- 333 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
EGE'MİN İNCİSİ İZMİR'İMİN DÜŞMAN İŞGALİNDEN KURTULUŞUN 100.YIL KUTLAMALARI
Bir arkadaşımla birlikte güzel İzmir’imin yüzüncü yıl kutlamaları için Aliağa ’ya kadar gidişimizi "TIMARHANEDEN İNSAN MANZARALARI" başlığı altında daha önce anlatmış ve altına da devam edecek yazmıştım.
Aliağa’da otobüsten indik, izbanla devam edeceğiz. Aslında direk giden minibüsler de var da, artık atmışbeş yaşımızı doldurduğumuz için ücretsiz tarifeden faydalanmak istedik. Madem ki böyle bir yasal hakkımız var ve hayat çok pahalı, bu yasal haktan neden faydalanmayalım ki diye düşündük haklı olarak.
Gel gelelim, izbana inip çıkmak mesele...her durağa asansör veya yürüyen merdiven yapılmamış. Bizden daha yaşlı ve kilolu insanların, eşyası çok olanların işi pek zor. Madem ki böyle bir hizmet veriliyor, bunların da düşünülmesi gerekirdi bana göre.
Yirmi dakika bekledikten sonra izban geldi. Daha inecek olanları beklemeden girip de yer kapmak için neredeyse birbirini ezecek insanlar. Artık kimsenin kimseye saygısı kalmamış, çok bencil bir toplum olmuşuz gerçekten. Gençlerin yaşlılara yer vermesi falan mazide kalmış artık. Ellerinde birer telefon, kulaklarında da kulaklık, kimsenin yüzüne bakmıyor gençlerin çoğu. Ben, hatanın onlarda değil, eğitim sistemimizde olduğunu düşünüyorum. Eskiden ders harici bu tür konulara çok değinirdi öğretmenlerimiz.
Ne kadar uzakta olsak da bir öğretmenimizi gördüğümüz zaman, koşuyla yanına yaklaşır, saygı duruşuna geçer, selam verirdik. Büyüklerimizin önünden bile geçmezdik. Çok yoksul olmamıza rağmen o günlerimizi çok özlüyorum. Demek ki, toplum olarak iyi örnek olamamışız gençlerimize.
Alsancak durağında indiğimizde, sayfamda ekli olan, gerçekte ilk defa görüşecek olduğumuz, kardeşim dediğim Barış Kızılkaya bizi bekliyordu. Beni hemen tanıdı, kucaklaştıktan sonra bir yerde çay eşliğinde sohbet ederek birbirimizi tanıdık. Planımızda kurtuluş konvoyuna katılmak vardı, ama otobüste yaşanılan olaylardan dolayı hem geç kalmış, hem de çok yorulmuştuk.
Büyük bir marketten yiyecek ve içeceklerimizi alarak kordonda karnımızı doyurduk. Barış bize, kendisinin yazmış olduğu birkaç şiirini okudu. Çoğu şair ezbere okuyamaz şiirlerini, O çok uzun olanlarını bile ezbere biliyor ve de çok güzel okuyor. Azimli ve başarılı oluşunu çok takdir ettim ve kendisiyle onur duydum doğrusu. 1.94 boyunda çok da yakışıklı bir kardeşim. Daha önce çok kiloluymuş, azmi sayesinde tığ gibi delikanlı olmuş.
Yemeğimizi, helikopter ve paraşüt gösterileri eşliğinde yedik. Arkasından da havai fişekler atılmaya başladı. Gerçekten, güzel İzmir’ime yakışır, görülmeye değer bir kutlamaydı.Her yer insan seliydi.
Gelmişken Tarkan konserini de izleyelim bari diye sahneye doğru yürürken birden sıkışıp kaldık kalabalığın arasında. Ne ilerlemek, ne de geriye dönmek mümkündü. Birileri sahneye doğru ilerleme, birileri de geriye dönme derdinde. Sahneye çıkacak olan tüm caddelerde iğne atsan yere düşmezdi kalabalıktan.
Sahneyi görmenin mümkün olamayacağını anladığımız için geri dönmeye karar verdik vermesine de, bir an kalabalığın sonu gelmeyecek, insan selinde boğulup öleceğiz diye çok korktum doğrusu.
Sanırım iki saatte ancak çıkabildik. Ayaklarımız koptu sanki yorgunluktan.
