- 210 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kiraz Mevsimi (Çin Mantısı)
Bahar mevsiminin baş döndürücü çiçek kokularıyla başladı Çin’e yolculuk… Dost demek candan öte kardeş demektir… Çin’e giden uçakta ayırtılan biletlerle, özgürlüğün ilk durağıydı Pekin… Turist kafilesindeki yaşça küçük ömürce daha fazla yaşanmışlığa sahiptik herhalde… Gezi rehberiyle akşam yemeğine kadar gezme fırsatı verildiyse de… Kiraz bahçelerinin kokusu gelmeye başlamıştı bile… Pekin deyince sokaklarda Pekin ördeği arayan bir kız görürseniz bilin ki benim… Aşkın başkenti Paris’se, sevdanın başkenti de Pekin olacaktı… Sevda buram buram kiraz çiçeği kokar anlayacaksınız… Ruhu olan şehirleri seven dostum ve ben…Yüreğimi Ankara’da aklımı evde bırakmıştım… Hani en darlandığınız anda bir bırakıp gitme isteği gelir ya… Yine yaşadığım bundan ibaretti… Ruhum Türkiye’de dostum ve ben Pekin’deydik…
Aslında bir şey söyleyeyim mi, hiç de merak etmiyordum Çin’i… Yurtdışındaydım ve gazı gitmiş kola gibiydim… Her gezginin bir kırılma noktası vardır… İlk yurtdışı seyahatimdi ancak ben yıllardır fotoğraf kareleriyle gezmiştim aslında… Şimdi kiraz çiçeği kokusuna takılıp yüreğimi en hissettiğim noktada duracaktım… Turist kafilesiyle gezmeyi ve kültürel bir gezi olmasını amaçlayan dost candan ayrıldım… Yüreğim kiraz ağacının köklerinden dallarına yürüyen besini hissettiğinde duracaktım… Bir kiraz ağacı iki kimono dükkanı ve bir kiraz ağacı bir nehir kenarı derken… Yürek atışlarımı hissettiğim o bahçeyi görene kadar… Bahçe kapısı açıktı ve aklımın Türkiye’de kalmış haliyle yolculuk boyu hiçbir atıştırmalık dahi yemeyen ben acıkmıştım… Bahçeye doğru ilerlemem ve kiraz ağaçlarının dibindeki çardağı farketmem bir oldu… Elimdeki haritadan nerde olduğumu bulamıyordum… Bahçesi güzel evin kapısını çalsam mı diye düşünürken açılan kapı ve yüreği ağzında ben… Hayır diyordu içimden bir ses… Bu gözleri ben bir yerden hatırlıyorum… Rüyamda aylar önce gördüğüm ve ağlayarak ayrıldığım kişinin aynısıydı karşımda samuray kıyafetleri ile duran kişi… Ben kapıyı çalmadan kapı açılmış ve sinirli gözlerle bana bakıyordu delikanlı… En sevimli halimi takınmayı huy edinen ben şirin bir İngilizce cümle kurduysam da cevap gelmedi… “Türkçe lütfen” dedi… Sırt çantamdaki termosun sıcaklığı tepeme vurmuş olmalı ki, Türkçe sadece birkaç kelime söyleyebildim ve sustum… Bahçe isimlerini benim bile bilmediğim çiçeklerle dolu bu evden karşıma bir teyze çıkacakken, çakmak çakmak zehir siyahında gözlerle o an içinde kaybolmak istediğim bu kişide nereden çıkmıştı… “Burası koruma altındaki evlerden girmeniz yasaktı” dedikten sonra, çay içmek isteyip istemediğimi sordu… Her an azarlayacak veya olumsuz bir şey söyleyecekmiş gibi bakan bu yüze bakarken, içimde sanki küçük bir kız salıncakta sallanıyor ve kalp atışlarını tüm bedenimde hissediyordum… Bir an silkelenmeye çalıştıysam da geçmedi, yürek atışlarım… Bir an adımı sorsa hatırlar mıyım diye dalmış düşünürken “Çay içmek için buyurmayacak mısınız” dedi daha kibar bir ses tonuyla… Bayram arefesi ayakkabılarını yastığının altına saklamış bir çocuk sevinciyle heyecanlandım yine… “Sırt çantamdaki termosta sıcak su ve bergamutlu sallama çay var… İsterseniz bahçedeki çardakta içebiliriz” diye cevapladım… Gözlerindeki denizlere dalıp Türkiye’ye kadar yüzüp unuttuğum yüreğimi geri almak istedim bir an… Çardak, bir ejderha kafası monte edilmiş bir çatı ve bir yer masasından ibaretti… Gözleriyle bir insan ilk defa gördüğü birisini hem sevip hem dövemezdi… O gözleri boncuk yapar boynuma dizer kolye diye taşırım demek geldi bir an içimden… Manalar birbirine karışırken hiç bilmediğim bir ülkenin kaybolduğum sokağında Türkçeyi anadili gibi konuşan bu delikanlı ile konuşurken körebe oynayan bir kız sobe demişti içindeki sese… Türkiye’den ve Pekin’den konuşurken sevgilimin olup olmadığını sordu şimdide… Gözlerinin içine baktım ve kekik kokan teninden gelen sarhoşlukla cevaplayamadım… Yanlış anlayacaktı… “Sanki” dedi sessizce… “Sanki” dedim sessizce… Sessizliğin bittiği yerde kiraz ağacının çiçeklerinin kokusu, konuşamadığımız cümleler gibi