- 400 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
YİNE SANA GELDİM
Şeb-i yeldâyı müneccimle muvakkit ne bilir
Mübtelâ-yı gama sor kim geceler kaç saat
21 Aralık falan değil. Yılın en uzun gecesi dün geceydi. Saatler dolmadı, sabah olmadı bir türlü. Söz bazen şifa, bazen ise öldürücü bir silah olabiliyor. Bunu bir kez daha anladım. Gece yarısına doğru gelen bir mesajla tarumar oldu duygu dünyam.
O birkaç kelime ile gönlümün sırça sarayı başıma yıkıldı adeta. Ve ben nefessiz, çaresiz kaldım enkazında. Biliyorum dışarı atmasam kendimi boğulurdum. O halet-i ruhiye ile geceyi kesen ayaza aldırmadan çıktım dışarı. Buz tutmuştu aracın camları, tıpkı menziline ulaşmadan donan sözlerim gibi.
Dışarıyı görebileceğim kadar küçük bir alanı kazıdım elimin tersiyle. Yıldız yıldız küçük kristaller birikti ayağımın ucunda. Aldırmadan bindim araca. Az sonra öfkeli ve çekilmez bir ihtiyar homurtusu gibi tuhaf bir sesle çalıştı otomobil.
Otoparkın o sürgülü ağır kapısı yavaş yavaş kayarken sola doğru, yaşadıklarım bir film şeridi gibi geçti gözümün önünden. Sanırsınız asırlar sürdü o kapının açılması. Neden sonra akıl ettim de radyoyu açtım. Ali Kınık’ın tok sesi bastırdı o öfkeli ihtiyarın homurtusunu;
Söz verdim kendime unutmak için
Bambaşka bir hayat kurdum olmadı
O sessiz vedanın, o garip göçün
Sebebini hayra yordum olmadı…
Yaraya tuz basmak dedikleri bu olsa gerek diye geçirdim içimden.
Ağır aksak ilerlerken, neden bilmiyorum ama bir an sanki ben duruyorum da aydınlatma direkleri, ağaçlar ve o karanlığa gömülmüş binalar sağımdan, solumdan akıyor gibi hissettim. Sokaklar tuhaf bir şekilde ıssızdı. O her zaman geceyle kavga edercesine havlayan sokak köpeklerini dahi görmedim. Kim bilir belki de seyahatim kendime ve gördüğüm de kendi yüreğimin tenhasıydı. Sisler arasında yanıp sönen trafik lambaları, önümde seyreden birkaç aracın kırmızı stop lambaları tuhaf bir renk cümbüşü oluşturuyordu.
Kimi karanlık, kiminden ise sarı cılız ışıklar yükselen, bir tesbihin taneleri gibi yan yana intizamla dizilmiş evlere baktım umarsız. Ne hayatlar, ne hikayeler, ne dramlar yaşanıyor acaba diye düşündüm. Sonra sıyrıldım bu düşünceden. Herkes benim gibi bahtsız değil ya elbette huzurla uyuyanlar da vardır diye mırıldandım.
Akşam on birde yatmayı denedim
Sazımı kırıp atmayı denedim
Köprüde balık tutmayı denedim
Başıma ne işleri sardım olmadı… derken Ali Kınık; gözüm koltuğun üzerinde ışıldayan on dörtlüme takıldı.
Tam 24 yıldır beni bir an bile yalnız bırakmadı.
Gülümsedim acı acı. İnsanda vefa bulamayınca artık eşyalara anlam yüklemeye başladım sanırım.
Hakikaten de öyle. Mesela bağlamalarım, mesela kitaplarım. Her zaman ve gittiğim her yerde yârenlik ettiler bana. Hiç yalnız bırakmadılar. En kara günlerimi o kitapların sarı sayfalarına sığınarak atlattım ben. Kimseye anlatamadıklarım, bağlamamda ezgi olup kanatlandılar.
Kimseyi bilerek, isteyerek incitmedim ben. Ne kadar kaçındıysam kırmaktan, o kadar kırıldım. Ve kimseyi bir katre üzecek kadar mutlu olmadım, olamadım ben. Kader deyip geçiştirsem de bazen belki de bunu hak etmedim diyorum kendime. Boğazıma takıldı bir yumruk, yutkunamadım bile. Buğulanan gözlerim mi yoksa camlar mı bilemedim.
Arabayı park ettim. İndiğimde Ali Kınık’ın o son söyledikleri adeta beynimi tırmalıyordu;
Gördüm insan ölür susuz ekmeksiz
Ama gördüm insan yaşar yüreksiz
Dedim her şey yalan, her şey gereksiz
Namluya bir kurşun sürdüm olmadı…
Aynı dizeleri bilmem kaçıncı kez mırıldana mırıldana yürüdüm Salacak sahilinde. Ve Kız Kulesi’nin tam karşısında durup kendi kendime söz verdim; “Ey benim eskimeyen sevgilim! Yine sana geldim. Gayrı senden başkasına gitmeyeceğim!”
İşte orada kapattım ben gözümü sevgiye aşka. Zira artık eminim; ne giysem yakışmıyor hüzünden başka!
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.