- 405 Okunma
- 2 Yorum
- 3 Beğeni
-BİR ZAMANLAR ANTİ KOMÜNİZM-(4)
Bilim ve düşünce tarihinin eski zamanlarına doğru gidildikçe yaşamı çok boyutlu karşılayan, sorgulayan, değerlendiren entelektüel filozof, düşünür ve bilginler karşımıza çıkar. Bir de bakarsınız, fizik ve matematiğin yanı sıra din, felsefe, politika, hukuk, iktisat gibi modern zamanlarda birbirinden oldukça ayrışan, hatta alt dallara ayrılan uzmanlık alanlarını şahsiyeti etrafında birleştiren zekalarla karşılaşırız.
Yahut köklü siyasal, toplumsal, kültürel değişimlerin yaşandığı evrelerde de cemiyeti tüm cepheleriyle kucaklayan, bu doğrultuda çalışmalarını farklı alanların kadastrosunu yapmak misali yürüten, çok cepheli eserler veren kültür, sanat insanları bulabiliriz.
Yakın tarihimize baktığımızda da, erken Cumhuriyet dönemiyle birlikte imparatorluk çağından oldukça farklılaşan bir Sosyopolitik çizgide inkılaplar yapıldığı görülmektedir. Bu, kaçınılmaz biçimde yansıma ve yankılanmaları bugünlere dek uzayıp gelen bünyevi bir alt üst oluş doğurmaktadır. Bu durumun düşünce, edebiyat ve fikir dünyamız üzerinde de hatırı sayılır sonuçlar doğurduğunu doğallıkla söyleyebiliriz.
Bir bakarsınız aslen romanlarıyla tanınan, edebiyat tarihimizde romancı yönüyle öne çıkan bir şöhret arka planda köşe yazarlığıyla beraber denemeci, tenkitçi çizgide sosyolog/düşünür bir kimliği bizlere duyurmaktadır. Romanlarında olay örgüsünün ötesinde psikolojik analiz ve ruh çözümlemeleri önem kazandığından edebiyat tarihimizde psikolojik roman türünün ustalarından sayılmaktadır. Şöyle ki, Osmanlı’dan Cumhuriyete geçiş döneminin sancılarıyla paralel olarak kültür çatışması, doğu batı, modern gelenek karşıtlığı, ahlaksal ve kültürel çözülme, siyasal kutuplaşma alanları gibi hususlar yazarın prizmasından süzülerek, kaleminde billurlaşmaktadır da.
Zaman içerisinde ise giderek yoğunlaşmak suretiyle gazete ve dergilerde köşe yazıları, eleştiri ve makaleler kaleme aldığı, inceleme türünde eserler verdiği görülmektedir. Konuları itibariyle aldığımızda Osmanlıca Türkçe tartışmaları, sağ sol kutuplaşması, doğu batı sentezi, sanat edebiyat kuramları, eğitim gençlik sorunları, kadın ve aile, din inkılap laiklik mefhumları gibi kavram ve parametreler hakkında yazılan binlerce yazı vefatını takip eden yıllarda konularına göre ayrı ciltler halinde derlenir ve yayınlanır.
Evet, ünlü yazarlarımızdan Peyami Safa’dan bahsettiğimi anlamışsınızdır. Gerçekten de, Servet-i Funun dönemi şairlerinden İsmail Safa’nın oğlu, büyük şairimiz Yahya Kemal’in tabiriyle “İsmail Safa’nın en güzel eseri Peyami” den başkası değildir bu isim. Babasını küçük yaşta kaybetmekle birlikte, düzenli eğitim alamamış, ne ki yaşamın bağrında yoğrulmakta, hayat okulu gibi en üst seviyede mezun veren bir eğitim müessesesinin en etkin temsilcilerinden olmaktadır.
Merhum yazarımızın dönemi içerisinde yoğunlaştığı konulardan biri Sosyalizm ve türleri, Bolşevizm, Stalin gibi alanlara dönük cereyan etmektedir.
Sonraları “Sosyalizm, Marksizm, Komünizm” başlığı altında bir araya getirilen bu tip çalışma, yazı ve makaleleri kanalıyla Peyami’nin bende uyandırdığı ilk intiba tolerans/müsamaha aralığını oldukça geniş tutmasıdır. Sözüme mim koyun lütfen, çok bile kredi tanımış anlamına asla gelmez bu söylediğim. Analitik zeka ve düşünce alanında bilakis olması icap edendir. Ne ki karşıtlarında bu ciddiyet, insaf ve dahi kıymet ölçüsü aynı ölçüde var mıdır acaba?
Peyami Safa’nın önüne geleni komünist diye damgaladığı öne sürülür çoklukla. İyi de üstat! Her solcu komünist değildir ki, biraz fazla ölçüyü kaçırmıyor musun yapılır sıkça. Bu yaklaşımlar, karşılamalar yazarımızda acı bir tebessüm ve esef duygusundan başka bir şey uyandırmamış olsa gerek.
