"Ufak Tefek Cinayetler"
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Burası Ümraniye Çakmak mevki, köprünün hemen girişi...kadastroya bakılırsa üçüncü parsele denk düşen; bana sorarsan gözümde günden güne çöken, bu dört yol ağzında sanırsın ki zoraki kafasına silah dayatılıp köşeye kıstırılarak; eli kolu bağlı vaziyette, ne kaçacak bi deliği ne de şansı olan, çarpık yamuk görünümüyle her an üstüme devrilecekmiş gibi duran, mavi badanalı bu metruk bina da sendeleyip duruyo eskiden kalma bir alışkanlıkla...bu apartmana oldum olası sinir olurum...gelgelelim sorgu odasında çözülüp konuşmadığı ve hiçbir burgulu demiri ile kolon arkadaşını ele vermediği için saygı duyuyorum...ne var ki; karşıdan karşıya geçince ilkin akla karayı seçer, her an her yerinden freni iyi tutmayan külüstür bir aracın önüme çıkıp; altında ezilerek on iki bağırsağımı sağa sola fırlatarak asfalta yapıştıracağını düşünürüm...yapar mı yapar piskopat çünkü...artık rüşvetle mi, hangi akla hizmet yapımına müsade vermişler bilmiyorum ama içimden her gün bana böyle berbat bi senaryo çizdirip sonra da başrol oynattığı için ondan nefret ediyorum...
içinden çıkılması hayli zor görünen o güzergãha her gelişimde kazık gibi mıhlanıp kalıyorum yerimde...altına sıçan temkinli vücuduma ’armut gibi böyle hiç kıpırdamadan yerimizde duralım en iyisi! şüpheli halimizi gören meraklı gözcü bi vatandaş -emekli olur, yaşlı olur farketmez biri çıkar nasılsa- emniyeti ya da çekiciyi falan sevabına arar, beni de paketleyip götürürler burdan!’ valla bak! böyle saçma sapan garip şeyler gelmiyo değil aklıma...ama en çok da elime bi kazma kürek alıp şu binaya güzelce bi dalasım, sırayla camlarını çerçevelerini yere indirip hıncımı alasım var... ne bi trafik lambası, ne zebra çizgiler...hoş bi garip yer burası zaten! onların duracağı yerde ben durup onlara öncelik tanıyorum...
yine ordayım...göz göze, kıç kıçayız...benim parçalarım ucu ucuna zar zor denk gelirken, o puşt bina nisbet yaparcasına ’yıkılmadım, ayaktayım!’ diyor bana...’abi yine mi sen!’ diyorum...şu koca fani dünyada bula bula seni mi peşime taktılar!...biri yaşıyor mu abi burda? canlı belirtisi gösteren küçücük ufak bi mikroorganizmaya rastlasaydım iyiydi...iki ayaklılarla başım dertte zaten bari sizinle iyi geçinelim. bi işe yarayın be abi, yalnızlığıma yoldaş olsanız fena mı olur?
...
nasıl bilmiyorum? vızır vızır trafiğin aktığı işlek caddeden bi şekilde sağ selim geçmişim yolun öbür tarafına...Anna dağıtıma çıkmış...ona rastlayınca; yeryüzünde hayatta kalmış son canlı görüntüsü teşkil edecek bezgin sıfatımın da çürüdüğünü görüp rahat bi nefes alıyorum...gülümseyip el sallıyoruz birbirimize...unutuyoruz bazen bu güzelim reaksiyonları...bak ne güzel! o bana el sallıyor, ben ona...kasları duvar gibi gerilmiş yüzümüz bi anlık çiçek açıveriyo...
Leane ile bölüşmüşler yarı yarıya sokağı...Leane’yı görünce Rocky Balboa’nın dolgun alt dudakları aklıma geliyo...farkında değil belki ama gerginken iyice kasıp büzer o tarafını. Rocky’e yakışıyo da Leane’da; sonradan monte edilip yerini yadırgayan, daha ayağının tozuyla adapte olamadan takımdan atılacak defolu yedek bi et parçasıymış gibi eğreti tuhaf bi hava estiriyo orda...ister istemez gözüm hep o çelişkili bölgeye takılıp kalıyo...
