- 308 Okunma
- 0 Yorum
- 2 Beğeni
-BİR ZAMANLAR ANTİ KOMÜNİZM-(1)
Dünya üzerinde farklı ideolojiler, dünya görüşleri olduğu gibi bunlara blok koyan yaklaşım biçimleri de vardır. Özünde ideolojik karşıtlığa ve bunları besleyen, şekillendiren siyasi, iktisadi, kültürel oluşumlara bağlıdır bu. Her ideoloji sistematik bir yaklaşım ve terminoloji dairesinde insanı, toplumu, dünyayı, evreni belli bir açıdan ele alırken, bu çerçevenin dışında kalan hususları da eleştirir hatta reddeder. İnsanlık tarihi farklı sınıfsal, ırksal, dinsel, kültürel, siyasal, ekonomik, milli ögeleri önümüze koyduğu gibi bu unsurlar üzerinden çatışma ve uzlaşma halleri de türlü şekillerde karşılamaktadır insan varlığını, dolayısıyla bizleri. Tüm bu oluşumlarla birlikte hürriyet mefhumu kadar yasa, devlet ve ülke çıkarları, uluslararası ilişkilerin tayin ettiği dönemsel motifler de yeryüzü yuvarlağını, içerisindeki toplumları, bireyleri derinden etkilemektedir.
Bunun gibi geçtiğimiz yüzyılda da dünya üzerinde ideolojik politik bir yapılanmayla ona karşı meydana gelen birbirinden farklı siyasi düşünsel yapıların kenetlenmesine dayalı bir cepheleşme eğilimi bir çatışmanın, alt üst oluşun mümessili olmaktadır. Komünizm ve anti komünizmdir bu evet. Bu zıddiyet ikliminde devasa gelgit hareketleri meydana gelmekte, tsunamiler oluşmaktadır. Her iki yapının mensuplarının gözünde de karşıt yapılanma paranoyakça hezeyanların kurbanıdır kimi vakit. Böyle midir gerçekten de? Bu kadar basit midir? Her iki yapının da, bir felsefi, kültürel derinliği, ekonomi politiği, maddi ve manevi zemini yok mudur? Üstelik çok kez zannedilenin aksine farklı ülkelerde, coğrafyalarda değişen dinamiklere dahi sahiptir. Latin Amerika’da, uzak doğuda, ülkemizde, İslam aleminde ya da Avrupa’da farklılaşan bir sistematiği önümüze koyabilir de.
Söz gelimi Güney Amerika coğrafyası gibi gerçek yerli halkının Merkantilist ve erken Kapitalist çağda köleleştirildiği, kıyıma uğratıldığı dönemleri müteakip, bu kıyımları gerçekleştiren milletlerin torunlarının yeni ulusları meydana getirdiği ve fakat bu yeni torun ülkelerin de emperyalist ülkelerce sömürüldüğü sularda sosyalizm hatta komünizm gibi akımların etkinlik kazanması şaşılası olmadığı gibi anti Amerikan kimliği ile sıcaklık uyandırabilir de.
Ya peki, Anadolu gibi uzak çağlara dayalı sağlam kökleri olan, Türkiye misali asırlar öncesinden akıp gelen temellere, Türkler gibi binlerce yıllık bir tarihe, Müslüman toplumlar gibi kaç bin yıllık tek tanrılı dinlere, kültürlere sahip toplumların Slav yahut Rus milliyetçiliğinin hayat alanı perspektifinin dümen suyuna karışıp gitmesi mümkün müdür? Kuzu postuna bürünmüş kurt, geyik postuna bürünmüş aslan misali halkların kardeşliği kavramı ile manipüle edilen Stalinizm, Bolşevizm burgaçlarına kapılan anlayış biçimlerinin milli ya da ulusal bir sosyalizm anlayışı olarak telakki edilmesi hangi akla hizmet etmektir, nasıl mümkün olacaktır? Salt Amerikan altıncı filosuna karşı olmak, lanetlenmek tam bağımsızlıkçı olmaya imkan verir miydi? Verdi mi?
Ola ki, komünizme karşı olmakla anti komünizmin birebir aynı şey olmadığını söyleyelim. Komünizme karşı olmanın, ya da komünist olmamanın bir felsefi, politik tercihken anti komünizmin Amerika’nın dünya hakimiyeti doğrultusunda biçimlenmiş bir kara propaganda olduğunun öne sürüldüğü halleri düşünelim. Gerçekçi yanı inkâr edilemez de hani. Öyle ya, komünist değilken aynı anda Amerika’nın ve kapitalizmin karşısında da olunamaz mıydı? Dolayısıyla Amerikan hakimiyetini destekler yönde geliştirilen propaganda silahlarının karşısında olmak misali.
Öte yandan sosyalist hatta komünist olmakla Sovyet yanlısı, Stalinist olmanın bir ve aynı şey olmadığı öne sürülebilir, her daim ileri sürüldü de zaten. Artı teorik olarak imkânsız olmadığı da tabii bir durumdur. Avrupa ülkelerindeki komünist ve sosyalist yapıların yirminci asrın ikinci yarısında Sovyetler çizgisinden hızla uzaklaştıkları muhakkaktır. Bu durumun oluşmasında, özellikle emperyalist çizgide güney yarım kürenin kaynaklarının sömürülmesine de bağlı olarak sosyal refah devletleri yönünde gelişme gösterilmesi hususu da önem arz eder. Halbuki biz ve diğer gelişmekte olan ülkeler için, döneminde bu pek mümkün görünmemektedir. Çok kez gaflet neticesinde anlamına varılamayan, daha üst noktalarda ise kasten varılmayan, hiçe saymaktan kaynaklanan haller. Kökü dışarıda oluşumlar, vs.
