- 614 Okunma
- 5 Yorum
- 5 Beğeni
Durmayana nehirden başkası yoktur
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
"A tatlı adam, namazın dışındaki işlerin helal olması için, namazdan çıkarken meleklere selam vermek gerektir." Mevlana Celaleddin-i Rumî (k.s.), Mevlana’dan Seçme Metinler’den.
Çok da kabadayılık taslamaya gerek yok arkadaşım. Sahilde çay içerken hepimiz aciziz. Hiçbirimizin gücü mutsuzluğa yetmiyor. Sabrın fire verdiği yerler var. Bir suskunluk alıyor maviliğe bakarken. En mütebessimimiz bile, insanlar içinde mütebessim, kendi içinde değil. Kimse, fakirliği yakıştırıp, zat-ı âlisine bir tebessüm sadaka vermiyor. Hiç içine, aynaya, yüreğine; ağzını kapatırken eline, avuçlarına gülümseyen gördün mü yakınlarda? Nedensiz gülen, çocukların ve delilerin dışında, kaç insan kaldı? Ne yapayım ben kalabalık içinde atılmış şuh kahkahayı? Alınma ama, işte bunlar hep kabadayılıktan, kibirden. Başkasına sadaka sanıyor tebessümü. Kendisine değil. Nefsini sadakaya muhtaç saymıyor. Ne yazık. Öyle söyleme. Yalnız kalınca gülümseyebilenlere mutlu derim ben. Kalabalıkta hepimiz bir şekilde başarıyoruz bunu. Kalabalık maskeleri meşrulaştırıyor. Yapmacıklık kömür ateşi değil ki. Saman alevi. Sönüyor hemencecik.
Tasannu çirkince. Yüzümüze ikinci bir yüz asılıyor kurguyla. Ben o yüzü sevmiyorum. İnanmıyorum da. Bana yalnızken gülümseyebilen insanlar lazım. Kendiyle güzel şeyler konuşanlar, güzel görenler, güzel düşünenler, gülenler, varlığı hayır bilenler. Mutluluğu canı isteyenler. Mutluluğa kastederek yaşayanlar. ’Mış gibi’ yapmayanlar. Sütte leke aramayanlar. Kendisine sadaka vermekten korkmayanlar hem. Kuru üzüm çubukları yani. Sulu taneler değil. Ama doğru, beşer bu kadar mutluluğu kaldıramaz, deli yaftasını yapıştırır onlara. Akıllı adam menfaati yoksa mutlu da olamaz modernin kitabında. Hüzün kalıcı olandır, yani aslolandır, neşe iki hüzün istasyonu arasında alınan mesafe, bir geçiştir sadece. Hodbinin dünyası ister istemez bedbinlik getirir. Sen suizan edersen dünya da sana suizan eder. İyi davranmaz olur.
Beni mutlu olduğuna inandırmak istiyorsan insanlardan kurtarabildiğin zamanlarına bakmak isterim. Yani kimseye numara yapmadığın, rol kesmediğin, sadece sen olduğun vakitleri görmek dilerim. Ne zaman böyle bulacağım seni? Belki geceleri. Uyumadan az önce başın yastıktayken. Boşluktayken. Işıklar kapalı ve insanların sırtı sana dönükken. Babanın mezarında belki. Ortalık tehnayken. O zamanlar ağlıyor musun durup dururken? İşte öyle vakitlerde yakalarım seni. ’Sen busun’ derim.
Bir de namazların var insanların bakmadığı. Senin de herkes gibi olduğun anlar. O anlarda aklından ne geçiyor bilmek isterim. Sabır-namaz birbirinin kardeşidir arkadaşım. Kur’an onları beraber anmıştır. Anmasıyla kardeş etmiştir. Hayatta sabrını zorlayan ne varsa gelir namazda bulur seni. Tıpkı düşmanın biraderini arayan kandavalı gibi. Bir turnusol kağıdı gibidir zamanda namaz. Zamana bırakılmış bir ayraçtır yani. Ömründe fikrin neyse namazda zikrin de odur. Ne aklına geliyor namazda? Neye sabrediyorsun? Allah, kesretten kurtulup biraz da kendine kalman için odacıklar yaratmış, yaymış günün içine, hem de beş tane. Kıymetini biliyor musun? Yoksa onlarda da mı kayıpsın?
