sevinçleniyor.Birey kendisiyle ve tanrısıyla daha bir gerçekçel köprüler kuruyor.Zamanı geldigindede ölmümüde bir olgu olarak kabulleniyor.İyi yaşadım deyip Tanrısına teşekkür ediyor. Ne yazıkki günümüzde milyarlarca insan bu çizginin çok altında dipilerde debelenmekten öte bir ömre sahip değiliz. Bu bizim kaderimiz olmamalı.Bir yerlerde yanlışlık var !
Ah bu kendime yetmez umutlarım yanlış zamanlarda yanlış insanlardan medet umuyor.Benim karanlığımı bilmiyor.Yorgunlugumu anlamıyor .Yaşamla mücadeleden yorgun çıktığımı hissetmiyor. Üzüyor beni.Yaşamınızın bir zamanında sizdede öyle oldumu bilmiyorum .Bırakıp gidesiniz geliyor her şeyi.Sizi hiç tanımayan sokaklarda adımlarınız olsun istiyorsunuz. Çok ıraklarda çok yorgun yürekli insanlarla bakışmak istiyorsunuz.Tüm günahlarınıza yenilerini eklemek yada tam tersi güneşin doğuşundan batışına oruçlanıp bedeninizi ve ruhunuzu arıştırmayıda düşünebilirsiniz.Dogrusu bu ikincisi biraz sabır istiyor.Sonra bir iftar sofrasında tüm yetim ruhlu umutlarınızı misafir etmek .Gülümsemek istiyorsunuz.
Tanrının sınadığı insanlardan biriydik .Tanrı bazı kullarını sınar.Acılara dertlere çaresiz görünen yetmezliklere dayanırmı diye.İnsan canlısı herşeye dayanıklıyız.Hani çekilenlere dağlar taşlar dayanmazmışda yüce tanrı sabrını verirmiş derler.Gerçekten öyle.Kapitalizimin eğemen olduğu bir toplumda en diptesiniz.Üstelik düşünme yetisine sahipsiniz.Ne kadar katlanılası zor bir durum.Üstelik çağın en cüretkar hastalığına muzdarip bir fedakar ablaya sahipsiniz.Onun yanındasınız onlarca yıl size çaresizliğinizi hatırlatacak hücrelerin isyankârlığına meydan okuyan bir umuda sahip ablaya sahipsiniz. Tanrıya teşekkür ederiz.Bizi umutsuz bırakmadığı için.Yüregimizdeki kasırgaları sabırla dindirmemize vesile olduğu için.
Esmer bakışlı kadınlar yüreğimizi deler.Hani şair demişya ‘illaki esmer olacak ‘ Evet esmer umuttur topraktır sevdanın bereketidir.Esmer kavuşulması zor sevgilidir. Ah esmer kadınları gecenin.sizi yaşamaya davet ediyorum.Kırmayın beni.izdüşümümde sizlerden bir renk olsun. Mavi yakalı fabrika işçilerinin hikayesini anlatın bana .içinde yalan olmayan hikayeleri.
Birazdan sabah olacak.Uykusuz hastalar yorgun ihtiyarlar Mahkumlukları karanlık gecelerin loş ışıklar altında saklanılan hayatların. Hepsi vazgeçecek mateminden güneş doğacak.Ankarada üniveriste hastanesinin dokuzuncu katındaki onkolojik hastalar bir kış sabahında pencereden baktıkları şehrin suliyetinde yorgun devlet memurlarını görecekler sokaklardaki otobüs duraklarında.Dış kapıda pavyon ışıkları ezik kalacak güneşin o umutcul ışığının gölgesinde.Bense şuursuzca bekliyorum gençlik parkının köşesinde kimi beklediğimi bilmeden ilerde ulusun kadim Atatürk heykeli umutlandırıyor ruhumu.Bir heykel çok şey anlatır.Bunu şimdi anlıyorum. Sonra o kasvetli yolculuğum başlıyor Ankara oluyor ruhum.
Her şeyin yanlış olduğu bir çağda bir sen bana doğru geldin.Aldım seni kabullendim.Sert bir kişilikti yüreğin. olsun ben seni öyle sevdim.Yada sevmedim kabullendim.Sana sözcükler ektim ömrümce kırmızı gelincik sözcükler.Öldügümde mezarıma dik olurmu onları .Öldügümü söyleme bana !
Baharda aşık olmak güzelmiş öyle derler.Birde ölmek var baharda doga canlanırken çiçekler açarken kuzular koşarken sevinçle .Ölüm daha bir zordur baharda. Huysuz erkekler gibi çekilmez olur hayat.Kadınlarında çekilmezi vardır,Ama kadın bir gülümser.Hadi der yemek hazır.Çayda demlendi.Yeniden anlamlı olur hayat. Gülmek kadına yakışır.Şöyle edeplice sevmek gbi.Mabedleştirir kadın bulunduğu mekanı.Ama çekip gitme sakın dessekte gidende olur içlerinden geride kendini bırakır yüreği.Aslında giden kadın hiç gelmemiştir.Sizin olmamıştır hiç. Yinede severim baharı ilki sonu fark etmez.
Onsekiz Aralık 2011 Alanya devlet hastanesinin acil servisinin kapısındayım ,genç bir hekim yanıma geldi, ablanız bize geldiğinde vefat etmişti ,dedi ! bu haberle koca bir ömrü umutları karanlığa gömdüğünü nerden bilecektiki. Eve gitsem artık o damlataştaki alt zemin dairede onu bulamayacaktım, Yanlızlıgım o gün yüreğimi parçaladı.Hangi şiir anlatabilirdi bu acıyı .Hangi hikaye böyle hüzünle koyabilirdi son noktayı.Bir hayat böyle yaşandı.
Altay dağlarından esintiler taşır ruhumuz gelir karaca dag olur erciyes olur,agrı olur. Toroslarda tüter dumanı anadolunun.Saçları boncukla örülür türk balalarının.Anadolu olur yurdun adı.Sevdalara açıktır umut.Gökyüzünde dolanır ay yıldız .Allı bir gelindir adı.Yörük çadırlarında bişer közde kahve.Yüreklerde demlenir acıları. Biliriz türk ahlakı yiğitlik kahramanlık üzre kuruludur.Geçmişten günümüze yiğitler besler koynunda bu topraklar.Gerekliliginde var olmak için.Türk yüksek karekterli ve temiz kalplidir türkün otağının ana odağı türk kadınıdır kuşkusuz. Hiç şüphesiz türk kültürüde diğer kültürlerden etkilenmiş onları etkilemiştir.Türk olmak üst olmak değildir var olmaktır. Dünya kültürünün en önemli kaynak varlıklarından bir kültüre sahip olduğumuzu söylemek afaki olmayacaktır ! Türkleri var eden ana hücre şüphesizki ailedir.Aile türk toplumunun temek varlığı olarak toplumun odak noktasında durmaktadır.Bunu perçinliyen kavram Türkçemizdir.Türkçe türklügün kılıcıdır. onu güçlü tutar.Bu kılıçtırki halk kültürünü ileriye taşır .Var eder. Dünya medeniyeti bir kavimler medeniyeti olduğuna göre bizlerinde bu medeniyete katkı verdiğimiz açık bir sonuç olarak önmüze çıkmaktadır. Bu durum bizi diğer toplumlardan üstün kılmadığı gibi geriyede ötelemez.Biz dünya kültürünün bir paydaşıyız. Durum bundan ibarettir.
