- 293 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Çelişen İnsan
Çelişen İnsan
Sorunumuz Var
Küresel kuşatmaya maruz kalan toplumlar ve insanlık neden bu kadar yoğun çevrelenmeye maruz kalıyorlar? Tabi ki de küresel güçlerin, toplumları ve insanlığı yönetme arzusu... Neden bu arzu? Güç isteği, yanılsamalı bir ruh hâli benlik, doymazlık, aymazlık… Tokluk sendromu yaşayan güç odaklarının ahvalini de buna dâhil edebiliriz ve bu listeyi pekâlâ uzattıkça uzatabiliriz. Bu noktada insanın tutulduğu hastalıklar kendini ele veriyor. Hakk’ın kahrı olan ahmaklığın, yurt edindiği durum da yaşanmıyor değil. Bireyselleşme ve yalnızlık dozunun gün geçtikçe arttığı günümüz dünyasında itaat et kurtul anlayışı yaygınlaşıp hayatın paylaşımcı sorumluluklarından kaçılması da cabası... İmkândan çok huzurlu olmayı tefekkür eden insanların azalması da tuzu biberi... Bunun nedenleri de etkenleri de bir hayli çok elbette…
Üzüm Üzüme…
İnsanlar ve diğer bütün canlılar için çoğu şey ebeveyn taklidiyle başlar. Ve devamında benzeme hali ve rol model edinmelerle devam edegelen bir süreç yaşanır. Okumakta da yazmakta da durum benzer değil midir? Başkalarının yazdığını okumak, okuyanı fikir ortağı yapmaz ama zihin kapılarının açıp zihin odalarına yönlendiren bir itici güç olur. Taklit ve benzeme isteğini besleyen çok gerekçeler vardır. En önemlisi de Hz. Mevlâna’nın "Bir insanı diğerine çeken, aralarındaki ruhi beraberliktir, söz vesile" sözündeki benzeşme gerekçesi en önemlilerinden biri olsa gerek.
Her benzeme isteği, taklit üzere yolunu alır. İnsanlık ehramının tepesine yol alan bir yolculuk hali ile kendini gösterir. Nasrettin Hoca’nın bir tek üzüm tanesini eline alıp "hepsi böyle; ha teki, ha salkımı" Aynı bunun gibi benzeşme hali, hayatın geneline sirayet eder ve “üzüm üzüme baka baka kararır”ın içini doldurur adeta. Kulağı zor duyan birisinin, mecliste sarf edilen bir latifeye iki kez gülmesini düşünelim. İlk başta, latifeden hiçbir şey anlamamasına rağmen, herkes güldüğü için o da gülmüştür. İkinci gülüşü, gerçek mana da bir gülüştür.
İnsanın hayatında çok şey taklit olarak şekillenir. Şarkı söyleme de, mankenin podyumda yürümesinde, adabı muaşeret uygulamalarında, yazarın boynuna fular takmasında, dergilerde yer alan şiirlerin birçoğunun birbirine benzemesinde vs. vs. Hep bir taklit emareleri taşımaz mı? Olumlu cihetiyle, kendinden öncekileri deneyimleme, hataya düşmeme, zaman kazanma gibi faydalarıyla, insan hayatı kolaylaşacaktır. Başka bir taraftan, körü körüne taklitle, fayda ve inkişafı doğuracak benzemeyi bir tutmak olmaz elbette.
Bundan Kelli
Modernizenin ve küresel baskının olumsuz etkilerini azaltmak, mücadele gardını almak ve zararlarını tanzim etmek mümkün elbette. Huzuru, mutluluğu yüreğinde biriktiren gani gönüllülüğü kim istemez ki? Bu cihette kesbi ve vehbi aklı diri ve kuvvetinde tutmak en akıllıcası olsa gerek. Başka bir ifadeyle, bakmakla görmek arasında büyük farkı oluşturan uyanık olma hasletini taşımak gerekiyor. Yoksa gideceği limanı bilmeyenler için hiç bir rüzgâr hayır getirmeyecektir. Kendi kapısının önünü süpürme işi gibi... Oğuz Atay gibi düşünürsek; "sürekli başkalarının kötülüğünden söz ederek kendini iyi kılamazsın" gibi iğne ve çuvaldız meselesini de ihtiva eder. Hep başkalarına bakarak gıpta etmek bu değil tabi. İnsanın hoyratlığını elimine edip riyazetini aktif kılma olmalı bütün gayretler... Farklı farklı bilinç terzilerinden ilham almak ya da bilakis ilhamın kaynağı olabilmek... İnsanın bütün kötü hallerinin gemini sımsıkı tutarak ve hatta yaşam hakkını kısıtlamakla bazı şeyler düzene girmeye başlayacaktır muhakkak. Zeminleri sağlamlaştırma gayretinde de olmak... Galatımeşhur ortamlarındaki ıslah çalışmalarını da buna dâhil edebiliriz... Yani en azından tamire ve bakıma almak... Ve başkaca; insan insanla seyirlenir, dost dostla değerlenir anlayışı gibi pozitif yaklaşımları çoğaltmak... İsmet Özel’in dediği gibi "ihtiyaten dost olunmaz, muvakkaten dost olunmaz, idareten dost olunmaz" anlayışındaki gibi sağlam bir yol arkadaşlığı mesela... Refik, refika, rabıta ve benzeri bütün isimlendirmeler... Dost ve bayram biriktirmenin ehemmiyetini taşıyan bütün anlayışlar... En azından yaşam ustaları olarak bildiklerimizden rol kapma, cesaret alma gücü… Yaşam perileri de olur. Ömür denen kayıkta vakitlenecektir her insan amma esfel-i sâfilîn’de, şeytanın çocukları da olacaktır... Bu bilinçte hareket edip herkesin bir hesabının olduğu dünyamızda gerek tezleri gerekse de antitezleri boşa çıkartacak asıl gerçeğe gidiş olacak…
Yamalı Kılıf
Dünya fidanlığının öznelerinden sadece birisidir insan. Daha doğrusu bize göre bir özne. Başka bir canlının gözünde nesneyizdir muhtemelen. Sonuçta her bir canın ayrı ayrı da bir titrinin olduğunu düşünürsek bizim gözümüzdeki bu üstenci bakış, irtifasını kaybedecektir elbette. Başka bir canlının bakışını bilemediğimizden, bu minvaldeki her bir değerlendirme insanlığın normlarına dâhil olacaktır ayrıca.