Efendim! Bir kere, döneminde kuzey komşumuz olan Sovyet Rusya’nın, ilk kuruluş yıllarında hinterlandındaki farklı toplumların milli sosyalizm söylemleri geliştiren Nerimanov ya da Galiyev gibi liderlerinin Stalin dönemiyle birlikte elimine edilmesi, giderek yok edilmesi süreçleri enteresan değil midir? Tek bir mana doğacaktır bu tarz gelişmelerle. Napolyon’a atfedilen “Bir devletin politikası coğrafyasında saklıdır” sözünün hükmüyle, Rusya’nın Çarlık devrinden Bolşevik döneme hatta günümüze kadar hiç değişmeyen, sıcak denizlere inmek emeliyle perçinlenen coğrafi milliyetçilik gerçekliği karşımızdadır açıkçası.
Şöyle ki, bir devrin anti komünizm siyaseti de, bizde böyle bir denklem dairesinde biçimlenir açıkça. Bunda kuşkusuz ikinci dünya savaşı sonlarında Stalin tarafından boğazlar üzerinde hak iddia edilmesiyle temellenen Sovyet tehdidiyle birlikte; Osmanlı Rus savaşlarıyla da biçimlenen, tarihsel Türk Rus münasebetleri milli benliğimizde yeniden canlanmaktadır. Yeniden diyorum çünkü, Milli mücadele döneminde yeni Sovyet devletiyle ilişkilerimiz olumlu bir çizgide gelişmektedir. Öyle ki, Sovyet Rusya batılı güçlere karşı verdiğimiz mücadeleyi desteklemektedir. Ne ki, ilerleyen evrede bu kısa bahar kış koşullarına dönecektir.
Bu anlamda alırsak bizdeki anti komünizm milliyetçilik eksenli işlemektedir. Mesela Arap ülkeleri ve İslam aleminde din anti komünizmi şeklini almaktadır. Buralarda Marxizm’i ekonomi politik platformda, hani anti kapitalist düzlemde müspet karşılayan, materyalist felsefe üzerinden din anlayışı itibarıyla negatife alan bir yaklaşım biçimi etkinlik kazanmaktadır. Hatta İslam ülkelerinin Amerika’ya karşı Sovyetler ile yakın münasebetler geliştirdikleri de söylenebilir. Bunda özellikle Arap ülkelerinin Osmanlı egemenliği altında yaşadıkları asırlarda Rusya’yı göğüslemedikleri hususu da psikolojik bir etken olabilir mi, düşünmek gerekir kanımca. Dahası modern çağ konjonktürü içerisinde biçimlenen Türk Arap zıddiyeti, Arap Rus dostluğuna dönüşmektedir kanaatimce.
Oysa bizim açımızdan tarihsel Türk Rus ilişkileri rotayı direkt tayin etmektedir. Bunların tam olarak anlamına varamadığımız için de uzun yıllar uluslararası çıkarlarımızın soğuğunu yedik içeride. Söz gelimi dinsiz, Allahsız, kitapsız, vatan haini dedik önüne gelene. Oysa bir gerçekliğe dayalı haller dışında yaşın yanında kuru da, kurunun yanında yaş da yanar nice.
Şu kadar ki, sol yapıların çok kez öne sürdüğü biçimde Demokrat parti döneminden başlayarak sağ hükumet dönemlerinde Amerika’nın kucağına oturduğumuz bahsi de kısmi doğruluğu kadar aldatıcıdır da. Evveliyatı sağ hükumetler değildir çünkü. Bin dokuz yüz kırk beş sonrasının şekillenen devlet politikasından söz etmiyor muyuz? İlk hamleler kırk beş elli arası Milli Şef dönemine ait olmaktadır, açıktır ki. Elli sonrasında ise sağ hükumetler devlet politikasını izlemeye devam ederler şüphesiz. Zaman da gelir darbe dönemlerinde olduğu gibi Sovyet Rusya ile iktisadi, ticari münasebet geliştiren Demokrat parti ve Adalet parti hükumetlerinin münasebetsizlik yaptığı kanaati hasıl olur ve Gladio’nun içerideki uzantıları kanalıyla darbe ve muhtıra süreçleri yaşanır. Başta 27 Mayıs olmak üzere 12 Mart ve 12 Eylül, NATO konseptleri doğrultusunda anti komünist hareketlerdir açıkça.
Farklı olarak 27 Mayıs ihtilalinin Yassıada adlı teatral bir mahkemeye dönüşümü ve beraberinde getirdiği idamlarla birlikte sosyal psikolojimiz üzerinde doğurduğu travmatik netice, hemen her solcunun komünist algılandığı patolojik hali doğuracaktır. Peki, bizdeki sol yapılar 27 Mayısın akıllı başlı bir analiz ve tenkidini yaptı mı? İhtilal bildirisinde yer alan NATO’ya CENTO’ya bağlılık ant cümlesi bile bu eleştiriye imkan vermiyor muydu? On yıllık DP iktidarına karşı duyulan zıddiyet daha mı cazibeliydi yoksa?
Anlamına varamadık açıkçası. Ne sağda ne solda, ne yazık ki. Bedelini hepimiz ödedik nesiller boyu.
-DEVAM EDECEK-
L.T.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.