Ben karanlığa saklanırım.zulam gecedir benim.Biraz korkarım kendimden çok kadınlar özler tenim.Çok kadınlar kovalarım.Sonra bir ekmek alırım köşedeki fırından öyle sıcak buharı üstünde olmayan en bayatından.Özlerim ben konuşmak istedimmi ölülerimi.Anlatmam kimselere. Para pul ev bahçe ne varsa bu dünyalık benim dışımda. Hikayeler anlatırım sokak kedilerine. Esmer tenli kadınlarla arkadaş olurum.Sonra hastalanırım ben .Kendimce hastalanırım kitaplarda yazılmaz benim hastalıgım.Ürkek ördekler gibi korkarım anlatmaya kendimi.
Korkuyordu niçin korktuğunu bilmeden .Yaşam korkuyla nefes alınacak köhne odalara saklanacak perdeleri kapalı evlerde ömür tüketilecek bir hikaye yaşatmazdı insanlara.Sosyal bir varlıktık .Sokaga çıkıp insanların arasına karışmalıydık.Oda öyle yaptı üzerindeki o mistik çekinceyi bıraktı kendini sokaklara attı.Bir kaç hafta sonra elinde bir kitaplarla dolaşır olmuştu sosyalizim işçi sınıfı .Miliyetçilik türk islam ülküsü birbirine zıt görünen fikirleri taşıyan kitapları koltuk altına sıkıştırmış kendince ortak arayışlar peşine düşmüştü.Çok geçmedi kendisini o kitaplarla tanıştıran o topluluğun arasında kendince bir saygı edinmişti. Gerçi huzursuzdu geçen gece o topluluğun içinden sarı saçlı kara gözlü kısık sesli olan hiç konuşmayıp dinleyenlerden birini polis evinden almış sorguladıktan sonra serbest bırakmıştı. Emek adalet eşitlik hala korkutan sözcüklerdi.İbadet hanelerde kanaat etmeyi telkinleyen din adamlarının kendileride içten içe bir şeylerin yanlışlığını görür gibiydiler.Yinede Tanrının ilahi adeletinin bir gün tüm insanlara huzur vereceği kanati hepimizde mevcuttu.Bunun için bize verileni iyi kullanmalıydık yani aklımızı.
Şarkılar söyledi ölüm,Acı şarkılar perdeleri karanlık bir odanın içinde geçti yoksun ve çileli ömrü. Kor bir ateş vardı yüreğinde gecenin yakar dururdu umudu.Sonra çok geç kaldı her şey .Gel diyordu o yosma kavgaları sabahın.Korktu terk etmişti o tahta kapılı yedi numaralı evi. Sonra unvanlı makam sahipleri kendilerini o makama laik gören otoriteyi saygıyla selamladılar.Şöyle alacalı bir fotoğraf arkalarında gülümsediler yalanlarına kavgalarının. Her şey duruyordu işgaller yırtık papuçlu kadınlar yetim hanelerde yoksul çocukları hayatın.Akrep yelkovan sokak satıcıları ve beyez önlüklü doktorlar hepsi durulgan bir anın içindeydiler.Bir hareket eden Ankara Diyarbakır istikametinde güneydoğu ekspiresi vardı Güneşte parlayan demir yollarının üzerinde esmer bakışlı bir kadın gibi yol alıyordu Anadolunun boz kırlarında. O küşetli kompartumanın yalnız yolcusu.Bırakı vermişti umutlarını Ankara cebecide.Yada hiç umutlanmamıştı hiç sevmemişti seten elbiseli o kadın bakışlı umudu. Neydi kimin nesiydi onu yorgun bırakan ölümleri niçin yalnız karşılamıştı.Sonra bir gün o çıktı gel dedi umudum ol.Korktu gitmedi. Bırakamadı o kırmızı çizgili lokomatifin çektiği kompartumanı .Deri yeşil bir perdesi vardı penceresinde. Hiç açılmadı o perdeleri .Anadolu hiç böyle mazlum bırakmamıştı evlatlarını.
Tanrının istediği vakit çekip gideceğiz bu yalan dolandan Her şeyin bilinmezlkte saklandığı o karanlığa.Geride kalanlar bir müddet daha yaşar görünecekler. Sonra büyük bir acı kaplayacak kemiklerini toprakta. İki melek sorgulayacaklar aç yaşamış bedenlerini yitişin.Tanrı bekliyecek o büyük günü . yer gök dağılacak . Uzakta bir yerlerden kilise çanları ve ezan sesleri gelip bulacak umudu. kefenlerini kabirlerinde bırakıp dolanı verecek tüm ölüleri yitikliklerin. Gök yüzünde bir ışık belirecek.yırtacak karanlığını çaresizliğin.Oruç tutanlar sular içecek zemzeminden cennetin.Bir soytarılar köhne bakışları ile bekleyecekler korkuyla. Kadınlar önce olacaklar orda evlat acısı görenler. Mazlumlar. Şairler sözcüklerden vaz geçecek .İnce narin topuklu özlemleri olacak genç erkeklerin. Bende olacağım orda sende olacaksın.Küçük bakışlı bir kız çocuğu gülümseyecek gök yüzüne bakıp.Gök yüzü başka bir gök yüzü toprak başka bir toprak.
Adalet mahalede komşumuzun karısının adıydı.Sonra anladık anlamını,Eşitlik hak güvenlik paylaşım .Sosyal hayatta oluru beklenen her şeyin kalıplaşmış haliydi adalet.Ama her şeyde bir adaletsizlik vardı .Lüks konutlarda oturanlar mütevazi sığıntı evlerinin kirasını ödeyemeyenler.Unvan makam sahipleri ve makamlara el pençe duran bireyler. Sizce şatavatlı bir makamın koltuğunu işgal edenin o makamın kapısında mesai harcayan bir başkasından neyi üst.!
Kartallar yükseklerde mekan tutar ama karınlarını yerde ararlar ! İnsanlarınsa ayakları yere basmalı hayelleri göklerde dolaşabilir.
İmkan olsa öldüğümde gök yüzüne gömülmek isterim.Orda yıldızların altında yıldızlara yakın.İhtimal gülümserim yer yüzündeki çocuklara .Onlara hikayeler anlatırım belki.Onlara içimizdeki sevgiden söz ederim belki .Esmer bakışlı işçi anneleri anlatırım onlara. Ama toprağın altında korkarım ben kimselere anlatamam hikayemi gecenin olduğunu sabahın güneşini kimselere söyliyemem. Sonra çocukça korkularım depreşir benim ferud piskanaliz uygular ruhuma.Sonra ben kaçarım binip atlı arabalara. O yağmurların çokça yagdıgı kasabalara. Mevsim nisan mevsimidir.Kırmızı bir gelinciktir umut.
