- 411 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BATI TRAKYA MÜSLÜMAN TÜRK ŞİİRİ VE AZINLIK SORUNLARI (1)
GİRİŞ
Ne Meriç’in öte yakasında yaşayanlar ve yaşananlar, ne de 1923 yılında imzalanan antlaşma şartları bize uzak! Gözümüzü kapatabiliriz, kulağımızı tıkayabilir ya da sorunlara temastan kaçabiliriz! Ama gerçek orada durmaya, ortada ve çözümsüz kalmaya devam edecek!
Ta ki, kendi tarihimizle, sorunlarımızla yüzleşme cesaretini gösterinceye dek. Bu çalışma, işte bu iddianın, görüşün bir tezahürüdür ve gençlerimize “hümanizma”nın hangi koşullar yerine getirildiğinde gerçeklik taşıyacak bir ‘güzel dünya düşüne’ dönüşeceğini göstermek için ortaya kondu.
Bu arada bir tespit: İnsanı hukuken eşit kılmayan hiçbir “hümanist / insancı” yaklaşım, riyasız değildir.
BATI TRAKYA TARİHİNE GENEL BİR BAKIŞ
Batı Trakya’yı da içine alan Balkanlar ve Orta Avrupa coğrafyasında Türk etkisi M.Ö. II. yüzyıla kadar giderse de, asıl göç ve akın M.S. IV. yüzyılda Hun Türkleriyle başlar. Bunu sırasıyla V. yüzyılda Avar, IX. yüzyılda Peçenek ve XI. yüzyılda Kuman Türklerinin akınları izler. Doğu Gotlar’ı yönetimlerine alan, Doğu Roma’yı haraca bağlayan ve Belgrad, Niş, Filibe gibi çok sayıda şehri ele geçiren Türk akıncı ve göçerleri, zamanla bu bölgenin en önemli unsuru haline gelmişler dir. Yerleştikleri coğrafyada yerli halklarla karışarak bir kısmı bugünkü Macarları ve Bulgarları meydana getiren Peçenek, Kuman ve Avar Türkleri, aynı zamanda bölgenin ‘Slavlaşmasında’ da etkili olmuştur.
Beylikler döneminde Aydınoğlu Umur Bey, Bizans içindeki taht mücadelesinde kendisinden yardım isteyen Kantakuzen’e destek vermek amacıyla donanmasıyla Rumeli’ye geçmiş, uzunca bir zaman bu desteğini sürdürmüştür. 1344 yılında, yine Umur Bey’in tavsiyesiyle bu kez devreye Orhan Gazi girmiş, Osmanlı padişahı da başında oğlu Süleyman Paşa’nın bulunduğu 20.00 kişilik bir kuvvetle Edirne’nin alınmasında Kantakuzen’e yardım etmiştir. Dönüşte “Çimpe / Çimpi” Kalesi’ne bir miktar kuvvet bırakan Osmanlı, daha sonra yapılacak akınlara hazır duruma gelmeyi tasarlamıştır.
Nitekim Gelibolu şehrinin ve limanının alınması; ardından Malkara, Tekirdağ ve Bolayır’ın fethi ve buralara Anadolu içlerinden getirilen Türk ve Arap nüfusun yerleştirilmesi,
Avrupa’yı ve Bizans’ı kaygılandırmaya başlamıştır. Tam bu yıllarda Süleyman Paşa’nın ve Orhan Gazi’nin ölümü ve Şehzade Murad’ın Bursa’ya dönüşü ile Osmanlı’da oluşan bu yönetim boşluğu, Bizans’ı harekete geçirmiştir. Böylece Malkara ve Çorlu elden çıktığı gibi, Marmara kıyıları da tehdit altında kalmıştır. Ne var ki, Lâla Şahin Paşa, Hacı İlbey ve Evranos Bey gibi dirayetli paşa ve beylerin inisiyatifinde tehlike giderilir. Ardından tahta çıkan I. Murat, düzenli ordularla Gümülcine, İskeçe, Drama, Kavala, Serez ve Karaferya kasabalarını ele geçirerek, Batı Trakya’nın tamamını 1363-1374 yılları arasında fetheder.
