- 262 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
FY.FA.Falanca Gün
Sevgili günlük;
Artık sıradan rutini atlayıp günümü özel kılan anıları yazmak istiyorum. Bugün yine sahildeydim. Ana baba günüydü yine her pazar olduğu gibi. Erken gitmiştim ki her yerde balıkçılar var. Yine aynı manzara. Eskiden böyle değildi. Çok daha sakin olurdu buralar. Ama son 4-5 senedir bir sıkışmışlık, bir tantana, bir kaos var. Şimdi dürüst olmak istiyorum sana karşı ama nasıl olayım? Ya bunu da ele geçirirlerse. Samanda iğneyi de ararlar, pireyi deve de yaparlar. En iyisi ben günün anlam önemine döneyim.
Aslında başlarda her şey normaldi. Balıkçılar atmışlar oltalarını, yanlarında su dolu kovalar, yemlerle bekliyorlar. Kimisi 5-6 olta kurmuş oraya. Bazen heyecandan rastgele sallıyorlar böyle Allah ne verdiyse. O sırada kordondan geçenleri takmıyorlar bile. Bunlar her sabah birbirleriyle de yarışırlar yer kavgası yüzünden. Tansiyon yükselir, gürültü, patırtı, leş balık kokusu, denizden gelen lağım kokusu ve ben tam “üf!” derken kokudan önüme bir dilenci gelir. Kara çarşaflı bir kadın “Allah rızası için!” der bozuk bir Türkçe ile. Bunlar olağan şeyler artık. Özellikle son 3 yıldır bu bölgenin monotonu budur. Lakin öğlene doğru bir şey bu tekdüze durumu bozdu.
Adamın biri normalde balıkçıların durduğu bir yere geçip kamp sandalyesiyle kurulmuştu. Buraya kadar göze çarpmaz tabi. Benim de başta çarpmadı. Lakin adam balıkçı değilmiş. Bunu fark edince balıkçılar homurdanmaya başladı, durum açığa çıktı.
“Birader, balık tutmuyo’san şu tarafa geçsene, biz de rahat rahat balık tutalım.”
“Kardeş kusura bakma bugün burada oturmam lazım benim.”
“Nasıl yani lazım? Oturma demiyoruz zaten birader. Otur tabi, herkes gibi senin de hakkın ama…”
“Öyle tabi, benim de hakkım var bi’ şeylere.”
“…a-ama balık tutmuyo’sun. Biz balıkçıyız, yeri geliyor buradan geçimimizi sağlıyoruz. İzin ver de yolumuza bakalım.”
Adam cevap vermedi. Bu sefer balıkçı da arkadaşlarının yüzüne dönerek “Vay s**ik!” dercesine yüzünü ekşitti ve ses tonunu yükseltti.
“Birader! Hiş! Hey! bak senle konuşuyorum, beni görmezden gelme! İnsan gibi çözüm önerisi sunuyo’z Herkes kendi yoluna bakar, herkes mutlu olur.”
“Yahu ne bileceksin şimdi sen ben bu şekilde mutlu olacak mıyım olmayacak mıyım? He? Nerden bileceksin? Ben kıyıdan denizi izlemek istiyorum kardeş. Burası güzel, buraya sabahın 7’sinde geldim ben, kuruldum. Bugünlük ben oturacağım işte. Bir gün idare ediver beni.”
“Ya mübarek kalk şuradan da bizi uğraştırma. Hadi kalk! Bak insan gibi derdimizi anlattık, tatlı tatlı halledelim olayı.”
O sırada diğer balıkçılar harala gürele sallıyorlar oltayı. Kimisi bir şey yakalıyor, çekiyor. Plastik poşet, bez, ambalaj çıkarıyor. Birçoğu sabrını tutamayıp tuttuğu atığı bir daha geri atıyor. Bu sefer öteden birisi onu tutunca balık tuttum diye seviniyor. Valla sabır var ama akıl da lazım tabi. Bizim adam da orada oturmaya yeminli ama.
“Yok, ben bugün burada oturacağım. Başka bir yer bulun, hadi rast gelsin.”
Bunun üstüne delirme eşiğine gelen balıkçıyla arkadaşları adama doğru yürüdüler.
“S**erim ha! P*çe bak! Kalk lan! Kalk!”
