Öz Sözün İçinde
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Ne kadar da birbirimizden habersizmişiz dedi biri... Aynı mahallede, aynı okulda, aynı sınıfta ve hatta aynı sırada oturmamıza rağmen dedi diğeri...
-Sana çok özenirdim o zamanlar. Bitmek bilmeyen neşene, sürekli gülünecek birşeyler bulmana. Durup durup şarkılar söylemene.
İtiraf ediyorum. Hayrandım sana.
-Bugün de öyleyim biliyor musun? Tıpkı anlattığın gibi. Saklamak istediğim ne varsa halâ yüzümdeki neşenin altında.
- Halbuki çok sevimli görünüyordun. Ödevlerini bile okulda yapardın hiçbir şeyi umursamazdın. Öğretmen kızacakmış, eksi verecekmiş diye hiç düşünmezdin. Korkusuzdun, kafana takmazdın.
-İtiraf sırası ben deee. Çalışkanlığına özenirdim, titizliğine. O kadar düzenliydi ki herşeyin.Pırıl pırıl tertemiz. Ben ise pasaklının tekiydim. Hem ciddi misin gerçekten, bu hayranlık konusunda? Senden bunları duymak, garipsiyorum affet.
-Sınıfın en çalışkanıydım bu doğru. Ancak senin kadar güzel bir el yazım yoktu. Nasıl da yapardın hızlı hızlı ödevleri o muhteşem el yazınla iki dakikada? Ben onca uğraşmama rağmen düzgün yazamazdım. Öğretmen bir gün doktor gibi yazmışsın deyince öyle sevinmiştim ki. Düşünsene koskoca doktora benzetmişti yazımı. Bunu evde anneme gururlanarak söylediğimde bir araba sopa yemiştim. Annem aşırı baskıcı ve mükemmelliyetçiydi. Meğerse okunaklı değilmiş yazdıklarım, nereden bilebilirdim? Boş yere sevinmiştim.
-Annen çok ilgili bir kadındı hatırladığım kadarıyla. Sabahları okula bırakırdı seni, andımız okunup içeriye girene kadar bahçede beklerdi. Okul çıkışı da her gün almaya gelirdi.
-Pencereden baksa beni görebilecek kadar yakındı evimiz okula. Her gün her gün okula bırakmasından ve sürekli saçlarımı, önlüğümü düzeltmesinden bıkıyordum. Ve ayrıca çantamı beslenmemi evde defalarca kontrol etmesine rağmen bir de okulun bahçesinde açıp, unuttuğumuz bir şey var mı diye bakması çok rahatsız ediciydi. Okulun ilk günlerinde alıştırma süreci boyunca normal karşılanabilirdi fakat beşinci sınıf sonuna kadar sürekli yanımda olması huzursuz ediyordu beni.
-Sana çok düşkündü annen, bak işte özendiğim bir yanında bu.
-Sen okula hep tek gelirdin ve çoğu zaman geç kalırdın değil mi?
-Evet, bu yüzden çok azar işitmişliğim var öğretmenden. Onun da kendince haklı kuralları vardı. Bir öğrenci öğretmenden sonra sınıfa giremez derdi. Geç kalanları tek ayak üstünde tahta önünde bekletir ceza verirdi.
-Bir gün bile sormazdı neden geç kaldığını. Sevmiyordum o öğretmeni.
-Sorsaydı da söyleyemezdim ki.
-Spor ayakkabıların yüzünden mi?
-Hatırlıyorsun ha!
-Okulda spor ayakkabı giymek yasaktı. İlla da siyah klasik olacak derlerdi. Spor ayakkabıyla yakalanmamak için geç geldiğini düşünürdüm hep.
-Yani, kenarı patlak beyaz ayakkabılarım da bir etkendi tabi. Herkesten farklı giyindiğim için çok çabuk dikkat çekerdi. Bu durum ayakkabımın yırtık pırtıklığından daha çok utandırırdı beni. Hele o yeşil tahta önünde bütün öğrenciler ders boyunca bana bakardı ya sinir olurdum.
-Eee.. Yine de gülümserdin oradan, hatta öğretmenin arkasından el filan sallardın bize.
- Bazı şeyler gerçekten göründüğü gibi olmuyor canım. Uyanamazdım sabahları, beni yataktan kaldıracak kahvaltımı hazırlayacak, saçlarımı tarayacak, üzerimi giyinmeme yardım edecek kimse yoktu ki.
