- 388 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
DURUŞEHİR GÜNCESİ
Dışarıda motor seslerini bastırmayı başaran kuş sesleri var. Serçe ,kumru, sığırcık ve kimbilir başka hangi çeşit kuşa ait birbirinden farklı sesler. Şehrin göbeğinde bu kadar yoğun kuş sesi olmasını ve dahası bu sesler eşliğinde sabaha uyanmayı beklemiyordum. Her sesin başka bir çağrısı var. Parklara sığınmış üç beş ağaç olduğu halde bunca kuş nerede barınmış?
Odama cıvıltılarla birlikte yalancı bir bahar taşınıyor. Odanın her yerine göz gezdiriyorum.
Nasılsa bu saatte yapabilecek daha iyi bir işim yok.
Yatağımın baş ucunda bir sürü resim var.
Bir an annem zannettiğim ortada duran teyzem. Yanındaki sağlı sollu kızları.Daha arkada eski bir düğün fotoğrafı.Önde anneanemin resmi , dedemin resmine yaslanmış. Anneannem böyle yaslanamazdı dedemin omuzlarına.
Nerede çekilmiş bu resim? Bu odayı hatırlıyorum. Pencerelerinde altmışlı yıllara ait bir perde. Kahverengi lale ve yaprak desenli bir zamanlar herkesin evinde kesin olarak bulunan o klasiklerden. Perdenin önünde on iki kişilik dantelle örtülü bir masa.
Ama eşyadan daha çok arkadaki kauçuk çiçeğini hatırlıyorum.
Anneannem öleli çok oldu ama o kauçuk çiçeği hala duruyor. Bu masada duruyor olmalı. Eşyanın insandan çok yaşıyor olması ne garip.
Anneannem resim çektiriyor olduğunun bilincinde olarak hazır ol vaziyetinde poz vermiş. Ama gözlerinin bize baktığı anı yakalayamamış fotoğrafı çeken kişi. Ondan geriye bir bakış bile kalamamış.
Ona ait hiçbir şeyi üzerindeki mor çiçekli elbisesi kadar renkli hatırlamıyorum.Onunla ilgili ne hatırlasam bana hüzün veriyor.
Bu odada zaman geçirmek tuhaf bir duygu .Mekanların zamanın işleyişini değiştirdiğini hiç bu kadar bariz hissetmemiştim.
Dedem anneannemi bir kadın olarak görüyor muydu? Onu başka erkeklerden kıskanır mıydı?
Dedem için anneannem neydi? Odanın kasveti ruhumdan.Kalkmalıyım. Bu içime sinmiş kasvetten kurtulmalıyım.
Oturma odasının camındaki kedi tırnaklarının arasından birazda görülmemek umuduyla parkı izliyorum.
Köşe başında sigara tiryakisi eli yüzü
porsumuş teyzeler. Parkın orta yerinde çekirdek kabuklarını sağa sola tüküren ergenler.
Banklarda oturmuş boşa dönen plaklar gibi lafı eveleyip geveleyip ev işlerine getiren ev hanımları. Herkes uzayıp giden yaz gününü avarelikle tüketmenin peşinde.
Dışarıda olup bitenlerin durağanlığı canımı sıkınca elimdeki kitabı okumaya başlıyorum.
"Hiç kimse kadının kendi düşüncelerini eksiksiz ifade edebilecek bir düzyazı biçemi geliştirmesi konularına aldırış etmiyordu.
Londra Shakespeare ’ın oyunlarıyla hiç mi hiç ilgili değildi. Kimse Anthony ile Kleopatra ’yı okumuyordu."
Ah Virginia! Duygularımızın ne kadar da çok birbirine benzediğini tahmin bile edemezsin.
Bu kitabın sayfalarındaki dertlenimler bize ne kadarda uzak görünüyor.
Sabah kahvaltısını yapıp şehri gezmeye çıkıyorum.Bu şehir bana dedemin kaşları çatık, somurtkan resmini hatırlatıyor. Onun üzerimdeki etkisi nasılsa buranın da öyle.
Sokağın her yanına ara ara serpilmiş eski yapılar. Yüzü iyice eskimiş evlerin yanında birden beliren yeni yapılaşmalar. Kaldırım boyunca tesbih taneleri gibi dizilmiş süper marketler. Olabildiğince boyuna uzayıp giden binalar. Bina ,bina ,bina ,bina...
Ne bulacağım bu şehirde ? Neden adı Duru Şehir? Ruhumu ferahlatan duru hiçbir şey bulamıyorum ki burada.
Böyle bir şehirde insan ne yaşayabilir? Kendini buraya ait hissedebilmesi için nasıl sebepler bulabilir? Anılarını hangi köşede biriktirebilir?
Belki de yine yanılıyorumdur. İnsan hiçbiryere ait olmamalı belki. Anıları biriktirmemeli.
Bu bin gözlü evler bana burada daha da korkunç görünüyorlar.
Sovyet Rusya’nın evleri gibi. Bu binaların hepsi birer hruşçovka. Eski, kasvetli ve soğuk.
Bu kadar insan bir araya neden doluşmuş.
Geceleri odalardan sokağa dökülen insan çığlıklarıyla dolu bu binalar. İnsanlara hem bu kadar uzakken, hem acılarına ortak olacak kadar yakın olmak bir türlü kavrayamadığım bir olgu.Nazi kamplarında esirlerin acıya duyarsızlaşması gibi.Zannediyorum şehirde yaşayan insanlarda bu var.
Belki acının çokluğundan , belki insanın. Belki de ikisinin birden.