Eliyle sandalyesini sallayıp adamı rahatından etmeye çalıştı. Bir yandan da yanındaki arkadaşları mini mini sövüyorlar tabi. Ama adam da sanki Avrupa’da Viyana’yı savunurmuşçasına yerinden kalkmıyordu. Lakin yüzündeki endişe kendini ele veriyordu.
“Lan seni bur’da bi’ güzel döveriz. Kolunu, bacağını kırarız. Sonra da denize atarız, boğulursun. Sakattı, yaşamaktan sıkıldı. Zaten durumu da kötüydü, intihar etti deriz. Buradaki herkes de lehimize şahitlik yapar. Anladın mı lan! Kalk s****r git şimdi! Kalk!”
“Kalkmayacağım ya! Erken gelseydin, sen dururdun bur’da kardeşim.”
“S***rim kardeşini ha! Lan balık tutmuyorsun geç kenara! Görmüyo’n mu herkes balık tutuyo’.”
“Niye, sadece balık tutan burada durabilir diye bir kural mı var?”
“Evet var.”
“Yok ya. Nerde?”
“Sana var lan!”
“Göster.”
“Sana bi’ gösteririm şimdi. Tutun lan sandalyesinden şunun!”
3 balıkçı tuttular adamın sandalyesinden kenara çekmek için harekete geçtiler. İkisi arkadan tuttu çekmek için diğeri de adamı boynundan sırtına doğru bastırdı. Adam bağırıyordu ama kimsenin umurunda değildi. Bunlar adamı geriye koydular bir de ters çevirdiler. Adamın manzarası şehrin binalarına ve otoyola dönüştü. Kusura bakmasın tabi. Müdahale etmek isterdim ama şimdi dertsiz başıma dert alamam. Hangisine ne diyeyim ki. İkisi de haklı onların. O önce geldi desem, denizi görsün desem; e biz nasıl balık tutacağız, o orada boş duruyor diyecekler. Onlar da haklı. O sırada yine dilenciler geldi. Bu balıkçılar da gülüşüyordu. Balıkçıların yanına da gitti bu dilenciler. Bu küfredip konuşan balıkçı yakaladı birisinin denizden yeni çıkardığı oltayı. Ucundaki plastiği alıp dilenciye verdi.
“Biz daha siftah açamadık a***na koy’im! Al, yine iyisin.”
Deyip yolladı dilenciyi başından. Onlar dilenci tamam da al birini vur ötekine yani. Şimdi Viyana balıkçıların olmuştu. Bunlar bir hevesle oltaları attılar. Ekstradan 2’şer tane daha olta kurdu bunlar. Yeme balık gelince çekecekler. Arada da sandalyedeki adama bakıyorlardı. Adam da kös kös oturuyordu orada. Sanki annesi gelmiş de buradan kalmayacaksın demiş gibi. Sanki öğretmeni çöpe yollamış gibi. Çok çocukça, salakça bir hali vardı. Ben de bu olanlara gülmedim değil tabi. Dışarıdan keyifli.
İşte neyse. Bizim balıkçılar oltayı çekiyorlar ama balık yok. Balık gelmeyince de sinirleniyorlar haliyle. O sırada sandalyedeki adamdan “Allah! Hih!” diye bir ses geldi. Kafamı çevirdim. Baktım adam sandalyesini yan çevirmiş. Solu dönünce denizi sağa dönünce şehri görüyordu artık. Balıkçılar tutamadıkça sabır çekiyordu. Bu da bunların bu halini görünce tutamadı kendini tabi.
“He ya! Noldu? Yok size balık falan.”
Sanki denizdeki balıklara hükmedermiş gibi konuştu. Kaşınıyordu.
“Kes lan sesini, y**şak!”
“Bok tutarsınız balık siz!”
“Ağzını kapa geçirece’m şimdi çengeli ağzına ha! Y**şak!” sövmeye devam etti.
Tam o anda polisler geldi. Balıkçılar polisi görünce biraz duruldular. Polislerde neler olduğunu sorunca bunlar da seslerini yükselterek konuşmaya çalıştılar ki sandalyedeki adamı bastırabilsinler.
“Memurum bu adam balık tutmuyor burada ama gelmiş burayı gasp etmiş. Bizim balık tutmamıza engel oldu.”
“Lan kim kimi gasp etti? Hey, alo!”
Sandalyedeki herif de biraz daha güçlenmişti tabi. Sesi onlar gibi çıkıyordu artık.
“Burada her zaman balık tutarız, gördüğünüz gibi vaziyet. Biz hep buradayız ama bu kansız herif…”
Polis araya girdi.
