- 446 Okunma
- 3 Yorum
- 3 Beğeni
TÜRKLERDE KADIN.
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
TÜRKLERDE KADIN.
Eski Türk toplumlarında aile en önemli sosyal birlik olduğundan, ailenin temelini teşkil eden kadın, Türk destanlarında, Türk efsanelerinde öyle yüce bir mertebeye konulmuştur ki, kadını böylesine yüce bir varlık haline getiren töreye, kültüre hayran olmamanın imkanı yoktur. Kadın, erkeğin biricik yoldaşı ve çocuklarının anası olmak gibi önemli bir vazifeyle görevlendirilmiştir. Daha da önemlisi Türk ırkının tek bereket kaynağıdır Kendisine verilen bir takım haklardan dolayı hanların, hakanların, cengaverlerin önünde saygı ile eğildikleri bir şeref abidesidir.
Türk destanlarında kadın ilahi bir varlık konumuna gelmiştir. Öyle ki, erişilip dokunulması, koklanması, kısaca beş duyu ile algılanmasının imkanı yoktur. Yaratılış Destanında, Tanrı’ya insanları ve dünyayı yaratması için Fikir ve ilham veren “Ak Ana” adında bir kadındır. Oğuz Kağan’ın ilk karısı, karanlığı yararak gökten inen mavi bir ışıktan, ikinci karısı ise kutsal bir ağaçtan doğmuş insan üstü varlıklardır. Yakutlarda “Ak Oğlan” ağacın içinden çıkan nurlu bir kadın tarafından emzirilmiştir. İlk Türk yazıtlarından olan Bilge Kağan Kitabesi’nde Kağan: “Sizler anam hatun, büyük annelerim, ablalarım, hala ve teyzelerim, prenseslerim…” hitabıyla söze başlar.
En eski Türk inancına göre “han ile hatun” gök ile yerin evlatlarıdır. Kadın burada yedinci kat göktedir. Kadına, böylesine bir kutsallık veren törede kadının dövülmesinin, hor-anmasının, itilip kakılmasının imkanı yoktur. Zaten Türk kültüründe ve destanlarında böyle bir durum göze çarpmamaktadır. Türk destanlarında kadın, erkeğin daima yanındadır. Onların güç ve ilham kaynağıdır.
Dede Korkut Hikayelerinden olan “Deli Dumrul’da, Dumrul canının yerine can bulma çabasına girince, bunu kadınından bulmuş, kadını ona hiç çekinmeden “canını vereceğini” söylemiştir. Yine Türk kültüründe destan kahramanları, iyi ata binen, iyi kılıç kullanan, iyi savaşan kadınlarla evlenmek istemektedir. Nitekim yine Dede Korkut’taki Bamsı Beyrek Hikayesinde yer alan “Banu Çiçek” bunun en güzel örneğidir.
Kırgızların Manas Destanında kadın, evin namusunun koruyucusudur. Kahramanlar, ahlak dışı bir iş yapacakları zaman kadın onlara mani olmaktadır. Kazaklarda kadına verilen değer şu atasözüyle ne güzel anlatılmıştır. “Birinci zenginlik sağlık, ikinci zenginlik kadındır.”
Tüm Türk destanlarında, sarsılmaz bir saygı, sevgi ve sadakat vardır. Gerdeğe girdiği gün, murat alıp vermeden yalnız kalan kadın (gelin) kocası dönünceye kadar onu bekleyeceğine ve üzerine bir erkek sinek bile kondurmayacağına ant içerdi.
Kadınların, savaşta düşmanın eline geçmesi büyük bir zillet sayılırdı. Destanların hiçbirinde şehveti andıran çirkin olayların olmayışı, üzerinde durulması gereken önem-i bir konudur. Oğuz Kağan Destanında, ırza tecavüz edenlerin öldürüldüğü veya gözlerine mil çekildiği ifade edilirken; İran’ın ünlü destanı “Şehname”de bu tür ahlaksızlıkların hikaye edildiği ortadadır. Örneğin Şehname’nin kadın kahramanlarından olan “Südübe”, Siyavuş’a aşıktır, ve ona çirkin tekliflerde bulunur: “Hadi gel, kimsenin haberi olmadan beni bir kere sevindir de, gençliğimin günlerini tazelendirip onların bana yeniden bağışlayıver.” Banu Çiçek ile buradaki kadın tipini karşılaştırmaya gerek bile yoktur.
