- 263 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
"Utanduh Egitmanım"!.
Konu: Artvin Kültür Sanat Ustaları (AKSU) Derneği Kısa Anı Yarışması:
Köyüm; Ardanuç ilçemize bağlı, Kürdevan Dağı eteklerinde kurulmuş bir dağ köyüdür. Osmanlı ve Rus yönetimi dönemlerinde öğrenciler, köy camisi bitişiğindeki medresede köy imamı tarafından öğrenim görürlermiş. Cumhuriyet kurulup yeni öğrenime geçtikten sonra 1941 yılında bu medrese ilkokul haline getirilmişti. Eğitim görevlisi olarak da; askerliğini çavuş olarak yapan ve bir kursu başarı ile tamamlayan köy gençlerinden merhum Gülpaşa Özkan hocamız “Eğitmen” olarak tayin olunmuştu. Eğitmenimiz; komşu bir köy ile kendi köyü kız ve erkek öğrencilerini üç sene okutur, mezun eder ve öğrenim yaşına gelmiş yeni öğrencileri sınıfa tekrar toplardı. Ara sınıf yoktu. Bu arada da köyün alt tarafındaki meydan kenarında imece usulü ile tek katlı üç odalı beyaz badanalı güzel bir okul yapılmış ve beşinci sene öğrenim, kendi binasında devam etmeye başlamıştı.
Hüseyin amcam, Naime ve Fehime ablalarım üçer sene okuyup mezun olduktan sonra ben de 10 Ekim 1950 tarihinde okullu oldum. Sınıfımız okulun en büyük odasındaydı. Oturacağımız masalar peş peşe dizilmiş iki dizi halindeydi. Eğitmenimiz kızları birinci diziye bizleri de pencere önündeki ikinci diziye ikişer ikişer oturttu. Toplam 20 kişilik küçük bir sınıftık. Hepimiz günlük elbiselerle gelmiştik. İçimizde yalın ayakla veya yırtık giysilerle gelen arkadaşlarımız da vardı. Esasen başka bir giysimiz de yoktu. Yerlerimize oturduktan sonra eğitmenimiz son bir kontrol ederken başı kapalı bir kız arkadaşımızı görünce:
-Kızım sen başını niye açmadın ki diye sordu. Yanında oturan Medine:
-Baba, saçlari şeher usuli kesilmiş da, alay ederlar diya açmiyer dedi. Eğitmen:
-Kızım sen başını aç da, alay eden olursa bana bir söyle, diye sertçe söyledi. Sonra Medine’ye dönerek:
-Medine!. Sınıfta baba yok, eğitmen var, bir daha duymayayım diye ikaz etti.
Sonra beni ve diğer iki arkadaşı yanına çağırarak küçük odadan bir seyyar merdiveni sınıfa getirti. Kara tahta üstünde asılı olan tanımadığımız bir kişinin büyükçe çerçeveli resmini indirdi. Odasından itina ile getirdiği başka bir resmi dikkatlice yerine astı. Bu resim Atatürk’ün resmi idi. Ablamın ders kitaplarında gördüğüm için hemen tanımıştım. İndirilen resmi ise küçük odaya götürdük ve duvara yasladık, Kızar diye sebebini soramadık. O resmin altındaki yazıyı okursam merakım giderilmiş olacaktı. Okumayı sökünce ilk işim o resmin atındaki yazıyı okumak olmuştu. Büyük harflerle “Milli Şefimiz İsmet İnönü” diye yazıyordu.