Tekrar izbana binerek Karşıyaka’ya gittik. İzbanda ayakta bile yer bulmak çok zor oldu. Durakta indikten sonra baktık ki yan tarafta bir park ve karşıda da tekel büfeleri var. Birer tane bira içerek çıkardık yorgunluğumuzu.
Barış kardeşim oraya kadar hep yanımızdaydı. Evimiz müsait, bizde yatabilirsiniz diye teklif de etti sağolsun da, yatmak için önceden başka bir kardeşime söz vermiştik. O’ da çocuklarımın bakıcı annesinin kızıydı.
Arabasıyla bizi almaya gelince, Barış’la da tanıştıktan sonra teşekkür ederek ayrıldık.
Çoktandır ilk defa deliksiz uyudum o gece.
Sabah uyandığımda kahvaltı kokuları geliyordu. Güzel ve hoş sohbetli kahvaltıdan sonra, Davutlar/Kuşadası Sevgi Plajında oturan, daha önce aynı hastahane ve serviste çalışmış olduğum arkadaşım Sultan Öncü’ nün daveti üzerine bizi otogara bıraktı.
Onbeş dakika sonra kalkacak olan otobüsten biletlerimizi alarak önce Kuşadasına, sonra da minibüsle Sevgi Plajına gittik. Arkadaşım ineceğimiz yerde bekliyordu. Evleri, çok bakımlı bir site içerisinde üç katlı, her tarafi geniş balkonlu çok güzel bir yaşam alanıydı.
Hemen karşılarında okaliptus ormanı, içerisinde kiralık çadırlar, hemen sonra da kumsal ve deniz vardı.
Akşam yemeği, kahve, çay, meyve derken gece yarılarına kadar sohbetin belini kırdık, kah hüzünlenip, kah gülerek...
Meğer, senelerdir hiç görmediğim, birlikte çalıştığım saygıdeğer Dişhekimim Hüseyin Türker ve hemşire ablamız olan eşi Rabia anlamlar da oradalarmış, oraya geleceğimi duyunca "mutlaka bize de getir" demişler.
Sabah kahvaltısından sonra da O’nlara gittik, senelerin özlemiyle kucaklaştık, Doktorumu dimdik sağlıklı görünce çok mutlu oldum da Rabia ablacığımın görmesinde biraz sorunları varmış, ’eskisi gibi yazılarını okuyamıyorum artık " deyince üzüldüm.
Onların evi de sahile sıfır. Yarım saat sıcakta yürüyüp, çok da terleyince, deniz bizi çağırdı sanki rahatlamamız için.
Zaten bikinilerimiz de çantamızdaydı.
Arkadaşımla birlikte denize bir attık kendimizi, yüz babam yüz.
Deniz değil de devasa bir akvaryum sanki. Kumu kadife yumuşakllığında, rengi turkuaz, en ufak bir dalga yok, herzaman böyleyse eğer, eşi benzeri yok diye düşünüyorduk ki, arkadaşım yüzen bir kadına sordu, kadın "üç aydır buradayım, bu üçüncü dalgasız hali" demez mi.
O kadar şanslıydık ki onun birisi de bize denk geldi. Kadife kumuyla piling de yaptıktan sonra yeniden biraz daha yüzüp, kumsalda duşumuzu da aldık, iki dakika sürmedi eve dönmemiz.
Artık oradan da ayrılma zamanımız gelmişti. Akşama, 45 yıl sonra görüşeceğim yatılı okul arkadaşım Gülser Kaplan Mangır bekliyordu.
Sürekli kaldığı yer Çal/ Denizli olduğu halde, dört günlüğüne İzmir’deki evine gelmişti. Tesadüfün böylesine can kurbandı.
Kuşadası dönüşünde, izbanın Selçuk ilçesine kadar çalıştığını öğrendik, yolculardan aynı yere gidecek olanlar da yardımcı oldular. Hele, eşi taksici olup da heryeri çok iyi bilenler, "biz de aynı durakta ineceğiz, bizimle birlikte inersiniz" deyince çok rahatladık.
Durakta indiğimizde arkadaşım çoktan gelmiş de bekliyordu. Hemen tanıdık birbirimizi. O bana " hiç değişmemişsin " diyor, ben ise O’nu daha da güzelleşmiş buluyorum.
Sınıfımızın maskotu gibiydi zaten. Ufak tefek, güler yüzlü ve çok çalışkan...