-Anlatmasan da anlıyordum bazen, evinize gidip geldiğim zamanlarda küçücük yaşında çok büyük sorumluluk yüklendiğini. Mesela üvey annenin sen sanki evde yokmuşsun gibi davrandığını.
-Ah.. El yazısı diyorduk. Evet abarttığın kadar güzel değilse de idare eder.
-Ama şu an lafı değiştiriyorsun canım.
-Bak, dinle dinle. Zamanını tam olarak hatırlamıyorum. Çok erken yaşta aldım kalemi elime, yani daha okula başlamadan önce. Benimki öyle duvar boyamak resim yapmak için de değildi üstelik. Zaten bunun mümkünatı yoktu. Yaramazlığa girerdi bu durum ve bizim evde yaramazlık yapmak sadece öz çocuklara mahsustu. Babam yurtdışından mektuplar gönderirdi. Evin hanımı zarfın içinden parayı alır mektuba şöyle bir göz atıp sobanın önüne doğru fırlatırdı. Bilirdim, anlardım babamdan geldiğini o mektupların. Okumam yazmam yoktu, okuyamazdım. Neden bunu yapıyordum bilmiyordum ama tamamen içimden geliyordu o küçücük parmaklarıma tutuşturduğum kürdanla yazıların üzerinden geçiyordum. Sanırım bundan kaynaklı güzel yazıyor olmam. Bir nevi alıştırma yapmışım farkında olmadan.
-Gerçekten ne kadar ilginç, el kasların bizden önce gelişmiş demek ki. Peki, neden kalem değil de kürdan?
- Bilmem, dedim ya tamamen içgüdüsel. Özel bir sebebi yok. Kürdan bulamayınca işaret parmağımı kullanıyordum. Bilinçli yaptığım bir şey değildi. Sonraları kalem de buldum tabi. Sen annemden bir araba sopa yedim dedin ya az önce...
-Evet, doktor gibi karışık yazdığım için.
- Bilmem hatırlar mısın güzel yazı derslerinde hokkanın içine mürekkep koyardık, divitlerimiz vardı. Batırırdık ince uçlarını mürekkebe öyle yazardık.
-Ayy! Evet, evet. Nasıl bir işkenceydi o. Sonraları dolma kalem izni çıktı da kurtulduk.
-Ha! Yok, yok. O, dolmakalemle ilgili değildi. Sınıf atladığımız içindi.
-Çok zordu ya divitle yazmak. Hiç sevmezdim o dersi.
-İşte o, güzel yazı derslerinden birinde bir araba sopa da ben yemiştim öğretmenden.
-Yok canım. Onu hiç hatırlamıyorum. Öğretmen çok sinirli bir kadındı ama sen dayak yemiş olamazsın.
-O kadının dayağını yemeyen var mıydı ki?
- Sıra dayağından kurtuluş yoktu da güzel yazı dersinde nasıl olur?
-Eh, tabii sen kendi derdine düşmüştün beni hatırlamaman çok normal.
-Allah Allah inanılır gibi değil, anlatsana çok merak ettim
-Sen, ben ve Emral aynı sırada oturuyorduk. Öğretmen sırayla dolaşıp kontrol ediyordu defterlerimizi. Emral sayfaya mürekkep sıçratmış bir de eliyle silmeye çalışınca mahvolmuştu defteri. Emralin saçlarından tutup kafasını sıraya vurmuştu. Hepimiz nasıl korkmuştuk . Sen de elin titreye titreye yazmışsın, kayık kuyuk harfler. Yazını beğenmediği için bağıra çağıra kulağını çekmişti.
-Off!.. Ne çok canım acımıştı.
- Emralle sen kollarınızı yüzünüze büzüştürüp sıraya kapanmıştınız. Zil çalana kadar başınızı sıradan kaldıramadınız ikinizde. Bense öyle güveniyordum ki yazıma; kalıp gibi çizgiler, tertemiz bir çalışma. Göğsümü gere gere göstermiştim defterimi. Ben saçımı okşar aferin der diye beklerken öğretmen birden sinirlenip sırtıma sırtıma vurmaya başlamıştı.
-Sahi mi? İnanamıyorum. Ve sen her zamanki gibi dik kuyruk, hiç sesini çıkarmadın değil mi?
