- 340 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Aşk Mektupları
AŞK MEKTUPLARI
Taşındığı evde uzun zamandır ikamet edilmediğini söylemişlerdi. Evin baştan ayağa elden geçmesi lazım, demişlerdi. Seviyordu böyle bahçeli, müstakil, eski ahşap evleri. O yüzden razı olmuştu. Tamir de gerekse temizlemesi zor da olsa kiraladı. Evi elden geçirmeye koyuldu hiç vakit geçirmeden. Elinden geliyordu ufak tefek tamir işleri, bu yüzden tamirci çağırmadan elinden geldiği kadar hallediyordu. Kısa zamanda üstesinden geldi işlerin ve en son olarak boyasını da yaparak, temizlik aşamasına getirdi evi.
Bir eski gömme dolap vardı evde. Artık boyası dökülmüş, zaman dolabı bir hayli eskitmişti. Gacır gucur sesler çıkarıyordu. O dolabı da bir güzel elden geçirdi. Temizlik sırası o dolaba gelmişti. Kapağını araladı. En üst bölmesinden başlamak istedi silmeye. Bir sandalye temin edip, üzerine çıktı en üst rafa ulaşabilmek için ama yine de tam olarak uzanamadı. Silmeye başladı. Birinci hamlesinde kolunu savurunca, iple sarılarak paketlenmiş bir tomar kağıt düştü yere. Sandalyeden indi ve kağıt tomarını aldı yerden. Tomarın onlarca mektup olduğu gördü, şöyle bir çevirdi. Zarfların üstünde Ankara Milli Eğitim Müdürlüğü adresi vardı.Muazzez Erkan adına gönderilmişti. Sandalyeye oturdu ve merakının içinde yolculuk yapmaya başladı. İplerini çözdüğü tomardan bir mektup aldı.Bu mektup da adres ya da isim yoktu sanki elden verilmişti. Zarfı açtı, içinden çıkan kağıt, saman kağıdı dedikleri türdendi. Hitap cümlesi yoktu, mektubu okumaya başladı:
“Yaşadığımız her şey bir rüya gibiyken, bu ayrılık nedendir. Bir anlam veremiyorum. Mutluyduk, seninle geçen her saniyem bir ömre bedeldi. Sen de öyle söylüyordun. Ne oldu, ne değişti. İstemeden ve bilmeden bir kabahatim mi oldu? Ne olur Muazzez gitme! Gidersen geriye hiç bir şey kalmayacak benden. Bir parçam değil, ruhumsun. Alma seni benden. İstersen görünmem bir daha gözüne ama benim gözümden isteme bunu. Uzaktan severim seni. Mutluluğuna şahit yazılırım. Sen bilme beni bundan sonra ama benden isteme. Yok, bil beni artık,”yok de bu şehirde”, “yok de artık gönlümde” katlanırım ama isteme bunu benden, katlanamam. Islandığım yağmurda, ıslandığını bileyim. Paylaştığımız sadece aynı mehtap olsun, aynı şehrin havasını solumak olsun, tüm tesellim. Yeter mi deme, yeter bana. Belki kimse inanmaz buna ama inan bana. O gün kapımın eşiğinde bana “artık bu aşk bitti; ben ayrılacağım senden ve bu şehirden” dediğin de, seni saksılardaki çiçeklerimde duymuşlar. Soldular biliyor musun? Su verdim, konuştum, yerini değiştirdim ama kâr etmedi. Soldurma gel! Yapma gel! Yeter ki gitme, kal! Ben de olmasan da bu şehirde kal.
Mektubu bitirdiğinde şair gönlü uyanıyordu yıllar sonra. Bu evi huzurunun gölgesinde yazmak için kiralamıştı. Ev sadece bir barınak olmakla kalmayacak onun yazacağı şiirler için bir ilham kaynağı olacaktı anlaşılan. Hemen bir mektup daha çıkardı. Postalanmıştı bu. Daha uzundu ve bunda bir hitap vardı:
Sevgili Muazzez,
Mektuplarım sana ulaşmıyor mu yoksa cevap yazmıyor musun? Sadece tayin olduğun şehri bilmek sana mektubumun ulaşmasını zorlaştırıyordur. Yine de Milli Eğitim Müdürlüğü adresiyle ulaşacağını umarak yazıyorum işte.Ne olursun bir cevap yaz mektuplarımı alıyorsan.
