- 265 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Garip oynamaya kalkınca davul patlarmış
"Hani kuru fasulye de pek leziz olmuş,eline sağlık anne", dedi kadın. "Afiyet olsun kızım" diye cevap verdi yaşlı kadın. "Ben o kadar yapıyorum ama senin gibi de yaptığım halde bir türlü senin yaptığının lezzetini tutturamıyorum" . "Sana öyle geliyor , senin yaptığında en az benim yaptığım kadar güzel ve lezzetli oluyor" dedi yaşlı kadın.
Odada bir köşede maşınga soba olmasına rağmen iki odanın ortak duvarında bir ocaklık vardı. Hava o kadar soğuk olmadığı zamanlar bu ocakta odun yakılırdı. Evin yemekleri de bu ocaktaki ateşte pişirilirdi.
25-30 santimlik toprak bir çömlek içine ;kuru fasulye,yağ,tuz,biber, acı biber ve içine konulması gereken ne varsa konulur yanan bu ocağın kenarına ateşe konur. Burada o toprak çömleğin içindeki kuru fasulye bir pişer ki,sorma gitsin. Helva gibi olur. Yemeğe doyum olmaz hani…
Akşamın karanlığı bir örtü gibi çökerken dışarıda lapa lapa kar yağmaya başlamıştı. Her taraf bembeyaz olmuştu. "Hadi bakalım torunum bu günde sofra duasını sen yap ta kalkalım" dedi. Duadan sonra sofradan kalkarken,"Allah dışarıda kalanlara acısın" dedi yaşlı kadın .
"Oğlandan haber aldın mı oğlum?" diye sordu kadın. "Yok anne" dedi adam."Aramadınmı?." "Aradım ,aradımda galiba araziye çıkmışlar birkaç günden önce dönmeyeceklermiş . Askerlik bu ana" dedi ."İyi,iyi". dedi yaşlı kadın.
Ocakta köz haline gelmiş ateşte pişirilen kahveleri yudumlarken dışarıda kar yağışıda hızlanmıştı. Yaşlı kadın oturduğu sedirden pencerenin perdesini aralayıp dışarı baktı,
"Maşallah,maşallah!.. Allah afatdan korusun sabaha kadar bayağı yığacak galiba" dedi.
"Hayırlısı neyse o olsun, bu da lazım ana" dedi adam.
"Yatsımı okunuyor*" diye sordu yaşlı kadın. Adam kulak kabartı ,"okunuyor, okunuyor." "Günler epeyi kısaldı. Gecelerde maşallah yıl gibi. Ezanla yatsı arası artık çok kısa". "Öyle!" dedi adam.
Bu uzun kış gecesinde yaşlı kadın elinde burnunun üstündeki gözlükleriyle bir taraftan örmeye çalıştığı yeleği ile uğraşırken diğer taraftan da oğlu ve geliniyle de konuşuyordu. Gelini iğne oyası yapmakla meşgulken evin genç kızı da ocaktaki ateşin üzerinde kaynayan suyla çay demlemekle meşguldü. Adamda ocağın bir kenarındaki minderlerin üzerinde gazete okumakla ve gazetelerdeki bulmacaları çözmekle meşguldü.
Yaşlı kadın ocaklığın üzerindeki saate gözlüklerinin üzerinden baktıktan sonra,"Ooo !..vakit epey olmuş" dedi. "Babaanne istersen sana birde mısır patlatayım ha,istermisin?" diye sordu genç kız. "Kızım Allah razı olsun, kahvemi çayımı içtim. Kestaneleri de soyup verdin,yeter bu akşam diğerleride başka akşama kalsın Ben artık yatayım" dedi yaşlı kadın. "Anamın yeri hazır mı?" diye sordu adam. Hazır,hazır baba." "Babaannemle birlikte çıkarımda yukarıdaki sobaya hem tekrar odun atar hemde gece için sobanın yanına biraz daha odun koyarım" dedi genç kız.