Kırmızı güllerin açtığı bir aşkı yaşamak isterdim.aşk hastalıktır biliyorum.senin yanında hastalık neki ölmek isterdim !
Yaşamak zor bir süreç .ekmeklerini ıslatıp sevgiyle bölüşmeyi başarmak gerekir. Yolculuklarını garip yaşadığın kervanlarda kolaymı susuz umutsuz yürümek.
Kimseye mahkum olmadan kendimce yaşadım ben,kendimce ettim ibadetimi günaha kendimce girdim.akdenizi izledim kıyıda bir yerde acıktım biliyorum şurdan bir simit almalı ve çekilmeli bir kıyısına hüznün.
Akıp giden bir nehri bataklığa dönderen bir cehaletin içindeyiz. Yirmibirinci yüzyıl bu ülke için belirsizlik taşıyor koşar adım uçuruma yuvarlanan bir kaya parçası gibiyiz. Bir yerde durulmamız lazım. Bu ülkenin çocukları yirmiüç nisanları güleç yaşamalı.
İşte yine aynı dikenli Taşı yollar aynı yetmezlikler korkular. Yaşamdan kendine hiçbirşey katamamış insan yığınları.En büyük acı cehaletin egemen olduğu bir kümenin içinde olmak oluyor.
Tüm ağaçlar birlikte ormanı oluştururlar. Birlikte yüksellirler gökyüzünün güneşinin ışıklarına. Arılar bir çiçekten değil bir çok çiçekten beslenirler bal yapmak için toplumlarda öyledir bir çok farklı görüşü içlerinde yaşatıp harmanlayabildikleri ölçüde toplumlar çağdaşlaşır. Yaşamı içlerinde olgunlaştır. Hayat sizi sürükler kendi yolculuğunda esas olan bir izinizin kalmış olması yaşamda kültür dediğiniz nedirki yaşanılanın izdüşümü degilmi.
İnsan hayatında çaresizlik çok büyük bir ızdıraptır.Ölüm dahi onun yanında masum sayılır.Çünkü ölüm için ‘Tanrının takdiri ‘ denir .Ruh bunu kabullenir ama çareziligi ruhunuz tanımlayamaz.
erince korkular taşıyor ruhum,çalan her telefon acabalara gebe ,ve sen yoksun .Hücre en isyancı hikayesinde ölümün,soluk benizli yerli gözlerinde,bence her şey yalan olsa ne çıkar ,yalanda bir gerçek degilmi.Kaç erkek utandı histerik yanılgılarından kaç bebek dünyaya geldi,kaç hasta tüketti son nefesini,kaç doçent profesör oldu,kaç anne süt verdi çocuğuna, kaç çocuk annesiz kaldı,sofralarında kaç ailenin zeytin yoktu bu sabah, kaç cahil sırma taktı boynuna, güneş kaç milyar ışık saçtı ögle üzeri,kaç dişi yanlız yıkandı sularında ömrün,kimler hatırlandı bu sabah,şirinin oglu serdal niçinlere kaç kez yanıt bulamadı,hep maskeler taşıdı asalak yüzler ,kardeşce olmak anlamsızlaştı ,ankarada unuttu yanlızlıgımı,Bir sıcak çaya hasret ruhum ,en heybetli dagların ötesinde ,bir ölüm buldu bir ölüm,girilmezdi artık o evlere ,toprak damlı bir evdi yaşadıgımız ,toprak damlı evde yaşıyanlar toprak olmuştu işte.
Herkesin kendince bir acısı vardır yüreğinde onu olgunlaştıran isimsiz yolculuklarında ona yoldaş olan. Yaşamda iki tip insanla karşılaşırsınız birincisi mazlum ve yerekli ikincisi sünepe ve yozlaşık.Siz birincisine yoldaş olmaya çalışın. Düz yollarda herkesa yürür.Önemli olan tozlu topraklı dikenli yolarda yürümeyi başarabilmek. Her sabah güneş doğar ama her mevsim güneşin sıcaklığını hissedemezsiniz.Yolculuklarda böyledir izleri kalır geride bırakıp gidilenin sizinle geldiğini anlarsınız vakit geçtir artık.Ömür tükenmenin arefesindedir.
Hani o iki küçük odası olan demir yolu lojmanlarında.Her gün camlarını sildirir isleri tirenlerin.Agaçtan bir bahçe kapısı olur daim açık olan.Kırmızıdan bir baş örtü takmıştır umut.
Şimdi hazan mevsimindeyiz eğreti duruyoruz hayatta.Hani ölüm ansızın gelir derlerde bilmezler yanı başımızdadır O .Köhne bir köy evinde saklanır yalan pencerede tahtalı dağının heybetli görüntüsü.Küçük hikayeleri köylü yaşamlarının. Özgürlük işçiler ve çiftçilerin heybesinde mayalanır
Kısrak bir gülüşü vardı hayatın.Biraz alaycı,biraz korku salan.Köhne bir ömrü kendine mesken tutmuş bir sığırcık gibi ürkek yaşadı durdu o kadim şehrin toprak damlı evlerinin saktıgı sokaklarında.Sonra ne oldu biliyomusunuz tüm türk töresini görmezden gelen dişiliği onu günaha sokaktu gitti ömründe hiç ata binmemiş hiç kılıç salamamış bir kara çobana yoldaş oldu anadolu bozkırlarında. Sonra ne yaptı biliyormusunuz koca ömrü bir kara çadırda yörük kızına mahkumlaştırdı.Hiç çıkmadı sözünden .Güneşin saklandığı zamanlarda sevişti umuduyla. Sonra güne karşı uyanıp uykusundan keçilerinin sütünü sağdı.Anadolu daha acımsamamıştı umudunda ruhun. Düşündü bu keçilerin hepsi onun olamazdı .Buna hakkı yoktu . Tüm çocukları içmeliydi bu sütlerden .Sonra buğday başaklarının arasında kırmızı gelincikleri demet demet yapıp baharda tüm daga yamaca dağıtmalıydı sevincini .Gelen bahardı çünkü. Ölüm uzaktı şimdilik.
Çiçekli kahve fincanını ters çevirdi birşeyler mırıldanıp yüz üstü altlığına kapatı verdi. Kimbilir neler çıkacaktı çizgilerinde kahve peltelerinin. Kahve fincanının soğumasını bekledi.Sonra fincanı eline alıp gözleri ile içindeki çizgileri tanımaya çalıştı.Karmaşık çizgilere bir anlam veremiyordu .Falcılıkta gerilerde gibiydi. Bugün iyi geçmemişti günü bir din görevlisinin arapça sevdası onu tartışmanın içine sokmuş.Türkçesini savunmak zorunda bırakmıştı.Türkçe benim ana dilim dedi ulusumunda milli dili. Arapça diğer dillerden Türkçeye bulaşmış sözcükler Türkçenin hükümdarlığını benim ruhumda gölgeliyemezdi. Tüm dinlerde kendine bir yer bulabilirdi onun tercihi mümlümanlık olmuştu. Bu onun Araplaşmasının mecburiyeti olamazdı. Kendi diline kendi kültürüne muhaliflik ihanet değilse büyük bir gaflet degilmiydi.
