- 311 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
HAYAT ÖMRÜMÜZÜ TÜKETİR
HAYAT ÖMRÜMÜZÜ TÜKETİR
Hayat var yaşanır, hesap var verilir. Hayat biter ömür tükenir, hesap biter tasa tükenir. Hayat öyle tek düze yaşanmaz. Makine gibi hep aynı hareketleri yaparak çalışmaz. Hesap sadece görüleni, sadece bilineni kayda almaz. En gizli en mahrem hatalar da kayda geçer, hesabı görülür.
“Hayat bu!” Büyük bir söz. Yaşadıkça değişen, yaşadıkça zenginleşen, yaşadıkça tüketen, yaşadıkça sinyal veren muazzam bir mevcudiyet. Hayat aldanır, hayat kandırılır, hayat zebun olur kontrolsüz kalırsa. Dünya aldatır, dünya kandırır, dünya sefil bırakır hayatımızı. Ve batırır hesabımızı.
Hayatta bulduklarımızı bizim sanırız. Hayata geldiğimizde babamız bizimdir, annemiz bizimdir, kardeşlerimiz bizimdir. Benim der, sahipleniriz. Oyuncak “benim” olur, dondurma “benim” olur, bisiklet alırız “benim” olur. Evleniriz yar “benim”, “canım”, “cananım” olur. Evladımız olur “benim” deriz.
Deriz demesine de dedemiz ölür, kızım “benim” olur. Babaannemiz, anneannemiz ölür, oğul “benim” olur. Büyüklerimiz birer birer can emanetlerini emanet ederken yeğenlerim “benim” olur, dostlar “benim” olur. Zannederiz ki hayat, hayatta olanlar hayatta aldıklarımız “benim” olur. hatta hatalarımız bile “benim” olur. “Sana ne! Hayat benim değil mi? Nasıl yaşarsam yaşarım…”
Hayat bizim olsaydı yaralanmaları, hastalıkları, acizlikleri engelleyebilirdik. Hayatta kazandıklarımız “benim” olsaydı annemizi, babamızı, dedemizi ve büyüklerimizi yokluğa bırakmazdık. Hayat bizimle “bir varmış bir yokmuş” oyunu oynuyor. Bizden aldıklarının acısını bize verdikleriyle avutuyor.
Bildiğimiz gibi ta başından hayatımızı bir “emanet” olduğunu kabul etsek ve “emanet” şuuruyla yaşasaydık bunca olanların sinir sistemimizi 0harap etmesi mümkün olur muydu? Emanet edilen hayatımızı en güzel şekilde muhafaza etmek değil miydi insanca olan?
Pekiyi “en güzel” nasıldır? En güzel nasıl korunur? Soruların cevabını; hayatımızı bize emanet eden açıklamıyor mu yüce kitabı Kur’an-ı Kerim’de? Açıklıyor tabii.
İşte Kur’an’ın anlamına vakıf olabilmek için okuyarak başlamalıyız hayat emanetini korumaya. Okumayan doğruyu bilemez, okumayan yanlışın yanlış olmadığını bilemez. Okumayan yanlış batağına saplanır da bir türlü hayatta mutlu olamaz.
Ve bir gün ve her gün ve günlerce rast gelir olaylar dizi dizi… Her olayı bir atlatayım dersiniz; atlatınca yeni bir olayla daha yüzleşirsiniz. Sanki domino taşları gibi her bir problem çözülünce diğer problemi tetikler. Problemleri çözdükçe sevinirsiniz. Ne kadar yetenekliyim, bu mevzuları iyi biliyorum diye.
Ama hakikat öyle mi? Hayat hep meşgul olmak temeline oturmuş. Meşgul olacaksınız, telaşa kapılacaksınız, bu uğurda belki kalpler de kıracaksınız, hayal kırıklıkları yaşayacaksınız, duygu yoğunluklarına saplanacaksınız. Üzüntü, hasret, mutluluk, sevinç, neşe, kızgınlık, öfke, şaşkınlık, korku endişe vb.
“Problemler insan içindir.” sözünü tuttum ben. Çünkü son zamanlarda hiç bir problemin muhatabı sen olmuyorsun. Senin yerine çevrendekiler seferber oluyorlar. Sen saksıdaki çiçek gibi itinayla bakılmayı bekliyorsun. İlgisizlikten üzülüyorsun, sonra ilgi gösterdiklerinde acılarını unutuyorsun. Onlarla mutlu oluyormuş gibi yapıyorsun. Bu dünyada hiçbir sevinç ruhumuzu tatmin etmiyor. Hep daha , hep daha bekliyorsun ama nafile.
En iyisi mi “MIŞ GİBİ” yaparak bize yüklenen görevleri bir bir yerine getirmek. Sonrası “Allah Kerim” demek. İnsan vücudu nasıl hüsran vücudu oluyor anlayamıyorum. Ancak “emeklilik” denilen serseri mayına çarptığınızda itip kakma başlıyor bence. İtibardan düşüyorsunuz, kıymetsizleşiyorsunuz, boş veriliyorsunuz. Olsa da olur olmasa da olur oluyorsunuz.
Evde hanım ev işlerini yetiştiremez destek ister. Çocuklar çalışıyordur, faturaları ödemek size kalır. Bir de kahvehane kültürüne maruz kalırsanız yandı gülüm keten helva. Sizi iyice yerin dibine geçiren adi şakalar. Ya siz de ağzınızı bozmalısınız ya da arkadaşsızlığa razı olmalısınız.
Hayat geliş anımız şuurumuzun dışında oluyor da “lay lay lom” geçen hayat şamarını damardan vuruyor kardeş!... Ne şuur kalıyor ne damar ne de kalp… Hastalıklar, ilaçlar, ağrılar, sızılar, ağrı kesiciler arasında son sezona girdiğinizi anlıyorsunuz. Ve kendinize saldırıyorsunuz sonrasında… Ben tembel miyim, yoksa tembelleşiyor muyum? Ben kaygısız mıyım yoksa yüreksiz miyim? Yürek ve korku hep zıt kutuplarda mı?
Aslında dünya bize hep “anyayı” gösteriyor ve tersinden çakıyor. İşte dünyaya aldanmanın formülünü yüce Kur’an-ı Kerim’den öğrendiğimiz kadarıyla maddeler halinde sıralayalım:
*Can bize emanettir, bedenimize zulmetmeyelim.
*Belalara tahammül edelim de “sabır imtihanı”nı kazanalım.
Ve mutluluğun başkalarını mutlu ederek Allah’ın rızasını kazanmaktan geçtiğini bilelim de toplumumuzun mutlu bireylerden oluşması için gayret gösterelim, mücadelesini verelim bence.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.