- 231 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Tüm Işıkları Yak 6
Adı bilinmeyen bir kötülük bir binaya ya da bir yere musallat olursa ne yapılırdı? Bir cinin bir eve musallat olduğunda yapılacak şeyler gibi şeyler mi yapılmalıydı?
Büyük Ada Rum Yetimhanesi kötülüğün eline geçmiş bir yere benziyor. Andrea’yı, Albert’i ve diğer çocukları 19 yılda bir öldürülen kötülük neye benziyor? Neden böyle bir şey yapıyor? Bu kötülük ne zaman ve nasıl bir son bulacak?
Belki de her şey, tesadüfen haberini okuduğum yetimhanedeki şüpheli ölüm ile başladı. Albert Planck’ı öldüren şeyin tekrar ortaya çıktığını anladığım anda bu fikri benimsedim. Sanırım her şey 1903’te yetimhanenin 2. Abdulhamit tarafından zengin bir Rum ailesine verilmesiyle başlıyor. Albert Planck’ın başına gelenler ilk olarak 1903 yılında ölen İllias Volanis’ın başına geliyor. Şüpheli ölümler birbirine benziyor.
Bu günlüğü işte bu yüzden dolduruyorum. Her şeyin yeniden başladığına inandığım için. Dostlarımı çağıracağım. Ama henüz erken. Onları ararsam ciddi bir tehlikenin içerisine atmış olurum. Uyuyamadığım gecelerde bunları düşünüyorum. Bazen kendi kendime onların beni unutup unutmadıklarını soruyorum. Aslında her şeyi unutmuş olabilirler ama sanırım bir köpeğin kemiğini saklaması gibi onlarda bu korkutucu anıyı bir yerlere gömmeyi tercih etmiş olabilirler. Ölümlerin bir tekrar olduğunu yalnızca ben biliyorum. Ya da öyle sanıyorum. Çünkü ben Büyükada’da yaşıyorum. Çığlıkları duyuyorum. O yetimhanede ölen çocukların çığlıklarını duyuyorum.
Bazı geceler kendimle baş başa kaldığımda dostlarımın güçlü olup olmadıklarını hatırlamaya çalışıyorum. Çünkü, Apolas denen haydut ve çetesi hepimizin peşindeydi. Emrah en çok İstamat’tan korkardı. Sanırım ben de en çok ondan korkuyordum. Cüsseli, iri elli, yüzü kıpkırmızı bir çocuktu. Sol gözü nedenini bilmediğim bir sebepten seğirirdi. Özellikle bizi döverken sol gözü seğirmekten bir hal olurdu.
Bazen en cesurumuzun Asaf olduğunu düşünürdüm. Çünkü babası bir askerdi. Alkolik ama disiplinli bir askerdi. Bir gün Apolas ve çetesi; İstamat, Kriton, Nikola (‘Ossuruk’) Tavan’ı basmışlardı. Yetimhanenin gizli odalarının birinde bulduğumuz iskambil kağıtlarını (Ki yıllarca o kağıtları yetimhane yönetiminden saklamıştık) yırtmaya başlamışlardı. O sırada Asaf tüm cesaretini toplayıp bu kötü dev Apolas’a bir yumruk indirmişti. Apolas kesilen bir ağaç gibi yavaş yavaş yere yığılmıştı. Tabi sonra iyi ve toplu bir dayak yemiştik ama olsun. En azından o piç kurularına boş çocuklar olmadığımızı göstermiştik.
5 Numaralı Odaya dair bildiğim ne var diye düşünüyorum. Oraya dair bulduğum ne varsa okuyorum. Düşmanımı ya da düşmanımızı (Çünkü henüz dostlarımı işin içerisine katmaya kesin karar vermedim.) tanımaya çalışıyorum. O yetimhanede ve İstanbul’un genelinde 1903 yılında başlayan ve 19 yılda bir tekrarlanan korkunç çocuk ölümleri var. 1903 yılında, 1922, 1941, 1960, 1979, 1998 ve 2017 yılında ölümler, kaybolan çocuklara dair haberler artıyor. Tuhaf şekilde her şey mart ayında yoğunlaşıyor. Bilmiyorum belki de her şey bir tesadüf.
Sanırım bir yetimhanede büyümüş bir çocuk olarak, orada yaşama tutunan çocuklara bir borcumuz var. Evet, eski dostlarımla bir araya geleceğim. Onları tek tek arayacağım. Bu laneti bitirmek için (5 Numaralı Odadaki) belki de biz seçildik. Bizim kaderimiz bu olabilir. Bilmiyorum.
Günlüğümü Büyük Ada Rum Yetimhanesinde yaşanan garip ölümlerin aydınlanabilmesi için dolduruyorum. Oraya dair her ayrıntıyı okuyorum. Bu korkunun kaynağını bulacağıma inanıyorum.