İnsan enerjisi bireyi yaşama bağlar.üreme gelişme yansıma veri oluşturma (Sanat ) Tüm bunlar yaşamın sürecinin bir doğal sonucu olarak düşünülmelidir.
Libido insan yaşamının temel ateşleyici olarak düşünülüyorsa .Bireyin yaşamının oldukça çetrefilli bir yolculuğa mahkum olmasına şaşmamak gerekir.Kimbilir bizler belkin neslin devam etmesi için gerekli mahkum zavallılar olabilirmiyiz.
Bir şehirin kıyısında tiren yoksa o şehir eksik demektir. tıpkı deniz gibi. Gidenler unutmuştur o şehri. Kapı önlerinde bekler hasret yosma bir acı deşer yüreğin yarasını. Sonrası hüzündür yaşananın.Yalpalar umutlar omuzları çöker gecenin.Bilirmisiniz tirenler önemlidir sizi alır bir yerlere götürür.Zaten ruhlarımızda pek durmayı sevmezler dolaşmak isterler.Nehirler ovalar heybetli dağlar tüm bunlar insan ruhunun sakinleştirici yoldaşlarıdırlar.İnsanlar günümüzde olduğu gibi dev binaların köhne odalarına mahkumlaştıkça ruhlarının kasvere büründüğünü anlamazlar bile.Belkide şehirlerdeki kaba saba insan davranışlarının içselinde bu mahkumiyetin patolojik varsalı yatmaktadır.
Bireyin kendi kavimini sevmesinden kendi kültürünü hoşnutlamasından daha doğal ne olabilirki.Acunda insanlar kavimler içinde yaşarlar .Biz türkler bu topraklarda binlerce yıldır dünyanın bir çok coğrafyasında olduğu gibi varmışızdır.Bizim ulussulugumuz kendimizi diğer kavimlerden üst görmekle ilgili bir şöven duygu degilidir.Bizler Türk olarak dünyanın diğer kavimlerinle eşitiz.Tarihin sarp daglarınında bizim rüzgarlarımız esmiştir.Bizim atlarımızın nal izlerini boz kırlarda görmek zor bir durum değildir.Bireylerin olduğu gibi kavimlerinde karekterleri vardır.Türk kavmi mert fedakar aile odaklı bireylerden oluşur.Türk ulusalcılığı yüksek yurt sevgisi ve milli varlıkla özdeştir. Burda şu gerçeği görmek durumundayız Türk ülküsü ve türk devrim bilinci (yenilikçilik ) birbirine zıt olgular değildir.Bu iki olgu birbirini tamamlayan sosyolojik bir gereksellik olmaktadır. Ulusal varlık ve halkın emeğinin kutsandığı bir ekonomik yapı halksal boyutta adalet eşitlik ve emek gerekselinin öncüllüğü.Toplumsal armonimizde bu ahengi yakalamak bizi çağdaş bir ülke konumuna getirecek olan ana açı olacaktır
Tanrı bilir sevgi yüreğindedir bu toprakların insanının. Nehirleri cömerttir bu toprakların rüzgarlarda özgürce savrulur saçları kadınlarının. Esmer gözleri vardır umudun.Bakışır dururuz hüzününde şu yaşam denen hikayenin.
Günümüz toplumları iletişim ve ulaşımın bir sonucu olarak içsel etkileşimi birbirlerine yansıtmaktan (evrensel kültür )olurluluga ulaşmaktan norm insancıl değerleri olgunlaştırmaktan biçare olmamakla birlikte süreç seviyesel olarak her toplumda farklılıklar göstere bilmektedir. Demikrasi paylaşım katılımcılık ve ortak aklı mekanizması çağdaş toplumlarda varsallıgı esas olan bir gereklilik olarak karşımızda dururken .Bir çok toplumun bu sürece katkı vermek bir yana tökezleme sürecinde olduğunu gözlemlemek sık karşılaşılan bir durum olmaktadır.Toplumlar ortak iradeyle katılımcı yönetimlerde çağdaşlığa ulaşabilmekte hukuk varlığını olgunlaştırmayı başara bilmektedirler. Bir çok sıkıntının içselinde bu düzeyin gerisinde olmak yatıyor diye düşünülebilir. Demikratik laik sosyal huku devletleri bu değerleri içselleştirip piratige uygulaya bildikleri ölçüde saygınlığa ulaşabiliyorlar diye yorumlamalıyız. İyiyi ve güzeli aramak doğru bilgileri görmek bunu benimsemekle ilgili bir durum oluyor. Tarih bu sürece katkı veren ulusların izdüşümünü daha bir parlak görüyor kuşkusuz.!
Özgür olmaktansa bağımlı olmayı tercih ediyoruz.Özgürlük cesaret ister çoğulumuz bu cesareti gösteremez.Dogrusu çoğumuz özgür olmaktan korkarız.
Bu gün bir mayıs 2022 : Milyarlarca emekçi dünya üzerinde yaşam mucadelesi veriyor .Ne çareki günümüzdede emekçi kesimler köylerde şehirlerde kapitalistlerin insafına bırakılmış 0luyorlar.Çogunlugumuz emek mücadelemizde yıkıcı düzenin mahkumiyetini yaşıyoruz.Bir düzen nasıl yıkıcı olabilir. Size insanca yaşama hakkı tanımayan barınma gerçinme öğrenme gezme nefes alma şansı vermiyen doğal sevisel yaşamı ilkelleştiren insanlarını ezmeyi marifet bilen yapılar yıkıcı düzenler oluyorlar. İnsanlık bu çarkı kırmakta pek başaralı olduğunu hissettirmiyor.Bir mayıs emekçilerin dayanışma gününde ortadaki tablo bundan ibarettir.Ben işçi kadınları severim !
Türk ulusunun yazılı olmayan güçlü bir edebi kültürü var.Bunu türkülerde destanlarda kültürün özünde görüyoruz.Türküler türk ulusunun toplumsal kartviziti gibi yüreğimizi ilmek ilmek işliyor. Türk olmanın keyfini yaşatıyor (kültürel boyutta ) ‘isterdim yakın olam ,felek saldı ıraka ..!’ Ah o ıraklar bayramlarda daha bir acıtıyor yürekleri. Birde vakitsiz ölümleri vardır hayatın bir bayram arefesinde bir umudun yeşerdiği bir anda bir kırmızı gülün açtığı bir yaz güncesinde aniden geliverir ölüm. Hazırlıksızdır geride kalanlar bu acıya daha bir kaç dakkika evvel konuşulmuştur Evde yapılacak bayram tatlısına alınacak cevizin miktarı. Ama ölümdür bu tüm dağları ovaları nehirleri gece lacivertinin yıldızlarını burda bıraktırıp alır götürür sizi meçhuliyete. Yaşam gökkuşağında olmayan bir renkle boyamış olur umut penceresini adı karadır kaderin.