Bölgeye ait bir başka gerçek de şudur:
Bölgedeki iç çekişmelerin yerleşik halkları rahatsız ettiği, Osmanlı’nın yönetimde gösterdiği esneklikle bu insanların güvenini kazandığı, bu nedenle Osmanlı kuvvetlerine gizli-açık yardım edildiği anlaşılmaktadır. Nitekim, Osmanlı birlikleri 1354 yılında bölgeye girdiğinde, en büyük desteği buraya yerleşmiş Kumanlardan; yani kökeni Slavca “pomaga” ya da “pomagadiç”(yardımcı) sözcüğünden gelen “Pomak” halkından görmüşlerdir. Osmanlı fethine kadar “Şaman” inancına ve geleneğine bağlı olan Pomaklar, bu işbirliğinden sonra, gönüllü olarak İslâmiyet’i seçmişler; 1389- I. Kosova Savaşı sonrası, bölgenin ilk Müslüman nüfus yoğunluğunu oluşturmuşlardır.
16. yüzyıla kadar programlı bir fetih politikası izlenerek, fethedilen yerlere Anadolu Türk nüfusunun yerleştirilmesi, (Karasi göçmenleri Gelibolu ve Hayrabolu’ya; Saruhan göçerleri Serez’e ve Menemen’dekiler Filibe’ye; Karagöz yörükleri Drama, Kavala, Gümülcine, Dimetoka’ya...vb.) Yunanistan ve Mora dahil bütün Balkan yarımadasının 550 yıldan fazla Osmanlı yönetiminde kalmasında belirleyici etkenlerden biri olmuştur.
Bu bölgenin yerleşik Türk nüfusu için parlak çağlar, Köprülü dönemindeki son reform hamlesiyle nihayet bulacak; yerini, toprak kayıpları ve parçalanmaya kadar gidecek bir süreçte yaşanacak büyük acılara bırakacaktır. 1699 Karlofça Antlaşması, İmparatorluk ve tebaa için, gerçekten bir kırılma noktasıdır. Osmanlıya karşı birleşen Avusturya, Rusya, Venedik ve Lehistan karşısında alınan yenilgiyle ödenen askerî, siyasî ve ekonomik fatura, gerçekten çok ağır olmuştur. Efsaneyi bitiren bu yenilgi bilhassa Rusya’nın iştahını kabartmış; Çarlık yönetimi, Balkan Slav ve Ortodoks halkların hamiliğini adeta ilan ve kabul ettirmiştir. Nitekim 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması, bu hamiliğin resmiyet kazanmasından başka bir şey değildir.
Bugün, Osmanlı’nın terk etmek zorunda kaldığı yönetimindeki topraklarda yaşanmış ve yaşanan insanî dramların tarih içindeki izleri, bizi 17.yüzyıl başlarına kadar götürür. 1789 Fransız İhtilâli fikirlerinden beslenen Osmanlı’nın Balkanlar’daki Hıristiyan-Ortodoks tebaası; başta Rusya olmak üzere, bütün paylaşım hesaplarının içinde yer alan İngiltere ve Fransa’nın da dahil olduğu bir dağılma sürecinde, kışkırtılarak ve yardım edilerek tek tek isyan ettirilir. 1828-1829 Osmanlı-Rus savaşı sonunda imzalanan Edirne Antlaşması (1829) Sırp isyanının (1804-1817) ve Yunan isyanının (1815-1829) acı meyveleri olarak, Sırbistan ile Eflak-Boğdan’a özerklik, Yunanistan’a ise bağımsızlık garantisi sağlıyordu.
Nihayet 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşı, Ayastefanos Antlaşması ile bu sefer Bulgaristan’ı; üstelik Rusya’nın himayesinde, Rusların sıcak denizlere açılma ülküsüne hizmet eder şekilde, Batı Trakya topraklarını da kontrolünde bulundurarak ve İstanbul’u tehdit eder bir durumda, bağımsızlığa adım adım yaklaştırıyordu.
Anlaşmaya göre; Bulgaristan toprakları, Ege kıyısındaki Kavala limanı dahil, Ege denizine kadar uzanmaktadır. Doğu’da ise sınır, Lüleburgaz’a dayanmıştır. Üstelik, Osmanlı askeri birlikleri çekilerek ve iki yıl boyunca Rus askerinin denetiminde olmak üzere, yönetiminden vazgeçildiği bildirilen bu topraklarda, çoğunluğu Türk, 4 milyon nüfusa karşılık,
2,5 milyon Bulgar yaşamaktadır!