-Benim gözler defterimde; hatamı bulmaya çalışıyor, neden dayak yiyordum anlamak istiyordum. Ben sizin gibi sıraya kapanmadım diye mi nedir öğretmen vurdukça vuruyordu.
-Hay Allah!..
- Sırtıma, omuzlarıma, kafama... Artık nereme denk gelirse.
-Tabii, sınıfın çoğunluğu aynı durumdaydı.
Kimsenin kimseyi görecek, kınayacak hali yoktu.
- O gün eve gidince defterimi açtım, inceledim. Mis gibi yazmışım işte, herhangi bir hata görememiştim. Öyle zoruma gitmişti ki okulda gıkı çıkmayan hep neşeli olan ben, bilsen o gün ne de çok ağlamıştım, öğretmene de çok kızıyordum.
-Haklısın da... Birimiz mürekkep damlatmış yazılar dağılmış, diğerimiz eğri büğrü yazmış. Yani hadi bunlara bir sebep buldu diyelim peki ya sen?İnci gibi elyazınla dayak yemeyi nasıl başardın?
- Bir çocuk dayak yediği zaman en çok da bunun sebebini bilmek ister. Suçsuz yere dayak yediğimi bana haksızlık yapıldığını düşünüyordum. Ta ki bir sonraki güzel yazı dersinde öğretmen tahtaya yazdıklarını defterinize geçirirken satır başından iki parmak boşluk bırakın diyene kadar. Bir önceki sayfayı açıp ölçmüştüm hemen. Ben bir parmak boşluk bırakmışım. Bu yüzden yemişim demek ki onca dayağı.
-Hımm. Aha haha. Ne günlerdi ya. Demek ki bizim öğretmen de çok mükemmeliyetçiymiş. İnce eleyip sık dokuyan türden. Tıpkı annem gibi. Neden affedici ve anlayışlı değilmiş eskiler anlamıyorum. Halbuki bizler akıllı uslu çocuklardık. Söz dinlerdik. Anlatsalardı doğru düzgün pekala anlardık. Biz okula bir şeyler öğrenmeye geliyorduk dayak yiyip gidiyorduk. Bu yüzden okulu bırakan çok arkadaşlarımız oldu. Emral mesela ortaokuldan sonra okumadı bir daha...
Diyaloglar Albümünden Bir Kesit
EbRuAsya //
YORUMLAR
O kadar samimi ifadelerle yazmışsınız ki yazınızı hayranlık duymadım diyemem Size ve yazınıza hele de güne gelmiş bir yazınızın olması da harika...
İster istemez ben de gittim İlkokul günlerime...
Benim İlkokul öğrencilik yıllarım belki bin çocuktan birine nasip olmayan güzelliklerle geçti...
İlkokul üçüncü sınıfta okul birinciliğimin başlaması tadımın anzer balına dönüşmesi gibi olmuştu...
Tatlı tebessümlerle hatırlatmış olduğunuz için müteşekkirim Size Rû hanımefendi...
Alttaki yazımı yazdığım ve sorumu sorduğum için affınızı da istirham ediyorum...
Kısa ve öz...Günümü güzelleştiren bir mesaj gelmişti Sevdiğimden-Sevdiceğimden-Sevgilimden...Rû'yu buldum 'Sazkâr Hanım' diye :)
Siz misiniz acaba o kaybettiğimiz 'Rû' hanımefendi ve bulduğumuz 'Sazkâr hanımefendi...
Saygı ve selamlarımla efendim...
Rû //
öncelikle yazı hakkındaki yorumunuz için teşekkür ederim.
kısa ama öz olmayan hatta üsluben hoş bulmadığım sorunuza cevaben:
Rû rumuzunu kullanıyor olsam da tüm şiir ve yazılarımın altında gerçek adım yazar. '' Ebru Asya"
sevdiğim insanlarla sımsıkı dostluklar kuran ben
ne onları kaybederim
ne de onlar tarafından kaybedilirim
sizin ve bahsi geçen kişilerin hakkında ise hiçbir fikrim yok.
İyi günler dilerim
Mehmet İmran Sevinç
Özür diler affınızı da istirham ederim '''Kısa ve öz...Günümü güzelleştiren bir mesaj gelmişti Sevdiğimden-Sevdiceğimden-Sevgilimden...Rû'yu buldum 'Sazkâr Hanım' diye :) ''' bu mesajımdan dolayı...