o yüzden Leane gülse de, ağlasa da ayırdetmekte zorlanıyorum bazen...harflerin o kusurlu bölgeye birden çullanması onun için bi hayli yorucu olmalı...bu böyledir, hiç şaşmaz! tanıdık olsun ya da olmasın eğer bi yüzün olmaması gereken bi fazlalığı varsa gözünüzü alamazsınız ondan...kafanızı çevirip, arkanızı dönemeyince bu sefer de ’acaba anladı mı? yüzüne vurdum mu kusurunu, çok mu belli ettim? tüh ya! ayıp oldu şimdi!’ v.s kendinizi yer bitirirsiniz sonra...
atıyorum misal, birinde kocaman bi ben mi gördünüz suratının ortasında hemen oraya odaklanırsınız...gargamel taraklı bi burun mu gördünüz yoksa botokslu şişkin dudaklar, silikonlu göğüsler...eyvah eyvah, yandınız!...örneğin ben burnuma takmıştım bi ara resmen psikolojim altüst olmuştu...sağolsun abimle amcam her gün takılıp kızdırınca, ben de saatlerce aynanın karşısına geçip yüzümü incelerdim...anormal de görünmüyodu bana...abimle amcam kendi burunlarına baksınlar önce bi, sanki dört dörtlük burunları varmış da bir de karşıma geçmiş dalga geçiyolar benle:)
gerçekten hassas konular dikkatli olmakta fayda var...her ne kadar bana normal gibi görünse de ’papağan gibi tekrarladıklarına göre bi bildiği var bunların!’ deyip her akşam burnuma yatmadan önce en az bi saat masaj yapardım...yıllara yayarsak ömrümden çalınan yüzlerce saat...hem moralen, hem de bedenen içten bi yıkım sayarım bunu...ne hikmetse bu burunla sınıfın yarısı bana çıkma teklif etti ama n’aber? tamam kabul onların burunları da benim gibi yamuktu biraz:))))
taa ki Abuzer gibi yakışıklı biri karşıma çıktı beni beğendi ’tamam dedim mero bi terslik yok kızım, sen de çok güzelsin!’...tabi ben takmışım bi kere bu buruna, illa kırsınlar şunu, yeniden temeli kazıp düzeltsinler...Abuzer ’yapma etme!’ diyo ’bak pişman olursun sonra!’ yok diyorum benim de kalem gibi ince kalkık bi burnum olsun...bi türlü tatmin olamıyorum...sonunda Abuzer’i de bezdirdim, ’git!’ dedi ’git hele ne diyecekler bakalım!’...
sağdan soldan duymuşum ya bi kere ’psikolojik kaynaklıysa, doktor rapor yazarsa sigorta karşılıyor!’...ben duyunca tabi durur muyum, fırsat bu fırsat hem de bedavaya getireceğiz...hemen randevu aldım bi psikologtan, elimde yandan çekilmiş burnumun profili olan bi fotoğrafla dikildim karşısına...öyle ya adam ters bi şey söylerse gözünün içine içine sokacağım bunu:))))
diyorum ki: ’doktor bey halim ortada görüyosunuz konuşmaya da hiç gerek yok hani, şu işi kökünden çözelim gözünü sevim...sen de kurtul ben de rahat edim uzat şu elini uzlaşalım hadi’...yok adam laftan anlamıyor! resimi elinde evirip çeviriyo bakıyo bi şey görmüyo...her psikolog gibi çocukluğuma iniyo, ordaki beni bulup yüzleştirmek istiyo...bin dereden su getiriyo adamı ikna edemiyorum bi türlü...’belli ki sende çok derin izler bırakmışlar!’...eee bırakmışlar n’olcak? sen naapcaksın peki onu söyle!...’önümüze gelen her hastayı ameliyat ettirseydik ortalık Pamela Anderson’dan geçilmezdi!’...öyle demiyo tabi ben uyduruyorum...dediği aynen şu "benim işim hastamı ameliyat masasına yatırmak değil, ruhunu iyileştirmek önce...bu bir, ikincisi hiçbir estetikçi sana burnunun birkaç sene sonra düşüp eski haline döneceği gerçeğini söylemez, haberin var mıydı bundan peki?"...yooo! şansıma tükürim desene! "bak biz en iyisi şöyle yapalım, önce konuşma terapisiyle bi başlayalım bakalım süreç neyi gösterir, hãlã diretir misin böyle o zaman görürüz"
doktoru son görüşümdü bu...o gün o defteri kapattım...o sıralar bir de güzellik operasyonlarını gösteren bi program vardı...onları seyrede seyrede iyice soğudum...tamponlu burunlar, şişik mor gözler...kimininki güzel oluyo, kimininki olmasaymış daha iyiymiş diyosun...ama en çok da ’ağızdan nasıl nefes alacağım? lüzumu yok kalsın!’ deyip kendimle barış imzaladım...hatta öyle ki seneler sonra gittiğim rutin kontrolde doktorun ’burnunda et var ameliyat olmalısın!’ çağrısını bile duymazdan geldim...onu da birinden duymuştum yine, böyle durumlarda da ameliyat öncesi soruyorlarmış hastaya ’isterseniz estetik dokunuşlar yapabiliriz!’ diye...yok abicim dokunmayın istemiyorum!...