Ne yazık ki, bu ağır antlaşmanın faturası, bölge insanına ödettirilmiştir. Osmanlı yönetiminin ekonomik ve siyasal darboğazdan çıkamaması, bölgedeki Türkleri, Rus işgali ve Bulgar mezalimi karşısında kendi varlığını koruma hususunda ayaklanmaya ve eli silah tutanları, Rodop dağlarında ölümüne bir mücadeleye yöneltmiştir.
BATI TRAKYA TÜRK-MÜSLÜMAN AZINLIĞIN TEMEL SORUNLARI:
“Ahali Mübadelesine İlişkin Anlaşma” (30 Ocak 1923) Türkiye ve Yunanistan arasında imzalanır. Buna göre; Türkiye sınırları içinde İstanbul, Gökçeada ve Bozcaada’da yerleşik Rum-Ortodoks nüfus ve buna mukabil Yunanistan içinde Batı Trakya, Rodos, İstanköy (Kos) ve Onikiada’daki yerleşik Türk-Müslüman nüfus yerlerinden edilmeyecektir. Ayrıca 1923 Lozan Barış Antlaşması, ilgili her iki ülkeye de, yukarıdaki anlaşmada konu edilen yerleşiklere “azınlık” statüsü verilmesini hükme bağlamaktadır. ( 37-44. ve 45. maddeler).
Durum böyle olduğu halde Yunanistan, Lozan Barış Antlaşması imzalandığında Onikiada’nın İtalyan yönetiminde olduğu gerekçesiyle, Ege adalarındaki 6.000 civarındaki Türk nüfusa “azınlık” statüsü vermemektedir.
Ayrıca uzun yıllardır süren göçe zorlayıcı baskı ve yıldırma ya da kalanları asimile politikasıyla Yunanistan’ın Türkiye Trakya’sına sınır Batı Trakya bölgesinde (Gümülcine-İskeçe-Dedeağaç üçgeni) yaşayan Müslüman-Türk azınlığı türlü yollarla sindirmeye çalışmaktadır. Bunun açık sonucu olarak 1920’de Batı Trakya azınlık nüfusu Yunanistan nüfusunun % 65 iken, bugün % 30’lara düşmüştür. Yine başlangıçta (1923) Batı Trakya Türk nüfusu, ülke topraklarının % 80’ine sahipken bu oran bugün % 25 düzeyine gelmiştir. Demek ki, hem ülkeden kaçırma, hem yoksullaştırma politikası yürütülmüştür.
Özellikle 1967’den itibaren Türk azınlık, Yunan hükümetinin tayin ettiği denetçiler marifetiyle, vakıf yönetimlerinden uzaklaştırılır. Vakıflara ağır emlâk ve gelir vergisi getirilerek, borca batırılmış ve zaten çalışamaz hale getirilmiştir zamanla.
“Türk” kimliğinin ifadesi suç kabul edilerek, adında “Türk” sıfatı geçen kurum-kuruluşlar yasadışı ilan edilmiştir. Bu haksız uygulama AİHM’ye taşınmış; (İskeçe Türk Birliği, Rodop İli Türk Kadınları Kültür Derneği...vb.sırf bu nedenle, adlarında “Türk” geçtiği için yasaklanmıştır.) AİHM Yunan hükümetini suçlu bulmuşsa da, uygulama ısrarla sürdürülmüştür. Onlara sadece “Müslüman Azınlık” sıfatı kimlik olarak tanınırken bile, kendi müftülerini seçme hakkı (1913 Atina Antlaşması hükmü olarak ve 1923 Lozan Anlaşmasıyla güvence altına alındığı halde) çok görülmüştür. Nitekim Yunan hükümeti, 1990’dan itibaren tayinle müftü görevlendirmektedir. Ne var ki, Türk azınlık, İskeçe ve Gümülcine’de kendi seçtiği müftüleri muhatap aldığı için, hükümet tayiniyle işbaşına gelen müftülerin halk üzerinde bir işlevi bulunmamaktadır. Yunan hükümeti görev gaspı suçlamasıyla seçilmiş müftüleri yargılayıp mahkûm etmek istemiş, ancak bu karar yine AİHM’den dönmüştür. Son olarak 2007’de “240 İmam Yasası” çıkarılarak, tayinle gelen müftülerin emrine 240 din dersi öğretmeni kadrosu verilmiş; itirazları önlemek ve din dersi verecek imamları seçmek için, tayinle gelen her müftülükte, ayrıca beşer kişilik halk komisyonu kurdurulmuştur.