Konunun aslı YouTube de birkaç yıl önce Rû rumuzlu bir hanımefendinin bazı eserlerin videolarını paylaşıp alt kısmına çok güzel yazılar da eklerdi...Yazlarından Psikolog olduğu ve Bursa'da ikamet edip görev yaptığı ifade ediliyordu takipçilerin yorum kısmında paylaştıklarından...
Bir zaman sonra kayboldu..Aslında kaybolmadı da Rû rumuzlu kanal başka biri tarafından ele geçirildi...
Uzun zaman sonra çok güzel yazıları olan Rû hanımefendi Sazkâr hanım ismiyle ortaya çıktı...Çok sevdiğim arkadaşımın WhatsApp üzerinden bana yazdığı mesajı ben de Sazkâr hanımefendinin '''kati mou şarkısının videosunu paylaşıp alt yazısı olan Sazkâr Hanım''' sahifesinin yorumlar kısmında YouTube kanalım olan 'Mor İncili Sahil' kanalımdan yorumlamıştım size yazdığım mesajımı...
kati mou - Sazkâr hanım
@morincilisahil
1 yıl önce
Kısa ve öz...Günümü güzelleştiren bir mesaj gelmişti Sevdiğimden-Sevdiceğimden-Sevgilimden...Rû'yu buldum 'Sazkâr Hanım' diye :)
YouTube kanalından görebilirsinz...
Eksik ifademden dolayı yanlış anlamınıza vesile olduğum için tekrar özür dileyerek affınızı istirham ediyorum...
Yorum kısmından o yazıyı silebilirim...
Saygılarımla Rû EbRuAsya hanımefendi
İnsanın özü ne ise,son sözü de oydu.Bilirdim,bilirdin...
Kutluyorum, Canım..:))
Rû //
çok teşekkür ederim
en kocamanındannn sevgilerr
Sanki kendi ilkokulumun ilk yılları geldi aklıma, benzer şeyler yaşadıklarımız. O zamanın asabi öğretmenleri, sıkıntılı sinirli tiplerdiler çoğu zaman ya da bizlere öyle denk gelmişti... Ben de nasiplendim o sinirden... Şimdinin öğretmenleri daha anlayışlı gibi... Bir de o meşhur Cin Ali birinci sınıfta ki kadim dostumuz... Kutlarım yürekten çok güzeldi...
Rû //
aa evet cin ali..
duymuşluğum görmüşlüğüm var.. benden önceki nesillerin kitabı.. benim dönemimde ayşegül serileri mevcuttu.
demek ki cin ali ve ayşegül dostlarımız boşuna var olmamışlar dayaklı dönemde. canımıza yoldaş olup üzüntümüzü dağıtmışlar.
teşekkür ederim sayfa ziyaretinize
değerli yorumunuza
saygı selamlarımla
Dayak atan hocalar eski yıllarda ne yazık ki vardı. Şimdilerde böyle bir davranış sergilemek nereyse olanaksız.
Yazınız , son derecede akıcı ve güzeldi. Kişiler arasında her şeyin görüldüğü gibi olmadığını gözler önüne seren zengin bir edebi üslupla kaleme alınmış yazınıza tebrikler.
Saygılarımla.
Rû //
çok teşekkür ediyorum
değerli yorumunuzla onurlandırdınız sayfamı.
sevgi saygı ve selamlarımla
Kaleminin en güzel yanı doğal olması ve akıcılığı. Uzunca bir yazı olmasına rağmen çarçabuk içine alıyor okuyanı. Kopukluk olmadan sürüklüyor kah geçmişe kah bugüne. Sanki bizlerde o ortamda gibiyiz. Yabancılık çektirmiyor yazıların. Sohbete dahil oluyoruz.Düşünüyoruz sorguluyoruz
Sevgili Ebru
Sen ne yazarsan yaz okunur.
