- 516 Okunma
- 9 Yorum
- 10 Beğeni
OKUDUKÇA DOKUMAK
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
OKUDUKÇA DOKUMAK
“Kara gün kararıp durmaz, gün doğmadan neler doğar!” derdi hep annesi, daha gün doğmadan açardı yeni güne gözlerini nurlansın diye, daha gün doğmadan açardı evin cümle kapısını içeri bereket girsin diye.
Ağılı temizledikten sonra baharın sıcaklığını hissettiğinde koyunları kırkardı. Yünlerin bir kısmını topladığı ot ve çiçek özleriyle kaynatır, renklendirir; bir kısmını yatak, yorgan, yastık yapmak için ayırır; ihtiyaç fazlasını pazara götürüp satardı.
Sağdığı sütü sobanın üstünde pişirirken yün eğirmeye başlardı. Renk renk yünlerden dokuduğu halıları evi ısıtması için kışın sererdi odalara, serinletmesi için de yazın kilimleri. Sayı saymayı öğrenen her kızını da geçirirdi tezgâhın başına. Hepsinin dokuma tezgâhı ayrıydı. Bir yandan ilmek atmayı öğretirken bir yandan da hayata dair nasihat verirdi.
İlk kural besmeleydi. Besmele çekilerek başlanan her işin bereketli olduğuna inanırdı. “Bag gızım” derdi hep. “Gız kısmısı bazen bir galbi olduğunu unutacak.”
Bu sözü yıllar sonra anlayacaktı o da. Bir kalbinin olduğunu unutmuştu çünkü. Kırıla kırıla öğrenmişti kalbini korumaya aldığını ve kırılmasın diye kilitlediğini hatırladığında aklına geldi annesinin sözü. “Gözelsin gızım” derdi. “Gözellik Allah’ın lütfuysa da başa beladır. Bu yüzden okumayı öğreneceksin. Kendini, etrafını, hayatı, kainatı okumayı öğreneceksin. Kendini okudukça dokumayı öğreneceksin.”
En çok bu cümleyi garipser, en çok bu cümleyi anlamaya çalıştıkça bir türlü çözemezdi. İlk defa bugün kendini dokurken annesinin cümlesini gerçek anlamda okudu Oya. İlk defa bugün kendini okudu, kendini dokudu Oya.
“Kız beşikte, çeyiz sandıkta” diye annesi ayağında sallayıp uyuturken bir yandan ninni söyler, bir yandan da oya örerek oyalanırdı. Her oyanın modeli farklıydı, her modelin anlamı ayrıydı. Yaşlı kadınların, gelinlerin, yas tutanların hatta eltisine, kaynanasına, kocasına küsenlerin bile modelleriyle renkleri ayrıydı. Annesi Oya’ya hep iğne oyasından allı morlu, pullu pullu oyalar yapmıştı. “İğne oyası da oyaların en zoru, o yüzden mi her işte zorlanıyorsun Oya?” diye geçirdi içinden. Daha fazla oyalanmadan geçti yıllar sonra baba ocağındaki annesinin tezgâhının başına.
Her şey bıraktığı gibiydi. Tezgâhtaki ipler hala ilk günkü gibi canlıydı. Bir müddet kaybolduğu hatıralarının sisli perdesini aralayıp zaman tünelinde kendini yeniden buldu. Neydi ilk kural? Besmelesini çekip başladı ipleri tezgâhta dokumaya, kendini okumaya!
Renkler elinde değişirken, mekik sağa sola gidip gelirken, modeller tek tek ortaya çıkarken geldi annesi.
Dokumacı kadınların en sevdiği kasedi taktı teybe. Fatih Kısaparmak’ın teypten gelen sesiyle boş bulunup irkildi Oya. Ne kadar da kendini anlatıyordu türkü, ilk defa duyuyor gibi dikkatle dinledi ve başladı kendini dokumaya, kendi türküsünü okumaya:
“Ben şu gönül tezgâhında kilim dokudum
Erenlerin dergâhında aşkı okudum.
Töremizde kilim demek, ilim demektir.
Kilim sevdadır, özlemdir, derttir, istektir.”
Hamiyet Su Kopartan ✍️
14.01.2023