“Hiş, bak! Hakaret yok, bak! İnsanların huzurunu bozmayın. Düzgünce anlatın olayı.”
“Ben anlatayım olayı. Ben sabahın 7’sinden beri buradayım memur bey. Burada oturabilmek için sabahın rüzgarını yedim. Asıl keyfi sıcak saatlerde çıkacak şu bahar ayında lakin bunlar rahat bırakmadı beni, yerimi gasp ettiler. Beni oradan aldılar buraya koydular.”
“Nasıl seni aldılar oraya koydular?”
“İşte alıp koydular buraya.”
“Bu kalkmayınca biz kaldırdık memur bey, sandalyesiyle.”
“Heh, öyle yaptılar işte. Bir de bastırdılar kafamı geriye. Yerimi gasp ettiler, bana saldırdılar.”
“Lan yalan söyleme bak!”
Deyip üstüne yürüdü hararetli balıkçı. Polisler durdurdu bunu ve yükselerek konuştular.
“Hey hey! Sus! Ne dedik biz sana? He? Konuşmayın. Yürüyün karakola orada çözelim işinizi.”
Karakol lafı duyulunca herkes sakinleşti bir anda. Kimse kimseden şikâyetçi olmak istemedi. Ama kimse yerini de vermek istemiyordu. Sandalyedeki adam önce davrandı.
“Memur bey, böyle durumlar olabilir tabi ama orasını onlar gasp ettiler, bakın ben sabahın 7’sinden beri buradayım. Valla bak! Ya yok mu…”
Derken etrafa bakındı, benimle göz göze geldi.
“Heh! Kardeş bi’ gelsene bak. Sen ne zamandır oradasın. Bi’ şahitlik yap da olay çözülsün.”
Adam benden yardım istiyordu ama o koltuktan kalkmayacaktı o, belliydi. Bin kılıçlı tahtta oturur edasıyla oradan oraya laf yetiştiriyordu. Sarışındı ve saçları düzdü. Burnu sivri, çenesi kısmen sivriydi. Kral Joffrey’e andıran tipi de vardı yani. Tabi adam bana seslenince polis de bana sordu ve konuşmamı istedi. Kalktım ben de oturduğum banktan yavaş yavaş yaklaştım.
“Yani, ben buraya geldiğimde de oradaydı o. Lakin orası balıkçıların yeridir tabi.”
Dedim. Ne diyeyim. Ne biliyorsam onu söyledim işte. Ama benim söylediklerim kimse için bir anlam ifade etmedi. Bunlar sözlü kavgaya giriştiler.
“Y**şak! Öyle mi oldu?”
“Ya ne oldu ya! Gaspçı!”
“Sen yalancı bir adisin lan!”
“Siz de hırsızsınız, yerimi aldınız. Haram o balıklar, haram!”
Poliste onları susturmaya çalışıyordu. Onlar da iyice kızmışlardı ama balıkçılar zapt edilemiyordu. Sandalyedeki adam zaten kendini oraya zapt etmişti. Polisler bunların koluna girdi, tam alıp götüreceklerken o sırada hararetli balıkçının oltası gerildi. Yandakiler fark edince seslere dönerek oltasına yapıştı. Polislerden biri de onun çekiştirmesiyle denize düştü. Diğer polisler balıkçıyı, balıkçı oltayı çekti. Oltanın ucunda balık vardı ama o hızla havaya uçtu balık. Ben de geriye doğru kaçındım. Oltanın ucu havada uçuşurken sandalyedeki adamın kaşına oltanın ucundaki mil vurdu. Adam acıyla ellerini kaşına götürdü. Ellerinin arasından kan sızıyordu. Polisler bunları alıp götürürlerken ben de yavaştan uzaklaştım. Az ilerledim ki bir de ne göreyim, yerde bir balık. 15-20 cm bir barbun. Hafif etli. Aldım balığı yerden götürdüm eve.
Akşam televizyonda haberleri izlerken gördüm sandalyedekinin olayını. Meğer kız arkadaşı, onu aldattı diye buna oyun oynayıp yapıştırıcıyla yapıştırmış oraya. Bu da kalkmaz tabi, öylece kalmış. Haberleri izlerken yemek yaptım kendine keyifli keyifli. O günkü balığı da kızarttım, yedim. Onun yüzünden bir gün rötarlı yazıyorum o günü. O balık haram balıkmış.
SCKaradeniz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.