Namaz-sabır birbirinin kardeşidir. Birindeki gücünü diğerindeki sebatından anlarsın. Namazda devamlıysan sabırlısın. Bir mantık arıyor insan sabredebilmek için. Bir doğru, bir hakikat, bir asâ-yı Musa ki, onu yere atınca vesvesenin her türlüsünü yutup fikri temize çıkaracak... Kimse sabretmek için sabretmez. Bir umut için sabreder. Bir meyve için, bir kazanç için, bir sonuç için... Sen ne için sabrediyorsun? Meyvesi ne sabrettiğinin? İşte namaz bunu düşünmek için bir fırsat sanki. Ömrün meyveleri de namaz odalarında toplanabiliyor ancak.
"İçyüzünü bilmediğin birşeye nasıl sabredeceksin?" Böyle diyor Hızır aleyhisselam Musa aleyhisselama. Bana öyle geliyor ki: Namazda bizzat namazın kendisi düşünülemez. İçinde geçen elfaz-ı mübarekeler düşünülebilir. İmana ve Kur’an’a dair şeyler tefekkür edilebilir. Hayal ile na’büdü’nün ’nun’una binilebilir mesela. Onunla âlem seyran edilebilir. Bunlar düşünülerek ağlanabilir, tebessüm edilebilir, sevinilebilir, hüzünlenilebilir. Firavun’un inkârı anlatılırken Hz. Ömer (r.a.) misali hiddet edilebilir. Ama namazın içinde namazın bizzat kendisi düşünülemez. Namaz kılanı için kendisini yol kılar.
Penceredir o. Pencere dışarıya bakılmak içindir. Bizzat kendisine bakılmak için değildir. Çünkü namaz, parçaları hakkında tefekkür edilebilir, ama bizzat kendisi üzerinde zihin tutulamaz birşeydir. Allah, insana namazı emrettiğinde; Allahu’l-a’lem; sadece namazın içeriğine dair olanları değil, onların eşiğinden bakılarak asl-ı hayatın içeriğine dair olanları da tefekkür etmemizi ister bizden. Namazda bundan da kaçamayız. Hayatımızın raporunu alırız. Hesaplaşmak için durmak gerekir.
Seni bilmiyorum ama çok defalar olmuştur bana. En zor dertlerimin çözümleri namazlarda aklıma gelmiştir. İçinden çıkılmaz sandığım meselelerin cevabı namazda gelip beni bulmuştur. Kıraat esnasında veya rükû ederken veyahut secdede. Birden açılır sanki fikrin kapıları. Belki de hayatımızda böylesi durup düşünme anları eksik kalmıştır: İmdat çekiçleri. Panik odaları. Acil çıkışlar. Durup “Neler oluyor?” demeler. Namaz bizim hayattan acil çıkışımızdır. Uyanıkken bahşedilen rüyadır.
