- 854 Okunma
- 10 Yorum
- 8 Beğeni
ZULÜM TARLALARI
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
İnsan denen canlı türü tarafından sürekli hakarete uğrayan ve ölümcül yaralar alan yeryüzünden az da olsa uzaklaşmak ve düştüğüm yalnızlık çukurlarından çıkabilmek için çeşitli yöntemler deniyorum. Diplerde dolaşmanın yöntemleri… Yeni sözcükler, yeni düşüşler ve yeni başlangıçlar bulmaya çalışıyorum. Olmuyor. Tek çıkış yolum olan kitaplara gömülüyorum. Ama gömülmek, pek hoş bir kelime değil, ölümü çağrıştırıyor. Dikkatimi toplayamıyorum. Gençliğimde okuyup gerektiği gibi idrak edemediğim, sonra yeniden okumak için sıraya koyduğum, kitaplığımda toz içinde kalmış Lenin’nin “Devlet ve Devrim” kitabıyla bakışıyoruz. Birbirimize işaretler yolluyoruz. Bana gücenmiş olduğunu biliyorum.
“Demiştim bütün bunları ben geçen yüz yıl,
demiştim tek yol devrim diye, anlamadınız!”
diyor orak çekiç şeklini almış kaşlarına yüklenerek.
Bakışlarımı kaçırıyorum ondan. O an elimde başka bir kitap var. Fante’nin “Toza Zor” kitabı. John Fante, Bukowski ‘nin o benim tanrım dediği yazar. Yaz kış hiç kurumayan, üzerine “Hes” kurulmayan dereler gibi akıcı bir kitap… Gözlerim kızarmaya başladığı için Toza Sor’u on ikinci bölümde yalnız bırakarak balkona geçiyorum. Zaman Ağustos. Hava; ateşten günler. Dalıyorum bir an. Dalmak, fena bir kelime değil ama kısa sürüyor. Yine o çözümsüz duygular etrafımı sarıyor. Düşünüyorum; o kadar çok kötülük vardı ki ve haykırmaktan başka elimden bir şeyin gelmemesi inanılmaz bir yenilmişlik duygusu… Karamsarlık bulutlarının gölgesi düşüyor masama. Birden şu sözler çıkıveriyor ağzımdan, kendiliğinden:
Adalet… Ne çok özledik…
Kim bilir nerelerde, eli cebinde
Tek başına dolaşıyordur
Aç ve susuz, perişan, bitik bir halde
Belki o da bizi özlemiştir
Belki kalacak bir yeri bile yoktur
ve ihtiyacı vardır onun da bize
AH, düşlerden kovulmuş zavallı adalet!
Adalete el sallıyorum uzaktan, onu gördüğümden değil, hayali bir el sallama bu, hüzünlü bir el sallama… Onu varmış veya bir gün dönecekmiş gibi düşünmeye çalışıyorum. Sonra tekrar kendime ve burnundan kıl aldırmayan gerçekliğe dönüyorum. İyi hissettirecek bir detay bulmaya çalışıyorum bu koskocaman hissizlik kalesinde. Oturduğum evin tam karşısında çok sevimli bir park var. Genellikle günün her saatinde ve neredeyse gece yarısına kadar hiç boş kalmaz. Oyun oynayan çocuklar, gençler, kadınlar, kediler, köpekler… Bu arada benim de Diablo adında bir köpeğim var. İki yıldır yoldaşlık yapıyor bana. Daha öncesinde hamster besliyordum. O da bana en fazla bir yıl dayandı. Evden kaçtı.
Neyse parka dönelim. Parkın içinde onlarca çeşit çeşit ağaç muhteşem bir görsellik sunuyor. Gündüz kavurucu sıcaklardaki gölgesiyle, akşamları da esintisiyle… O ağaçların içinde adını bilmediğim (bilmemek kötü, araştırıp bulmalıyım) ve pembe çiçekleriyle adeta resitaller sunan özel bir ağaç var. Kimse farkında değildir onun, gölgesinden yararlanırlar, yanından geçerler, tutunurlar, altında çaylar içilir, orada olduğunu bilirler ama ona bir kere bakmamışlardır. Kavurucu sıcaklarda bile dallarından çiçeklerini eksik etmeyen bu özel ağaç ile zaman zaman selamlaşıp söyleştiğimiz de oluyor. Fotoğrafını çekmek istediğimde poz bile veriyor. Polenleriyle anlatıyor o anlatmak istediklerini. Polence bir dil var çünkü. Çiçeklerin ve ağaçların dili. Yapraklarında hüzün taşıdığını hissediyorum ve harikulade çiçeklerinin de insanların içindeki kederi alıp yok ettiğini. Ama insan denen canlı hiçbir zaman bir ağaç kadar asil olmamıştır. “İnsan yeryüzünün kanseridir” demiş ya Cioran, az bile demiş.