Sana gitme diyen yalvarmalarımı,yakarmalarımı hiçe saydın ama olsun canın sağ olsun. Senin aldığın kararlar beni ne kadar perişan etse de eğer sen mutluysan ben sineye çekeceğim. Seni,kendimi mutlu etmek için değil seni mutlu etmek için sevdim ve ömrümün sonuna kadar seveceğim. Ne olursa olsun sana yardımım dokunacak bir durum vuku bulursa hemen bana yaz. O öksürmelerin nasıl oldu umarım iyileşmişsindir. Hatırlıyorum da sen öksürdükçe benim ciğerim yanar kalbim acırdı. “Öldürecek beni bu öksürük” dediğinde ben ölürdüm. Senin yokluğunu düşünmek bütün anlamını yitirmiş bir hayata dönerdi benim için. Ne olur ihmal etme sağlığını zira dayanamam,kıyamam sana.
Gittiğinden beri sokaklara çıkmıyorum okula geliş gidişler istisna. “Muazzezle beraber senin ruhunda gitti uzaklara” diyorlar. Ruhum sende zaten,aşikârdı bana onlar bunu yeni anladılar. Kendimi iyice çocuklara ve yazmalara verdim. Yani okulda öğrenciler evde deneme yazmaları,şiir karalamaları. Bir gün döneceksin biliyorum sen dönene kadar herhalde bu yazma işini hayli ilerletirim.
Muazzez, bir talibin çıkarsa ve sen de istersen ya da başkasına gönül verirsen ne olur haberim olsun. Sana yazdıklarımı kendime saklarım o zaman saadetine ve huzuruna mani olmak istemem. Dayanırım mutlu olmak için yaptığını düşünürüm. Ama ben senin içinde olmayacağın bir evde, yuva hayali kurmadım kuramam. Ya sen yapmalısın benim yuva mı ya da barınmaya devam etmeliyim tek başıma. Aklına, seven böyle kolayca vazgeçer mi diye gelebilir. Ama bilirsin sevdiklerim mutlu ise mutluyum ben. Benimle mutlu bir hayat tercihin olmadıysa saygı duyarım. Çünkü sevdam böyle diyor bana.
Daha fazla meşgul etmeyeyim seni. Yine tekrar olacak ama ne olur mütehassısa görün eğer hâlâ öksürmelerin devam ediyorsa ihmal etme.
Gittiğinde solan çiçeklerim filizlenmedi bir daha
Ben de öylece bıraktım saksıda su veriyorum hâlâ
Kurumuş solmuş çiçeklere en azından toprağı kurumasın
Beraber yürüdüğümüz sokaklarda geziniyorum ara sıra
Ayak seslerin kalmış arnavut kaldırımlarda
Kulaklarım ezber etmiş ayak seslerini
Hiç kimsenin ayak sesi,benzemiyor senin ayak seslerine
Belki inanmazsın ama kapının açılışındaki gıcırtı bile
Senin açtığın vakit ki gibi değil
Bir keresinde yağmurda yürümüştük sokaklarda
Bir cumbalı evin saçakları altına sığınmıştık
Yağmur sağanağa çevirince
Geçenlerde sensiz, o anları yaşadım yeniden
O gün seninle iken sırılsıklam ıslatan yağmur
Islatmadı beni bu sefer, ya da sensiz yağmurda ıslanmanın da tadı yok
Tadı yok dedim ya hayli zayıf düştüm
Yemeklerin,içmeklerin de tadı yok sensiz
Bu şehri meğer sen varsın diye severmişim
Sahilini,bahçelerini,parklarını en çok da tepebaşındaki kahveyi
Severdim bilirsin, gittiğinin hemen ardından gittim seni aradım
Ama yoktun acı bir tad bıraktı seninle içtiğimiz çayların
Yerine içtiğim herşey damağımda
Çay bile içmiyorum artık ağu mu olmuş senden sonra
Döneceğin güne bıraktım her ne varsa yapmak istediğim
Sensiz anlamını yitiren her şey seninle yeniden anlamlanacak
Mektubumu bu şiirle nihayete erdirirken, sıhhat,saadet ve huzur diliyorum.