Dereceyi çok az bir puanla kaçırınca çok üzülmüştü. Şansı yaver gitmiş, çok yakın ve iyi bir yere atanmış.Universite sınavlarında Buca Eğitim Fakültesi İngilizce Öğretmenliğini kazanınca da İzmir’e tayin olup hem çalışmış, hem de okumuş. Evini de o yıllarda almış. Kendisini çok takdir ettim gerçekten. Her insanın harcı değildir hem hemşirelik yapıp hem de okumak.
Eşini dört ay önce kaybettiği için ne kadar hüzünlü olsa da, iki oğlu için mücadelesini sürdürüyor, zorla da olsa yüzünden gülücüklerini eksik etmiyor. Bilinci çok yüksek. Sürekli kitap okuduğu tüm davranışlarından anlaşılıyor. Evinin her odasında ata yadigarı antika halılar var. Deprem bölgesi olduğu ve çok eski yapı olduğu için kentsel dönüşüme girecekmiş de ona üzülüyor biraz. Üzülmekte de çok haklı. Eskisi gibi katkı yapmadan olmuyor artık o işler.
Neredeyse sabah olmak üzereydi ki, sohbetimizin sonu gelmek bilmiyordu bir türlü. Ertesi gün de görüşeceği kişiler vardı, sonra da dönecekti memleketine, bağ bahçe işleri O’nu bekliyordu.
Emekli olduktan sonra çiftçiliğe başlamışlar da şimdi eşini de kaybedince bütün işler kendisine kalmış. İşlerini bitirdikten sonra mutlaka bana gelmesi için ısrar ettim. Umarım bundan sonra sık sık görüşürüz.
Kahvaltıdan sonra otobüs durağına kadar gelerek bizi bindirmeden ayrılmadı yanımızdan.
Otobüsten Salhane durağında inip, evimize dönmek üzere hazırda beklemekte olan izbana bindik ve yine Aliağa’ da inip otobüse binecektik.
Biraz ilerleyince, ilk oturduğum eşyalı kiralık evimi bulan Kader kardeşim aradı, evinin izban durağına çok yakın olduğunu, o gece de kendisinde kalmamızı istedi.
Kendisini çok severim, " seni kıracağıma kafamı kırarım " diyerek kabul ettim.
Evine vardığımızda çay hazırdı.
Hoş sohbetler eşliğinde çaylarımızı içtik.
Akşam yemeğinden sonra da iyice koyulaşan sohbetimize devam ettik. Hayatımda, beni en mutlu eden şeydir dostlarımla birlikte olup da sohbet etmek. İnanın tadına doyum olmaz, hiçbir şeye değişilmez. O’nları can kulağımla dinler, anlamaya çalışır, fikrimi almak isterlerse de elimden geleni arkama koymam.
Daha önce benim evimde kışlık domateslerini şişelemiştik, tam kaynatacağımız sırada bir fırtına çıktı, ocak yakacak kapalı alan da olmadığı için eve götürüp, gece yarılarına kadar tüplü ocakta kaynatacağım diye uğraştığı halde şiirlerin kapakları tutmamış ve bozulmuşlar. "Daha mevsimi geçmedi nasılsa, tekrar yapar, bu sefer yer ocağında kazanda kaynatırız" dedim. Kendiminkileri öyle yaptım, sadece bir tanesi patladı kaynatırken. "Bende şans olsaydı zaten, kürt ve alevi olduğum için bu kadar mücadele vermem ve kendimi kanıtlamak zorunda kalmazdım bu topluma " dedi. O’nu çok sevnemin altında da bu mucadeleci ruhunun yattığını bilmiyordu sanırım. Bu sefer kendisiyle açık açığa konuştum; cahil zamanlarımda benim de bu konularda çok hatalarım olduğunu, gözümün çok geç açıldığını, geçmişe dair pişmanlıklarımı, şu anda tüm ayrıcalıklara karşı savaş açtığımı, hepsinin siyasi olduğunu, siyasetçiler olmasalar tüm halkların kardeşçe yaşayanlarını...
Kahvaltı sonrası bizi izbana bırakarak, sabah okula bıraktığı çocuklarını almaya gitti, biz de evimize döndük.
Ege’min incisi güzel İzmir’imin yüzüncü yılı kutlamaları; benim için çok çok verimli, unutulmaz anılara vesile olarak hafızama kazındı, gelecek nesillerimize ders olması için de kayıt altına alındı.
Emeği geçen herkese çok teşekkür ediyorum
Saygılarımla...sevgilerimle...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.