savruluyordu tepemizde… Kapıda gözüken dost can kültür gezisini bırakmış “Hocam” diye seslenmişti… Nasıl bulmuştu beni…Göz göze geldiğimiz an da Pekin ördekleri gökyüzünde süzülüyor olmalıydı, kafasını yukarı kaldırmış öfkeli gözlerle bakıyordu… “Zamanıydı Micheal” dedim içimden… “Rock müzik sever misiniz” diye soracakken eve doğru yürümeye başladı yüzüme bile bakmadan… İsmini bile öğrenememiştim… Dost canla kimono dükkanlarını arşınlamaya başlamıştık bile… “Sizde bir değişiklik var hocam” dedi... Ne değişikliği olacaktı bende… Kalp atışlarım ramazan davulcusu misali Pekinin göğündeki kuşlar misali kanatlanmışken… Yanımızdan bisikletle geçen kişi evet O’ydu yine… Bir bahane bulup dost canı turist kafilesinin bulunduğu pansiyona uğurlayacakken dünya küçük bir arkadaşı ile rastlaştı ve ben bir bisiklet kiralayıp düştüm peşine… Sanki bisikletle takip etmem için çıkmıştı sokağa… Bir cadde, bir cadde daha derken… “Hayır” dedi içimden bir ses… Bir kızla konuşmaya başladı sokağın başında… Sanki gözleriyle takip edene peşimden gel, pişman değilim diyordu…
Anlık ardına dönmesiyle takı mağazasının önünde bisikleti durdurmam bir oldu… “Kolye” diyebildim boğazımın kurumuş haliyle… Sevgilisiydi, anlamıştım… Mavi bir kolye almamla, sokağa çıkmam bir oldu ancak… Gözden kaybolmuştu… Kiraz çiçeği kokusu sarmıştı Pekin’i sanki… Bazen kendiniz değilsinizdir, bu hareketleri yapan… İçinizden bir ses dur derken, diğer ses yüklen pedela der ya… Ruh halim mevsimden mevsime, rüzgardan rüzgara geçiyordu… Aradan on dakika geçmemişti bile…Karşıdan geliyordu ve ben bisiklette o tarafa bakmamak isterken pedal ayağımdan ayrılmıştı… Gazetelerin kokusundan başka bir şey hatırlamıyorum gözlerimi açtığım da… Söylemeyi unuttum mu bilmiyorum, bir hostel ayarlamıştım bir haftalığına… Dost can kültür gezisinden vazgeçmiş, karşılaştığı arkadaşında kalacak ve ben bağımsız gezebilecektim… Yolda tekrar karşılaşmamak isterken ve yüzüne bakmayım derken bisitlet kazası yapmıştım… Gazete destesi başımın altında duruyor ve o deli bakan gözleriyle yüzümdeki çizikleri siliyordu….
Kendi hareketlerime bir anlam yükleyemediğim gibi onun hareketlerinin tüm anlamlarını yaşıyordum, bisikletin parçalanmış haline bakarken… Bisikletinin arkasındaydım, cümle kurmama bile izin verilmeden…”Nereye gidiyoruz”dememle… “Sus” şeklinde bir emir cümlesiyle karşılaştım… Kalacağım hostelin adresini uzattım sessizce… Ancak dünya mı dönüyordu, benim minik yer kürem dönmeye başlamıştı anlayamıyordum kollarımla beline sarıldığım son dönemeçte… Sanki sarılmam için savrulmuştuk ancak bisiklet hala ayaktaydı… Saçlarım savrulabilirdi ama bilmediğim bir dinginlik ve öfke aynı anda mideme sancılar saplanmasına sebep oluyordu… Pekin’de yasemin çiçeği olur mu bilmem ama yasemine karışmış hanımeli kokusu yayılıyordu sokaktan sokağa, bahçeden bahçeye… Yasaklı bahçeden sonra büyük ihtimal Adem ve Havva’nın yasaklı baheçesi burası olabilir dediğim dünya üzerinde karşılaşabileceğim en güzel eve gelmiştik… Bu hayır dediğimde bilin ki, gerçekten tesadüfün bu kadarı olabilir... Benim hostelimin ismi kapıda yazıyordu… “Teşekkür ederim” dedim suratıma taktığım, sinirli bir ifadeyle… Bisikleti bahçe kapısına park edip ardımdan gelen bu delikanlı, delikanlı diyorum… Çünkü ömrü hayatımda bu kadar emri vaki davranırken, sevecen tavırların içindeki saygıya şimdiye kadar hiç kimse de karşılaşmamıştım… Ardımdan gelirken pansiyonun kapısında karşılaştığım teyze sonunda “Hele şükür” dememe sebep oldu… Türklerin yoğun kaldığı bir yer seçmiştim… Teyze Türkçe konuşuyordu ama başıma aldığım darbe ile kafam zonklayarak verdiğim cevaplar kısa ve biraz sinirli gibiydi sanki… Ben döndüğümde gülümseyerek bana bakarken, yine suratına ciddi bir ifade takınmıştı delikanlı yürek… “Tekrar teşekkür ederim” dediysem de, teyzenin “Oğlum pansuman için tendürdiyot ve gazlı bez getir” demesiyle zaten dönen başım iyice dönmeye başlamıştı bile… Koskoca Pekin’de öfkeli ama sevecen, güçlü ama masum ve sakin ama devinim halindeki bu kaplanın kaplan diyorum Çin burcunu sormuştum… Pansiyonunu bulmuştum… Telefon çalıyor ve bir kahkaha sesi yükseliyor yasemin yapraklarından güneşe doğru… Melodime gülüyordu, “Aşkın Mevsimi Olmaz Ki”…