Gözaltı haberleri geliyor.
Ekranda kendini tanrı zanneden bir adam:
“Al bunu!” diye bağırıyor
Konuşan, baskıyı reddeden, gericiliğe ve haksızlığa karşı direnen herkes gözaltındadır. Sesten korkuyorlar, müzikten, notalardan, sevgiden korkuyorlar, kadından, çocuktan, özgürlükten, insanlık için güzel şeyler yapanların gözlerinden korkuyorlar. Öğretmenden korkuyorlar, onların iradesinden. Sanattan korkuyorlar. Kitaplardan, tiyatrodan, sinemadan… Onların tek sanatı ise barbarlığın sözcülüğünü yaparak “Al Bunu” diye emir yağdırmak. Bu öz zavallılık çamuruna bulanmışların yüzlerine bakın, göreceğiniz tek şey: kötülüğün itaatkârlığıdır.
Sonsuz zulüm tarlaları var onların, bereketli ürünler veren.
Hasılatı paylaşırken gördüm onları, en küçük piyonlarına kadar.
Her yerden duyuyorum attıkları korkunç kahkahayı. Kulaklarım parçalanıyor. Yarıştan çekilmiş bir düşün kapısını çalıyorum. Açmıyor. Böyle zamanlarda yaptığım son şey olan Amok Koşucusu gibi fırlayıp koşmaya başlıyorum. Biriktirdiğim bütün resimler bir bir dökülüyor üzerimden koşarken. Perdeleri çekilmiş bir kentin meydanında, oğlunun kemiklerini torbanın içinde devletten teslim alan bir babayla karşılaşıyorum. Yüzüm donuyor. Hislerim donuyor. Ayaklarım yürürlükten kalkıyor. İbrahim Kaypakkaya’yı hatırlıyorum. Onun da kemiklerini böyle teslim etmişlerdi babasına. Ve o eskimeyen sözcük, devletin vazgeçemediği en eski alışkanlığı olan sözcük, Nefret, smokiniyle bütün meydanı kaplıyor. En iyi yaptığı şeyi yapıyor. Kocaman ağzıyla emir veriyor yanındakilere: Alın Bunu!
Gözlerimi kapatıyorum, kapatıyorum,
çizgi haline gelene kadar iyice kapatıyorum.
Birden her yer kamaşmış sözcükler denizi
ve nefes almak için yalnızlık çukurlarından çıkıp
parktaki pembe çiçekli ağaca geri dönüyorum, bir süreliğine.
YORUMLAR
''Haksız yere KHK ile ihraç edilen, açığa alınan...''(Metin Akdeniz)
Değerli dost yazarım, Dramatik Buluntular isimli kitabınızı bu gün edindim.
Ve tüm edebiyat severleri bu kitaba davet ediyorum.
Ön sözün bir bölümünü yazdım bu bağlamda böylesi bir eseri Edebiyat'a kazandırdığınız için tebrik ve de teşekkür ederim.
Kaleminiz hap çağlasın yazarım.
Çok yaşayın siz.
Çok yaşasın sevgili Edebiyat Defteri.
Yazmanın coşkusuyla sığındığım devasa bir çınar sevgili Defter ve değerli hocalarım ve de kalem dostlarım.
Sonsuz içten saygımla efendim.
Edebiyatın gerçek ve de tek adresi
Dramatik Buluntular
Bazen bir selam bir merhaba veya dostlardan birkaç kelam insanı nasıl da mutlu ediyor. Özel hayatımda gelişen şeylerden çok bahsetmem. Ancak şu son 10 gün hayatımın en kötü günlerini geçirdim.
Kızım Damla, Antalya'da dördüncü kattan dengesini kaybederek düştü. Biz de düştük onunla beraber. Verilmiş sadakası varmış kızımın. Yoğun bakımlardan çıktı. Şu an hayata yeniden merhaba dedi.
İşte az önce hastanenin bahçesinde boşluğa bakarken düşündüm, dostlar arkadaşlar ve sevgi ne kadar kıymetli.
İletinizi gördüm
Sevindim. Hayatın devam ettiğini anladım.
Ve kızım bitanecigim, çorba bile içmeye başladı.
Dost kelamları
Altından daha değerlidir.
Sevgi ve saygılarımı çokça gönderiyorum Gülüm Hanım.
Gülüm Çamlısoy
Kızınıza çok geçmiş olsun ve şükürler olsun ki iyi olmasına çok sevindim.
Allah bir daha yaaştmasın.