Yaşlı kadının bir oğlu ile bir kızı vardı. Kocası ise uzun zaman önce vefat etmişti. Kendi Vilayet de oturuyordu ama zaman zamanda oğlunun ve kızının yanına gider bir müddet kalırdı. Oğlunun ve gelininin tüm ısrarlarına rağmen kendi evini bırakıp ta oğlunun yanına temelli gelememişti. Elim ayağım tutuncaya,kendi işimi kendim yapıncaya kadar ben kendi evimdeyim, sonrası…. Sonrasını Allah bilir. Rabbim inşallah yatırıp ta kapılara baktırmaz. İki gün yatak üçüncü gün de toprak olur diye dua ediyordu.
Oğlunun evi köyün kenarında iki katlı ahşap ama kullanışlı bir evdi. Evin hemen üst kısmından dere geçiyordu. Evin üst kısmında ve tam orta yerinde sadece tek bir oda vardı. Odaya aşağıdan tahta ve gıcırdayan merdivenlerle tahta bir sofaya çıkılıyordu.
Yaşlı kadın ne zaman oğluna gelirse o bu odada kalırdı. Namazını kılar,kuranını okur canı sıkıldığında ise odanın camının perdesini açar etrafı seyrederdi. Yazın derenin şırıltısı,kuşların ötüşleri ona uykudan önce ninni gibi gelirdi.
Tahta merdivenleri beraber çıkarlarken,"Babaanne üşürsün diye sana bir battaniye daha aldım" dedi genç kız." Sağol yavrum…"
Odanın camının önündeki sedirin geniş olması yaşlı kadına da karyola vazifesi görüyordu. O bu sedire serilen yatakta yatmaktan büyük zevk alıyordu. Yatağı yapılmış tertemiz,bembeyaz kanaviçe işlemeli dantelli yatak örtüsü ile saten yorgan yatağa serilmişti. "Size zahmetler veriyorum" dedi yaşlı kadın. "Olurmu anne zahmet ne kelime başımızın üstünde yerin var,bak bir daha böyle konuşursan darılırım" dedi gelini."Hadi kızım sobaya bak da biz çıkalım." "Babaannen de yatar" dedi. Kapıdan çıkarlarken ,"iyi geceler "dilediler . Yaşlı kadın üstündekileri çıkarıp pazen geceliğini sırtına geçirdi.Başındaki beyaz namaz örtüsünü düzeltti.Kalkıp duvarda asılı duran kuranı aldı ve gözlüklerini takarak okumaya başladı. Uzun bir süre sonra kadın kuranı kapattı ve ellerini açıp duasını yaptıktan sonra kalkıp kuranı yerine koydu. Odanın lambasını söndürüp yatağına oturdu ve odanın camının perdesini açtı dışarıyı seyre başladı.
Sobada yanan odunların çıtırtısı ile odadaki saatin tik takları sanki bir senfoni gibi uyum içindeydiler.
Kar hala lapa lapa yağmaya devam ediyordu.
Yaşlı kadın dışarısını seyrederken camın ötesinde lapa lapa yağan kar taneleri ile birlikte hayatının da bir film şeridi gibi gözlerinin önünden tekrar geçtiğini ve o anları tekrar yaşadığını görür gibiydi.
O anları yaşamak istemiyordu. O anları tekrar yaşamak demek milyon kere tekrar ölmek demekti.
Hayat ona öyle bir senaryo hazırlamıştı ki , acaba yer yüzünde yaşayan kaç kişi bu senaryoyu oynamaya cesaret edebilirdi ? Kendi de ben bu seneryo yu oynayamam dememiş,diyememişti. Ama zamanı tekrar gerisi geriye çevirmek elinde olsaydi!
Olsaydı! işte o kadar...
Belkide hayat o zaman başka senaryo koyardı önüne.
Onbeş,onaltı yaşlarında iken annesi tarafından uzaktan akraba olan birini sevmişti. Delikanlıda onu seviyordu. Annesi ve babası kızlarını o gence vermek istemiyorlardı. Gönül ferman dinler mi ? İki genç birlikte kaçtılar. Kızın ailesinin tüm itirazlarına karşı evlendiler.Bir kızları olmuştu. Ama kızın ailesi,ya gel yada bir daha bizi göremezsin diye baskıyı arttırmışlardı.Karı koca bir birlerini sevmelerine karşı kız,çocuğunu alıp babasının evine döndü. Kocası,karısını sevmesine rağmen boşanmayı kabul etti. Genç kadın babasının evinde iken küçük çocuk hastalığa yakalandı. Genç kadının yanında kaldığı ailesinin maddi durumları pek iyi değildi.Eldeki olanaklarla tedavi yapılmasına rağmen küçük çocuk öldü.