Bir başka kısıt uygulaması ise; azınlık okulu açılması taleplerine yanıt verilmeyerek, 1951 protokolü gereği görevlendirilecek öğretmen kontenjanı 1991’den beri 16 öğretmene indirilerek gerçekleştiriliyor. Bugün Batı Trakya Azınlık ilkokullarından her yıl mezun olan yaklaşık 1.000 öğrencinin devam edebileceği Azınlık ortaokul-lisesi sayısı; biri Gümülcine ve diğeri İskeçe’de olmak üzere, sadece 2’dir. Halbuki adı geçen şehirlerden Gümülcine’de 25, İskeçe’de 37 devlet lisesi vardır. Mevcut okulların ne fizikî koşulları ne donanımı ihtiyaca yetmektedir. Nitekim, ek bina inşaatı için İskeçe Azınlık ortaokulu ve lisesine yapılan başvuru (2005), Yunan makamlarınca değerlendirmeye alınmamıştır.
Yunan üniversitelerinde Azınlık kontenjanı, sadece % 0,5’tir ve bu yüzden üniversiteye devam edebilen Türk Azınlık öğrencisi, yok mertebesindedir. Ayrıca 2007’de bir mevzuat değişikliği ile, anaokulu sınıfları açılmış ve buraya kayıt mecburiyeti getirilmiştir. Azınlık velileri anaokulunda anadili serbestliği istediğinde ise, kapılar yüzüne kapanmıştır. Niyet bellidir. Anaokulu çağındaki Azınlık mensubu çocuğun kendi dilini öğrenmesini ve bu dili geliştirmesini engellemek! Bunu görüp çocuğunu göndermeyenlere ise, bir başka ceza hazırdır: “Çocuğunuzu anaokuluna başlatmadığınız için, ilkokula kaydını yaptıramazsınız!
Ve Demokles’in kılıcı gibi Türk-Müslüman azınlığın başının üzerinde sallanan bir yasa maddesi! Mealen şöyle: “Geri dönme niyeti olmadan ülkeyi terk eden azınlık statüsündeki Yunan vatandaşlarının vatandaşlığı düşürülür.” (Yunan Vatandaşlık Yasası, Madde: 19). Bu madde 1998’de yürürlükten kalkmış ama, geriye dönük binlerce mağdur yaratmıştır.
Gelelim Azınlıklar için seçme-seçilme hakkına! 24 Ekim 1990’da yenilenen Seçim Yasası ile, % 3’lük ülke barajına bağımsız adaylar da dahil edilmiştir. Niyet yine bellidir: Azınlık olarak kendi kurduğun partinle veya bağımsız aday sıfatınla oyunu aldığın insanları ne yapsan Parlamento’da temsil edemezsin! O zaman? Ancak kurulu mevcut partiler içinden aday olabilir ve seçilebilirsin. Aday gösterirlerse tabiî! Aday gösterilme koşulunu, vereceğin taviz belirler, şüphesiz.
ŞAİR DİLİYLE BATI TRAKYA’DA AZINLIK SORUNU
İskeçe, Kireççiler köyünde doğan Asım Haliloğlu, “terk edilmiş toprakların yetim çocukları”na özgü olan ve gönülleri hiç terk etmeyen o kasvetli “öz vatanda gurbet duygusu”nu, “başının üzerinde eğleşen” kara bulutlarla paylaşır:(1)
“Çal dağından çıkan bulut,
Yaslı yaslı ne bakarsın?”
(Yaslı Bulut ve Ben, s.46-48)
“Yaka(1), “Ova(2)” , “Orta kol(3)” ve “Balkanlar(4)” adıyla anılan Türk yerleşim bölgeleri bu terkedilişten dolayı sahipsiz ve çaresiz bir haldeyken şaire, bulutun duruşu dokunur ve şöyle sorar ona:
“Hiç birinden yok mu umut,
Hangisine yas tutarsın?”
...
(1) Yaka boyu Türk köyleri , (2) Ova boyu Türk köyleri , (3) Ova köyleriyle dağ dibi köyleri arası , (4) Batı Trakya’daki ormanların genel adı.