Ben ağlayacak gibi bakarken “Telefonu açmamakta kararlısın galiba” dedi… Gözlerimden etrafa hanımeline karışmış yasemin kokusu olmadığına o kadar emindim ki… Öfkeli bir sesle sadece “Hayır” diyebildim… Sırt çantam sırtındaydı ve benim hayır cevabıma kahkahalarla gülüyordu… Odamdaki vazoya koymam için çiçekler toplamıştı sevimli minnoş teyze… Yani Pekin’de sürekli rastlantılar eseri karşılaştığım delikanlının annesi… Tesadüfler ve sürekli hayır diye hayıflanan ben… Şimdi de benim kalmam için ayarlanan ranzada zaten birisinin kaldığını söyledi minnoş teyze… Başka bir hostel arayım diye telefona davranmamla… Zifir gözlü delikanlıdan bir “Hayır” cevabı geldi… “Benim odam” demesiyle yanaklarının kiraz çiçeğinin kirazından daha kırmızıya dönmesi bir oldu o an… Bir “Hayır” kelimesi de benden… Yılların yorgunluğunu taşıyan çizgileri ile sevimli minnoş teyze kahkahalarla gülüyordu… “Hayır” seni hiçbir yere göndermem derken iki süratı kızarmış ve sinirli bakan ikişer çift göz üzerindeydi…
Delikanlının telefonunun müziği kızarmış suratıma ve yaralı yanaklarıma merhem gibi geldi… “La Vie En Rose” Aynı anda hostelin girişinde de bir plaktan geliyordu ses… Anılarım sıraya dizilmiş, Türkiye’den sırt çantasıyla Pekin’e kürek çekiyordu sanki deniz yoluyla… Göz göze neden geldik, o anda minnoş teyze içeri odaya neden gitti ve ben dolunay kokan bir yıldızlı geceye hangi gün geldim… Belleğim siliniyor ama gözlerim dolmuyordu… Sulu sepken ilkbahar yağmurlarını andıran bir havayla anlayamıyordum… Kendime soru cümleleri yönlendirdikçe, cevapsız kalan boş bir sayfa alıyordum belleğimden… Arkadaşıyla konuştu ama ses tonu farklıydı… Telefon zıbar der gibi bir ses çıktı çıkacaktı ki ağzımdan Türkiye numarasını görmemle içimdeki telaşın yerini yaramaz bir çocuk alıvermişti… Abeyy dememle telefonla konuşan delikanlının telefonu kapatması ve bana gözlerini çevirmesi bir olmuştu… Kahkahalarla konuşan beni tanımıyormuş gibi içeri gitti hızlı adımlarla… Arayan babamdı… Annemle bu yaramaz kedinin neler yaptığını düşünürken aramışlardı… Annemin sesinde yine ağlamaklı ve yorgun bir ses “ Benim için de gez kızım” diyordu… “Hayır” bir kedi miyavlayarak bacaklarımın arasında dolaşıyordu… Bembeyaz bir kar topağı, mırlayarak bahçeye doğru yürüdü gitti… Babamın kahkahaları ve benim yaramazlıklarımın kesen öfkeli bir ses “Odanız hazır” diye konuşmayı böldü… “Çok öpüyorum” dememle bizim iki minik yavrucakla yani annemle babamla vedalaştım… Ardından yürürken bir an da duraksaması ile şimdi de kafamı sırt çantasına çarpmam ve dost canın yine sırt çantalarını karıştırdığını anlamam bir oldu… “Ne oldu” diye sert bir ifadeyle bana bakması bir oldu… “Çan-ta yani ç-a-n-t-a, benim değil”… “Benim kıyafetlerimden birkaç parça giyinebilirsin” dediği an da ağlayacak gibi bakarak kediyi ya da minnoş teyzeyi yani annesini aradı gözlerim…
Sanki dolunaylı bir gecede tepeden doğan dolunayın ışığında bir saman çuvalının üzerinde kayıyordum ve imkansızı düşlüyordum… Samanyolu sadece yazın olur diye düşünmeyin kışları da acemi aşıklara yol gösteren yıldızlar vardır… Üzerime giyinmem için gardropta bir şeyler olduğunu söylerken gözleriyle dövüyordu bir eli, bir eli yüzümdeki çizikleri okşuyordu… “Akşama şarap soslu Pekin ördeği var” deyince… Gülme krizine giren ben “Yaaa” diyebildim sadece… Babamla gülüştüğümüz kuzu çevirme dalgasını yine ve evet işte yine yanlış anlamıştı… “Sen ye, şarap soslu Pekin ördeğini” dedim içimden… Yüreğimin beni getirdiği son durakta, su alacam diye büfeye dönmüştüm ve tren kaçmıştı… İçimden bir ses kahkaha atarak bunu söylüyordu bana… Yanımda kredi kartlarım vardı ama nakitim sırt çantasındaydı… Gelirken kafamdaki zonklamayla da atm’ye benzer birşeye rastlamamıştım… “Ödeme nakittir” yazısını okumuştum… Of Allahım ya… Çalma telefon diyerek açtığım ses “Biz Tayland’yız hocam, paralar suyunu çekti” diyordu… Micheal benim okuldan öğrencimdi… Konuşurken kapının çalınması ve içeri girmesi bir oldu… “Özelse rahatsız etmeyim” dedi ama ben bu kadar değil Allahım