Peyami’nin bu alanlara dönük eleştiri ve sorgulamalarının ana dinamiklerine baktığımda; bir defa on dokuzuncu asırda ileri bir batı Avrupa sanayi toplumu koşullarında filizlenen kapitalist ilişkilere bağlı olarak boy veren diyalektik materyalist perspektifte bir ekonomi politik öğretisiyle, bu doktrinin söylemleriyle, yirminci yüzyılın yarı kapitalist Rusya’sı ya da tam bir köylü toplumu Çin’in devrimciliğinin benzeşim düzeyinin kel alaka bir duruş sergilediği hususu karşılar okuru.
Tanınmış yazar ve edebiyat adamımızın, Marksizm, Komünizm sorgulamalarında materyalist felsefi cereyana karşı, din ve Allah inancına yaptığı vurgu kadar, mistisizm, psikoloji ilmi, metafizik gibi sahaların verilerinden de geniş ölçüde faydalandığı görülmektedir. Bu bağlamda Peyami Safa’nın Komünizm aleyhtarlığının salt bir milliyetçilik anti komünizmi olmadığı söylenebilir.
Tüm bu perspektif içerisinde ise Peyami Safa, Karl Marks ve Friedrich Engels’i zaman zaman sertçe eleştirse dahi bir düşünür ve iktisatçı olmaları bağlamında temelden olumsuz karşıladığı söylenemez. Tam tersi, bir inceleme, araştırma alanı, kültürel bir saha bazında biçimlenmeleri düşünsel çizgide sorgulanmayı, tenkit edilmeyi hak eder elbet. Bu değerlendirmede Marks, felsefe ve iktisadın birçok düşünürleri kadar saygıya, hürmete layıktır.
Üstadın analiz ve yaklaşımlarında Marks’ın ve erken Marksçılığın Mason ve Yahudi bir arka plan ölçeğinde değerlendirildiği söylenemez mesela. Demem şu ki, bir tür antisemitizm çizgisinde, ya da tarih boyunca gizli cemiyetler kulvarında bir eleştiri imkanı aramamaktadır. Üstüne gittiği düşünce ve politik sistem karşısında özgüveninin yüksek olduğu anlaşılıyor hani. Bir siyasal ve ekonomik düşünürü sorgulamak ve eleştirmek noktasında kaleminin inceliğiyle birlikte teorinin kendi sözcükleri ve hakkında yapılan toplum bilimsel çözümlemeler haricinde hiçbir silaha ihtiyaç duymamaktadır açıkçası.
Büyük yazarımızın genel sosyalizm tarihine ve şubelerine karşı muhakkak bir olumsuzluk duyduğu da söylenemez. Şu kadar ki, her solcunun komünist olmasının teorik nedenler ve detaylarla imkansızlığına değinmekle birlikte bizdeki solcu ve sosyalistlerin “elif görse mertek zannetmek” ya da “sapla samanı karıştırmak” istidadında olduklarından ve genel olarak Sovyet Bolşevizm anlayışına net biçimde cephe almadıklarından yakınır.
Sosyalizmi bir yönüyle, kamu yararı anlamında sahiplenirken “Sosyalizm sinemada sigara yasağı, trafik memurunun işareti, istimlâk kanunu ve belediye nizamı” ise ben de sosyalistim, demektedir söz gelimi. Kamusal menfaat ve faydanın bireysel çıkarın üstünde tutulması şeklinde ifade edilebilecek öz suyuna sahip çıkmaktadır.
Ne ki, Sovyet Marksizm’i, Leninizm ve Stalin gibi hususlar söz konusu olduğunda dünya bir anda değişmektedir. Neden? Türk dünyasının tarihsel hasmıdır çünkü Rus. Gerçek şu ki, Step/çöl ve kutup arasında preslenen Rus devlet ve ülkesinin daha ılıman şartlara kavuşmaktan, sıcak denizlere inmek heves ve hedefinden şaşması için hiçbir neden bulunmamaktadır.
Peyami bu tip yaklaşımlarını Marks’a dayandırmaktan da geri durmayacaktır. “Karl Marks ve Türkiye” başlıklı yazısı bu konuda dikkat çekici olmalıdır. Bir bölümünde şu alıntıya yer verilmektedir Marks’a atfen. “Rusya. Türkiye’yi bir eline geçirecek olsa, kuvvet ve kudreti bir misli artar ve böylelikle, bütün Avrupa kuvvetleri toplamından daha kuvvetli olur: Türkiye’nin bağımsızlığını koruması veya –Osmanlı İmparatorluğu yıkılırsa- Rus yayılmasının durdurulması hayati bir öneme haizdir. Rusya her sahada birbiri ardınca her ne istemişse koparıp almıştır; buna da sebep, Batı devletlerinin bilgisizliği, kalın kafalılığı ve ahmaklığıdır.”