Duaların ve sevginin gücü bu bağlamda insan içini bozmadığı sürece hayat ona iyi davranıyor ve canımız ne kadar yansa da illa ki bir çıkış noktası buluyor insan.
Ne ilginçtir ki: son on gün benim için de cehennem gibiydi ama şükürler olsun ki gözüm açık gördüğüm kabuslar sona erdi.
Yaşasın umut ve sevgi.
İyi ve güzel insanların varlığına duyduğum inancı asla kaybetmedim üst üste yaşadığım her neyse hep niyaz ettim Rabbime ve evet:
Mademki dünya an itibari ile dönüyor ve mademki evrende bitmeyen olumlu bir enerji de var ve işte yola devam...
Her şey sizin ve ailenizin gönlünce olsun. Bir kere daha geçmiş olsun dileklerimi gönderiyorum.
Ailemiz ve gerçek dostlarımız olduğu sürece hayattaki mücadelemizden vazgeçmeyeceğiz ve illa ki güneş de bizim için doğmayı sürdürecek.
Sonsuz selam saygımla..
Teşekkür ederim değerli yazarım
İki kızım da evli büyüğü 8 küçüğü 3 yıllık. Bu dünyaya çocuk yapılmaz diye dünden vazgeçmişler. Çocuklar ağaçların poleni gibi insana umut verir. Ancak adalet olmayan bir dünyada çocuklar da kökünden sökülen ağaçlar gibi oradan oraya savruluyor. Bazen de bir torba kemik.
Bu arada Türkiyede 28 milyon göçmen varmış. Eh çok da ihtiyaç yok. Çünkü bizim olmayan çocuklarımızı itaatkar göçmenler dolduruyor. Ne zamana kadar? Bir gün Avrupa da Osmanlı'ya karşı ayaklanan yunan, Arnavut, sırplar gibi.
Neyse hızlıca büyük devletlerin isteğine hizmet ediyoruz.
Yine de yaşamak için bu gün kadar yarın da önemli.
İnsanı öğüten sistemlere dur diyene saygılar olsun.
Tebrik ediyorum güzel yazınızı içim acıyarak olsada severek okudum.
Umudumuzu kaybetmemek üzere sevgi ve saygılarımla.
Dramatik Buluntular
Selam ve saygılar.
o ağaç ki köküyle yaşamın, gövdesiyle direncin, dallarıyla kucaklamanın, çiçekleriyle umudun ve gölgesiyle de huzurun temsiliyken durup düşünmeli yine, yenibaştan insan..
önce insan olmalı sonra adam, aşk olmalı önce sonra aşık,kitap olmalı önce sonea evren
eyvallah kardeşim
Dramatik Buluntular
kısaca özetlemiş oldun
Selam ve saygılar
Hep bir şeyler değişir ,adalet gelir umuduyla yaşadık..Tıpkı bizden öncekiler gibi...Ama yazık ki değişen bir şey yok dünyada...Her nesil aynı şeyleri arıyor farklı zamanlarda ve maalesef ki bulamadan göçüp gidiyor...Mücadele edenlerin gördüğü işkence de etmeyenlerin duyarsızlığı karşısında derin acılara dönüşüyor eylüllerde, mayıslarda...
Kaleminize sağlık...
Dramatik Buluntular
Değişen bir şey yok gibi görünüyor, ama var olan iyi şeyler hep mücadeleyle kazanılmıştır. Bize düşen de mücadeleyi yükselterek sürdürmek. Başka bir çaremiz yok.
Selam ve saygılar.
Evet, bu makalenizi dün akşam okudum.
Birbirine zıt yoğun duyguların ağından geçtim.
Kimileyin takıldım kaldım bir örümcek gibi; kimileyin boğuldum...
Bu portre tanıdık, çok getrilerden hem de ve hiç değişmemişliğini gördüm...
Ve notaları birbirine karışmış çok sesli bir koroyu anımsatıyor tasvirleriniz.
Hangi ucundan tutsam yangın; hangi parağrafa asılsam insanlığımın eksikliği gözlerimin içine batıyor...
Ve düşünüyorum: ben şimdi nasıl bir yorum yazabilirim ki lal olan dilimle....
Adı bilinmeyen pembe çiçekli ağacın kaderine mi; torba içinde evladının kemiklerine en sonunda kavuşan ana babaya mı; yoksa faşizmin burnumuzun dibinde "al bunu" diyerek nefes aldırmayışına mı...
Artık hiç bir şey bilmiyorum. Aklım yetmiyor artık bu paradoksa. Gözlerin alıştığı bu vurdumdumazlığa ve bu bir gıdım nefes alış verişin direncine, ahvaline, bu gününe...
...
Çok sağ olsun yüreğiniz, izanınız ve kaleminiz, değerli insan.
