- 173 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SOSYALİZM.
SOSYALİZM NEDİR?
Sosyalizm, sosyal ve ekonomik alanda toplumsal refahı devlet kararlarının getireceğini ve üretim araçlarının hakimiyetinin toplumlara ait olduğunu savunan, işçilerin yönetime katılmalarına ağırlık veren, özgür girişimi devletin ve sendikaların baskısı altında tutmaya çalışan, telkin ve propagandalarını eğitim, tarım ve vergi reformları üzerinde yoğunlaştıran ekonomik ve siyasi teoridir. “Sosyal mülkiyet”; kooperatif işletmeler, ortak mülkiyet, devlet mülkiyeti, öz kaynakların yurttaşlık mülkiyeti veya bunların bir karışımı olabilir. Sosyalizmin pek çok çeşidi vardır ve bunların tek bir tanımı yoktur. İdeolojiyi savunanların toplumsal mülkiyet türleri, yönetimi üretken kurumlarla birlikte nasıl şekillendirecekleri ve sosyalizmi oluşturma konusunda devletin rolünün ne olacağı gibi konularda farklı düşünceleri mevcuttur.
Sosyalizmin Ortaya Çıkışı
Sosyalist fikirler on yedinci yüzyılın “Levellers ve Diggers”ine veya Thomas More’un Ütopya’sına ([1516] 1965) veya hatta Platon’un Devlet’ine kadar geriye götürülebilirse de, sosyalizm ondokuzuncu yüzyılın başlarına kadar, siyasi bir inanç olarak şekillenmiş değildi. Sosyalizm sanayi kapitalizminin ortaya çıkışına karşı bir tepki olarak gelişti. Önceleri fabrika üretiminin yaygınlaşmasının tehdit ettiği esnaf ve zanaatkarların çıkarlarını dile getirdi; ancak bundan kısa bir süre sonra büyüyen sanayi işçi sınıfıyla, yani erken sanayileşme döneminin “fabrika yemi”yle bağlantılı hale geldi. İlk biçimleriyle sosyalizm köktenci, ütopyacı ve devrimci karakter taşımaya eğilimliydi. Hedefi, piyasa mübadelesine dayalı kapitalist ekonomiyi kaldırmak ve yerine nitelik bakımından ondan farklı olan ve genellikle ortak mülkiyet ilkesi üzerine bina edilen sosyalist toplumu koymaktı. Sosyalizmin bu şeklinin en etkili temsilcisi, fikirleri yirminci yüzyıl komünizmi için temel oluşturan Karl Marx’tı.
Ancak ondokuzuncu yüzyılın sonlarından itibaren, çalışma şartlarıyla ücretlerin iyileştirilmesinin ve sendikalarla sosyalist siyasi partilerin büyümesinin bir sonucu olarak, işçi sınıfının tedrici olarak kapitalist toplumla bütünleşmesini yansıtan reformist bir sosyalist gelenek ortaya çıktı. Sosyalizmin bu türü, “parlamenter yol”u benimseyerek, sosyalizme barışçı, aşamalı ve yasal yoldan geçişin mümkün olduğunu ilan etti. Reformist sosyalizmin iki kaynağı vardı. ilki, Robert Oven (1771-1858), Charles Fourier (1772-1837) ve William Morris (1854-96) gibi düşünürlerle bağlantılı olan ahlaki sosyalizmin hümanist geleneğiydi. Diğeri ise, özellikle Eduard Bernstein (bkz. s. 80) tarafından geliştirilen revizyonist Marksizm şeklindeydi. Yirminci yüzyılın büyük bölümünde sosyalist hareket böylece iki rakip kampa ayrıldı. Lenin (bkz. s. 113) ve Bolşevikler örneğini izleyen devrimci sosyalistler kendilerini komünist olarak adlandırırken, bir tür anayasal politikayı izleyen reformist sosyalistler, gittikçe daha fazla sosyal demokrasi olarak adlandırılacak bir yolu benimsediler. Bu rekabet sadece sosyalizme ulaşmak için en uygun araçların neler olduğu konusunda değil, aynı zamanda sosyalist hedefin kendisinin gerçekte ne olduğu konusunda da odaklanıyordu. Sosyal demokratlar ortak mülkiyet ve planlama gibi fundamentalist ilkelere sırtlarını döndüler ve sosyalizme refah devleti, yeniden dağıtım ve iktisadi yönetim anlamında yeniden şekil verdiler. Bununla beraber, sosyalizmin her iki biçimi de yirminci yüzyılın sonlarında, kimilerini “sosyalizmin ölümü”nü ve postsosyalist toplumun doğuşunu ilan etmeye teşvik eden bir krize girdi. Bu süreçteki en dramatik hadise, 1989-91 yılları arasındaki doğu Avrupa devrimlerinin beraberinde getirdiği komünizmin çöküşüydü; ama sosyal demokrasi de geleneksel ilkeleri bakımından sürekli bir gerileme içindeydi ve bu yüzden bazıları onun artık modern liberalizmden ayırt edilemediğini öne sürecekti.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.