Haliloğlu, “ormanları baltalanmış”, “meraları yağmalanmış”, “cümle âlemin dara düştüğü” ve “dört bir yanı viranelerin” aldığı bu coğrafyada, ahvalimize, benzer olumsuzlukların yaşandığı Kireççiler köyünden baktığında; kendi efkârına özdeş bulduğu bulutu, “hayâl olan eski günler”in yasını tutar görür! Şaire göre, Batı Trakya’nın halihazırdaki durumu şöyledir:
“Sivritepe’m düşüncede,
Türk azalmış İskeçe’de”
...
“Balkan Türkü şaşkın şaşkın,
Onun derdi baştan aşkın”
...
“Rodop ile Karlık dağı,
Boynu bükük dert yatağı”
...
“Meriç nehri gamlı akar
Sinesinde sırlar saklar”
...
“Dedeağaç güçler yolu,
Hep boşalmış sağı solu”
...
Bu duygu yoğunluğu içinde, şaire öyle gelir ki; “Osmanlı birliği” dağıldıktan sonra;
“Davul zurna coşmaz olmuş,
Yağız atlar koşmaz olmuş,
Sanki kuşlar uçmaz olmuş”tur!
...
Bunca olumsuzluktan sonra, artık, vatan bildikleri topraklar, üstünde yaşayanlara “yâd el” hükmündedir:
“Yâd illerde Türkün bahtı
Parça parça gönül tahtı”
Dahası, bu mutsuzluk, sadece yaşayanları değil, toprak altında yatan “atalar ruhunu” da kuşatmıştır sanki:
“Ata ruhu ağıt dinler,
Mezarında durmaz inler,
Ona bile yâd bu eller,
Hangisine yas tutarsın?”
Nitekim, vatanında yabancı ve azınlık muamelesi görür duruma gelmek, insanı derinden yaralar ve “kendi ülkesinde, kendi hukukunu gözettiğini bildiği egemen bir devlet güvencesinde yaşayanların, yaşarken yokluk fikrine sahip olamadıkları” özgüven duygusu, yerini “terk edilmişlik” duygusuna bırakır. Yani, Gümülcine’nin Çepelli köyünden çıkıp köyüne öğretmen olarak dönen şair Rahmi Ali’nin “Azınlık” şiirinde belirttiği gibi bir gerçeklikle yüz yüze kalınır:
“Azınlık
Hudutta bir yolcu
Asmalık’ta istimlâk edilen bir tarla
...
Yarısı kopmuş minare
Almanya’da bir işçi
İzmir’de Ege’ye bakan bir gelin
Ve Rumeli türküleri dinleyen ninemdir
...
Rodoplara başını dayamış bir sevgili
Şehirden kopup gelen sımsıcak bir Türkçedir
...
Tütün tarlalarında yıpranan
Anlamsız bir toplum değil çocuğum
Kendisiyle büyüyen bir düşüncedir”
(Azınlık, a.g.e. s.100)
Değil mi ki insanın, doğup büyüdüğü yerlere karşı “yâd el” algısı gelişti; değil mi ki kişi, bu baskıyı ve dört bir yandan kuşatılmışlığı hissetti üzerinde, artık duramaz. Bu yüzden, içi kan ağlasa bile, insanca muamele göreceğine inandığı başka ülkelere “kaçar gibi” göçme kararına dönüşecektir bu “azınlık” duygusu! İşte o zaman, göç kaçınılmaz oluverir. Gümülcine’nin Kozlukebir köyünden şair Hüseyin Mazlum, gidenlerin ardından gitme dese de, gidilecektir; ama “Osmanlı bakiyesi anayurt toprakları”na, ama insan hak ve hukukunu gözeten, işin-aşın gelecek umudunun olduğu ülkelere:
“İşte inanılmaz hakikat, daniska çılgınlık;
Daha yirmi kulaç önce, beş yüz bin kadardık.
Göç şarabı içe içe yüz bine düştük, bayıldık
Gitme Mehmet, Mehmet gitme!”
( Batı Trakyalı Mehmed’e Türkü, a.g.e. s.147)
Fakat giden de kalan da bilir ki, hep gönül burukluğu, bir eksiklik duyumsanacak; gizli bir el “sıla özleminin saatini” kurup çaldıracaktır sık sık. İskeçeli Asım Haliloğlu’nun dediği gibi, insan “ezilip duracaktır iki arada”:
“ ‘Elveda’ diyerek gider soydaşım
Anayurt yolcusu, ona ne denir?