Sevdiği adamdan ailesinin baskısıyla istemeyerek ayrılmış ,bu yetmemiş gibi de çocuğunu da kaybetmişti. Genç kadının tüm dünyası sanki başına yıkılmıştı.
Bu arada bir dokuma atölyesinde çalışmaya başlamıştı.
Zamanla konu komşunun araya girmesi ile iki sokak ötede oturan biriyle evlendirdiler. Görücü usulü ile evlenmelerine rağmen kadın kocasına bağlanmaya çalışıyordu. Bir oğlan çocukları oldu. Kadın hem çocuğuyla ilgilenirken aynı zamanda da çalışmaya devam ediyordu.
Hiç ummadığı bir günde genç kadın eşinin kendisini aldattığını gözleriyle gördü. İnanmak istemedi. Kocasının da günden güne kendinden ve çocuğundan uzaklaştığını fark ediyordu.
Daha fazla dayanamadı ve bir gece genç kadın kocasına durumu açtığında adam, evet dedi. Genç kadın düşmemek için duvara tutundu.
Ertesi gün genç kadın çocuğunu da alıp tekrar aile evine döndü. Döndü ama ailesi genç kadına maddi durumlarının yeterli olmadığını,kendilerininde artık yaşlandıklarını ileri sürerek küçük çocuğa bakmakta zorlanacaklarını,hatta bakamayacaklarını söylediler. Genç kadının gidecek yeri olmadığından anne ve babasını uzun zaman ikna etmeye çalıştı.Bak ben çalışıyorum dedi. Sizin sadece ben çalışırken dönünceye kadar sadece çocuğumla ilgilenmeniz yeterli dediyse de söz dinletemedi.
Genç kadın sadece çocuğuyla birlikte sığındığı baba evine sığmaz olmuştu.
Bu arada kocasıyla tek celsede boşanmışlardı. Adam çocuğunu hiç arayıp sormadan şehirden tüm ailesi ile birlikte başka şehre taşındı.
Ne adres bırakmıştı ne bir şey. Sanki buhar olup uçmuştu.
Kadında bir yandan a
çalışıyor bir yandan da ailesinin,başkasının çocuğuna mı bakacağız baskısıyla baş etmeye çalışıyordu.
Adam kendi çocuğuna bile sahip çıkmadı,adres bile bırakmadan ayrıldı diye genç kadına her akşam söyleniyorlardı. Genç kadın artık hayat dan nefret eder duruma gelmişti. Her şeyden nefret ediyordu.
Kadının ailesi zaman geçtikçe maddi durumlarında ki kötüleşmenin de etkisiyle kadına çocuğunun bir başkasına evlatlık verilmesi hakkında yavaş yavaş baskı yapmaya başladılar. Gün geçtikçe bu baskı dozunu artırırken genç kadında artık bunalan bu baskılarla ayrıldığı kocasına her geçen gün duyduğu öfkenin daha artmasıyla istemeye istemeye çocuğunu bir başkasına evlatlık vermeye razı oldu. Ve bir gün bir tanıdık aracılığı ile bulunan aileye genç kadın çocuğunu vermek zorunda kaldı.
Günlerce ağladı ama nafile. Artık yaşamanın bir anlamının kalmadığını düşünüyordu.
Eş dost bu durumu tasvip etmiyorsa da kadına,zamanla unutursun,çocuğun daha iyi bakılır diye kadını teselli etmeye çalışıyorlardı. Bir müddet sonra genç kadın çocuğu alan ailenin verdiği adrese çocuğunu görmek için gittiğinde ailenin oradan adres bırakmadan ayrıldığını öğrendi. Çok aramasına rağmen hiçbir sonuç elde edemedi.