İranlı bir tarihçi olan Gerdizi de; “Malumdur ki Türk kadınları çok iffetlidirler.” derken Türk kadının ahlakî temizliğini övmektedir. Bu övgü boşuna değildir. Nitekim kadın adları arasında, temiz, faziletli manasına gelen; “Hun, Sa-bir, Arig, Ank, Uygur Silig, Kazan Silu” gibi adların bulunması sebepsiz değildir. Aynı şekilde İbn Batu-ta, Seyahatnamesi’nde Kırım’daki hatıralarını anlatırken şöyle demektedir. “Burada tuhaf bir hale şahit oldum ki o da Türklerin kadınlara gösterdiği hürmetti. Burada kadınlarının kıymet ve derecesi erkeklerinkinden çok üstündür.”
İslamiyet öncesi Türk topumun da, kadınsız bir iş görülmezdi. Daha önce belirttiğimiz gibi, kadın erkeğinin tamamlayıcısıdır. O sürekli erkeğinin yanındadır. Hanların buyrukları yalnız “Hakan buyuruyor ki ifadesiyle başlamamışsa geçerli kabul edilmezdi. Yabancı devlet elçilerinin kabulünde hatun da hakanla beraber olurdu. Törenlerde, şölenlerde kadın, hakanın soluna oturur, siyasî ve idarî konulardaki görüşlerini beyan ederdi. Kadınların savaş meclislerine katıldığı dahi olurdu. Örneğin; Büyük Hun İmparatorluğu adına Çin ile ilk barış antlaşmasını Mete Han’ın hatunu imzalamıştır.
Ebul Gazi Bahadır Han. Şecere-i Terakime’de. Oğuz ilinde, yedi kızın uzun yıllar beylik yaptıklarını anlatmakta ve bu kızların isimlerini şöyle sıralamaktadır “Boyu Uzun Burla, Barçın, Salur, Şabatı Hatun, Künin Körkli, Kerçe Buladı, Kuğatlı Hanım ”
Türk kadını, diğer toplumlarda olduğu gibi baskı altında tutulmuyor, aşağılanmıyordu. Kadının yüceliği, Altay dağlarının en yüksek tepesine “Kadınbaşı” ismi verilerek, sanki çağlar sonrasına bir mesaj gibidir.
İslam öncesi Türk topluluklarında kadına böyle bir bakış açısı var iken, Türk toplumu dışında kalan milletlerde kadının durumu acınacak bir haldedir.
Cahiliye devri Araplarında, kadının kocası yanındaki değeri, alınıp satılan bir maldan farksızdır. Arap erkeği, adet zamanında kadınla bir arada oturmaz, onunla yiyip içmezdi. Aynı dönemde, yine burada kadının miras hakkı yoktur. Oysa, Türk kadını miras hakkına sahiptir. Mesela Yakutlarda kadının kendine ait mülkü mevcuttur. Buna “and ” veya “semse” adı verilir. Kadının bunu, istediği gibi kullanmak hakkı vardır. Ölen bir kocanın karısı var ise bunun mirastan iki hali olur
1. Kocanın, oğlu veya kızı, oğlunun. oğlunun oğlu veya bir kızı ile beraber bulunuyorsa sekizde bir.
2. Bunlardan hiçbiri kadının yanında değilse dörtte biri miras alınırdı.
Anı dönemlerde kadınların diğer toplumlardaki durumunu incelemeye devam edelim. İngiltere de XI. asra kadar kocalar karılarını satabilirdi. Hıristiyanlar ise kadına şeytan gözüyle bakmışlardır. Yine İngiltere’de kadın “murdar” bir varlık sayıldığı için İncil’e el süremiyordu. Kadınlar İncil’i okuma hakkına Hanry devrinde (1509-1547) sahip olmuşlardır. İngiliz Piskoposu Dour’un 1888 yılında Westminster Kilisesinde vaaz verirken söyledikleri tüyler ürperticidir.