Gözü yaşlı kalır köyde kardaşım,
Kader böyleymiş, elden ne gelir?
...
Oğlumuz orada, gelin burada;
Kendimiz burada, yürek orada...
Ezilir dururuz iki arada,
Kader böyleymiş, elden ne gelir?”
( Göç, a.g.e. s. 50)
Peki nedir, insanları doğup büyüdükleri, ekip biçtikleri topraklarından uzaklaştıran? Nedir dostlarını, arkadaşlarını ve hatta aile bireylerini sağa sola savuran bu göç fırtınası? Hangi gerekçelerle terk eder insanlar vatan toprağını? Üstelik gidilen yerde de gurbet duygusu yaşanacaksa, türlü baskı ve zorluklarla mücadele edilecekse; nedir Batı Trakya Türk’ünün gerçek sıkıntıları? Galiba asıl sebep için, Gümülcineli Alirıza Saraçoğlu’na kulak vermek gerekecektir:
“Dünyada en acı şey sorsalar nedir?
Hiç düşünmeden de ki; esarettir!”
(Esaret, a.g.e. s.67)
Bir başka şair, Gümülcineli Rahmi Ali, açıklık getiriyor bu “esaret”e:
“Türk değilsiniz, diyormuş bize
Mahkemede Rubatis denen kişi
...
Ve çıkarım dışarı, bir şut
Bunda kıskanacak ne var?
Türk’sem ben, Türkçe konuşursam,
Sorarım, bunda korkacak ne var?”
( Olay ve Çocuk, a.g.e. s.97)
Oysa istenen, beklenen çok şey değildir hayattan, Rahmi Ali’ye göre:
“Kimseden bir şey istemem;
Tek, düşünüp durmasın babam,
Gözleri dikili tavanda.
Annem bırakmasın şafak vakti,
Atlayıp bir çorbacının ırgat arabasına
Beni öksüz gibi sıcak yatağımda.
Ve ağlamayalım ardından öğretmenimizin
Ağzında Bremen Mızıkacıları
Atılmış, bizleri bırakıp okuldan.”
( Batı Trakyalı Ali, a.g.e. s.98)
Ne var ki, İskeçeli şair Mustafa Tahsinoğlu olup bitenlerin içyüzünü kavrar ve asıl bilinmesi gereken tespiti yapar:
“Ürkütüp uçurulan kuşlarız,
Yere kondurulmak istenmeyen.
Zira beyazlığımıza kara attılar,
Öğretime, bilime kilit taktılar.”
( Barışı Çalıya Astılar, a.g.e. s.110)
Türlü baskılarla karşı karşıyadır Türk ve Müslüman kimlikleri yüzünden insanlar. Dili uzayanın da başına gelmedik kalmamaktadır. Nitekim şair Mustafa Tahsinoğlu, bir şiirinde tarlasını elinden aldırdığına değinir kısaca:
“Bir zamanlar terimi akıttığım tarlam
Benden gitti
Şimdi bana küs!”
( Şımarık Paradaki Güç, a.g.e. s.110)
Alirıza Saraçoğlu ise, bu bağlamda bir meydan okumaya dönüştürür şiirini:
“Baskılar
Ayrımlar
Haksızlıklar
Devam ettikçe
Elim kalem tuttukça
Dilim konuştukça
Eğer yazmazsam
Ben bir namerdim.”
...
(Batı Trakya Türk’ünün Yemini, a.g.e. s.69)
Trakya Türk’ü çalışmıyor değildir! Toprağı olanlar şanslı görülse bile, tarlada ailecek çalışmanın karşılığı yine yoksulluktur, Hüseyin Mahmutoğlu’na göre:
“Gün olur gelir topladıkları
Yıl boyu parmak kadar yavrularıyla
Boşalıverir
Evinden de avcundan da
Tütüncü Hasan’ın.”
(Tütüncü Hasan’ın Türküsü, a.g.e. s.81-82)
Hüseyin Mahmutoğlu, “Salı Pazarının Köylüleri”ni de düşündürür, konuşturur, şehirli Rumların yaşantısıyla mukayeselere sevk eder “neden yoksulluk” dersinde:
“Şaşırır durur
Çarşının ıslak kaldırımında
N...köylü Fatma
Y...köylü Selim
...
