- 243 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ÜSTÜNLÜK ÖLÇÜSÜ
Üstünlüğün ölçüsü değerdir. Değer, yaratılışta sahip olunan bir şey olmayıp insanın kazanımıyla elde edilir. Bir kimsenin değeri; değer verdiği şeyler kadardır. Merhamete, sevgiye, kardeşliğe, dostluğa, dürüstlüğe, samimiyete, cömertliğe, zulme ve haksızlığa başkaldırmaya, kötülükle mücadele etmeye vb... İnsani şeylere değer veriyorsanız; sizin değeriniz bu değer verdiğiniz şeyler kadardır. Mala, unvana, bencilliğe, makama, gösterişe değer veriyorsanız sizin değeriniz bu değerler kadardır. İnsan olmak kazanılan değerlerle ölçülür.
Cinsiyet, insanın kendi seçimi değildir yaratılıştandır. Seçime konu olmayan, değer de konu edilemez. Aksi halde yaratıcı ayrımcılık yapmış olur, oysaki cinsiyet sadece bedenlerimizin anatomik ve fizyolojik farklılığıdır, ruhlarımızın veya meleklerin cinsiyeti olduğu söylenebilir mi. Yani erkek veya kadın tek başına bir değer değildir. Yine her iki cinsin de varlık nedeni aynıdır. Allah’ın yanında alacakları ödülün veya görecekleri cezanın cinsiyetle İlişkisi yoktur.
Yaradan Hucurat 13 te “ Ey insanlar! Biz sizi, bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve örfler yoluyla tanışıp kaynaşasınız diye sizi milletlere, boylara ayırdık. Hiç kuşkusuz, Allah katında en seçkininiz, sakınılması gereken şeylerden en çok sakınanınızdır. Allah her şeyi bilir, her şeyden haberdardır.” Bu demektir ki: Herkese yaptığı şeylerin değerleri esas alınarak karşılığı verilecektir. Allah katında üstünlüğün ölçüsü budur.
Yaratılış bakımından tek tek ele alındığında bir problem teşkil etmeyen kadın ve erkek, yan yana geldiklerinde sorunlar oluşmaya başlıyor.
Karşı karşıya kalınan ve yaşamı çekilmez kılan haksızlığa ve zulme neden olan sorunların suçlusu tek başına olmasa da büyük oranda erkektir. İnsanlık tarihi boyunca erkek hep belirleyici taraf olmuştur. Kadın siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel bakımdan yaşamın her alanında erkeklerle aynı koşullara sahip olamamıştır. Oysaki çok değerli bir varlık olarak yaratılan kadın ve erkek yaratılış olarak aynı değere sahiptir. Ne kadın ne erkek için toplumsal hiç bir rol mutlak değildir.
Oysaki kadınlık veya erkeklik bir üst kimlik değildir, sadece biyolojik bir özelliktir.
Her ikisinin üst kimliği insan olabilmektir. Tabii ki insan olma yönüyle kadın ve erkek aynı değer ve haklara sahip olarak yaratılmış olmalarına rağmen biyolojik olarak bir takım farklılıklara da sahiptirler. Bu farklılıklar kişisel ve toplumsal işlevselliği belirleyici olmada önemli bir unsurdur. Fakat Biyolojik ve psikolojik farklılıklar görmezden gelinerek yapılan düzenlemeler de her iki cinse de haksızlık olur.
Kur’an’a göre baskı ve zulüm adam öldürmek kadar büyük bir suçtur. Bir kişiye istemediği bir kaderi yaşatmaya kalmak insanlık suçudur. Bir kız çocuğunu canlı canlı toprağa gömerek öldürme ile onu baskı altına almak küçük yaşta evlendirmek veya okutmayarak ikinci sınıf insan olmasına razı etmek aynı katakoride suçtur her ikisinde de razı olunmayan bir kader ve yaşam söz konusudur. Baskı ve zulmün bireyden veya toplumdan gelmesinin hiç bir önemi yoktur. Nereden gelirse gelsin zulüm ve baskıdır, haksızlıktır…
Din adına kadın için ön görülen yaşam tarzı, kocasına ve ailesine karşı sorumlulukları ile kadını nesneleştirmektedir. Kadının nesneleşmesinde sıradan bir varlık gibi görünmesinde kendisinin hiç mi suçu yoktur, tabi ki vardır ama tarihsel ve toplumsal süreçte çoğunlukla çaresiz kalmışlardır. İslam diye bize öğretilen ve dayatılan bu geleneksel inancın ana kaynaklarına bakıldığında, kadını sevmeyen aşağılayan ve hakaret eden erkeğe köle yapan bir yaratıcıyı kullanan insanlar karşımıza çıkar, oysaki yaratıcı her şeyi eşit ve hak ile yarattığını söylüyor. Eğer öyleyse kadınlar böyle bir yaratıcıyı neden sorgulamaz, inanır ve sever? Bunu anlamak mümkün değildir. Bu nasıl bir akıl tutulmasıdır. Beni ikinci sınıf yaratan bir yaratıcıya inanmam ve kulluk etmem olanaksızdır, kendimize yapılan haksızlığa karşı gelmek insani bir olgudur. Kur’an aile idaresinde son sözü erkeğe bıraktığı doğrudur ama hadis külliyatı başta olmak üzere tefsir ilmihallere ve geleneksel inancın temel kaynaklarına bakıldığında kadınları bu kadar aşağılayan bir yaratıcıyı sevmek inanmak, emirlerine uymakla ve karşılığında kötü muamele görmede kadının kendi kusurudur. Kadınların kendisini köle gören bir dini sorgulamaları gerekmez mi?
İşte bu noktada akıl süzgeci ile geleneksel toplum adetlerini, gerçek din kurallarını ayrıştırmalı ve insan olarak yaşam tarzı oluşturmak ezilen kadınların birinci görevi olmalı, dinleri kullanarak oluşturulan bu düzeni sorgulamak ve mücadele etmek bireylerin görevidir ve her zaman da görevi olmalıdır...
Abdullah HAKTANKAÇMAZ
[email protected]
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.