Nesne, özne ve soyutlamalarla kendisine vücut bulmuş dünyamızda başkaca tali, tamamlayıcı olgular vardır. Hem eşyanın tabiatında hem de sosyolojik manada bu değerlendirmeler kendisine yer bulacaktır. Olumlu ve olumsuz cihetleri de ihtiva eden bir olgunlukta... Bu bağlamda, bir ameliyede bulunmak isteyen birisi nasıl ki bu bahane üzerine, fikir üzerine pozitif manada yol alabilmekteyken, başka birisi buna benzer bahanelerle pekâlâ negatif duruma yönlenebilmektedir. Bu hal insanın logos ve bios arasında yaşadığı ve dahi kaldığı bir gerilimin sonuçlarını da yansıtacaktır. Bu analitik akıl ve sezgi-sanatsal bakış arasındaki perspektif farklılığı böylelikle kendisinden hem ayrışacak ve hem de birbirini tamamlayacaktır. Buradaki akıl yasası koruyuculuğunda bir nevi dengesini sağlayacaktır.
Akıl, bilgelik, fikir, özgüç gibi olumlu birçok servetin, olgunun yanında naçarlıklar, afekteler gibi acziyetler de yaşam alanlarının gerçeklerindendir. Bütün mükemmeliyetlerin yanında yırtıkları ve sökükleri besleyecek yamalıklar da koruyucu kılıflar da olacaktır. Her bir yamalı kılıf; kusur örtücü, ayıp örtücü ve tamamlayıcı vasfıyla hayatiyetini sürdürecektir. Yeter ki insan; eksiğini, yetersizliğini ve gediğini giderici anlayışında olsun... Hiss-i adavetten uzak olsun yeter ki.
Kişisel Tarih
Eksiğiyle gediğiyle, yarım veya yolda kalmışlığıyla bir kişisel tarih yazılacaktır. Zamanı yokluğa tahvil edip ve kayıplarla gark olmasına ağlasa da her bir hayat kendi vakanüvisi olarak yaşayacak bu zamanı. Dünya karmaşasını çözebilecek sağaltı da her bir çığlık, dil altı beraberliğinde suskunluğunu koruyacak. Kayıp ve kazanım her bu cihetiyle, hayatiyetini devam ettirecektir.
Kan dolaşımını devrede tutmak ve ciddi bir şekilde enerji vakfedebilmek zor muhal olacak ama hayatın terkibini sarih kılmak, felah ve gölgelik bulmak en nihayetinde uğraş gerektirecektir. Her türden rahvanlıkta bu adımlar büyük bir çolpa kalacak ama her şeye rağmen karşılaşılan karanlıklara umut sarkıtmak tek bir çare kalacaktır.
Zaman, ya insanı sırtında taşımakta ya da insan, hayatıyla zamanı hırpalamakta. Zamanla her bir çaba, insanın kişisel tarihinin değirmenine içme suyunu taşıyacak. Yüreğine yolculuk ve iç sesiyle bu takibat hayat bulacak. Başka bir ifadeyle bu kadar hayhuyun içerisinde, huzur havuzunda yüzme isteği tek çaremiz olacak. Hal ehli olmayla nur üzeri nura kavuşma böylelikle kazanılacak dememiz boşuna değil. Hoş sada da son siluette böyle olası...
Kalmaz Kimse…
“Keşke” ve “hayırlısı” arasında gelgitler hep var olacak bu hayatta. “Keşke” bir yanılsama ihtiva ettiği kadar “hayırlısı” o kadar tevekkeli olacak. “Ya sabır”la dizginlemeye çalıştığımız hayat, “neden olmasın”ın umurunu filizleyecek. İnsan, çoraklaşmakta ve hatta çamurlaşmakta ama felaket ve fecaatle pişirilmiş olacak bir taraftan. Çok gezinilen çimenliklerin çoraklığında can suyuna kavuşacak. Büyü ve matahlık arası bir sarkaçtaki yol üzeri insanın değeri kendinden menkul olacak. Gri bir gökyüzü, koyuya çalmış akarsular ve donuklaşmış benizler olsa da yaşanılan imaj ve manipülasyon arasında hep bir gel git olacak. Gecenin gündüze galebe çalması gibi bir son buradayım diyecek. Akreple yelkovanın, zamanla oynaşması nafile olacak bundan kelli. Bu demek ki artık sonbahar bitip kış gelecek. Kaçmak ve yakalanmamak nafileyken yeni filizleri rahminde taşıyan tohum olup çürütecek kendini. Ve seferin sonu “kalmaz kimseye…” deyiverecek.
İlkay Coşkun
Kültür Ajanda Dergisi
sayı 111, Şubat 2023