Bitiktir Fatma
Bitiktir Selim
Çarşılı değişmemiştir hiç
Tıpkı on yıl önceki gibi.
...
Sonra gözleriyle görürler
Başka Fatmaların, Selimlerin,
Kendileri gibi sağılışlarını
...
Hiç konuşmadan bakışırlar yüz yüze
Anlarlar bir yıllık çıkarın(emek) bir günde gidişini.”
(Salı Pazarının Köylüleri, a.g.e. s.83-84)
Dr. İbram Onsunoğlu ise, kiraz üreticisi Batı Trakya köylüsüne seslenir ve ona sorar:
“Kiraz üreticisi Yakalı Köylü(5) kardaş,
Selanik’te kirazın kilosu tam elli beş!
Ama sen tüccara on beşe satabildin mi?”
( Kirazın Kilosu, a.g.e. s.160)
...
(5) Yaka: Dağ eteklerine verilen ad. Buradaki, Gümülcine’de Bulatköy nahiyesinin bulunduğu Rodop yakası olup kirazıyla ünlüdür.
Gümülcineli bir başka şair, Reşit Salim, Batı Trakya Türklerinin bugünkü sorunlarının ana nedenini, geçmişteki hatalarda bulur:
“Osmanlının çocuğu, zevklerin torunu bizler
Kalakaldık bomboş umutlarla Meriç-Tunca arasında”
( Çöküş, a.g.e. s.169)
Reşit Salim, terk edilmiş toprakların mensubu bir insan olarak yakın tarihimizle yüzleşmek ister; hem gerçek bilinsin hem de aynı hatalara düşülmesin diye. “Sükut Kentleri” şiirini bu yönüyle önemli bulduğumuz için, buraya aynen alıyoruz:
“Hiç bitmeyecek sükut kentleri
Olagelmişler Osmanlı’nın çöküşünden bu yana,
İnsanlarıyla gebedirler bu kentler, yetmiş bin türlü devinime
Yüreklerinde yer etmiş cihangir Türklüğün başarıları
Rüyalarında kalakalmış Macar ovalarında at kişnemeleri
‘Akın var, akın!’ diyen başbuğlarına altın asmış ataları
Bir şeyhin şahın değil, cihangirliğin bir bölük temsilcisi tarihlerinde
İz bırakmışlar geçtikleri yerlerde tâ Murad-ı Sâni’den bu yana...
Serin ve rüzgârlı bu kentler
Sırtlara yamanmışlar kuruldukları günden bu yana,
İnsanlarının sırtlarında taşındığı gibi geceleri tütün sepetler
Genç kızların ve delikanlıların denizler gibi oynak olduğu bu kentler
Tanık olmuşlar 93 komitacılarına
Kral Boris’in narodrik eldivenli elleriyle ‘Belamore... Belamore(6)’marşını ezberletişine
Korkunç ihanetler yaşamışlar,
Macar-Avusturya prensinin suikastından bu yana...
Birinci Cihan harbi, İkinci Cihan Harbi
Kuponla ekmek, Bulgar baskısı
Aşkın, faziletin, yaşamın ucuzladığı
Paranın milyonlarla katlandığı
Yılları yaşamışlar, acı ve bir dirhem de tatlı yönleriyle
Lozan... İşte Kral, işte Gazi
Temsilcileri İnönüler, Venizeloslar
Lobiler, ince hesaplar, masa başlarında uykusuz geceler
Kuvayı Milliye direnir de direnir
Batı Trakya diye...
Ne yazık ki, terk edilen oturumlar, kaybedilen kumar
Ve açıkta kalan serin rüzgârlı
Hasköy, Koşukavak, Doyran...
Kâğıt üzerinde taahhütler alınan
İskeçe, Sofulu, Gümülcine...
Bırakılagelmişler cihangirlerin torunlarıyla
Rumeli’de Lozan’dan bu yana...
( Sükut Kentleri, a.g.e. s.170-171)
(6) Akdeniz...Akdeniz
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
(1)Bkz. Feyyaz SAĞLAM, Yunanistan’da / Batı Trakya’da / Çağdaş Türk Şiiri Antolojisi, Batı Trakya Türkleri Dayanışma Derneği İzmir Şubesi Yayınları, İZMİR-1995
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.