- 286 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İrfanî'nin Küfesi
İrfanî’nin Küfesi
"İrfanî’nin Küfesi" Yazar Halit Yıldırım’ın, Açıkkara Dergisi aracılığıyla okurlarla buluşturduğu mizahi hikâyelerden oluşan yeni bir eseridir. Yüz on sayfa hacmindeki kitapta on bir hikâye yer almaktadır. Bu kitap, bir mizah dergisi olan Açıkkara’da neşredilmiş mizahi hikâyelerden oluşmaktadır. Kitap, üretken bir yazar olan Halit Yıldırım’ın 2022 tarihinde yayınlattığı, evlerimizin başköşesine misafir ettiğimiz, çiçeği burnunda sürükleyici bir eseri.
Hikâye başkahramanı Küfeci İrfanî’nin çevresinde gelişen ve İrfanî’nin alıntılayarak anlattığı, daha çok bin dokuz yüzlü yılların ikinci yarısında geçtiğine inanılan veya kurgulanmış-uyarlanmış, köy-kır ortamında geçen meseleler üzerinden hikâyeler işlenmektedir.
Burada anlatıcı olan İrfanî, bu günün torun sahibi dedesidir. İrfanî’nin anlattığı hikâyelerde doğal olarak hem naibler hem de karşılarında istemezleri bulunmaktadır ve bu minvalde serüvenler ele alınır. Küfeci İrfanî Çorumludur ve genel olarak hikâyeler daha çok Çorum ve köylerinde geçmektedir. Kahramanmaraş, Osmaniye, Urfa, Kayseri, Sivas gibi şehirlerin, İrfanî’nin hayat serüveninde mekân bulduğu yerler olduğunu görmekteyiz.
İrfanî emmi, kendisini garip bir küfeci olarak tanıtır. Yıllarca şehirde, zerzevatı, odunu ve kümürü sırtında taşımış birisidir. Hikâye bölümlerinde yer yer hikâye başkahramanı ve anlatıcısı İrfanî hakkında bilgiler böylelikle verilmektedir. Mesela 93. sayfada şunlar söylenir:
“Ey komşular bana şehirde Küfeci İrfanî derler. Çenem düşüktür. Zaman zaman eski köy odalarında mesel anlatanlar gibi eski hikâyeleri anlattırıp filime çekerler. Eğer ben de bu Cümük suratsızını dile vermezsem yıllarca yük taşıdığım o küfe ile ahir ömrümde sırtımda kazurat taşıyım” diye ahdeder.
Hikâye anlatıcısı olan Küfeci İrfanî’nin Yazar Halit Yıldırım’ın bizzat kendisi olması da imkân dâhilindedir. Öz olarak bu hikâyelerde daha çok geçmişe yönelik hayatın mizahi yönleri, hatta başka bir cihetiyle yaşanan zorlukları her ne kadar bazı yönleriyle birlikte, bir okur olarak şerh koysak da geçmişe yönelik özlemi de taşımıyor değil.
Eski köy yaşantısı, gelenekleri, şivesi çok güzel gözlem yeteneğiyle birlikte tahlil edilmiş ve işlenmiş görülmektedir. Anlatımda her ne kadar mizahi bir üslup üzeri yol alıyor olsa da, bununla beraber uzunca bir dönemin yaşantısına, insan ilişkilerine, zorluklarına, siyasi ve ekonomik yapısına dikkati daha çok celp ettiği görülmektedir.
Mizahi anlatımda Osmanlıdan gelen geleneksel Türkçemizin zenginliklerinden faydalanılmış görülmektedir. Bu zenginlik, kültürümüzden gelen deyim ve atasözlerimizle birlikte daha çok yerine oturmaktadır. "İti an, çomağı hazırla", "Ağrık tutmuş tavuk gibi", "Fincancı katırlarını ürkütmek", “Yastık değişse de kader değişmez”, "Geldi İsmet kalktı kısmet", "Musturlu küfür" gibi kültürümüzden gelen birçok tanımlamayla karşı karşıya gelmekteyiz.