diyordum içimden… Telefonu kapatmam için gözümün içine bakıyordu… Yine Micheal’la konuşmam yarım kalmıştı… Kartta kalan para bana yeterdi ama atm bulmam da gerekliydi… Annesinin yedeklediği kıyafetlerden ya da gençlik kıyafetlerinden çimen yeşilinin üzerine pembe çiçekli bir elbise getirmişti… Kiraz çiçeklerinin kokusu ve baharın yüreğine su içeren bir bahçedeki fıskiyenin sesiydi kulağımda çınlayan… Odadan çıkarken omuzlarına neden baktım bende bilmiyorum… Şarap soslu pekin ördeği demek istedim ona içimden… Paranın yetmeyeceğini düşünerek hesap numarası yazmak için odada kalem ararken gördüğüm çizim! “İnanmıyorum, hayır”, karakalem çizim benim yüzüme aitti… Fırtına öncesi rüzgarın ağaçların yapraklarından çıkardığı bir uğultu kulağımda, gözlerimde gece yağmurlu bir hava da şimşekler çakıyordu… Bahçeden gelen plağın sesini duydum ve “La Vie En Rose”… “Piyano piyano bacaksız” dedi içimden bir ses gözlerimden kağıda süzülen bir damla yağmur bakışlı yaşla…
Gözümden süzülen yaşlarla irkildim birden ve hala uçakta olduğumun farkına vardım. Yanımdaki koltukta can dost Micheal uyuyordu. Bir an hostesle göz göze geldik ve bana doğru yürüyerek ağlıyor olmamdan dolayı olsa gerek bir terslik olup olmadığını sordu. Hostese rüya gördüğümü ve etkisinden ağladığımı söyleyecekken uçakta olduğumuzu idrak ederek sustum. Anlık bir susmanın ardından “Su alabilir miyim?” dedim. Hostes su getirmeye gitmişken, ben şaşkın şaşkın sağıma soluma bakınıyordum. Sanki çakmak çakmak gözleriyle rüyamdaki delikanlı bir yerden çıkacak ve bana bir şeyler söyleyecek gibi geliyordu. O an da emniyet kemerlerini bağlamamız anons edildi. Sesten olsa gerek Micheal uyandı. “Hocam, Çin’e geldik mi?” diye seslendi. “Geldik, geldik” dedim. Ancak içimden bir ses Çin’de rüyamın da etkisiyle bir şeylerin ters gideceğini söylüyordu.
Uçaktan indik ve hostele doğru yol alırken ben tuhaf tuhaf insanların yüzlerine bakıyordum. Onun gözlerini arıyordum. Micheal bendeki anormalliği her zaman ki sezmiş olacak ki “Neyiniz var hocam, var sizde bir şeyler” dedi . Güldüm, anlatırım diyerek. Hostele giderken yoldaki bisikletlilere, kimono dükkanlarının önlerine ve en tuhafı da otobüs şoförüne de sorduğum yasaklı bölgedeki evleri arıyordu gözlerim. İnsan rüyasında aşık olur mu? Ben olmuştum galiba. Micheal her zaman ki gibi bir ikizler burcunun çene kaslarına sahip haliyle konuşuyordu. Ben sürekli geçiştirme cevaplar vererek kiraz ağaçlarına, bahçelere odaklı bir şekilde otobüs penceresinin camından dışarı bakıyordum. Sahi nerdeydi kiraz ağaçları ve samuray evleri. Pekin ördeği arıyordu gözlerim. Hostele geldik ve kültür gezisi olduğu için turist kafilesiyle gelmiştik. İngilizce konuşmamıza gerek kalmadan Türklerin yoğun olduğu bir hostel seçilmişti evet.
Nerdeydi benim samuray kıyafetli zifir gözlü delikanlım. Şaka gibi Çin’i dolaşmak istemiyordum. Aylarca bu gezi için para biriktirmiş olmama rağmen bir rüya zaten alt üst olmuş duygularımı darmadağın etmişti bile. Hosteldeki ranzama uzandıktan sonra Micheal’ı keşif turuna yolladım. Geldiğimiz kafileyle gezeceğimiz zamanlardan ayrı Micheal’ın keşfettiği yerlerde dolaşalım istemiştim. Ya da akşama bilet alıp dönsem nasıl olurdu. Kafam karmakarışıktı. Ben bunları düşünürken telefonum çaldı. Arayan annemdi. “Kızımm” dedi bir ağızdan annem ve babam. Oda boştu geldiğimizde ve herkes öğle yemeği için dışarı çıkmıştı. Boş odadaki kör noktadaki bir ranzanın üst katından bir ses “Sessiz lütfen” dedi. “Tamam beyefendi” dedim. Ama annem ve babam az işittiğinden sesli konuşuyor olsam gerek tekrar bir “Sessiz LÜTFEN” dedi aynı ses. Ben bu telefon kapattırma olayını bir yerden hatırlıyorum derken, ranzadaki kişiden “Kusura bakmayın rüya görüyordum anlık uyandım” cümlesi geldi. Micheal nerede kaldın diye arayacakken ranzadaki kişi inip yanıma geldi ve “Hoşgeldiniz” dedi. Benim beklediğim sözler ve gözler bunlar değildi ki! Emri vaki cümle yoktu içinde, zifiri bir gecede parlayan yıldızlı gözler değildi ki! Minnoş teyzem, beyaz pamuk kedişim ve yeşilin üzerine pembe çiçekli kimonom nerede demek istedim tüm sinirimle yeni tanıştığım birine.
