- 406 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
-İHTİLAF UYANDIRAN HADİSELERİN DEĞERLENDİRİLMESİ/AMA NASIL?-(4) /SON/
Evet, Müslüman Türk’ün, İslam dünyasının ve tüm bir insanlığın göz bebeği Ayasofya. Bin dokuz yüz otuz dört tarihinde müze statüsü verilmektedir bu kutlu esere. Kimi der Atatürk’ün imzası sahtedir, taklit edilmiştir. Kimi, olur mu canım öyle şey, Gazi haberdar olmasın, mümkün mü böylesi der. Bu en basmakalıp tartışma biçimi olur yıllar boyu. Elbette Atatürk’ün tasavvuruyla, tasarrufuyla tatbik edilmektedir. Anlamına varamadığımız bir hususta eveler geveleriz daima. Bazen vaziyeti idare etmeye, durumu kurtaracak bir izahat bulmaya ihtiyaç duyarız. Karşıt eleştiriler, sorgulamalar etkin bir hüviyete sahiptir çünkü. Öyle bir hal alır, söylediklerimize kendimiz dahi inanmayız. Bir gün daha devrilir, doğacak günse Allah kerim.
Neden peki? Niçin müze yapılır?
Söz gelimi, ünlü tarih araştırmacımız Murat Bardakçı’nın bir yazısında arz ettiği üzere Mustafa Kemal Paşa Ayasofya’yı müzeye çevirmeye 1923’te mi karar verir? Ya da, Prof. Zafer Toprak Hocanın dile getirdiği biçimde konuyu Atatürk’ün “hümanist bakışı ve uygarlık anlayışıyla mı” izah etmek gerekir? Ki özünde iki yazı da, argümanları farklılık arz etse dahi birbirini destekler nitelikte. Ne ki, daha farklı bir izahat dış politika kulvarına dönüktür. Şöyle ki, Lozan antlaşması ile çözülemeyen boğazlar sorunu ve Hatay meselesinin çözümünde Ortodoks dünyasını yanımıza almak, alabilmek amaçlanmaktadır bu yaklaşımlara göre. Tarihçi/yazar Tahsin Aydın ya da yine yakın tarihimize dönük incelemeleriyle dikkat çeken Teoman Alpaslan’ın konuyla ilgili yazısını okumakta mümkündür.
Atatürk’ün dünyaya, tarihe, politikaya herhangi bir inanç ya da ideolojinin standart parametreleri ile bakmadığı aşikârdır. Pratik sorunların yaşam pratiği içerisinde çözüme kavuşturulması vardır onun dünyasında. Dinler ya da doktrinler üzerinden kalıp yaklaşımlara itibar etmez açıkçası.
Bu çizgide ilerlemek suretiyle, konuyla alakalı türlü yazıların ağırlığını tartabilir, değerini ölçebiliriz açıkçası.
Sevgili Murat Bardakçı’nın yazısını alalım örneğin. “Atatürk, Ayasofya’yı ibadete kapatıp müzeye çevirmeye tâââ 1923’te karar vermişti!” başlıklı bir yazıdır bu. Yazıda Gazinin Milli Mücadeleyi müteakip Grace Ellison adlı bir İngiliz kadın gazeteciyle görüşmesine işaret edilmekte. Bardakçı’nın anlatımına göre konu Ellison’un “Ankara’da bir İngiliz Kadın” adlı eserinde geçmektedir. Hanım gazeteci Ankara’da görüştüğü Mustafa Kemal Paşaya “Hristiyan dünyasına karşı nasıl iyi bir jest yapabileceğini, meselâ daha önce Hristiyan mabedi olan Ayasofya’yı Hristiyanlığın kutsal lideri olan Papa’ya iade edip edemeyeceğini” sormaktadır.