Türklük büyük bir kültürün üyesi olmaktır.Değerlerini benimsemek yaşaması için uğraş vermek kanıksanancak bir durum değildir.Ruslar ,Almanlar,İngilizler ,fıransızlar din şemsiyesi altında araplar kendi yaşam biçimlerini dikta etmeyi kendilerince hak görürken biz türklerin türklügümüzün bilincinde olmaması büyük bir gaflet olmazmı.Diger taraftan ekonomik model olarak işçi köylü etkenli bir halksal ekonomik modeli benimsemek kültürel olguyla niçin ters düşsün.Bu süreci anlamamız lazım.ülkesel olarak ulusal bilinç ekonomik olarak emekçi bilinç ortak nokta denge. Ülkenin çağdaşlaşma sürecinde birlikteliği sağlamayı başarabilmeliyiz.
Demikrasi denetlenebilirligi önemser .Bu denetim olgusu hukukla belirginleşir.Bireylerin denetimiyse ahlakla biçimleniyor.Demikratik yapılarda kamu otoritesiyse hukukla kontoral altında olur.Siyasi güç hukuğun çizgileri içinde meclisce denetlenir.Yönetim halkın temsilcilerinin oluşturduğu mecliste kendi meşrutiyetini belirler.Denetimden ve yasların çizgilerinden esnekleşitirlmiş bir yönetim biçimi demikratik ve meşru bir konuma sahip olamamaktadır.Demikrasi biliyoruzki seçimlerden ibaret değildir.O süreçte sadece bir araçtır.Demikrasiyi ve meşrutiyeti hukuk sağlar.Hukuk demikrasinin ahlakıdır diye düşünebiliriz.Neyse bırakalım demikrasiyi ben seni anlatayım sözcükler.Ben seni kırımızı gelinciklerin arasında buğday başaklarının arasında sevmiştim.Nasılda aydınlıktı gök yüzü hatırlarmısın.Her şey diyarbakırdı sanki dicle nehri karaca dag.Saçlarında savrulurdu başakları buğday tarlalarının gök yüzünde yıldızlar ışıltılı bir geceyi müjdelerdi.Sen nasılda gülerdin gök yüzündeki umuda. Ah sonra çekip gitmeler oldu o kadim şehirden.Dönmedim geri pek sevmem geriye dönmeyi bir gençlik gününde Ankara olduk ikimiz bilirsin.Cebecide kırmızı tuglalaı evde ,kırmızı etekli bir kızdın sen.Saçları örülü yeni yetme ünüformalı öğrenciler gibiydin. Hiç sevmedim seni ben.!
Güçlü erkek bence yalnız kalmayı becerebilen erkektir.Ama çoğunluğumuz libidomuzun bizi mahkumlaştırdıgı evliliği tercih etmişizdir.Çocuklar torunlar ihtiyaçlar beklentiler ve toplumun size yüklediği ‘baba ‘ zorunsallıgının yükü. Korkarsınız kendiniz olmaktan kendiniz için yaşamaktan .Olası sorumluluğunuz kutsal bir göreve dönüşmüştür.Günahtır sizin bu görevden kaçmanız .Sınırları çizilmemiştir bu sorumsallıgınızın. Evliligi es geçmiş bir erkeğin kaybedeceği bir şey yoktur .Yada çok şey kaybetmiştir haberi yoktur.
Çok ölümler gördü yüreği .Çok kadınlar sevdi .Hepsi ıraktı sevgi rüzgarlarına.Kırmızı bir toprakta sessizce tükendi bedeni gözleri yorgun umudun.Biliyorum sevdalarda geçicidir der şairler. Tanrı yorgun bırakır yolculuklarında göçkün serlerini kavgalarımın.Niçin dedi niçin ekemkleri eşitçe bölüşemedik.Tanrı niye bizi sevmedi .!
Esmer sevgil,gözlerini kaçırma benden.Ben senin için nefes alıyorum.Senin için dolaşıyorum boz kırlarda. Bugdaylar ekiyorum ruhumun tarlalarına. Hadi gel özlüyorum.Biliyorum çok kanattı ruhumuzu acılar .Ben özlüyorum seni .Matametik gibisin sen. .Topluyorum çıkarıyorum seni geriye pek bir şeyler kalmıyor.Çarpıyorum bu defa çarpılıyorum.
İnsan denen varlık ölüm onu yitikleştirene kadar şu fani dünyada nelerle karşılaşıyor.Haksızlıklar sömürüler,arzular histerik arayışlar eğo her şey insan denen varlığın beyin içselinde ruhunu törpülüyor.En güçlü olduğunuz anda tanrı size çaresizliğinizi hatırlatıyor.Yada aksi oluyor en mazlum olduğunuz bir anda size bir kapı açıyor.Birey özellikle bu ikincisinde denendiğini sınındıgını anlamış oluyorsa ayakları daha bir yere basıyor.Gerçekçilik sizin hayal kırıklığına ugramınıza set çekiyor.İki saniye sonraki durumumuzdan bi haber yaşarken aylar yıllar sonrasının rotalarını düşünmek pek gerçekçi olamıyor.Yaşamak anlık bir şey !
Soyut yaşıyoruz sıkıntımız bu olsa gerek.İşin aslı somuta ulaşmak için bir çabamızda olmuyor.Acaba tanrı kendisiylemi savaşıyor.Yoksa bizmi tanrıyı anlayamıyoruz.İçimizdeki şeytansı arzuları niçin ruhumuza nekşetmiş bir tanrımız var! Bizi günaha kuralsızlığa mecbur bıraktırıyor.Sonrada biz bunun hesabını vermenin acizliğini yaşıyacagız. Bir kıldan ince sırat köprüsünden geçip keyfe ve rahatlığa ulaşmakta zorlanacağız.Bakıyorumda insan ruhunun sevdiği bir çok şey dine uygun değil.Peki dine uygun olması için biz ruhumuzun isteklerinden vazmı geçeceğiz.Farz edelimki geçtik bunu nasıl başaracağız.Hepimiz istemeden geldiğimiz bu yaşamda insanca hakça eşitcil bir yaşama niçin sahip olamıyoruz.Tanrı niçin bu karmaşık dünya düzeninde bizi yalnız bırakıyor ! Yada tanrı bize yolu göstermişte bizmi görmezden geliyoruz.Adil davranmak lazım gerçi Sokrates sorar ‘adil olan her şey dine uygunmudur ? ‘ yada adil olan her şey dine uygun degilde bir kısmı dine uygun bir kısmı degilmidir ! ‘Tanrı hakkında düşünmek hele konuşmak pek istenilecek bir durum değildir. Çünkü için özünde korku ve çekingenlik vardır .Korkunun olduğu yerde özgürlükte mümkün değildir.O zaman bizim tanrı hakkında konuşma özgürlüğümüz olamaz.Tanrıya inanırız ve onun bizden hoşnut olması için gösterişli mabedler yaparız.Bize doğru yolu gösterdiğini düşündüğümüz din adamlarına saygımızın özünde bu durum vardır.Bu durumu sorgulayamayız. Korkunun olduğu yerde yetmezlik vardır.Utanç duyulur bu utanç tabiki her korkuda ortaya çıkmaz düşünsenize bir büyük hastalığa muzdaripsiniz ama bundan korkar ama utanmazsınız.Hasta olmak sizin elinizde olan bir şey değildir çünkü.