Suat
Bir Leyla ile Mecnun,bir Ferhat ile Şirin, bir Kerem ile Aslı hikayelerinin benzeri bir aşka şahit olduğunu düşünmeye başladı Yusuf. Bütün işlerini bir kenara bırakıp bu mektupların hepsini okumayı düşünüyordu.Sadece bir ev kiralamamış, bir hazine bulmuş gibi hissetti. Önce mektupların hepsini okumalı ve bu aşk hikayesinin sonunu öğrenmeliyim diye düşündü. Romanını yazmak,şiirlerine ilham gibi kendine faydasını düşünürken birden bire ne kadar bencil düşündüğünü burada hüzünlü bir aşk hikayesi yaşayan insanların acılarının olduğunu düşününce kendinden utandı. Acaba hangi tarihlerde yaşanmış, bu insanlara ne olmuştu. Mektupları bir de bu gözle okumak bir işaret bir iz bulmak için rastgele karıştırmaya başladı. Üzerinde bir tarih ya da bir adres aramaya başladı. Mektupları karıştırırken okuduğu bir mektupta zamanın izlerini buldu:
... öyle şeyler oluyor ki Muazzez artık bu şehirde yaşanmaz hale geldi. Neredeyse her gün bir cinayet işleniyor. Ben bir türlü akıl erdiremiyorum. Kardeş kardeş yaşayan insanlar şimdi kanlı bıçaklı düşman oldular. Aşk varken,sevgi varken,kardeşlik varken bu vahşilik neden. Bizim okulda birbirine alâka duyan bir kadınla bir erkek öğretmen vardı. Meğerse karşıt ideolojilerdenmişler, şimdi düşmanlar, birbirlerini öldürmek için fırsat kolluyorlar sanki. Üniversitelerin halini hiç sorma. Sanki ilim yuvası değil de savaş meydanı olmuş. Neyse bunlarla da başını ağrıttım. Bilmiyorum oralarda da böyle şeyler oluyor mu? Ben de senin gibi bu şehirden ayrılsam mı diyorum. İstanbul artık yaşanmaz bir hâl aldı...
Yusuf mektupların yetmişli yıllara ait olduğunu anlamıştı bu satırlardan. Bin dokuz yüz yetmiş sekiz yetmiş dokuz olmalı diye düşündü. Bu insanlar yirmi beş otuz olsa...Şu an altmışlı yaşlarda olmalılar diye bir tahmin yürüttü. Merakı o kadar artmıştı ki mektupları karıştırmaya devam etti:
“Muazzez günler,aylar derken yıllar oldu. Daha hiçbir cevap alamadım senden. Bir tek mektubuma bile cevap vermedin. Ama bir umudum var hâlâ bir gün bir mektup yazacaksın bana.İllaki cevap yaz diye söylemedim. Sadece merakım dayanılmaz olmaya başladı. Ne haldesin,neredesin,iyi misin hiç bilmiyorum. İçimi kemiren tarifsiz sancılar duymaya başladım. Sanki acı çekiyormuşsun gibi acı çekiyorum. Geceleri kâbuslar görüyor,kan ter içinde uyanıyorum. Seni tedirgin etmek istemem ama hep aynı kâbusu görüyorum. Sen bir gemiyle limandan ayrılıyorsun. Bana el sallıyorsun. Gemide senden başka kimse yok, öyle acı acı ötüyor ki düdüğü o sesle uyanıyorum. Bir tek uzun zamandır hasret kaldığım yüzündeki o tebessümle el sallıyorsun. Sanki karşıya gidip gelecekmişsin gibi ya da gidip de hiç dönmeyecekmişsin gibi. Korkuyorum Muazzez içimde çok kötü hisler var. Ne olur bana bir iki satır ahvalini yaz ya da neredeysen ben bir geleyim seni göreyim...
Yusuf, Suat’ın ıstırabını ruhunda hissetmeye başladı. Artık bu hikâyenin bir şahidi ve müdahili olmuştu aradan yıllar geçmiş olmasına rağmen. “Ölümsüz aşklar zamanı ve mekanı aşıyor.” dedi.Yine mektupları okumaya devam etti.