Atatürk ise bu soruya “Ayasofya gerçi bizim İslami geleneğimizin bir parçasıdır. Hristiyanlar şayet tek bir kütle olsalardı bu mümkün olabilirdi ama Kilise o kadar çok bölünmüştür ki artık mümkün değildir. Böyle bir şey Ruslar’ın, Yunanlılar’ın ve Anglikanlar’ın Ayasofya için bizim toprağımızda birbirleri ile savaşa tutuşmalarına sebebiyet verir; neticede sizin barış için düşündüğünüz jest sonsuz bir arbedeye, bir mücadeleye sebebiyet verir. Bununla beraber Hristiyanlığı dünyanın gözünde onore edebilmek için gücümüzün yettiği çabayı göstermeye çalışacağız. Ayasofya’yı cami olarak muhafaza etmemiz Katolik Kilisesi’ni hakikaten incittiği takdirde orayı müze hâline getirebilir veya ebediyen kapatabiliriz. Hristiyan dünyasını kasten incittiğimizi hiç kimse söyleyememelidir” şeklinde bir yanıt vermektedir.
Bardakçı bu pasajdan hareketle Atatürk’ün zihninde konunun o tarihte netlik kazandığını vurguluyor ki, böyle bir söyleyiş dairesinde haklıdır da. Ne ki, metin birbirinden oldukça farklı iki hususa yer vermekte. İlk bölümde Mustafa Kemal’in Hristiyan dünyasının bölünmüşlüğüne işaret ettiği görülmektedir. Hani, İngiliz gazetecinin Hristiyan alemine jest isteğine hangi Hristiyanlık, hangi Hristiyan alemi formatında bir yanıttır bu. Tarihin muhtelif dönemlerinde görülebileceği üzere Katolik, Ortodoks bölünmüşlüğü ve husumeti karşımızdadır. Paşa da bu hususa işaret etmekte özde.
Peki devamında, ikinci kısımda “Bununla beraber” ibaresiyle başlayan bölüm. Orada da ünlü tarihçimizin yazısı boyunca hiç değinmediği, adeta konuyu ortada bıraktığı bir başka boyut var. Bu hanım gazeteciyle Gazi Paşanın görüşme yaptığı evre yazıda da belirtildiği üzere İstiklal harbimizin hemen akabindedir. Soralım öyleyse, hangi sürecin arifesi o günlerde? Lozan görüşmeleri, değil mi? Paşa hazretleri, bu Leydiyi hoşnut kılmak ya da Hristiyanları onore etmek için on bir yıl bekledi mi? Neden? 1923’de verilen esnek, açık uçlu bırakılan yanıt Lozan üzerinden batı dünyasına bir göz kırpmak makamında halbuki.
Diğer yandan Prof. Zafer Toprak aynı konuyu, Ayasofya’nın müze yapılması hususunu şöyle izah etmektedir:
“1930’lu yıllarda Cumhuriyet projesinin önemli bir boyutu Türkiye’nin yeni insanını inşa ederken onun geçmişle bağını güçlendirecek açılımlardan geçiyordu. Atatürk de Türkiye’nin tarihini, geçmişini bu topraklardaki bütün uygarlıkları da kapsayan bir derinlik içinde görüyordu. Bu bakış, Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşundan önce de Anadolu’da var olmuş bütün uygarlıkları, bu çerçevede Doğu Roma İmparatorluğu’nu da kapsayan bir bütünlük içeriyordu. O yıllarda arkeolojinin ve müzelerin önem kazanması çabaları hep bu bakış içinde değerlendirilmelidir. Müzeler bu bakışın önemli bir aracıydı. Ayasofya’nın müze yapılması kararı bu çerçevede görülmelidir.”
Sayın Toprak’ın Atatürk’ün dünya görüşü üzerine yaptığı tanımlama kuşkusuz gerçekçi ve doğrudur. Atatürk, Türk milliyetçiliği fikriyle insaniyetperverlik arasında hassas bir dengede durmaktadır, söylemleri ve yaklaşımları itibarıyla.
Ne var ki, bu analiz de eksiklik içermektedir kanımca.
Lozan antlaşmasının neticeye erdirilememiş, çözümü sonraya bırakılmış hususiyetleri bir gerçek olarak karşımızda durmuyor mu?
Ayasofya’nın müze yapıldığı dönemde neler olmakta peki? Balkan Paktının kurulması, ardından Montrö sözleşmesinin imzalanması ve boğazlar üzerindeki haklarımızı almamız ve devamında Hatay’ın ana vatana katılmasının sağlanması.