Tebrik ediyorum güne gelen bu güzel yazını
Kalbi sevgiler
Rû //
çok teşekkürler.
motive etti yorumun
umarım daha güzel çalışmalara imza atarım
sevgiler
öncelikle ne kadar masum oluyorduk cocukken, ruhumuz, kalbimiz, zihnimz tertemiz karamsar yanından cok güzel yanını kuçaklardık hep...doktor yazısına benzemiş cümlesinden gurur duymak mutlu olmak kerçekten o anki haz başka bir duygu heleki bu tanıyı öğretmen koyuyorsa lakin evde bunun karmaşadan ibaret olduğunu söyleyen tokat gibi sözler duymakta o haz kadar acı veriyor insana,yazinız benide lise yıllarima götürdü ilk tokadımı ozaman yemistim birde de degil bi kaç kes üste yüzüme inen şamarla hemde sınıfın gözü önünde çok utanmakla beraber gururum incinmisti hem nedenini bile bilmediğim ki sonra dan öğrenmistim o tokadın acısıni.daktilo dersine girmemistim ve nöbetci öğretmenede öğretmenimden izin aldım demistim oda soluğu daktilo öğretmeninin yanında almış tabi sağolsun öğretnenimizde unutmamış bunu bir hafta sonra dersinde beni yanına çağırıp bi güzel tokatlamıştı hey gidi günler...yazınız nerelere götürdü beni güne yakışan ve kendi payıma anilarimı tazeleyen çok güzel bir yazı olmuş kutlarım yazan yüreği
Rû //
sizin de anılarınızı tazelemiş olduk hüzünlü olsa da..
eğitimin şekil aldığı iki kurum öncelik aile sonra okul..
başımıza her gelen olayın bir anlam değeri var.. ve bu anlam değerindeki güçtür bizi etkisi altına alan... verilen uygulanan dersin öğreticiliğini sorguluyorum çoğu zaman... en masum yanımızın çocukluğumuzun tokatlanışı.. kaybedişlerimiz kazançlarımız
yaşadıklarımız.. yaptıklarımız, yapmak istediklerimiz, yapamadıklarımız gözümün önüne geliyor bazen.. halen geçmişi irdelemem bu yüzden..
katkılarınız değerli yorumunuz için için çok teşekkür ediyorum.
sevgilerimle
Rû //
tüm isteklerinin gerçekleşeceği huzur dolu bir yıl diliyorum
sevgilerimle
🌺
Rû //
değer verip okuduğun için
çok teşekkür ediyorum
sağ olasınız
kocaman sevgiler
Birbirimizden habersiz ne çok özentilerimiz olur değil mi.
İnsan hep kendinde olmayanı arar hep daha iyisine bakarız.
Hikayedeki gibi kimisi yalnızdır ilgilenen arar kimisi de aşırı ilgiden sıkılır.
Ama en çok can alıcı kısmı bir çocuğun neden dayak yediğini bilmemesidir ki hiç bir şey için dayak sebep değildir.
Gülen yüz perdesinin ardında ne çok hüzünler yatar ya da her ağlayan gülmez diye bir kural mı var.
Sevgili Ebru sanırım herkesi hayat yolculuğunda bir yerlere taşıdınız.
Öyle güzel yazıyorsunuz ki insanı bir yandan hüzünlendiren bir yandan düşündüren sorgulatan duygular zinciri gibi bir yazı .
Hadi bir itirafta benden; böyle akıcı üsluplu yazar kimliği taşıyan yazılara ben de çok gıpta ediyorum malesef bu konuda kendime pek güvenim yok ama çok isterdim yazılar zincirimin olmasını.
Harikaydı
Selam ve sevgiler..
Rû //
sağ olasın çok teşekkür ediyorum.
kalemimin okunuyor olması bile benim için büyük bir onurken
mahçup oluyorum böyle güzel yorumlar karşısında
ne diyeceğimi bilemiyorum...
yazı konusunda yazdıkça kalemin gelişeceğine inanıyorum.
İyi kötü demeden bir yerlerden başlamak lazım...
inan bana kalem bizden çok daha iyi biliyor hangi türe yatkın olduğunu.
yaz beni yaz beni diye dürtükleyip duruyor:)
ve yazılar zinciri oluşturmak düşüncesindeysen
seve seve bu zincirin bir halkası olmak istediğimi bilmeni isterim
sevgilerimle
Maalesef o dayakları hepimiz yedik. Şimdi kuşak çok şanslı dokunulmazlıkları var gibil hepsinin telefon cameralarnın da caydırıcı etkisiyle.de hiç biri şiddet görmüyor fakat bizim nesil sanki daha bilinçli bilgili ve sorumluluk sahibiydiler. Burada dayağın önemi tartışılır işte. Güzel yazıydı. Tebrikler
Rû //
güzel geçsin gününüz
saygı selam ile