Bütün gün bu anlam bulamadığım sokaklarda dolaşıp durdum. Akşam ayaklarımdan daha ziyade yorulan ruhumla yeniden" Kendine Ait Bir Oda" nın kucağında huzur buldum.Ertesi güne hiç planım yok. İnsanın planı olmadan yaşaması ne kadar da güzel bir duyguymuş.
Telefonumun aydınlattığı komodinin üzerinde anneannem ve dedem yine beni izliyor.Yine hayatta olamadıkları kadar yanyana.Şehirdeki insanlar gibi.Yanyana ama çok uzak.
...Anneannemin resmini alıp diğer komodinin üzerine koyuyorum.
Ertesi sabah telefonda kuş sesleri yerine belki bana onlardan daha güzel gelen bir ögrencimin sesiyle uyanıyorum. Hocam sizi yemeğe götüreceğim diyor. Kaldı mı böyle çocuklar? Saçlarının renginden daha sıcak bir kalbi var bu çocuğun.
Onun gelişiyle beraber kendimi evden dışarı atıyorum.
Yürüyoruz.
Deniz çok uzağımızda olmamasına rağmen burada mevcudiyetini hissettirecek esinti vb.hiçbir emare yok.
Andersen masallarından fırlamış sihirli fasulyeler gibi ğöğe uzanan binaların kaldırımlara serilmiş gölgelerinden geçiyoruz.
Bunca iğreti duyarak baktığım binalardan medet ummak ağrıma gidiyor doğrusu.
Sol tarafımızda ivedilikle işleyen bir trafik.Sağ tarafımızda şehrin grimsi ruhuyla bütünlük sağlayan lokantalar.
Hangisine gitsek diye düşünüyoruz. Aradığımız tam olarak ne bilmiyoruz bizde. Ama her kafe ,her lokanta gözümüze nahoş görünüyor.
Belki de yürüme isteği var ikimizde de.
Sanki kafelere girince ruhumuzdaki heyecan sönecek ve herşeye sinmiş olan, burayı çekilmez kılan her neyse o içimize girip yerleşecek.
Epeyce uzunca olan bir yürüyüşün ardı bir çingene mahallesinde nihayet buluyor.
Dün o kadar yürümüş olmama rağmen şehrin bu yüzüne gelmemişim.
Kaldırımlara oturmuş iki kadın ellerinde sigara, efkar dağıtıyor.
Eli yüzü kirli ama bir o kadar güzel üç beş çocuk sokakta koşturuyor. Bir oyundan ziyade itip kakışma nevinden şeyler.
Sağlı sollu harap olmuş bu döküntülerin arasında insanların yaşadığına inanmak oldukça zor.
Çingene mahallesini geçerken Duruşehir’in diğer yüzü gözümde güzelleşiyor.
Bu İnsanlar böyle yaşamayı hakedecek ne yapmış olabilir? Burası sürgün yeri olabilirdi belki. En cani insanlar dahi böyle yerlerde yaşamamalı. Güzelim çocukları eli yüzü kirli devler büyütmemeli.
Kırık dökük kaldırımlar emzirmemeli.
Sokakların başıbozukluğu bana yine dedemi hatırlatıyor. Kırılmış camlar dedemin yumrukladığı pencereyi.Kafasını bacaklarının arasına sokmuş şu çocuk divanın ardına saklanmış annemi.
Kadem’ e bakarken gördüklerimin ve düşüncelerimin ağırlığında eziliyorum.
Hocam diyor "Hassas kalbi olanların yeri değil dünya."
"Sen önce bunu kendine söyle diyorum."
Gülüyoruz.
Ona dün akşam parkta karşılaştığım ve beraber çekirdek çitlediğimiz kızdan sözediyorum.Adı Duru’ ydu.
Neden bu isim sürekli karşıma çıktı ki böyle?
Anneannesi çıkarmış sokağa. Hayıflanıp durdu kadın. Annesi ve babası uyuşturucu bağımlısıymış.Çok güzel bir çocuktu.
Yazık ki İsmiyle çelişen bir kaderi var. Duruşehir gibi.
Bu sokağın adı neydi?
Suto Orizari.
Yine gülüşüyoruz.
Bu isim de bu sokağa uymuyor bence. "Unutulanlar " koymalı bu sokağın adını.
Suto Orizari Sokağını hızlı adımlarla geçiyoruz.
Sokağın bitiminden sağa dönünce bambaşka çehresi olan bir yere çıkıyoruz.
Her sokak diğerinden tamamen bağımsız bir görünüm sunuyor bize.
Az daha ilerleyince avlusunda ilkbahar çiçekleriyle bezeli ağaç olan bir lokanta görüyoruz. Bu lokantaya girmemiz için yeterli bir sebep bizce. Canlı bir ağaç olabilir mi?
Bu mevsimde çiçekler hiç normal değil. Ama ağacın gövdesi gerçek.
Bizi cezbedip kendine çeken bu ağaç bile yarı uyduruk çıkıyor.
O geçtiğimiz sokaklarda ne vardı ki birbiriyle uyumlu olan? Ağaç bile duruma ayak uydurmuş.
Hayatımız mı sokaklara yansıdı ,sokaklar mı hayatımıza yansıdı bilemiyorum.
Lokantanın penceresini tıklatıp para dilenen
bir kız çocuğu var dışarıda. Görmezden geliyor herkes. Belki hergün gelen arsız bir müşterisi buranın. Belki de değil öyle.Duru gibidir belki. Anneannem gibidir .Suto Orizari sokağı gibidir belki.Görülmüyordur, sevilmiyordur, unutulmuştur. Neden görülmediğini, neden unutulduğunu ,neden sevilmediğini bile bilmeyerek.
Cemile Ülkü
Eylül 2022
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.