Otoriteye baş kaldırmak sizin cezalandırılmanız için gerekli sebep olabilir.İnsanlık tarihi bu gibi durumlarla oluşmuştur.Düşünen ve sorgulayan insan daima tehlikeli bulunmuştur. O zaman düşünmeyelim yiyelim içelim sonra her şeyi önemsizleştirelim ! peki o zaman kültür nasıl oluşacak insanlık değerleri nasıl gelişecek.Aynı şeyleri hayvanlarda yapıyorlar üstelik kendi dialektiklerinde bizden daha özgürler.Gök yüzünde dolaşan bir kartala kimlik soran bir polis göremezsiniz.Yada bir tavus kuşu renkli kanatlarını açarken kimsenin koyduğu yasaları dikate almaz.Canı ne zaman isterse o görkemli şatavatını gösterir.Tanrı ona bu hakkı vermiştir.Biz insanlar öylemi evet doğanın en şerefli canlılarıyız.Ama öylesine yasaklara günahlara korkulara açıgızki şeref ruhumuza pranga oluyor. Ah dostum söylediklerinden hiçbir şey anlayamıyorum demek pekte yanlış olmayacak bizler için.!
Sağduyu nedir.Bedeninize teslim olmamak onu denetliyebilmek histereik şehvetin karanlığında tükenmemek. Paylaşmak benle bizi bütünleştirmek.Sizinle olmak olabilmek. Bildiklerini anlatmak ama bildiklerinin doğruluğunda ısrarcı olmamak.
Bu dünyada sevgiye en çok laik olan insanlar annelerdir .Anneler evlatları için her türlü fırtınaya göüslerini siper ederler. Onları babalar takip eder.Aslında babalarda anneler kadar yakındırlar evlatlarına ama bunu çoğumuz anlamakta zorlanırız.Ne zamanki ölüm gelir çok şeyi anlatır yüreklerimize ama çok geç kalmıştır her şey. Geç kalan herşeyin hiçbir anlamı kalmaz!
Size bir şeyler verebilenlerle arkadaşlık yapınız.Sizin enrjinizi alan yalaka sünepelikleri kendi daireniz içinde tutmayın .Kümenin içindede olsanız bir birey olerak kendi duruşunuz olmalı.Kümenin elamanı olun ama kölesi olmayın.İnsan denen yaşamsal gerekçe olarak zaten tanrısına karşı köleliğini (kul ) kabullenmiştir.Tanrının dışında bir şeylerin itaatına mahkum olmamalıyız.Onun için yasaların bizlere nefes alma hakkı vermesi gerektiğini düşünmüyormuyuz.Adalet özgürlük ve sorumluluk hep bunlar birbiri ile bağıntılı olgular degilmidir.Birey yasalara uymalıdır.Yasa yapıcılarda bireyi anlamayı onu kabullenmeyi kendilerini üst olarak görmemeleri gerektiği bilgeliği kendilerine uzak tutmamalıdır. Belki o zaman her şey daha güzel olacak.!
Ahlak her zaman size mutluluğu getirmez.Ama sizi doğruya ulaştırabilir.Ahlaklı olmak içinde bilgelik gerekir.Birey var oluş bilincinde olmazsa bilgeliğinin yolculuğuna katıksız çıkmış olur.Açlıksa sizi ahlaktan soyutlar.Tanrı içgüdüsel duygularlımızla bizi bedenimize bağlı kılmıştır.Bu yaradılışın bir sonucudur.Mademki biz bu bedene yaşamımız boyunca mahkumuz önümüzde iki yol vardır ya bedenimizin arzularına mahkum olup arsızlaşacağız yada o bedeni olgunlaştıracağız her iki durumdada ruhumuzun incineceğini rahatlıkla söyliyebiliriz. İşin özü yaşamak gerçekten bir içsel kavgayla tükenecek gibi.
Bir çok şeye geç kalmamızın nedenide biraz içimizdeki korkudan olsa gerek .Korkuyormuyuz ? Evet korkuyoruz.Kendimizden duygularımızdan yaşadığımız toplumdan aç kalmaktan hapse girmekten belkide çaresiz bir hastalığa muzdarip olmaktan.Halbuyki biliyoruzki tüm koykularımız yaşamın bu dönemine ait birde diğer yanı var ‘ öldü ‘ dediklerimizin meçhuliyeti bizimde aday olduğumuz o muaazzam ölüm gerçeği !
Nar çiçeklerini bilirmisiniz çok sevilesi çiçeklerdir onlar .Kır çiçekleri gibi hanım elleri gibi sizi aşık eder gülün ettiği gibi tüm yaban kadınlarına gecenin.Tekir ovada eşimin annesine ait evin çitlerine yoldaş bahçede altı yedi nar ağacı vardı anne yan komşuya kızınca tümünü kökleyi vermiş güzelim kırmızı nar çiçekleri artık açmıyor o evde ! Tıpkı yılların dut ağacı gibi onularda yitikleşti artık .Gittigimizde gözlerimiz arasada geriye bir hiçlik bırakmışlar.İnsanlarda böyledir ansızın yiterler geride kalanlarda bir hüzün oda tıpkı sevdalar gibi geçicimidir nedir .Hani deriz ya hayat devam ediyor.Etsin bakalım !
Ah esmer ölümüm yanında olsun isterim ,
ölürken bakma gözlerime bırakıp gidemem seni
kötü olurum ölümden önce !
Tanrıyı kabullenmeyenler ya bu görüşte samimi değillerdir( ! )yada sorumluluk almak istemeyip özgürlüklerini yaşamak isteyenlerdir.Tanrının varlığını kabul etmek bireyi mahkumlaştırır. (kul – köle ) eder.Ölüm varsa Tanrı vardır yada olmalıdır demiştik. Ölüler ya hiçbir şey hissetmezler yada çok şeye şahit olurlar bunu ölünce göreceğiz belkide bu değişimimizden memnun kalacağız. Yinede ölüm sonrası tanrının bizlere eziyet edeceğini düşünemiyorum .