“Bundan yüz sene öncesine kadar kadın, erkeğin sofrasına oturma hakkına sahip olmadığı gibi, sorulmadan söze başlaması caiz değildi. Kocası başının ucuna kocaman bir sopa asardı ki karısı ne zaman bir emrini tutmazsa onu kullanırdı. Kadının sözü kızlarına geçmezdi. Erkek çocuklar ise, analarına ev içinde bir hizmetçi kadından fazla paye vermezlerdi.” Çin ‘de ise boşanma hakkı sadece erkeğe mahsustu. Kadının böyle bir hakkı yoktu. Oysa Türk kadını tüm bu haklara sahipti. “Koca, karısını,kadın kocasını boşayabilirdi.” Koca karısının getirdiği çeyizin bedelini verirken, kadın da para vermek veya mihrinden vazgeçmek suretiyle kocasından boşanabilirdi.”
Budizm’in kurucusu Buda ise ilk başlarda kadınları dinine kabul etmemiştir. Eski Türk kadını, Roma kadınından da daha fazla haklara sahipti. Roma hukukunda kadın kendi malına hükmedemezdi. Vasiyet yapamazdı Roma hukuku, kadını, ergin kabul etmiyordu. Onu noksan akıllı sayıyordu. Romalı kadın Jüstinyen devrine kadar tam bir esir hayatı yaşamıştır. Roma’da dul kadının evlenmesi suç sayılıyordu. Yine Çin’de yeni doğan çocuk erkekse pahalı kumaşlara, kız ise bez parçalarına sarılırdı. İran’da kendilerine eş bulan kızlar günahkar sayılmıştır. İran’da kanları bozmamak için yakın akrabalarla evlilik uygun görülmüştür. Bu sebepten anaları ile kız kardeşleri ile evlenenler ortaya çıkmıştır. Aynı şekilde cahiliye Araplarının kız çocuklarını diri diri gömmeleri acı gerçeklerdir. Kız çocuğa sahip olmak şerefsizlik sayılmıştır.
İşte bu dönemlerde Türk kızları ve kadınları toplumun şerefli birer ferdidir. Türk milleti hariç, kadınları aşağılamayan, hor görmeyen bir millet yoktur. Türk kadınının, böyle ihtişam içinde ve saygı görerek yaşaması, Türk karakter ve kültürünün yüksek değerini ifade eder.
YORUMLAR
Kıymetli hocam merhaba
Her şeyden önce, yazılarınızda nice farklı isme, kavrama yer verdiğinizi görüyorum
Yüzlerce yerli, yabancı şahsiyet, bir o kadar konu, kavram mevzu ediliyor
Kendi çapında bir ansiklopedi meydana getiriliyor hani
Demem şu ki, geçmiş devirlerde Gerçek Yayınevi ya da Varlık Yayınlarının kültür politikasını andırıyor bende
Malum, Gerçek Yayınevinin "yüz soruda" dizisi meşhurdur, her kitap bir konuyu yüz soru etrafında inceler
Ya da Varlık Yayınlarının her biri bir konuya hasredilmiş nice kitapları bulunmaktadır
Yine bu yazınızda da
"Türklerde Kadın" başlığı altında vukuflu bir yazı kaleme aldığınızı gördüm, mutlu oldum açıkçası
Eski Türklerin kadına, kadınına yüksek değer verdiği görülür, bu durum Atatürk kanalıyla modern dönemde de hak ettiği alaka ve teveccühe kavuşur kuşkusuz
Şu kadar ki, hiç şüphesiz sizi ve değerli yazınızı tenzih ederek belirtmek isterim ki, kimi zaman şöyle bir kanaat kendini göstermekte:
Eski Türkler kadını yüceltirken Müslümanlığın bu durumu ters yüz ettiği, kadını asırlarca doldurduğu yüksek makamdan indirdiği, alaşağı ettiği
Şöyle ki, Uygarlık tarihinde sosyoekonomik farklı yapıların toplumlar üzerindeki değişen etkilerini göz ardı eden yanılgılı ve yanıltıcı bir bakış açısı olarak gözükmektedir şahsen bana
Göçebelik, yarı göçebelik, yerleşiklik arasındaki farklılaşmaları kastettiğimi fark etmiş olmalısınız
Bu çizgide aldığımızda, göçebelikte evinin kadını kavramının olmayacağı, olamayacağı aşikârdır, konar göçer bir yapıda ev ne ki, evinin kadını ne ola?