Her birinde Suat’ın bir feryadını duydu. Acısının gittikçe arttığına şahit oldu. Mektuplarına Muazzez’den hiç cevap alamadığını gördükçe Muazzez’e karşı öfke duymaya başladı. Nasıl böyle vefasız olabilmişti. Bir insan bu kadar vefasız olamaz. Başka birşey mi vardı acaba diye sormadan edemedi kendi kendine. Sonra bu evde Muazzez’in yaşamış olduğunu düşündü. Eğer bu evde Muazzez yaşamışsa mektupları da almış ve okumuş demekti. Eğer Suat yaşamışsa bu evde... Hayır olamazdı çünkü mektuplar posta ile yollanmıştı. Evet bu mektuplar Muazzez’e ulaşmıştı ve Muazzez Ankara’nın bu küçük kasabasında yaşamıştı. Tayin olarak geldiği şehir demek ki Ankara’ydı. Yusuf mektupları bir kenara bırakıp hikayeyi kafasında kurgulamaya başladı. “ Hikaye İstanbul’da başlamıştı. Muazzez tayinle Ankara’ya gelmiş fakat Suat’a adres bildirmemişti. Suat mektuplarını Milli Eğitim Müdürlüğü adresine yollamış,mektuplar Muazzez’e ulaşmıştı. Bir mektupta: “sakın peşimden gelme Suat, böylesi daha iyi demiştin ama seni görmemeye artık dayanamıyorum” diye yazmıştı Suat. Demek ki Muazzez peşinden gitmemesi için Suat’ı telkin etmişti. Herşey olmasa da bazı şeyler netleşmişti. Şimdi soru “Bu evde Muazzez oturmuşsa başka birşeyler daha bulabilir miydi?” Yusuf oturduğu yerden doğruldu ve tekrar dolaba uzandı. Dolabın üst bölmesine tamamen uzanamadığını anlayınca, gidip merdiveni getirdi ve daha önce uzanamadığı yerde bir zarf daha buldu. Hemen aldı zarfı. O kadar aceleci davrandı ki az kalsın merdivenden düşecekti. Derin bir nefes aldı. “az kalsın kolu bacağı kıracaktım” dedi. Mektubun üzerindeki tozları üfleyerek temizlemeye çalıştı. Zarfın üstünde herhangi bir yazı yoktu. Zarfı açtı. Bu da bir mektuptu. Ve heyecanını artıran o hitap cümlesiyle kalbi yerinden fırlayacak gibi oldu:
Benim Canım Suat’ım,
Benim kara sevdalım, yiğit adamım, gönlü dağlardan yüce sevgilim. Yusuf yutkundu ve daralan nefesini iç genişlemesi yaşayarak verdi. Ve devam etti okumaya:
Benim candan aziz sevgilim. Eğer o mektupların olmasaydı. Ömrüm buraya kadar da yetmezdi. Mektupların sayesinde daha uzun yaşadım. İlk mektubunu verdiklerinde tayin işlemlerimdeki bir sorun için müdürlüğe gitmiştim. Sonra da hep uğradım. Ondan sonra farkında mıydın bilmiyorum ama mutat olarak her hafta aldım mektubunu. Cevap yaz diyorsun. Denemedim mi sanıyorsun. Kalemi elime her alışımda sanki seninle vuslata eriyormuşum gibi heyecana kapılırdım. Ellerim titrerdi. Hangi kelime,hangi cümle sana hislerimi ifade edebilirdi. Yetmedi kelimeler yetmedi Canım Suat’ım. Sana yaşattığım acıya mı yanayım,sana olan hasretime mi yanayım. Sana ayrılık acısından sonra bir de ölüm acısı mı yaşatayım. Gözyaşları mürekkebin yerini tuttu. Yazamadım sana bütün bunları bilme istedim. Ama artık son demlerim.
Her mektubunda bana can veriyordun ve ben yazdığın her harfe bir gözyaşı döküyordum. O öksürükler amansız bir hastalığın belirtileriymiş, İstanbul’da iken öğrenmiştim. Senin yanında ölmek istemedim benim canım Suat’ım. Senin yanında değilken bile sana ayan olmuş. O rüyanda gördüğün gemi Yahya Kemal’in “sessiz gemi” dediği gemi. Dönüşü yok canım Suat’ım. Sana bunu yaşatmak istemedim. O yüzden kaçtım. Ayrılık acısı ölüm acısından daha kolay olur senin için diye düşündüm. Bu mektubu da şuanda yazarken bile sana gönderip göndermemekte kararsızım. Belki yokluğuma alışırsın diyordum fakat her mektubunda aşkının daha da korlandığını gördükçe anladım ki sende aşk hiç bitmeyecek. Bu mektup eline geçtiğinde ben artık yaşamıyor olacağım. Hastalığım artık çok ilerledi. Dün hastaneden taburcu ettiler,artık sizin için yapılacak bir şey yok dediler. Sana bu halimle gelip veda etmeyi de düşündüm. Ama yapamadım benim canım Suat’ım. Sen beni hep o dinç halimle hatırla, görme bu halimi istedim.Şu an senin sevdiğin,hayalini kurduğun bahçeli,müstakil ahşap bir evde yaşıyorum.Evin her köşesinde hayalini görüyorum. Ve dokunuyor bana hayalinle avunmak.