Sınıfı bu şekilde düzenledikten sonra; eğitmenimiz, kızların sırasından başlayarak bizleri birer birer konuşturup tanıştırmaya başladı. Yanımıza geliyor, ayağa kalk işareti yaparak önce baba, sonra kendi adımızı soruyordu. Ancak arkadaşların bir kısmı, hele kızlar utançlarından kıpkırmızı kesiliyor, söyleyemiyor veya fısıltı halinde söylüyorlardı. Eğitmen bu duruma canı sıkılıyor, öfkeleniyordu. Benim yanıma gelince bütün sınıfa:
-Çocuklar!. Baba ve sizin adınızı soruyorum, ayağı kalkıp yüksek sesle cevap vereceksiniz.Hepsi bu kadar..Bunda utanacak, sıkılacak ne var? Dedi ve bana dönüp sorduğun da, ayağa kalkıp;:
-İskender diye bağırdım. Bütün sınıfta kahkaha tufanı koptu. Meğer bana gelince bu sefer kendi adımı sormuşmuş. Durumu sonra düzelttiysem de arkadaşlarım arasında uzun süre bu durum alay konusu olmultu:
-Adın nadur?
-İSKENDERRR, diye.
Tanışma faslı bittikten sonra eğitmenimiz kara tahtanın başına geçti. Birbirine paralel uzunca dört tane çizgi çizdi. Bu çizgilerin defter sayfasındaki çizgilere benzediğini söyledikten sonra iki çizgi arasına dikey çizgiler çizdi. Aynı düzgünlükte defterimize çizmemiz istenince bizler de aynı şekilde yapmaya çalıştık. Ancak bazı arkadaşlarımız kalem tutmasını bile bilmiyorlardı. Tutulma şeklini bütün sınıfa anlattı. Sonra onların yanına giderek teker teker öğretmeye başladı. Kurşun kalemi uçları kırılınca eğitmene uçları açtıranlarımız oluyordu. Kalem tutmasını dik ve yatık çizgi çizmesini öğrendikten sonra büyük harfleri de aynı şekilde yazmaya başladık. Düzgün yazamayanlara ceza olarak birkaç sayfa yazmasını ödev olarak veriliyor, yapmayanlara başka cezalar veriyordu..
Her cumartesi günü öğleden sonra bayrak asma merasimi yapılıyor ve marş olarak “Çırpınaydın Karadeniz” marşını öğrenip birlikte yüksek sesle söylemeye çalışıyorduk. Birlikte söyleyemediğimiz veya alçak sesle söyleyince de sıra dayağından geçiriliyorduk.
Dayak yesek de bir şeyler öğrenmenin gururu içindeydik. Okulumuzu ve eğitmenimizi seviyorduk. Soğuklar başlayınca kucakla okula günlük yakacak odun da taşımaya başladık. Âdem amca ise iki torunu için bir kızak dolusu odun götürmüş, uygun yere dizmişti. Bu durumu görenler:
-Âdem Ağaaa!. Bari torunlari tahterevalliynan mekteba goturaydın” diye dalga geçiyorlardı.
Harflerin isimlerini öğrenip yazmasını öğrendikten sonra Alfabe kitabına geçtik. Oradaki yazıları yazmaya ve okumaya başladık. Kış iyice bastırdığı sıralarda okuma yazmayı söküp yüze kadar sayı saymasını öğrenen arkadaşlarımız oldu. Ben de içlerindeydim.
