Onun Dizlerinin Dibinde
Latte’nin sonunu ağzına boşalttı. Yanakları şişti ve peş peşe yudumladı. Masanın üstündeki kitapları heybesine hoyratça yerleştirdi.
Aylardır hazırlandığı sınavın iyi geçmemesi canını çok sıkmıştı. Okul binasını bir kovalıyanı varmış gibi çarçabuk terketti.
Eve dönmeye niyeti yoktu Jara’nın. Kendisini bir böcek kadar küçük ve iğrenç buluyordu. “Kafka! Yalnız değilsin, değilsin...” diyordu içinden.
İç çelişkilerin girdabındaki can çekişmeleri, anne ve babasının beklentileri, onun tüm benliğini kıskıvrak pençesine almıştı. Düşlediği hayat ile nefes aldığı şu an arasında uçurumlar vardı. Karanlıkta ve yordamsızdı... Tramvaya bindi. Yorgundu. Kaotik düşüncelerinin neden olduğu zihinsel bir yorgunluktu bu. Akşam annesinin sorularını dinleyemeyecek kadar bitkindi ve aslında hastalanmak, uyumak ve hiç uyanmamak geliyordu içinden. “Ya sınavı veremezsem? Ya sanatıma istediğim enerjiyle sarılacak gücü bulamazsam?” Felaketin asıl o vakit başlayacağından emindi Jara. İşte o zaman babası, restoranında çalışmaya mecbur edecekti onu. Bulaşık yıkayacak, salata doğrayacaktı. Zayıf bir ihtimalle servis yapacaktı belki. Ama Jara anne ve babası gibi olmak istemiyordu...
Tramvaydan indi ve yürümeye başladı. Kalabalığı ne görüyor ne de duyuyordu. Cebindeki telefon titreşti. Çıkarıp baktı:
- Efendim, baba! Şey, çıktım... Eve doğru gidiyorum. Nee? Neden? Tamam babacım, hemen geliyorum.
Jara’nın düşüncelerinin rotası bir anda değişti. Babası neden onun bir an önce eve gitmesini istiyordu ki? Sanki bir şeyler gizliyor gibiydi. Jara telaşlandı. Koştura koştura eve gitti. Bu saatlerde işte olan babası onu dış kapıda karşıladı. Durup dururken Jara’ya sarıldı ve ağlamaya başladı:
- Ja baba, n’oldu? Anneme bişey mi oldu? Babaaa lütfen! Sen niye evdesin?
Babası telaşla gözlerini ve burnunu sildi. Elinden tuttu kızını ve salona geçti Koltukların üstünde iğne varmış gibi ucuna yavaşça oturdular. Jara bir an önce bir açıklama bekliyordu. Derin bir nefes aldı ve:
- Hadi baba, anlat artık. Bak, babacım, ben çok sakinim... Hadı anlat! Ayrılmaya mı karar verdiniz? Bekliyordum zaten...
Babası başını kaldırmadan sağa sola salladı. Ağlıyordu. "Bekle kızım. Önce annen gelsin!" diyebildi. Jara, babasını hiç bu kadar pısırık görmemişti. Hele ağladığını hiç görmemişti. "Ayrılmak istemiyor, hm!" diye düşündü.
Nihayet annesi de geldi. Koşarak annesine sarıldı. Yüzünü, gözlerini görmeye çalıştı. Annesi daha sakin görünüyordu:
- Heh, kızım. İyi yaptın da geldin. Sınavın nasıl geçti? Ah, bütün gün aklım sendeydi. Baban içerde mi?
O da telaşlıydı. Soru üstüne soru sorması normal değildi.
- İyi geçti anne! Babam içerde. çok üzgün. Hadi, anlatın artık. Patlıycam şimdi. Hemen mi ayrılıyorsunuz?
Annesiyle babası birbirlerine baktı. Babası istemsizce gülümsedi. Yine kafasını salladı. Annesi:
- Kızım o da nereden çıktı şimdi? Bizden kurtulmaya mı çalışıyorsun? diyerek zoraki güldü.