Micheal her zaman ki gibi zamanında yetişmişti. Beyefendiyle konuştuğumuzu görünce devreye girdi ve ben uykumun geldiğini söylerek uzandım. Delikanlı buralarda bir yerlerdeydi. Onu bulacaktım. Kalbimin atışlarından hissediyordum. Ya o beni bulacak ya da ben onu bulacaktım. Bu arada rüyamda gördüğüm kiraz ağaçları Çin’de değil Japonya’da bu mevsimde olurmuş. Google amcadan öğrenmiştim. Uykuya dalarken delikanlının gözleri gözümün önüne geliyordu ve beni bul diyordu sanki.
Seni bulmayacağım delikanlı, kayboldum Çin’in Yanjin şehrinde artık beni bulma zamanı sende. Türkiye’ye dönüyorum ilk uçakla. Buradan ilk uçağı nasıl bulayım ben Türkiye’ye şimdi. Micheal yine macera peşinde Türkiye’den gelen gençlerle dolu bir turist kafilesinin peşine takıldı bile. Hayır dönmüyorum Türkiye’ye inadım inat. Bisiklet kiralayıp geçiyorum şehri ikiye ayıran köprüden. Hostelden buraya nasıl geldiğimi sormayın, o kısmı rüya gibi hatırlamıyorum. Bisikletle karşıdan karşıya geçerken köprüden savruldum yine yere. Kasketli bir delikanlı yaklaşıyor. Bu bir oyun olmalı diyor içimden bir ses. Nerden buldun beni sen diye bakıyorum. Delice bakıyor gözlerime. Elinde yeşilin üzerine pembe çiçekli kimonom ve annesinin yaptığı Çin usülü çörekler. Ağlamayacağım. Buldu beni çünkü. Bisiklete bindik ve hostele doğru yol alıyoruz. Savruluyoruz Allah savruluyoruz. Tutmayacağım belinden. Hostele giden en kısa yoldan, en uzun duygularla yol alıyoruz. Ağlamayacağım, tutmayacağım ve sen sürekli gülümseyeceksin. Delikanlı delisin çünkü sen.
Hangi yoldan geldik bilmiyorum ama geldik hostellerine. Elini uzattı ama tutmayacağım. Çünkü ellerim bisikletten düştüğümden beri kan revan içinde. Elimden tuttu ve çekiştiriyor beni. Annesi kapıda beni bekliyor. Hadi giyin kıyafetlerini ve uyu der gibi bakıyor. Ben yokken buralarda çok şey değişmiş! Popüler müzik ve Bengü’den Gezegen çalıyor. Çiçeklerin rengi bile değişmiş. Benim pamuk yumağı beyaz kedimi getirmezsen yatmam o yatağa. Delikanlı elinde bir ilk yardım setiyle geldi ve elimi temizleyecek ama anne yine kayboldu. Hani bir film vardı Tarık Akan ve Necla Nazır’ın o filmdeki gibi durumumuz. Filmin adı “Ateş Böceği”. Bir an bir replik geldi aklıma ama söylemeyeceğim sana. Anne yani benim minnoş teyzem yine belirdi. Yatağın hazır diyor. Kokunu alıyorum yatakta ama annenin elbiseleriyle uyumak istedim birden. Gözleri birer ateş topu gibi bakıyor bana delikanlının. Pazen gecelik severim ben annem!
Yüzümü karakalem çizdiği resim masasında duruyor hala. Aslında o değişmemiş, sanki yıllar yıllar geçmişte ben değişmişim gibi. Duygusal ve hayalperestim ben. Yine mi rüya görüyorum acaba. Odanın kapısını çalmadan girdi içeri yine. Akşama yoğurtlu kapuska varmış. Boynuna sarılıp öpsem mi, yoksa arkamı dönüp ağlasam mı duygularıma gem vuramıyorum. O gelir ve telefon çalar. Bu değişmez kuraldır. Hatta aynı an da telefonumuz çaldı. Ben gidiyorum harbi gidiyorum. Beni anne ve babamdan başka kim arar ki? Ama onun işleri yoğun anlaşılan çıktı ve gitti.
Telefon müziği bile değişmiş. “Gül Senin Tenin” çaldı. Benim beyaz minnoş kedim geldi aralanan kapıdan. Uyusam uyansam ya da hiç uyumasam. Kesin yine gitti ve ben rüyadayım. Kediyi alıp fıskiyeli bahçeye çıktım. Midemdeki ağrı kuş sesleri ve kedi mırıltıyla kesildi bile. Hayırrr!
Michealın peşlerine takıldığı gençleri, hostellerine getiriyor delikanlı. Anlaşıldı yoğurtlu kapuska bana değilmiş yani. Annenin gözleri parladı kız ve erkek karışık kafileye bakarken. Benim telefon melodimi değiştirme zamanım gelmiş demek ki! Gamzedeyim deva bulmam, garibim bir yuva kurmam. Kaderimdir hep çektiğim! Kızların peşinden gidiyor benim delikanlı dediğim kasketlim ve Micheal dediğim dönek.
Kalacağım bu hostelde bir hafta daha kalacağım bakalım neler olacak! Delikanlı ne kadar emri vaki ve hassas, dost dediğim Micheal ne kadar zaaflı ve minnoş anne ne kadar minnoş görmem gerekli. Belki beyaz kediyi alıp dünya turuna çıkarım bir hafta sonra!
Üzerimde kırmızı elbiselerim akşam yemeğine kadar uyuyum bakalım yatağında!