Bayrak asmasını marş söylemesini, sabah okulu temizleyip sınıf sobasını yakmasını öğrenmenim mutluluğu içindeydik. Ancak bir gün sınıfa ders sırasında şehir giysili, orta boylu bir genç giriverdi. Eğitmenle bir şeyler konuşup tokalaştılar. Eğitmen sınıfa döndü:
-Çocuklar, müfettişimiz geldi, sizlere bazı sorular soracak dedi. Müfettiş bize doğru gelirken eğitmen ceketini düzeltip önünü ilikledi. Hepimizi bir heyecan kapladı. Çok büyük adamla karşı karşıya idik. Sonradan öğrendiğime göre ismi Avni Memioğlu imiş. İlk önce ön sıralardan başlamak üzere ellerimize, gözlerimize bakarak teker teker temizlik kontrolü yapmaya başladı. Bazı arkadaşlara kızıyor, masaya koydurduğu ellerine kurşun kalemini batırıyordu. Bizler de çaktırmadan ellerimize tükürerek göz çapaklarını siliyor veya ellerimizi pantolona sürerek temizlemeye çalışıyorduk. Temizlik kontrolünden sonra okuma ve yazma sınavına başladı. Ancak korku ve heyecandan en çalışkanlarımız bile başarılı olamıyordu. Hatta bir arkadaşımızı tahtaya kaldırdı ve “AT” yazmasını söyledi. Arkadaşımız tersini yazdı. Sınıftan bunun okunmasını isteyince hiç birimiz okuyamadık. Pencereden Kürdevan’ı işaret ederek:
-Taaa, Kürdevan’ın tepesine çıktık deriz ya, o halde neymiş çocuklar diye sorduysa da hiç bir şey kafamıza dank etmedi. Çok üzgündük, yarın eğitmen tarafından sıra dayağına çekileceğimizi artık çokça hak etmiştik.
Ertesi günü gerçekten eğitmen bir hışımla sınıfa girdi, hep birden ayağına kalktık.“Günaydın çocuklar” deyince güçlü bir “Sağ ol” çekmeye hazırdık. Ancak kardan beyazlanmış şapkasını ve sakosunu/paltosunu askıya asmadan masasının üzerine fırlattı ve hızlı adımlarla karşımıza dikildi, gözleri çakmak çakmaktı, sanki öfkesi yüzümüze fışkırıyordu:
-Ulan dün beni yerin dibine batırdınız. Şimdi teker teker kontrol edeceğim okuyamayanları, hele okumayı sökmüş olanlarınız okuyamazsa, onları ayağımın altına alıp ezeceğim dedi. Ön masalardan başlamak üzere sıra ile Alfabe kitabından bir konuyu okutmaya başladı. Okuyanlar rahat okuyordu, okumayı çözememiş olan bazı arkadaşlar da hayret okumaya başladılar. Sıra bana gelinceye kadar birçok sayfayı devirmiştim. Eğitmenin o sert sesi gitmiş daha yumuşak hal almaya başlamıştı. Bir ara gözlerine baktım; biraz önceki öfkenin yerini mutluluk kaplamış, içten içe sanki gülümsüyordu. Okuma işi tamamlanınca bu sefer karşımıza geçti ve tekrar kızgın şekilde:
-Ulan bu kadar okuyordunuz da dün niye hiç biriniz doğru dürüst okuyamadınız? Diye bağırınca biz de anlaşmış gibi hep bir ağızdan:
-Utanduh Egitmanım diye yüksek sesle bağırdık.
Daha sonraları birçok teftişler geçirdik. Genelde temizlikten dolayı fırça yiyorduk. Sanki okulda elimizi yıkayacak su veya çamurlu çarıklarımızı silecek bir sistem vardı da bizler ihmal ediyorduk. Daha sonraları okulumuza bir öğretmen atandı. Tarih, coğrafya, matematik dersleri ile tanışmaya başladık. Bir şeyler öğrendikçe okuma şevkimiz daha çok artıyor ve kendimize güveniyorduk. Bu sınıf tan öğretmenler, mühendisler ve iş adamları çıktı. Öğretmen olan arkadaşlarımız, eğitmenimizin bu okutma tarzına “Sako Metodu” adını vererek uygulama zorunda kalınca çok başarılı olduklarını söylemektedirler.
Öğretmenler günü nedeni ile yazdığım bu kısa anı nedeniyle, tüm öğretmenlerimizin günlerini kutlar dünyalarını değiştirmiş olanlara rahmetler dilerim.
16.11.2022
Rumuz: A1267B
Not: Bu anı yazım,AKSU –Yazarlar Grubu yarışmasında 1.Mansiyon ile ödüllendirilmiştir.Emeği geçenlere teşekkürlerimi sunarım.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.