Hikâyelerde özellikle anlatıcının nasihatleri de yer almaktadır. Mesela köylüleri “ayağı çarıklı” diye boş görülmemesini ister. Şark kurnazlığı denen anlayışa vurgu yapılır.
Hikâyelerde anlatım -üslup olarak- akıcıdır. Hikâyeler coşkulu bir seyirde yol almaktadır. Anlatım sesi hiç düşmeden yüksekliğini muhafaza etmektedir. Her hikâyede de okurun merak duygusu aktif tutulmakta ve okuru, keyifli bir okuma zenginliğine taşımaktadır.
Yazarın zengin bir kelime hazinesinin olduğunu görmekteyiz. Bu sesli anlatımla beraber, gözlem zenginliği ve döneme aşinalık; okurun hafızasını aktif tutmaktadır. Yöresel kültürde kullanılan dil de hikâyelerde bolca yer bulduğu görülüyor. “Mesarif, sapır saçma, kubaşmak, zelveye, malama, ırgalanmak, enikmek, koşum, sağmal, nahıs, gudubet, göbelek, hasut, koğ karamet, şebab, şelek, külek, kötene, susa, meres, zibil" gibi örneklemelerde bulunabilirim.
En sevdiğim mizahi hikâye, ilçe kaymakamına yapılan “meres hikâyesi” (sayfa 27) ve bu hikâyede yer alan şakadır. Başka bir hikâyede de Sıddık Efendi’nin, Hacı Nöri Efendi için dönemin valisine yazdığı istida mektubudur. (sayfa 17) Hikâyeleri çok fazla faş etmeme adına bu konuyu burada nihayete erdiriyorum izninizle.
Anlatımlarda, hep olumlu haller yaşanmaz ve bu cihetle yol almaz elbette. Dönemin dedikodu kazanının doluluğundan, pişen yalan ve iftira aşının ağuluğundan da dem vurulur. “Vay kanı altına akasıca”, “Vay şapkasının çörtenine ettiğim”, “nursuz gudubet”, “küfede kazurat taşı”, “babalar ye!” gibi dönemin yaşantısında yer alan orijinal sözler hatta beddularda hikâyelerde bolca yer almaktadır. Dönemin istidraç ahvalinden, mükeyyifat durumlarından, madrabazlıklarından bahisler vardır. Hayatın bütün olumsuzlukları bütün sarihliğiyle, gerçekçiliğiyle ortada dökülüyor adeta. Bu bağlamda anlatılarda yer alan öfkelerin, bedduaların hatta kaba sözlerin samimiyetini de böylelikle görmekteyiz.
İzleksel öğelerden başat olanı ve anlatımların özü; köy hayatı ve köy insanının mizahi yönüdür. Bu bağlamda yazarın gözlemleri, çocukluk köy hayatı ve yapmış olduğu alan araştırmalarının sağlamlığını görmekteyiz. Ayrıca yazar, anlatımda yer alan kahramanların konuşmalarını özgürce bir üslupla ele alıp sözlerini kekitmez. Bununla birlikte hikâyelerde o dönemde mizahi yaşamın yanında, o dönemin siyasi, ekonomik ortamı, insanların diğerkâmlığı, mahviyatkarlıklarını da görmekteyiz. O günlerin hafızasına yönelik nice güzel yaşanmışlıklar bu anlatımlarda yer bulmaktadır. Özellikle bazı hikâyelerde bitime sınır konmadığını da görmekteyiz. Sanki kimi hikâyelerin romanlaşma eğilimleri var gibi.
Keyif alarak okuduğum, Yazar Halit Yıldırım’ın bu güzel eseri için çok teşekkür ediyorum. Şiddetle tavsiye ederim. İyi okumalar.
İlkay Coşkun
Yitikbavul Dergisi
Ekim Kasım 2022, sayı 10
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.