Uyudum uyandım ama içerden çatal kaşık sesleri ve kahkahalar geldiği halde benim delikanlının kanı kaynıyor demek ki gelen kafileye Türkler ya. Micheal da bayağı dostmuş ben burada uyuduğuma göre ve minnoş teyze harbi ördek pişirmiş. Kokusu buraya kadar geldi. Baskın basanındır. Kırmızı elbisemle çıktım kahkaha atan kanı kaynayan delikanlı dikti gözlerini üzerime gücü bir bana yetiyor demek ki. Micheal aman hocam üşürsünüz diye hırka getirdi. Minnoş teyze de ördeğin üzerini kapattı. Bir tek dost benim beyaz pamuk yumağım kediymiş. Hemen koştu yanıma.
Kırmızıyı sevdim bu gece harbi. Kısa mısa ama delikanlı renk çıktı. Herkes dut yemiş bülbül gibi bana bakıyor. Dedim ya baskın basanındır. Başka hostel aramanın vakti geldi gibi. Offf. Yine telefonum çalıyor. Aslan babam ve Sultan annem beni merak etti kesin. Ben onları daha çok merak ediyorum aslında. Yine iki göze aldanıp unuttum aramayı. Babam ağlamaklı bir ses tonuyla “müdürüm biz niye yokuz” dedi. Annemin sesi geliyor, bu romatizma annemi eritiyor. İlk uçakla buradasınız dedim minnoşlarıma. Küçük aşıklarıma. Yarın yeni bir hostel ve annem, babam birlikteyiz. Nehir var halasının kuzusu O da gelecek. Muhteşem dörtlü Çin’de. Pardon Japonya’da.
Delikanlı telefon konuşmasını duyunca Edith Piaf’ın müziğinde bir kızı dansa kaldırdı. Adammış valla. Bana gelince aslan kesilen samuray, kedi gibi dans ediyor. Micheal gözüme bakma, bul kendine bir partner. Minnoş teyze, yoğurtlu kapuska getirtmek için Türk lokantası arıyor.Bulun bakalım beni yarın. Muhteşem dörtlü hangi hostelde olacak!
Unutmadan Micheal’ın gözü göz değilmiş. Bir daha ailemle yolculuğa çıkacağım:)
Hostelde kalabalık gelen Türk kafilesiyle kaldım gece. Kimsenin yatağında kokusuyla uyumak istemedim o akşam. Sabaha annem, babam ve Nehir burada olacaklar. Delikanlının dans ettiği kız, yatağında uyumuştur belki. Uyumam gerek bizim muhteşem üçlünün benim gibi ilk yurtdışı maceraları olacak çünkü.
Alarmı kurduğum halde sabah uyanamadım. Nasıl güzel kokulu bir hostel, her yer mango kokusu kalabalık odada. Sabah beni patileriyle uyandıran beyaz pamuk yumağım olmasa bu mango kokusuyla belki akşama kadar uyurdum.
Annemin sesi geliyor. Yine mi rüyadayım. Hayırrr. Babam ve Nehir, ranzamın başında gülümsüyorlar. Eee, nasıl geldiler hostele şimdi. Annem ve minnoş teyze topallayarak kol kola girmiş mutfağa doğru ilerliyorlar. Ahh delikanlı ahh1 Kredi kartımla ödeme yaparken kesin bir işler çevirdin sen. Çünkü biletlerini akşamdan ayırtmıştım ben. Ya da odaya gelip telefonumu kurcaladın değil mi? Kırmızı kazakta çok yakışmış bu arada siyah olsa daha iyiydi.
Kaçacak hostel yok bu Çin’de Micheal yok bu arada. Gece uçağıyla nereye uçtu kimbilir? Unutmadan gözümden kaçmadı, hostelin mutfağına gittiğimde bir fatura buldum. Mango kokusunu alan yine samuray yani delikanlı!
Kahvaltı hazırlanmış bile. Bir kuş sütü eksik. Akşam gelen Türk kafilesi mango kokusundan bayıldı ki, ben ayrılacakken 12 kişilik kızlı erkekli ekip ayrıldı. Kahvaltıya bile kalmadan. Babam ve delikanlı, kahvaltı sofrasında koyu bir sohbete daldılar. Konu siyaset! En sevdiğim konu valla. Annem ve minnoş teyze, konudan konuya dedikodunun dibine vuruyorlar. Nehir, pamuk ve ben ayrı bir köşede eğleniyoruz. Nehir Türkiye’den uğur böceğiyle gelmiş Çin’e. Uğur getirdin Nehir kuzum.
Delikanlı bir yandan babamla konuşurken bir yandan da yan gözle beni kesiyor. Akşam ki dansçı kedi gitti. Kaplan kesildi yine. Bisiklete binemeyiz artık babam var. Uzun zamandır bisiklet kullanmıyorum ama içimde harbi kelebekler uçuşuyor mutluluktan. Pamuk sepette Nehir arka sepette az kaybolalım Çin’de.
Çin içinde bir çini vazo, içinde bahçeden toplanmış beyaz çiçekler ve çiçeklerin üzerinde beyaz kelebekler.