işe bak ya! Leane’nın dudağından hangi ara benim burnuma geldik?
...
Anna gizemli göz kaş hareketiyle Leane’ya çaktırmadan usulca beni yanına çağırıyor...ben de gidecektim zaten ama belli ki daha ciddi bi durum var ortada...kendi kendime ’n’oldu acaba?’ diyorum...düşünceli yüzünde esrarengiz bi keder havası...ilk başta bocalıyor konuya nerden başlayacağını bilemiyo tam olarak...’yine Leane n’aaptı acaba?’ derken "sana çok önemli bir şey söylemek istiyorum, güvenebilecek hiç kimsem yok! bi tek sana açılabilirim...konuşmaya ihtiyacım var!"
-iyi misin? n’oldu?
"offf! kafam çok karışık...nasıl anlatsam?...şeyyy ben..."
-n’oldu ya! neyin var?
"ben biriyle görüşüyorum!"
-nasıl yani anlamadım?
"ya anla işte! biriyle tanıştım!"
-eeee?
"kocamın haberi yok, netten gizli yazışıp konuşuyoruz!"
-e n’olcak böyle peki? bi seçim yapman gerekmiyor mu?
"kocamı seviyorum ben!"
-iyi de bu adam nerden çıktı peki?
"adam olduğunu da nerden çıkardın?"
-heee? hadi ordan! kafa mı buluyosun sen benle?
"şaka kız! bi futbolcuyla tanıştım İtalyan liginde oynuyo..."
-birinci ligde mi, tanıyo muyum peki?
"tanırsın ya Montana’yı!"
-benim tanıdığım bi tane Montana var o da futbolcu değil mafyacı Tony Montana iyi rol keser...
"o kim tanımıyorum!"
-tanırsın ya bizim kereta Al Pacino yok mu onu diyorum...
"hahahaha"
-hakuna matata takma kafana Anna-
Anna karşıma geçmiş tornavidayla vicdanını gevşetiyor şimdi...parça pinçik ettiği onurunu bi ara taksit taksit ödeyecek bize...okumuştum bi yerde:
"İlgisizlik ve yalnızlık içinde olan ‘ben’, yaşamın anlamı edindiği kişi uğruna, kendi ben’i üzerinde işlediği ufak tefek cinayetlere sessiz kalır."
-şimdi bu bir rüyaysa diğerleri neydi?..
m.g
YORUMLAR
Gule
teşekkürler sahra seviniyorum seni görünce:)
Öykünün girişini 3 kez okudum, işaretlemek için şık bile aradım :) paragraf sorusu gibi ince uzun ögeler tamlamalar,
Güle ce derin kaosu rafine öykü,
Selamlar
Gule
teşekkürler, selamlar...
Şehrin yollarından birinin kenarında öylece duran bir burun. Sadece koku almıyor, aynı zamanda, görüyor ve duyuyor da. İnsanların hisslerine yön verebilen, korkularını kontrol edebilen tam bir canavar. İçine girip çıkanlar, içinde yaşattıkları ya da içinden attıkları işlediği cinayetleri örtebilir mi? Dünyanın farklı noktalarındaki bağlantılı olduğu burunlarla birlikte kusurlu güç.