Hani derim ki, göçebelikle yerleşiklik arasında eski iş birliği toplumsal iş bölümüne dönüşmekte
Bunun gibi, Türkler Müslüman olduktan sonra da birkaç asır eski Türklerdeki kadın erkek eşitliği devam etmekte, oba kadınının savaşçı, erinin yanında yönü bizleri karşılamaktadır
Selçuklu ve Beylik Osmanlısı böyledir açıkça
Nitekim son yıllarda ekranlarımızı süsleyen bazı tarihi dizilerde de bu çerçeve çizilmekte, ve fakat sosyal medyada klip altı yorumlara göz gezdirdiğimde azımsanamayacak yorumcunun bu durumdan mustarip olduğunu hatta homurdandığını görmekteyim
Bugünün Osmanlıcısı, dincisi Arap ümmetçiliği ile Allah'ın dinini birbirine karıştırmakta çünkü
Efendim! Affınıza binaen, bu "Sap yiyip saman s..." misali yorum ve yaklaşımların kaynağı sosyolojik olarak Erken İslam-Orta İslam-Geç İslam evrelerine vakıf olmamaktır
Bir yandan Allah'ın dini sözcüğünü ağzından düşürmeyen zevat, diğer yandan Fâsık bir anlayışın kurbanı olmaktadır
Mesela "Uyanış Büyük Selçuklu" adlı dizide Anadolu Selçuklu Devleti kurucusu Kutalmışoğlu Süleyman Şahın kızı olarak takdim edilen Elçin hatun obasının başına geçmiş, savaşçı bir karakter, bundan alttan alttan rahatsız olan yorumculara rastlıyorum
Sözgelimi erkek askerleri alt ettiği bir sahnede bir saray kadını Selçuklu askerini alt ediyor diyen yorumcu kardeşim, on altıncı asrın Osmanlı sarayıyla on birinci yüzyılın Selçuklu obasını birbirine karıştırmakta açıktır ki
Ola ki, Venedikli kökenine uygun biçimde politik saray entrikalarına karışan saray kadını ile savaşçı oba kadını, bey kızını nasıl ayırt edemeyiz?
Çünkü son asırların İslam dünyasının ve Osmanlısının çöküş evrelerine bağlı arazlarıyla zihnimiz ve gönlümüz malul
Nihayet sevgili hocam
Yüreğinize, emeğinize, kaleminize, kelamınıza bereket
Gün başarınızı gecikmeli de olsa tebrik ederim
Sağlıklı, mutlu, huzurlu, bereketli bir yıl geçirmenizi dilerim
Selam ve saygılarımla.
Türklerin kültüründen , ananevi geleneğinden , aile yapısından kadını , dini inançlar kısmen indirmiştir . Şöyle bir tarihe bakınca bu gerçeği görebiliyoruz zira dünyadaki bütün dinler neredeyse kadına erkekle eşit saymıyor ve kadını ayırıyor erkeğe rağmen kadına bazı hak ve hukukunu kısıtlıyor bu bütün dinlerde aşağı yukarı aynı olmakla islamdaki arap geleneği nedeniyle bizde kadın aile ön planından geriye düşmüş erkeği aile reizi haline getirmiştir buna biraz işaret ve dikkat çeken bu çalışmayı kutluyorum