Hatta Peyami Safa bu analiz karşısında Marks’ın bir filozof değil de, Benjamin Disraeli misali dönem İngiltere’sinin mükemmel biçimde başbakanı olabileceğini düşünür. Muzipçe gülümseyerek kuşkusuz. Öyle ya, kapitalist dünyayı ihtilallerle yerle bir etmeye hazırlanan, bu yönde çözümlemeler yapan, ön görüler geliştiren birinin, reel Batı Avrupa devletlerinin özellikle de İngiliz’in çıkarlarına böyle, bir hışımla sahip çıkması nasıl bir vaziyet teşkil eder? Abi, bu ne şiddet, bu ne celal denmez mi?
Konuyla ilişkili olarak Marks’ın “Doğu Sorunu” adlı eserini Attila Tokatlı ile birlikte dilimize kazandıran Selahattin Hilav’ın ön sözündeki cümlelerde ilgi çekici olmalıdır. “Nitekim “Türkiye’deki Gerçek Anlaşmazlık Noktası” adlı yazıda yer alan “Osmanlı İmparatorluğu’nun her zaman mümkün olan parçalanması gerçekleştiği takdirde, Türk bağımsızlığını korumak ya da Rusların ilhak projelerini yok etmek…” sözlerinden açıkça anlaşılacağı gibi Marks milli sınırlar içinde Türklerin bağımsız yaşaması gerektiği tezini savunmaktadır. Aynı şeyi Marks’ın gerçek olan Rus düşmanlığı için de söyleyebiliriz. Marks, gericiliğin kalesi olarak gördüğü Rus devletini otuz yıl boyunca kıyasıya eleştirmiştir. Burada eleştirilen tıpkı Türkler konusunda olduğu gibi Rus halkı değil belli bir toplumsal sistemdir.” Demektedir Hilav.
Marks’ın bu eleştirilerinin Çarlık devletine bağlı olduğu söylenebilir, geçtiğimiz asrın Sosyalist devrimiyle ne alakası olduğu sorulabilir elbette. Nitekim Marks ve Engels’in on dokuzuncu yüzyılın Rus gerçekçilerine ciddiyetle eğilmek adına Rusça öğrendiği de muhakkaktır.
Sözü yine Selahattin Hilav’a bırakalım mı?
Son olarak şunu da belirtmek gerekir: Marks, bu yazılarında, kapitalist devletlerin ve onlara ayak uydurmaya çalışan Çarlık Rusya’nın, giriştikleri ahlak dışı korkunç mücadelede ne gibi yollara başvurduklarını ve dünyayı aralarında pay etmek için kimi zaman dostluk maskesini de kullanarak neler yaptıklarını düşündürücü bir biçimde ortaya koymaktadır Özellikle, Rum Kilisesi’nin yani Doğu Ortadoks Kilisesi’nin, bu mücadele içinde oynamış olduğu rol bizi doğrudan doğruya ilgilendirmektedir. Yeni sömürgecilik çağında, yani bugün, bu davranışlar başka bir şekil altında tekrarlanmakta; bu roller başka bir görünüş altında oynanmaktadır. Bunu unutmamalıyız.”
Hani derim ki, Marks’ın Çarlık Rusya’sı analizleriyle Peyami Safa’nın özellikle Stalin, Bolşevizm analizleri arasında tarihsel bir organik bağdan söz etmek korkarım ki mübalağa olmayacaktır.
-DEVAM EDECEK-
L.T.
YORUMLAR
her ulus kendi renkleriyle güzeldir.
dünyanın koruması gereken değer varsa budur hocam
kitaplar dolusu mizimler teorilerinden de kimsenin anladığı da yok zaten;))
tebrikler
bilgilendirme ve analizler güzeldi
saygılarımla
levent taner
Yüreğinize, emeğinize, kaleminize, kelamınıza bereket
Selam ve saygılarımla.
MÜSLÜM BAYRAM
sakın ola ki, devamını da okumayacağım anlaşılmasın ha;))))))))
Ah şu eksiklikler, her aşamada yoklayabilmekte insanı
Tanınmış yazar ve edebiyat adamımızın, Marksizm, Komünizm sorgulamalarında materyalist felsefi cereyana karşı, din ve Allah inancına yaptığı vurgu kadar, mistisizm, psikoloji ilmi, metafizik gibi sahaların verilerinden de geniş ölçüde faydalandığı görülmektedir. Bu bağlamda Peyami Safa’nın Komünizm aleyhtarlığının salt bir milliyetçilik anti komünizmi olmadığı söylenebilir.
Şeklinde bir ilave yapmamak olmazdı
Kim bilir, farklı gözlerin parlak ışığına muhtaç ne boşluklar saklıdır naçizane yazımda
En derin sevgi ve saygılarımla.