Yönetenleri biz seçer görünüyoruz .Ama gerçek öyle olmuyor onlar kendilerini seçtirmek için her şeyi mubah sayıyorlar. Seçilincede kendi hükümdarlıklarını kuruyorlar.Gelişmiş demikrasilerde tüzel varlık bunu sınırlıyor Devlet varlığının yurttaşa bağlı olduğunun bilinciyle örgütlenmiş oluyor.İlkel toplumlarda durumun böyle olmadığını çok iyi biliyoruz. Aslında demikrasi saçları kurdeleli kız çocuğu gibidir büyümeyi bekliyor .Bunuda her zaman başaramıyor.!
Yarın sabah tekrar kılınige gideceğiz diye açıkladı,gideceğiz deyince öyle kapı komşu iki sokak ötesi bir yere gidilmiyor ! tam yüzotuz kilometre yol kat edeceksiniz.Yogun bir mekanda sıranızı bekleyeceksiniz ,tam kan sayımları pet bt çekimleri biyopsi sonuçları birbirini takip edecek.Yogunluktan yorgunlaşmış ruhuyla tabip (yada hekim,doktor ) unvanın verdiği yüksek güvenle dosyanızı gözden geçirecek yada ona bile ihtiyaç görmeyecek size bir iki dakikalık bir zamanla sonuç vermeye çalışacak ! Onkaloji hastaları için zor bir kulvardır tıpkı hayati tüm organların yetmezlikleri gibi sizi çaresiz bırakır.İsyankarlaşmış hücreler sizi hüzüne boğar. Umut etmek zorlaşır.
İsimsiz bir kitap gibi yazılanlar içinde bir bütünlük yok gibi . Birbirinden kopuk kardeşler gibi sözcükler her biri ayrı telden çalan ahengin olmadığı bir karmaşa ! Evet gerçekten öyle tıpkı hayat gibi bir yanda düğün bir yanda yas bir köşede doğum ötede ölüm.Her şey iç içe adına yaşam diyorlar bunun !
Yaşamak ortak nefes almayı becerebilmekle ilgili bir durum.Paylaşmak yaşamı umudu var olanı ,Ben olmanın özgürlüğünde biz olmaya ulaşabilmek. Güneş gelecektede doğacak ama o gelecekte bizler olmayabiliriz. Kalacak olan sadece izdüşümümüz.
Yetmişsekizdi zaman sende yetmiş sekizdin bende gökteki milyarlarca yağmur damlasıda yetmiş sekizdi.Geçen hafta uzmanlığını alan doktorda yetmiş sekiz.Özgürlük yetmişsekize sevdalıydı.Unuttum dedi sende unutmuştun yıl yetmişsekize takılmıştı bir kamyon kasasının ardında yetti gitti hayeller.
Babası dağlar kadar heybetliydi yüreğinde.Bekledi çok bekledi çıplak olarak bekledi .Utanarak bekledi ölümü .Hiç yaşatmamışlardı hiç gülümsememişti gök kuşağı yağmurların ardından.Sonra on yıllar geçti özgürlüğü çarmıha gerdiler.Yalanlar ilmeklediler sözcüklere.Sonra liseyi yetmişsekizde bitirdi umut çözüldü yüreğindeki buz . Göçüp gidenler bıraktı yetmişsekizi o karmaşık sevdalarında hüznün.Sonra eski fotoğraflarda gördüm yitikliği. Kırmızı bir eşarp asılıydı bahçedeki dut ağacının altında .Mevsim ağustostu sıcaktı yanıyordu yüreği Anadolunun.
Yirmibirnci yüzyıl göçebe yüzyılı dersek yanılırmıyız.Ülkelerindeki baskın kurtayıcılardan kurtulamayan halk kitleleri başka ülkelere göç etmeyi kurtuluş olarak görüyorlar.Bazıları gittikleri yerlere uyumsalllık sağlasada çoğunluğu kendi yavan kültürüleri ile nispetten olgunlaşmış kültürleri dahi tehdit edebiliyorlar. Ülkede milyonlarca göçmen bulunduran Anadolu cografyasıda bu gününde bu sıkıntıyı yaşayacak görünüyor.Sovret devletinin sınıfsız toplum iddasıyla varsallaşıp sonra küresel kapitalizim karşısında çözülmesi kapitalizimi gerekli ve zorunsal bir olguymuş gibi tüm dünyada hükümdarlaştırdı.Demikrasisi gelişmemiş dinsel kurtayıcıları (dini kullanan ) toplumların öncülü olmaya başladılar. Kurtayıcılar biliyoruzki bir ortak aklın yansıması olmamışlardır. Burda ulusların kurucu önderlerinin farklı bir boyutta olduğunu belirtmek durumundayız .Burda kastedilen buruygan olagarşik parti devletlerinin anlatılmaya çalışıldığını belirtmiş olalım !
Günümüzde ülkede bazı kesimler dinin sahipsiz kaldığını ümmete bir önder gerekli olduğunu dünya Müslümanlarının halifeye ihtiyaç duyduğunu ileri sürerler. Demikratik çağdaş laik yapıyı büyük bir tehdit olarak görürler.Tabiki bu bir yanılgıdır.Din kendi içinde gereksel olmakla birilkte toplumsallığı sınırlı olmak durumundadır.Günümüzde dinsel kalıplarla toplumların gelişmesi özgürleşmesi mümkünlülügü olan bir sonuç değildir. Din gereklidir gerekliliği sınırsaldır !
Özgür düşünmeyi başarabilmek lazım,Bunun için özgürleşmiş bir eğitim sistemide kaçınılmaz oluyor.
Ah nasılda önemserler unvanlarını makamlarını unutu verirler yarının ölüleri olacaklarını ! Yüreklerinin atışlarının birgün duracağını niçin görmezden gelirler.Niçin sevmezler türkülerini bu memleketin.
Mutsuzlugumuzun özselinde özgürleşememek var tüm fâniliğimize karşın kendi yaşamımıza sahip değiliz.Birileri bize hükmediyor ve biz buna karşı koymaktan aciziz.!
Yaşamı kurallarla yaşamaya çalışırken yaşamın kendisini ıskaladığımızın kaçımız farkındayız.Kurallar olmalı tabi ama o kuralları kendi içselimizle yönergeliyebilmeliyiz ! Yaşam bizimse kurallar bizi anlamalı bize nefes aldırmalı.Belki tüm kültlerimiz bizi yok edecek yada bizi kurtayacak !
Korkunçtur ölümün götürdüklerinin acısı.Sizi mazlum bırakır .Yüreginizin bir yanında acı hep vardır.Bilirsiniz ‘Yaşam devam ediyor ‘ denir evet ediyordur yaşam devam ama sizi cam parçaları gibi yaralamıştır ölüm. Onun için insanlık tarihi boyunca yaşamak için uğraş vermiştir insanlık bundada kendince başarılar sağlamıştır .Çok şeyler öğrenmiştir sağlığıyla ilgil olarak .Kan sayımları organ nakilleri kök hücre nakilleri hücre isyankarlıklarında vücudun mekanizmasını harekete geçiren bağışıklık yapısalları .Tüm bunlar insanlı ktarihi boyunca hipokırattan günümüze hep üstte tutmuştur toplum hekimlerini onlarda bundan oldukça hoşnutlanmışlardır. Birde yüreklere dokunur hekimler.Gözlerinein içine bakılır hekimlerin dudaklarından çıkacak sözler tanrı buryugu gibidir.Sizi ölümden kaçırır ! Onun için söylenirya ‘Tanrının yeryüzündeki elleridir hekimler.Önemlidirler.