Bu süreç yani, Büyükada Rum Yetimhanesini araştırdığım zamanlarda, Eleni Zarifi Hanım’ın torunuyla (İsmini günlüğüme yazmamı istemedi.) yetimhanenin tarihçesi hakkında görüştüm. ‘Yetimhanenin sırları araştırıyorsun sanırım.’ Dedi. ‘Sanırım daha fazla sır var. Daha kötü olan sırlar. Geçmişi didiklersen korkunun kaynağını bulabilirsin. Ben bunu tavsiye etmem. Kötülüğün artacağı düşüncesi beni ne kadar korkutuyorsa seni de o kadar korkutmalı.’
Eleni Hanım’ın torunuyla yaptığım görüşmeden sonra orada yaşamış yetim çocuklarla da konuştum. Harris Papas’da Rum yetimhanesinde büyümüş. Bana şunları söyledi ‘Bir su kuyusu vardı. Oradan özellikle geceleri bir çocuğun haykırış sesleri gelirdi. Çocukken, yetimhane yıllarımızda o su uyuşuna yaklaşmamız yasaktı. Ama biz oraya gittik. Su kuyusuna eğilerek bağırırdık. Şundan emin olabilirsin, cevap alırdık. Evet, su kuyusundaki çocuğum haykırışını duyduk. Bu olaydan sonra oraya yaklaşan olmadı.’ Harris konuşurken gözleri sürekli dalgın bir ifade alıyordu. ‘Bana deliymişim gibi bakma.’ Dedi. Öyle düşünmediğimi söyledim. ‘Sana bir şey itiraf edeceğim.’ Dalgın gözlerini kısarak bana bakmaya başladı. ‘Ben merakımı bastıramadığım için tekrar su kuyusuna gittim.’ Gittiğini onaylar bir mimik yaptı bana. ‘O çığlıkları kulaklarımla tekrar duydum.’ Elleriyle kulaklarını işaret ediyordu. ‘Duyduğunuzdan eminim.’ Dedim. Bana bir nasihat vermek istediğini söyledi. Dört gözle ona bakmıştım. ‘Büyük Ada Rum Yetimhanesiyle ilgilenme. Orayı kendi kaderine bırak. Bu çocuk ölümlerini ilk defa sen mi fark ettin sanıyorsun?’ Harris bir kaşını kaldırmış sorgulayıcı bir ifadeyle yüzüme bakmıştı. Gazeteci Tunahan Alpagut orayı araştırmayı denedi. Sonunda ne olduğunu bilmen lazım.’
‘Biliyorum. İntihar etti.’ Dedim.
‘O zaman yılları da biliyorsun?’ Başıyla biliyor olduğumu ima etti.
Hayretimi gizledim. 19 yıllık periyotları bir tek ben biliyorum sanıyordum.
‘Bunu sadece sen mi biliyorsun sanıyordun?’ Beni sorgular bakışları üzerimdeydi.
‘Gazeteci de biliyordu, diğer birçok kişinin bildiği gibi. Bu ölümlerden söz etmeyi kimse istemiyor.’
Harris bana doğru yaklaştı ve kısık sesle, ‘Bu işe bulaşma Işık. O yetimhanede çocukları öldüren bir güç, bir korkunçluk var.’
‘Ben de o yetimhanede büyüdüm. Tıpkı sizin gibi.’ Dedim.
Bizim gibi o yetimhanede büyümüş olan Harris, korku doluydu. Bundan sonra yaşanacaklardan kokuyor olabilirdi. Bize dikkatli olmamızı söyledi.
Doğduğum bu şehir… İstanbul. Tarihe tanıklık eden bir kent. Türlü medeniyetlerin yaşadığı yer. Burada doğdum ve büyüdüm. Hayatımın her anını burada geçirdim. Büyük bir kentte yaşayan milyonlarca yanız insandan biriyim.
Bu şehir cinayetlerle dolu. Parçalanmış cesetlerle, gömülmüş bedenlerle dolu. İstanbul’da her gün 26 çocuk kayboluyor. Kaçırılan çocukların büyük çoğunluğu bulunamıyor. Kaçırılan her 10 çocukta biri ölüyor. Yani her gün 3 çocuk bilinmeyen bir cinayete ve şiddete kurban gidiyor. Cinayetler 19 yılda bir tusunami dalgası gibi artıyor. Ve bunda Büyük Ada Rum yetimhanesindeki gücün etkisi mutlaka var.
Bu kaçırılma ve cinayet olaylarını, sadece organ mafyaları yapıyor olabilir mi? Hiç sanmıyorum.
Büyük Ada Rum Yetimhanesi, çocukların ruhuyla güç bulan bir yer… Yeni bir ölüm duyarsam dostlarımı aramaya karar verdim. O yetimhanedeki 5 Numaralı Odaya hep birlikte girersek belki kurtulabiliriz. Belki de ölürüz. Bilmiyorum.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.