Allah günde beş kere hayattan/kesretten koparıp ellerimizi önümüzde bağlatır. Dünyayı arkamızda bırakarak fakat bazen de kainat kitabını açarak düşünürüz. Düşünmek durmadan olmaz. Namaz günün telaşını ister istemez kendisiyle durdurur. "Sabır ve namazla (Allah’tan) yardım isteyin. Gerçi bu ağır gelir ama, huşû duyanlara değil!" ayeti belki şuna da işaret eder:
Birşeyin çözümünü mü bulamadın, sabrını yaslayacak bir mantık mı aradın, âmelin yetmediğinde namaza dur. Namazla iste. Panik odasına kaç! Fitne zamanı koşarken yürümek, yürüyorsan durmak, ayaktaysan oturmak, oturuyorsan uzanmak gibi birşeydir bu. Bir nefes almak dünyadan, bir tevakkuf, bir durulmak o çılgınca akışkanlığın içinde. Sahilin sabitesini görmeyen akıntıya kapıldığını sezemez. Demem o ki: Yüzünü Allah’a dönmek için diğer yüzlere bakmayı bırakıp bazen durmak gerek. Huşû biraz da durulmaktadır çünkü. Sen durmadan hayat durulmaz. Evet, arkadaşım, modern zamanların ’hareket sarhoşluğuna’ namazda büyük bir deva varmış gibi geliyor. Madem herşey helak olup gidiyor. Madem Ona bakan yüzü müstesna kalıyor. Onun yüzüne baktığımız yerleri çoğaltmalıyız ki kapıldığımızı farkedelim. Durmayana nehirden başkası yoktur.
YORUMLAR
Ahmet merhaba,
Yazıyı kendi kulvarında değerlendirme yapacak olursak orta- üst bir makale çıkmış. Sağa sola sapmadan yürümüş gitmişsin. İyi de etmişsin. Yazı okutuyor kendini. Ne öyle mürşid filan...düşünmez ise insan kendi merkezini bulamaz, oluşturamaz, gelişemez.
Az lafımı dinlemiş gibisin ...sağ ol, berhüdar ol.
Zaten kendine has bir anlatımın ve tekniğin var. Tam orijinal olmasa da iyi bir çizgi oluşturdun, yazmak açısından.
Böyle devam et bence... elbette düşünce sistemimizin temellerini birden söküp atmak da olmaz. Yazıya az bulaşması lazım, bu yazında yaptığın gibi. Olsun, olacak o kadar.
İyi olmuş ama.
Şimdi düşünce impulsı, düşüncenin akışkan hali, düşüncenin incelmiş hali ile aktarım yapmak için soruyorum.
Sorun yoksa çözüm yok yani çözüme gerek yok. Sorunun öznesi yok, nesnesi yok...olmaz ki zaten sorun yoksa. Öyleyse sorunu çözücü de yok, en azından gerek yok.
Buraya kadar tamam ama kafama şöyle bir şey takılıyor. Hani derler ya... sen bilirsin.
" Tek yönlü olgu hiç bir zaman kendi gerçekliğini oluşturamaz" oluşturulamadığı gibi bir bütün olarak da değerlendirilemez.
Yani sorun kendi bütünlüğünü oluşturamaz. Öyleyse sorunun dışında duran "bir şey" soruna etki hatta katkı edici olması lazım.
Öyle ya... bu böyle olmasa sorun, kendini oluşturamaz.
Düşünce dediğimiz şey de böyle bir şeydir. Önemli olan sorunun öznesi olacak şeyleri fark edemezsen, bizi çözümün nesnesi haline getirirler.
Anlatabildim mi... Yoksa daha açabilirim konuyu. Aklıma takıldı işte...
Ha...
Son dönemde Sabiilik ve ibni Hişam üzerine çalışıyorum. Bu konularda da görüşlerini almak isterim.
Hadi eyvallah!...
belkibirharfimben
Erlik Aldacı
İçine düşüp de dersini almamak mümkün değil mahsulü bol olan bu yazıdan. Yüreği insan olanı bazen bir insan getirir kendine, bazen bir resim , bazen bir film, bazen adına musibet dediklerimiz ve bazen de böylesine bir yazı. Hiç bir şey tesadüf çıkmazmış insanların karşısına sözünü dibine kadar yaşıyor gibiyim şuan. Tamda ihtiyacım olan bir anda okumam gereken bir yazı.
Güne gelmesinin de vardır bir hikmeti. Alınması gerekenleri kendimde dahil olmak üzere her okuyanın alması dileğiyle.
Tebriklerimle