Gule
ha bi de biz bi arkadaşla her okul çıkışı en az bi saat burun endüstrisi üzerine kafa yorardık...bizim için bu denli önemli ve hassas bi konuydu...en komiği de her seferinde yol ayrımına gelince; günün konuşmasını birbirimize moral vererek sonlandırır, bana 'keşke benim burnum senin gibi olsaydı, seninki yine güzel sana yakışıyo!' deyince ben de ona 'kız cidden bak senin burnunda ameliyatlık bi şey yok saçmalama!' deyip avunurduk...şimdi gülüyorum kafamızı ipe sapa gelmez bomboş şeylerle doldurmuşuz...buna rağmen arkadaşım kafasına taktığını yaptı...seneler sonra eli para görünce ilk işi ameliyat masasına yatmak oldu...sonra dedi ki 'burnum kapalı nefes alamıyorum, burnumdan çürümüş et kokuları geliyo' dedi ikinci ameliyatı oldu...sonra 'ucu düşmüş yamuk olmuş' dedi üçüncü ameliyatı oldu...sonra bi tarafı şiş kaldı orantısız oldu dördüncü ufak çaplı bi işlem gördü burun...sonra artık canından bezdi kız, eski fotoğraflarına baka baka 'keşke hiç ameliyat olmasaydım, aklı olan burnuyla hiç oynamaz halbu ki ne güzel de burnum varmış!':))) dedi
heralde diyorum kendimizle barışık değilmişiz biraz ondan, biraz bundan...
Sevgili Gule,
Bütün "cinayetler" senin işlediğin cinayetler gibi masum ve zaraarsız olsa, düşün bi :)
İçinde ciddi konuları barındıran yazını gülümseyerek okudum. Dilinin yalınlığı ve samimiyetin her zaman örnektir anlamaya meyilli olanlara...
Yazının psikolojik ve sosyolojik yanı dikkat çekici. En çok da "kimlik" sorunlarının yoğunlukla yaşandığı bu dünyada; "plastik" endüstrüsüne özünü teslim ederek, yapaylığa katkı saglamama direncine ve yaptığın vurguya sevindim...
Sen sessizliği bozmaya devam et, güzel insan. Biliyorsun, bu dünyaya senin gibiler lazım, canım. Ve seni okumak her zaman haz verici ve öğreticidir...
Kalemine ve sana teşekkür ediyor ve içtenlikle kutluyorum.
Baki selamlar, sevgiler çokça.
Gule
çok teşekkürler tüya'mın, mahcup ediyosun...düşünmekten başka yaptığım elle tutulur doğru dürüst bi şey yok ama yine de senden bunları duymak mutlu ediyor canım...
sevgimle çok...
Tam da kusurlarla alakalı bölümü okurken, youtube algoritması bir şarkı getirdi koydu kulaklarımın önüne. Sol kulakta da %30 işitme kaybı var, yüksek sesle müzik dinlemekten olmuş. Olsun. Şarkıda İran asıllı vokal diyor ki;
"nothing more than human"
"Ben" i öldürmeyi kafasına koydu ise insan, üstüne beton ya da buz dökmeli. Buzu soğuk diyarlarda, hiç çözünmeyecek şekilde dökmeli, "ben" çözündükçe bedenden daha beter kokuyor. Hem lime lime hem de zerre zerre. Yayılıyor. Arada bir gözleri hareket ederse de korkma, öldü o, görmüyor, hissetmiyor, alışkanlık o göz devinimleri de...
Ortamlarda şizofreni dersin, kim bilecek?
Tebrik ederim...
Gule
analizlerin, konuya hakimiyetin, düşüncelerin gayet güzel...diyorum ki bak bu da aynı senin kafadan:)
sevindim seni görünce, teşekkürler...
Gerçekten sen bir alemsin. Burundan bahsetmişken aklıma Gogol'un BURUN adlı eseri geldi. Kovalev'in Burnu.
Duvarlar, insanlar, anılar, eşyalar
ve diğer şeyler.
İnsanın anlam arayışı.
ve yalnızlık
kasten getirilip önümüze bırakılmış yalnızlık.
Sevgiler bırakıyorum şuraya...Çokça...
Gule
değerlisin, sevgilerim çokça...
Gule
Jüli d
Bu yazına kayıtsız kalamadım. Çok beğendim. Fellini filmleri tadında. Ama sana özgü.
Selamlar