Bu konuyla ilişkili muhtelif yazarlara ait yazı ve değerlendirmeler var aslında. Söz gelimi, tarihçi/yazar Tahsin Aydın’ın Yeni Mesaj gazetesinin televizyon kanalında yaptığı değerlendirmede Ayasofya hamlesiyle Atatürk’ün boğazlar üzerindeki Türk egemenliğini sağlamış bulunduğuna işaret etmektedir.
Hadisenin özü şudur: Sovyet Rusya ile otuzlu yıllarda yapılan görüşmelerde Avrupa’da yükselen Mussolini ve Hitler Faşizminin boğazların güvenliği konusunda tehdit oluşturduğunu bildirmekteyiz.
Bu süreçte 24 Kasım 1934’de Bakanlar Kurulu Kararı alınarak Ayasofya müze yapılmaktadır. Gaye Boğazlar meselesinin çözümünde Ortodoks alemini yanımıza çekmektir. Konuyla ilgili olarak tarihsel incelemeleriyle de tanınan yazar Teoman Alpaslan “Ayasofya’nın Lozan, Osmanlı borçları ve Montrö ilişkisi” başlıklı bir yazısında;
“Milletler Cemiyeti’nin 17 Nisan 1935’de yapılan olağanüstü toplantısında “değişen dünya koşullarında Türk Boğazlarının silahsızlandırmasından dolayı Türkiye’nin güvenliği konusunda endişe duyulduğu, bu nedenle de Boğazların silahsızlandırılmaya ilişkin maddelerinin iptali" talep edildi. Ardından, "Eylül 1935’de yapılan Milletler Cemiyeti Güvenlik Konseyi toplantısında" da aynı talepte bulunduk.
Boğazlar Sözleşmesinin değiştirilmesi amacına ulaşmak için “Ayasofya konusunda verilen taviz” ve baskı diplomasisi Rusya ve şaşırtıcı bir şekilde Yunanistan üzerinde işe yaradı ve Sovyet Rus ve Yunanistan delegeleri “Türkiye’nin talebinin makul olduğunu” belirterek, Türkiye’yi desteklediler.” Demektedir.
Nihayet Montrö Sözleşmesinin imzalanmasını müteakip 19 Kasım 1936’da Ayasofya Mustafa Kemal Atatürk’ün emriyle tapuya Cami statüsünde kaydedilir.
Açılımı şöyledir:
"Vasfı: Türbe, Akaret, Muvakkithane ve Medreseyi Müştemil, AYASOFYA’YI KEBİR CAMİİ ŞERİFİ.
Sahibi: Ebulfetih Sultan Mehmet Vakfı"
Hani derim ki, Atatürk Ayasofya’yı itikat bağlamında bir olumsuzlukla ya da uygarlık tarihi vizyonuyla müzeye çevirtse idi, tapuya da müze kaydettiremez miydi? Dış politika ataklarında muazzam bir manevranın nişanesidir olay gerçekte.
-LT-
YORUMLAR
".........
Hani derim ki, Atatürk Ayasofya’yı itikat bağlamında bir olumsuzlukla ya da uygarlık tarihi vizyonuyla müzeye çevirtse idi, tapuya da müze kaydettiremez miydi? Dış politika ataklarında muazzam bir manevranın nişanesidir olay gerçekte."
İşte bu. Var ol sevgili dost.
Selam ve saygı bıraktım buraya.
levent taner
Katılım ve katkınız her dem değerli
Çalışmalarınızda başarılar dilerim
Selam ve saygılarımla.
Atatürk'ün derinlikli dehasını anlamayanlar, ancak kara propaganda yapmakta mahirdirler.
Süleyman ŞAH TÜRBESİNE sahip çıkmayanlar san ki Ayasofya'yı düşman istilasından kurtarmışız gibi seviniyorlar;))
işin bu hali çok komik geliyor bana.
Önemli olan TARİHİ eserleri koruyabilmektir. İster cami olsun isterse kilise
saygılarımla
levent taner
Özünü vermişsin mevzunun
Katılım ve katkınız her dem değerli
Çalışmalarınızda başarılar dilerim
Selam ve saygılarımla.