Jara bir nebze rahatlamış gibiydi. Yine de onların gizli ve kaçamak fiskoslarını bir türlü çözemiyordu, ama artık ısrar etmeye gücü yoktu. Karşılıklı oturdular. Bir yandan yemek yiyor bir yandan da birbirlerine manidar bakıyorlardı. Jara yemek boyunca onlardan gözlerini ayıramıyordu. Yemeğin sonunda, annesi saçlarını kulaklarının arkasına usulca ittirdi ve kızına döndü:
- Kızım... babanın çok üzgün olmasının nedeni babaannen... Doktor kanser teşhisi koymuş. Yayılmış. En fazla üç ay yaşar, demiş, dedi hiç dramatize etmeden.
Jara yerinden fırladı, babasına sarıldı. "Hayır, baba, hayır! Babaannem ölemez!" Sesli sesli ağlamaya başladılar.
Kontrolü elden bırakmayan annesi, "durun hele, ne yapıyorsunuz? Siz böyle mi ona destek olacaksınız?" diyerek yatıştırmaya çalıştı onları.
Epey ağlamanın ardından kararlarını açıkladılar. İşi gücü bırakıp memlekete gideceklerdi. Daha çok geç olmadan veda etmeleri gerekiyordu.
- Jara, kızım, sen burada işlerle ilgilen. Derslerini de ihmal etme...
Babasının sözünü kesti, Jara:
- Hayır, baba. Bensiz gidemezsiniz. Babaannemi yıllardır görmedim. Onu çok özledim... Ayrıca, ona veda etmek benim de hakkım, deyip ağlamaya başladı.
Anne ve babası çaresiz bakıştı. Babası sanki taraftar gibiydi, ama annesi kesinlikle gidemeyeceğini söyledi.
- Kızım babaannen hepimizin bir anda gitmesinden şüphelenir. Yıllardır gitmemişiz... "Şimdi durup dururken," bayram değil, seyran değil. Üstelik yıllardır gelmiyorsunuz. Nasıl oldu da hiç haber vermeden çıkıp geldiniz", demez mi, şüphelenmez mi, ha?
- Ne yani, doktor... halamlar, öleceğini söylememişler mi?
- Hayır, kızım. Söylenir mi? Kadın bilse hastalığını, korkudan hemen ölür? Niye üzsünler ki kadını?
- Ama baba! Bilmek onun hakkı! Onun ölmeden önce, vasiyeti vardır belki. Söylemek istedikleri, istekleri vardır... Ondan bu hakkı alamazsınız. O zaman ben anlatırım!
- Hayır, kızım! Sakın haa! Telefon edeyim, deme. Baban haklı. Sen çıldırdın mı? Bizim kültürde anlatılmaz. Tam tersine yaşamının son evresini en iyi şekilde ve huzur içinde geçmesi için çaba harcanır. Biz orada yaşadık, biliyoruz, kızım. Sen bu kültürün çocuğusun. Anlaman çok zor! Küçükken bir kez gittiğin yerin kültürünü, değer yargılarını "hak" diye değiştiremezsin bir anda. Onlar da seni yargılar o zaman. Oradakilerin isteklerine saygı göstermek zorundayız; çünkü sonuçta bütün iş onlara kalıyor, anlıyor musun? Biz bir hafta sonra geri döneceğiz nasılsa.
Jara, pek itiraz etmiyor gibi görünse de, kararını vermişti. Mutlaka babaannesini görecekti. Ve onun isteklerini bi zat kendisi dinleyecek ve yerine getirecekti. Hiç de karşı çıksınlar; hiç de istediği fakülteye giremesin. Şu an hiç umrunda değildi.
Anne ve babası iki gün sonra valizleri tıka basa doldurup yola çıktılar. Jara ise yapılması gereken işleri organize etti ve arkadaşlarına devretti.
Bir gün sonra, hiç kimseye haber vermeden; peşlerinden yola düştü.
Ölmeden önce görmeliydi çok özlediği babaannesini. Bu sürprizin onu çok sevindireceğinden emindi. Hatta ölümünü dahi geciktirebilirdi.
Sonuç ne olursa olsun, çocukken olduğu gibi, onun dizlerinin dibinde omalıydı…
H. Korkmaz, 2022 Sthlm
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.