İlk evliliğinden olan çocuğunun ölmesi, ikinci evliliğinden olan çocuğunun da ailesinin baskısı ile evlatlık verilmesi kadının yaşayan ölü haline gelmesine sebep olmuştu.
Zaman içinde konu komşunun aracılığı ile yine aynı mahallede biriyle evlenmesi için baskı yapılmaya başlandı. Kadının anne ve babası uygun biriyle evlenmesinin kendisi hakkında hayırlı olacağını söylüyorlardı. Zamanla yapılan baskılardan dolayı kadın bu kişile evlendi. Bu evlilikten kadının iki oğlu ve bir kızı oldu.
Kadının kocası iri yarı insanlıktan nasibini almamış biriydi. Karısına pek iyi davrandığı söylenemezdi. Kadına olur olmaz sebeplerle şiddet uyguluyordu.Bir defasında eşine attığı birkaç tokat sonunda kadının bir kulağının zarı patlamış, bir kulağı neredeyse duymuyordu.
Kadının evinde çeşme yoktu. Evinin su ihtiyacını evine yaklaşık 75 metre ilerideki mahalle çeşmesinden karşılıyordu.
Bir kış günü beş ve sekiz yaşlarındaki iki oğlunu evde bırakıp çeşmeye su doldurmaya gittiğinde ufak çocuk sobayla oynarken üzerindeki elbiselerinin sobadan tutuşması sonucu çocuk alev aldı. Abi kardeşini yanarken gördüğünde korkudan odanın bir kenarına sinmişti. Daha sonra kardeşinin acıdan feryatlarıyla kendine geldi ve annesini çağırdığında artık iş işten geçmişti. Çocuğu hemen hastaneye kaldırdılar ama çocuk vefat etti.
Kocası çocuğun ölmesinden karısını suçluyordu. Ama ayrılmadılar.
Üst üste gelen acılar artık kadını yüzündeki çizgileri daha da derinleştirmişti. Gülmeyi temelli unutmuş,hayat dan kopmuştu. Yaşam artık kalan iki çocuğunun etrafında devam ediyordu.
Zamanla kocası da kendisi de emekli oldu. Oğlu ile kızını evlendirdi. Kocası da vefat etti. Kadın kızıyla birlikte aynı şehirde oturuyordu. Oğlu ise kadının kocasının kasabasından evlendirildiğinden kasabada oturuyor ve buradaki kendilerine ait tarlaları işliyor,çiftçilik yapıyordu.
Kadın sedirin üstünde elini çenesine dayamış bir halde hala dışarısını seyrediyordu. Dışarıda hala lapa lapa kar yağmaya devam ediyordu. Uzaklardan köpek havlamasına benzer bir ses duydu,umursamadı...
Nereden aklına gelmişti bu acı içinde geçen hayatını hatırlamak.
Aslında hiçbir zaman aklından çıkmıyordu. Ne kadar kendini başka işlerle meşgul etmeye çalışsa da sadece geçmişi unutmuş gibi yapıyordu.
Kaç gece Allahım ne olur geçmişe ait kafamda ne varsa hepsini siliver,artık geçmişi hatırlamak istemiyorum diye yalvarmıştı.
Odanın içi yavaş yavaş soğumaya başlamıştı. Kalktı,sobaya birkaç odun attı. Odanın ortasında durup başındaki örtüsünü çıkardı. Başına çember bağladı. Açık camdan dışarıya baktı. Kar hala devam ediyordu. Sobaya kapağını yarım yaptı.
Sabah ezanı okunmaya başlamıştı. Oturduğu yerden sabah ezanını dinledi. Hoca sabah ezanını pek dokunaklı mı okuyordu yoksa içinde bulunduğu duygu karmaşası nedeniyle mi ona öyle gelmişti ?
Yine sabahı yaptık diye düşündü.
Abdestini alıp sabah namazını kıldı.
Duvarda asılı kuranı aldı. Birkaç sayfa okudu.
Ortalık ağarmaya başlamıştı.
Yatağa öylece uzandı ve gözlerini kapadı.
Yine hiç uyumadan sabahı etmiş, yüzündeki derin çizgiler daha da derinleşmişti.
Kamil ERBİL
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.