Üniversiteli Olmak Sana Çok Yakışmıştı
Tam o esnada sen çıktın karşıma. O an su gibi donmak istemiştim heyecandan.
Senin elinde, tahtadan, eski ve alacalı gibi görünen, bir bavul vardı. Ağır görünüyordu; çünkü sağ tarafın yere daha yakın duruyordu. Mayıs ayıydı ve hava oldukça sıcaktı.
Alnında ter kabarcıkları kümelenmişti ve her an kaşlarının arasından burnundan aşağı akmak üzereydi. Saman rengi saçların uzamıştı ve pırıl pırıl ışıldıyordu ve eskisi gibi ensende lüle lüleydi.
Yüzün pürüzsüzdü. İstanbul’un nemi cildine iyi geliyor olmalıydı. Bıyıkların M harfini andırıyordu ve tam bir Mahir Çayan tarzıydı.
Mintanın vücuduna yapışmıştı. Sanki dar geliyormuş havası veriyordu. Yakasının uçları köpek dili gibi uzundu. Mavi “kot” pantolonlarının paçaları boldu. O zamanlar onlara “ispanyol paça” deniyordu. Ayakkabıların uçları inceydi ve dibi kösele olduğu için her yere bastığında “tak tuk” diye, ses çıkarıyordu.Tıpkı hamamda kadınların ayaklarına taktıkları ağır tahta takunyalar gibi.
Ve gerçekten de imajın dikkat çekiciydi. Yakışıklıydın ve şık giyinmiştin. Üniversiteli olmak sana çok yakışmıştı.
Beni görünce aniden durdun ve bavulu yere indirdin. Gülümsedin bütün mimiklerinle. Biraz şaşırmış gibiydin. Ben de öyle. Sen beni, ben de seni tanımıştım. Oysa aradan tam sekiz yıl geçmişti.
Ben, seni biraz kamburlaşmış bulmuştum. Sen beni hiç değişmemiş bulmuştun. “Şaka yapıyorsun, biliyorum!” demiştim de, sen “yoo! Şaka değil. Gerçeği söylüyorum.” demiştin.
Ben utandığımı, yüzümün kızardığını ve nereye bakacağımı şaşırdığımı hatırlıyorum. Biz öyle yol kenarında ve ayaküstü konuşurken, ben bir an önce oradan gitmek istiyordum. Ellerim huzursuz olmuş ve ben onları nerede ve nasıl tutacağımı bilmiyordum. Fakat sen soru üzerine soru soruyordun ve ben cevap vermeden edemiyordum. Kaba davranamazdım ki sana, bunca yıldan sonra.
Sen bana, neler yaptığımı sormuştun. Ben de, net ve doğruyu söylemek yerine “ya şu aralar pek önemli bir şey yapmıyorum.” demiştim. Sen gülmüştün. “Sen ha! Hiç inanmam... Sen eli boş duramazsın ki! Mutlaka bir projen vardır.” demiştin. Bu kez de ben gülmüştüm, kızarıp bozarararak hem de.
“Ya, ben seni tutmayayım!” dediğimde, “yok canım, acelem yok. Ne güzel konuşuyoruz işte. Bunca zamandan sonra, bir hal hatır da mı sormayalım?” demiştin. O vakit yüzüme yine alevler düşmüştü. Heyecandan önüme bakıyordum. Sen de kıs kıs gülüyordun ve “Allahım yarappim ya! Sen gerçekten de hiç değişmemişsin!” demiştin.
Sen bana “ya, nereden ve neden geldiğimi sormayacak mısın?” demiştin. “Neden” kelimesini özellikle bastırarak söylemiştin.
Oysa ben, hiç anlamamış gibi davranmaya çalışarak, “evet ya! sahi nereden böyle?” demiştim.
Sen önce bi kahkaha atmıştın. Ama ben bozulmayayım diye:
- İstanbul’dan geliyorum, canım. Ah, bi bilsen... Son zamanlar annemler resmen histerik. Tutturdular gel sana burada iyi bir kız bulduk, diye başımın etini yediler. Tabi kıramıyorsun, üzmek istemiyorsun da... “Tamam”, dedim, geliyorum. Ama sen beni bilirsin–hatırlırsan tabii– evlilik kurumuna karşıyım. Hem annemin beğendiği ve istediği için değil; benim... Ya neyse ya! Niye anlatıyorum ki bunları? Kusura bakma, lütfen..! demiştin.
Sen cümleni tamamlamadan, alnındaki terleri parmaklarınla şakaklarına doğru çekmiştin. Ansızın kaşların çatılmıştı. Ben suspus olmuştum. Sanırım buz kesilmiştim! Sen terli elini de pantolonuna sürmüştün. Ben yüzüne bakamıyordum, ama göz ucuyla takibimdeydin.
Sen bunları anlatırken bana ve geçip gidenler bizi merak içinde "incelerken" dahi; dünyayı ekseni üzerinede döndüren sendin. Öyle kendinden emin ve rahattın ki. Ve, ne ben ayrılabiliyordum senden; ne de sen yoluna devam etmekten yanaydın.
Sonra -tesadüfe bak!- ansızın susup dikkat kesilmiştin. Bana doğru bakmıyordun. Yan taraftan gelen birine dikmiştin gözlerini. Ansızın, “aaaa! Bu gelen... benim annem! Evin, bir saniye! Ben gidip elinden torbaları alayım”, demiştin. Ben arkandan bakmıştım. Gelen anneni ben de görmüştüm artık. Fakat annen, ne seni ne de beni henüz görmemişti.
O an oracıkta, bir buhar olup göğe yükselmek istemiştim. Kaybolmak istemiştim, ama aksine, mıh gibi yere çakılmıştım.
O an, hıçkırarak ağlamak istiyordum. O an boğazımda litrelerce gözyaşı düğümlenmişti. Ama ağlamak yerine terlediğimi şimdi çok iyi anımsıyorum.
Neyse canım ya! Ne sen gerisini hatırlat bana; ne de ben yeniden yaşayayım geçmişi.
Anıların tortularını rahat bırakalım şimdi...
Hadi bakalım! Geç oldu artık!
Birgün karşılaşabilmek umuduyla…
H. Korkmaz 21/22 Sthlm
YORUMLAR
Bir an di, bu uzun sözsüz hikâye
Yaşandı ve bitti uzun hikâye
Üniversiteli çok yakışmıştı
Önsözünde yazık bir SON yazmıştı
Yolum Üniversiteye düştü birden.
Şimşek gibi an'lara bir ömrün sığdigi
Her devinim anlamlı.
Şimdi onları anma zamanı
Çok saygımla Şairim.
Tüya
Tahmin ediyorum o pırlanta yilları, anları... Paradoksal olan o zamanlar, zamanın bu denli çabuk geçeceğini, kaybolacağını düşünmüyorduk...
Işık hızıyla geldi ve aniden sönüp yok oldu o an/lar, ne yazık.
Beni onurlandıran böylesi kaliteli ve duyarlılık si mgesi yorumunuz için, çok teşekkür ederim, Üstadım.
Var olun, sağ olun her daim.
Saygım, ve selamımla çokça.