Kuzularım ve ben, Çin’de bir Türk mahallesinde bulduk kendimizi. Kuzumun ve pamuğun parka gideceği gelmiş. Hayırr! Delikanlı sen ne ara geldin buraya. Babam, annem, minnoş teyze ve delikanlı parkta oturuyorlar. Artık bu delikanlının uyanıklığına inandım ben. Herhalde kokumu alıyor. İlk defa arabayla getirmiş hepsini. Normal de bisiklet sevdalısı. Motosiklete binmekten korkar gibi bir gözü var. Ne diyordum artık bu delikanlıdan kaçmanın Japonya’ya gitmenin vakti geldi gibi. Belki de minnoş teyze ve pamuğu da yanıma alırım. Delikanlı gelen Türk kafilelerini ağırlasın hostelde. Delikanlı beynimden geçenleri anlar gibi deli gibi bakıyor bana. Ama onsuz bir Japonya düşünülemez mi bilemiyorum. Göz göze geldik ilk defa pamuğu elimden almaya çalışırken. Eli elime değdi. Damarımda kan yerine başka bir sıvı dolaşıyor civa gibi. Bu delikanlı kaderimi değiştirecek gibi. Türkiye’de kalan aklım, artık bu temasla hiç kalmamış gibi. Ailemde yanımda olduğuna göre başlasın Uzak Doğu turumuz. Harbi bu delikanlıyı ilk nerede görmüştüm. Kafam darmadağınık oldu. Gözleri ne renkti. Her zaman ki gibi yine kediyi aldığı gibi babamların yanına gitti. Bitmiyor siyaset sohbetleri. Gidip yanına oturacağım hemde annem, babam ve minnoş teyzeye aldırış etmeden. Artık bu emri vakilere tahammülüm kalmadı. Hatta babamla ikisinin arasına oturdum. Bacağı bacağıma çarpmasın diye öbür tarafa attı bacağını kediyi seviyor gerginliğini almak için. Babamda aynısını yaptı ve anneme doğru kolunu attı. Harbi sevgi güzel bir şeymiş. Hadi babamı anladım da, delikanlının kesin bu beyaz kediye benzeyen bir geçmişi olmalı. Sev kediyi al gerginliğini delikanlım! Ben kuzumla en iyisi su almaya gideyim. Hayırr! İsmimle seri olarak konuşarak seslendi ve bizimle su almaya geliyor. Gözleriyle emri vaki konuşmayı bıraktı ve kediyi annesine bırakarak yanımızdan yürümeye başladı. Eli elime değiyor. Bu sefer emri vaki hareketler benden. Babama seslendim gidelim diye.
Bizimkilerin yanında anlık bir gafletle elimi tuttu. Gözüme baktı. Sustum. Nehir ve pamuk yumağım suyu almış geliyorlar. Çocuk eğitimi önemli. Ağaç yaşken eğilir suyu bile kendi başına alıp geldi iki kuzu. Ne diyordum. Gözleri çakmak çakmak bakıyor. Delikanlı demek Türkiye’de erkeğin hasına denir. Kaçırmadı bakışlarını ama gözümün içine de bakmadı. Telefonu çaldı ve telefondan bir kadın sesi geliyor. Yakınımda olduğu için sesi duyuyorum. Ağlıyor kadın.
Bisikleti arabanın arkasına atıp yarım şoförlüğümle bizimkileri hostele götürmek bana kaldı desene. Ben anlarım. Sevgilisi gibi konuşuyor ve ses tonu değişti. Beyaz kedinin anlamı çıktı ortaya. Aklım Türkiye’deyken nereden çıkmıştın sahi sen adı delikanlı ama yüreği sadece kanlı olan samuray.
Neyse ben küçük mutluluklar bulurum kendime yeniden. Bir söz var ya, “yenileceğim ama bu sefer daha iyi yenileceğim”.
Yoldayken Micheal aradı. Bu Micheal harbi hasta. Aklı bende ama gözü dışarıda. Işıklarda küçük bir kaza atlatır gibi olduk ama çiçek kokuları geldi burnuma yine. Çin dediğin derya deniz bir ülke. Harita, Nehir ve ben gezeriz yine. Unutmadan minnoş teyze arabada ağzından kaçırdı harbi sevgilisi varmış. Kişi kendinden biliyor işi desene yine bana sevgilim varmış gibi davranmasının sebebi sevgilisinin olmasıymış.
Çin mutfağı en merak ettiğim mutfak. Gitmesek mi hostele. Google amcadan sorarak en güzel mutfağı buldum bile. Çin bizi gezdirmiyor, biz Çin’i gezdiriyoruz artık. Lokantaya girer girmez benim küçük perilerim sardı beni yine. Mutluluktan ayaklarım yerden kesildi. Minnoş teyze artık ağzındaki baklayı çıkardıktan sonra bize daha samimi davranıyor.
Lokanta işte birden gerçekten Çin’de olduğumu hissettim ilk defa. İnsan kaynıyor ve mükemmel kokular geliyor burnuma. Minnoş teyze bize noodlelı bir şeyler önerdi ama annem yemek konusunda çok seçici. Çin mantısı istedi. Nehir, ben ve babam karidesli bir şeyler istedik. Küçük mutluluklar insanlar içindir. Garsonlar ve lokantada oturanlar sürekli selam veriyor bize. Ruh halim dipten tavana çıktı yine. Söylemeyi unuttum Türkiye’de çok fazla sigara içiyordum. Buraya geldiğimden beri ilk defa sigara içme isteği geldi. Arka bahçeye Yaren, ben ve pamuk yumağı çıktık. Hayırr! Masada delikanlı ve çok güzel giyimli bir kadın. Biz onları gördük ama onlar bizi görmedi. Amannn! Kiraz çiçeği kokusu geldi burnuma Çin’in keşfedilmedik yerleri bizi bekler. Bu arada 2 hafta daha buradayız. Ayrıca kadın hamile gibi. Bir söz var ya, aslan babana bile güvenmeyeceksin diye. Micheal aradı tam o anda. Tanıştırmak istediği bir Çinli kız varmış. Harbi ya benim içim fesat ya bu Micheal çok iyi niyetli.