İyi ki iyi yürekli ve gören insanlar da var bu çirkef dünyada.
Çok saygılar, sevgiler, selamlar olsun.
Dramatik Buluntular
Herkes kötülüğe karşı kendi silahıyla direniyor. Gazeteciler sayfalarıyla, işçiler sendikalarıyla, yazar ve şairler de şiirleri ve yazılarıyla. Zayıf değiliz.
Aşksız ve paramparçaydı yaşam
bir inancın yüceliğinde buldum seni
bir kavganın güzelliğinde sevdim.
bitmedi daha sürüyor o kavga
ve sürecek
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!
demiş Adnan Yücel, ne güzel demiş
Biz de öyle diyelim.
Sevgiler...
Devletin dini adalet olmalı zaten adaletin olmadığı bir devlet düzeninde dinin hiç bir önemi yoktur çok nefis ve cesur bir çalışma kutluyorum
Dramatik Buluntular
Selam ve saygılar.
Evet, o eski kitaplar herşeyi gözümüze sokan ama anlamadığımız ...
vakit geç olsada , son bir hamle....
Güzeldi, anı tazeler gibi..
tebriklerimle
Dramatik Buluntular
Evet, eski kitaplardan kopmayalım hiç
Selam ve saygılar.
Yeniden okunmaz mı ve de tüm yüreğimle kutluyorum ki daha çok insanın okuması mümkün oldu.
Kaleminiz hep çağlasın değerli yazarım.
En içten selam saygımla
Dramatik Buluntular
Ne iyi ettiniz Gülüm Hanım.
Selam ve saygılar.
Ölümlülerin kendilerine ihaneti, ölümsüzlüğe adalı ruhun açmazlarını ölümlü bedene hapsetmekle başlıyor…
Yazınızın romantizminde “ bir zamanlar “ denilebilecek güzellikler olması iyi hissettiriyor; taliplisi varsa umut da belki bulunası bir şey oluyor…
Ama daha baskın gelen “ geçmemiş acılar” hüznü nefrete dahi mecali kalmamış bir hüzünle yokluyor…
Ve müthiş tasviriyle
Adalet bir cismaniyete bürünseydi ancak öyle yalnız öyle sefil öyle yalnız öyle divane görünürdü..
Biz onu dilerken o bizden kaçacaktı
Tebrikler selamlar
Dramatik Buluntular
Bir ülkedeki adaleti o ülkenin yönetim biçimi belirler.
Bize de düşen büyük harflerle ADALETSİZLİK.
Adalet yoksa
hiçbir şey yoktur.
Ne özgürlük, ne huzur ne de mutluluk.
Ama neyimiz var peki
umudumuz, direnişimiz ve mücadelemiz.
Selam ve saygılar...
Korumak ve korunmak ve arkamızı kollamak diğer yandan önümüze serilen engeller ve güzel olan her şeye rest çekip çelme takanlar...
Mevsimlerden zulüm.
İnsanlarsa giydirdikleri kadar giydiriyorlar kanlı hükümlerini.
Oysaki mutluyuz görüntüde her şey de yolunda ve nasıl sevgi doluyuz.
Adalet ve asalet.
Aykırılık mı ya da ardıç kuşu mu konan sabit görüntülere...
Donmuş kareler.
Dokunaklı hikayeler
Öyle bir noktaya gelindi ki insan kendinden şüphe duyuyor ve herkesten.
Oysaki biz herkesi kendimiz gibi bildik: sevecen ve içten ve dürüst.
Kavramlar ip atlıyor. Sevgi sobelenen.
Biri sevmekten mi bahsetti?
Eyvahlar olsun hemen kaçmalı o ortanmdan.
Çiçekler ve ağaçlar zulüm gördükleri kadar kökleri ile bağlılar toprağa belki de toprak çekiyor ve işte ölümün çekim kuvveti.
Günümün günlerimin de yazısı ve kalemi.
Değerli dost yazarımı tüm yüreğimle kutluyorum.
Yeniden geleceğim.
Sonsuz içten selam saygı iyi dileklerimle...
Dramatik Buluntular
Gözümüzün önünde tekmelenen, gözaltına alınıp işkence edilen insanlar, öğretmenler, işçiler ve sendikacılar...
Mücadele bilinçli insanın huyudur.
Bilinç yoksa, yazı da şiir de yoktur. Olmasın zaten.
Tasarlanmış kötülükler bu kadar örgütlüyken
bizler niye olamıyoruz.
Tek tek bir hiç
birlikteyken güçlüyüz
onlardan daha güçlüyüz.
Güzel sözleriniz ve yorumunuz için teşekkür ederim Gülüm Hanım.
Sevgiyle...