Son günlerim artık. Ama sen yaşamanın tadını çıkar, bu sana son nefeslerini veren bir seven yüreğin son vasiyetidir. Evlenecek mutlu olacaksın. Benimle düşlediğin ve Fikret’ten sonra ikinci “ aşiyan” da bizim olacak dediğin yuvayı kuracaksın. Mutlu olacaksın canım Suat’ım anladın mı beni mutlu olacaksın o zaman ben de huzurlu bir şekilde uyurum ebedi uykumu.
Şimdi veda zamanı kara sevdalım,yiğit adamım canım sevgilim... ömrünü gönlünce yaşayamamana sebep olduğum için beni affet... Seni son nefesime kadar minnetle anacağım ve seveceğim.
Muazzez’in
Yusuf hıçkırıklara boğulmuş ağlıyordu. Muazzez’in gıyabında onun için düşündüklerinden utanmıştı. Sanki Muazzez öbür dünyadan onu utandırmıştı. Suat’ın mektuplarının neden cevap bulmadığı artık aşikârdı. Yusuf “ama” dedi. “ama bu mektup yollanmamış, Suat’a ulaşmamış. Aman Allah’ım belki de Suat hâlâ bilmiyor” dedi ve kara kara düşünmeye başladı. Kapı zilinin acı acı çalışıyla kendine geldi ,gitti kapıyı açtı. Kapıda yılların yorgunluğu yüzünden okunan, yarı mütebessüm bir adam duruyordu. Yetmiş seksen yaşlarında vardı. Yusuf hızlıca bu adam Suat olabilir mi acaba diye düşündü. Sonra yok canım mektupların etkisi diye düşündü sonra.
- Buyrun amca ne istemiştiniz?
- Şey...Ben tam olarak ne istediğimi de bilmiyorum. Ama şöyle söylesem, ben bu evde daha önce ikamet etmiş birini arıyorum aslında.
Yusuf’un eli ayağı boşaldı,dizleri tutmaz oldu ve olduğu yere yığıldı. Adam bir hamleyle onu tutmaya çabaladı ama gücü yetmedi. Adamın yardımıyla Yusuf yerden doğruldu tekrar. Kendine geldikten sonra, şaşkın bir ifadeyle ve kekeler gibi:
- İsminiz Suat mı?dedi. Adam bir şeyler olduğunu sezmiş gözleri çakmak çakmak büyümüştü:
- Evet de siz nereden biliyorsunuz evladım.
Yusuf onun elinden tutarak doğruca mektuplara götürdü. Sanki darağacına bir yürüyüş başlamıştı. Önde Yusuf hemen arkasında Suat ağır adımlarla mektupların olduğu odaya doğru yürüdüler. Bu yürüyüş Yusuf’un bilerek ağırdan aldığı, Suat’ınsa içinde yıllardır taşıdığı umudun tükenişinin yaşanacağını sandığı hisle ağır ağır ilerledi. Suat için sonun başlangıcının yaşanacağı odaya gelinmişti. Yusuf durdu ve sağ elini güç bela kaldırarak işaret parmağıyla mektupları gösterdi. Suat bir cenaze merasimi edasında durdu. Önce uzun uzun baktı mektuplara sanki onlar kara haberi vereceklerdi. Herşeyi anladım der gibi baktı Yusuf’a. Yusuf eğildi ve içlerinden Muazzez’e ait olan mektubu alarak Suat’a uzattı. Suat mektubu bir güle dokunur gibi,bir kelebeği avcunun içine alır gibi, bir bebeği ellerine alır gibi aldı. Yusuf sandalyeyi oturması için Suat’a gösterdi. Suat yine ağır adımlarla sandalyeye gelip oturdu. Yusuf odadan çıktı. Suat mektubu açarak okumaya başladı.
Yusuf,Suat’ın yaşayacağı bu ana şahit olmak istemedi, satırlarıyla aşkına şahit olduğu adamın burada bir kez daha yıkılışını görmek istemedi. Merak da ediyordu. Bir müddet sonra “adamcağızın kalbine inmesin” dedi kendi kendine. Bir bardak su alarak Suat’ın yanına gitti. Suat mektubu bitirmiş ama hâlâ gözlerini mektuptan alamamıştı,dalgın dalgın mektuba bakıyordu. Mektubu dudaklarına götürüp öptü. Kafasına kaldırarak Yusuf’a baktı ve:
- Gördün mü evlat bana yazmış. Mektuplarımı cevapsız bırakmamış. Yazmış gördün mü? dedi. Dudakları titredi,elleri artık mektubu tutamaz oldu, öyle bir haykırdı ki “Muazzez" diye, o ahşap ev zangır zangır titredi.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.