Bu arada ıssız köşedeki aşıkları bir kenara bırakırsak bahçe mükemmeldi. Yemekler mükemmeldi. Zaten bende Çin’e geziye gelmiştim.Delikanlı aramaya değil!
Bizimkileri hostele bıraktıktan sonra Michealla buluşmaya gidiyorum bisikletle. Yaren ve pamuk yumağı çok iyi arkadaş oldular. Onları hostelde bıraktım. Bu Micheal işini biliyor. Tarif ettiği yoldan giderken dükkanlar, tapınaklar ve çiçeklerle dolu yollardan geçiyorum. Micheal benim okuldan öğrencim ama dostluğumuz da sağlam. Aşkı bulan boynuma sarılıyor. Koşarak sarıldı bana. Ayrıca Çin’in en güzel bahçelerinden bir bahçede oturuyoruz. Çinli kızı beğendim. Tencere kapak gibi yakışmışlar birbirlerine. Yakında düğünü görürüz. Çünkü gözlerindeki o ışığı hissettim.
Sahi ben gelirken arkama hiç bakmadım. Bu samuray görünümlü bana emri vaki yapan ama bir o kadar duygusal delikanlının sağı solu belli olmaz. Takip etmiş midir beni. Ne zaman nereden çıkacağı belli olmuyor çünkü kokumu alıyor gibi. Kokunu aldığına git delikanlım dedim içimden. Ben kıskanç biri değilimdir ama kıskanma sebebimi çözemedim.
Micheallardan ayrıldıktan sonra başladım bisikletle Çin’i turlamaya. Kaybolmak istiyorum haritaya bakmadan. Kayboldum bile geldiğim yolu hatırlamıyorum. Telefonuda Micheallarla buluştuğum mekanda unutmuşum ve hava kararmak üzere.Türkiye’de unuttuğum yüreğim Çin’de çarpmaya başladı ama güneş battı bile. Eee? Ben bu tapınaklarla dolu bahçeli evlerin hangisine gideyim? Çin’in de Türkiye’deki köpekleri meşhur galiba. Peşime takıldılar. Sevmiyorum sizi gelmeyin. Bahçeli ve çardaklı bir yere kaçabildim. Bahçe mükemmel yalnız. Belki de kaybolmamda da vardır bir hayır. Bahçedeki çardakta sabah kadar gökyüzünü seyrederek uykusuz oturdum. Sahi, Çin’in nasıl bir ruhu vardı. Anne gibi miydi, baba gibi miydi yoksa sevgili gibi miydi? Bence ailem gibi yeşil ve içtendi.
Sabah uyanır uyanmaz cebimdeki az kalan paramla babamı arayacaktım ki. Bir teyzeyle karşılaştım. Çat pat konuştuğum İngilizcemle teyzeye durumu izah ettim. Tam o sırada delikanlı koku alıyor diyorum ya, arabayı bisikletin önüne kırdı. Hasta ruhlu delikanlı. Kim dokunduysa, kim sesini kadife gibi yaptıysa onu bul düşme peşime. Sözde babam ağlamış. Babam ağlamıştır da bu arabayı bisikletin önüne kırmanın manası ne?
Bisiklet bağajda ben arka koltukta hostele doğru ilerliyoruz. Konuşmuyorum çünkü sevgilisi olan biri artık namahremdir benim için. Kanımda civa bile dolaşsa. Dikiz aynasından beni izliyor. Ağlamayacağım. Çok ağladım şimdiye kadar çünkü. Micheal dışında çapkınların ağına düşen bir balığım. Hem de hamsi gibi, barbun gibi. Ha bu arada burcum balık.
Delikanlı açtı müzik dinliyoruz ama benim hala aklım çiçeklerde, böceklerde, Çin’in kültürel dokusunda ve kiraz çiçeklerinin kokusunda.
Hostele vardık. Yaren koşarak boynuma sarıldı. Delikanlı da bir yumuşama var. Allah Allah kapımı bile açtı. Babam her zaman ki gibi ağlıyor. Annem ve minnoş teyze kızıyor. Ve pamuk bacaklarıma dolandı. İlk defa pamuğu sevesim gelmedi.
Delikanlının yanındaki kadın fıskiyeli bahçede beyaz elbiseleriyle oturuyor. Çiçekler bembeyazdı zaten bahçedeki. Bahçe içinde bahçe, anılar ard arda ve ben kahkaha attım.
Kahvaltıda kadınla yan yana oturduk. Sevgilisi olan erkekler zaten çapkın oluyor. Delikanlı bana orlong çayı beyazlı kadına filtre kahve getirdi. Bu işte bir bit yeniği var ama çıkar kokusu. Çünkü insan tanırım. Kahvaltı sofrası şenlikli ama ben sigara üzerine sigara içiyorum. Kafile ile birlikte oturduk kahvaltıya. Beyazlı kadın benden sigara istedi. Pek hayra alamet değil bu. Kapıdan harbi yakışıklı biri geliyor. Göz göze geldik ama civa falan yok kanımda. Beyazlı kadına seslenerek haydi gidelim dedi. Delikanlı ve minnoş teyze kahkaha attı. Oyuna geldim galiba.
Kız kardeşiymiş bu kadar sıcak davrandığı kişi. Çin içinde bir delikanlı, deli deli bakar kanlı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.