Perdenin arkasında dışarıyı göremezseniz.Işıkları süzgeçten geçen fikirler gibi korkuyla titreşirler. Sonra düşünürsünüz bu dünya denen cenderede niçin mahkumlaşmışz niçin becerememişiz umudun yaşamasını .Niçin hakça bir düzeni kuramamışz.Korkularımıza bizi mahkum eden ne !
Sessizce gitti o .Ansızın değil yavaş avaş sindire sindire gitti.Tüm bildiği şiirleri unutup gitti ,Tüm esmer kadınları kendi yanlızlıgında bıraktı .Sonra en keskin öğretilerine mahkum oldu bilinmezliğin.Yorgun yürekli erkekler işsiz dolaştı bu ülkenin sokaklarında .Bıtkınlıkları kendileri için bir hikaye anlatırdı .Kimselerin okumak istemediği.Sonra özgürlük istediği tüm insanlar mahkum ettikleri yüreklerindeki zincirleri kırmamıştı gece.
Çocuklugumun geçtiği Diyarbakırım bağlar semtinde yine aynı kalabalık karmaşık sokaklar var olmaliki internetten incelediğimde konut fiyatları yeni yerleşkelere göre çok makül seviyelerde ! Semt o proletar yapısını kıramamış gibi .Ne yapalım beyin kıvrımlarımız bize o şansı vermiyor.Dürüstlük emek eşitlik sarmalını ağzımıza sakız etmiş ömrü geçirtiyoruz.
Yaralı kalplerdirki acıya melhem olur alır kucaklar sarar sarmalar.Hikayelerinize renkler katar. Yitikliklerinizin sizde yarattığı o fırtınaların kasırgaya dönüşünü engeller.Çogumuz özellikle ileri yaşlarda durulganlaşırızÖnem verdiğimiz bir çok şeyin önemsiz olduğunun farkına geç varır olmuşuzdur.Bedenimizin arzularının miskenleşmesi belkide olgunluğun getirdiği bir sonuç olur.Yorgun bakışlı umutlara sahip olur günlerimiz.Tüm baskın ruhların içinde çocukça bir umut saklıdır.Onu bulup yeşermesine yardımcı oldunumuzmu onun adı sevinç oluyor. Biliyoruzki insan denen varlığın yaşam boyu mutluluğu söz konusu olmuyor.Ara sıra gülümse gözlerimiz.Bir nisan yağmurunda ıslana bilsek .Seve bilsek yetim duygularını köhne evlerin yorgun odalarında yaşadık deriz kendimizce.Yaşadık kimseyi kırmadan hak yermeden unvanların arkasında sünepeleştirmeden ruhlarımız. Topragımızda bir buğday başağı yeşertip bekledik harman zamanını .
İnsanlıgın gelişiminde (devrimler ) din öncül olabilmişmidir ! yada din toplumsal gelişmede hangi noktadadır. Ülke için düşünülecek olursa toplumun büyük çoğunluğunun yaşadığı çoğulumuzun etki alanında olduğu din (ülke için İslamiyet ) devre dışı bırakıldığında toplum bu gerekselini neyle doldurabilir ‘ Dinin olmadığı bir toplumda birey kendini maddeyle mutlu kılabilirmi. Tanrının varlığını kabullenmiş milyarlarca insan büyük bir yanılgı içindemidir.Din ve toplum hangi evrime doğru akmaktadır.Lasizim dinin sınırlandırılması alanının oluşturlması tüzel boyutta mümkünken ve olması gerekirken özde insan ruhu dinin rotasını nasıl belirleyecektir.Daha açıkçası din reforma tabi olabilirmi ! yada olmalımı Ana kaynak kutsal kitaplar (zebur,Tevrat ,incil ,Kuran )Özsel olarak varlıkları ile içimizdeyken onları geçmişin değişmez kurallarında mahkumlaştırmak doğru bir olgumudur. Dinlerin Ortaya çıktığı zaman diliminin sosyolojisiyle günümüz sosyolojisi aynı çizgide durmamaktadır.Yaşamlar farklılaşmıştır sonuç olarak algıda farklı olmaktadır.Degişmeyen tek gerçek ölüm olduğuna göre din daim içimizde bir geçreklik olarak varlığını sürdürecek olacaktır.Bu varsal durum algı olarak kesinlikle değişmez değildir.İnsan yaşam ölüm daim arayışla var oluyor.Bu süreç her alanda kendini hissetirecegine göre .Gelecekte dinin farklı yorumlanacağını düşünmek bir yanılgı olmayacaktır.Deizimin etkenleşmeside bu sürecin bir sonucu degilmidir.İnsan denen varlık daim arayış içindedir ve değişime açık olmak durumundadır.Özü benimseyip biçimi yenilemek olası bir sonuç olur.
Kapitalizim sınırsız sömürü hevesiyle insanları mutsuz ediyor. Süreceli bir geleceği içinde barındırma şansı olmayan bir hezeyan !
Emek eşitlik katılımcılık paylaşım ve çağın olması gerekeni huzur ! arayışımız bu olmalı .En çaresizliklerimizi besleyen ana yanılgımız mücadeleci bir yüreğe sahip olamamamız degilmidir.Başkaları için yaşamak bir şeylerin düzelmesi için bir kurtayıcı aramak . ve boşa geçen bir ömür.
Korkunç bir haksızlığı yaşıyor toplum .Ürkek ördek yavruları gibiyiz .Yaşam korkutuyor hepimizi. Yorulmuşuz mücadele azmimiz kalmamış.Çevremizde asalak kişilikler cahil ruhlarını paranın gücüyle pırıltılamışlar.Tabi bu geçici oluyor.Sonra üzerinlerindeki köhne karanlık onları dibe batırıyor.Özgürlük inanın hak edilmeyi istiyor. Çogumuz bunun farkında olmadığımızdan özgür değiliz.Hepimizin küçük dünyaları kendimize büyük görünüyor .Orda hükümdarlaşıyoruz.Korku dizlerimizin bağını çözüyor.Anlamıyoruz.
Tüm kadınlar ve tüm erkekler hasta bir umudun peşinde ömür tüketiyor.Hani şiirlerde olmazsa bu yaşam çekilmeyecek.Yagmurların ardına gizlenmiş gökkuşağı gibidir şiirin sözcükleri içinizdeki tük kara köhne rengi söker atar. Kadınlar anneleşir umutlarında gök yüzünde yağmur damlaları .Irakta çok ırakta kalır ölüm.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.