- 1608 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
İNCİNİN HİKÂYESİ
Dostlarım: İncinin oluşma hikâyesini bilir misiniz?..
Elbette bilirsiniz diye düşünüyorum bir inci nasıl oluşur?…
Peki İstiridyenin hikâyesini bilir misiniz?..
Bir inci uğruna neler çektiğini?..
O göz kamaştıran, sahip olmak için servetler ödenen muhteşem mücevher aslında değer biçilemeyecek bir şeydir. O diğer mücevherlere benzemez. Çünkü diğerleri taştır, cansızdır ve hiçbir zaman canlı olmamıştırlar.
Çoğu kez istiridyenin yüreğini almak ile incisini almak aynı şeydir. Ölür gider o sessiz maviliklerde, gözyaşları belli olmadan ağlayarak kaybettiği yürek yangınına. O hayatın kaynağı mavilikler, yaşam okyanusu mezarı olur onun. Ama kalbi ayrılığa dayanamayıp ölse de incisinin, yürek sancısının koruyucu kabuğu, onun yasını tutmak ve o bembeyaz ışıltının bir zamanlar onun içinden yayıldığını dünyaya haykırmak için zamana, o acımasız cellada kafa tutar elinden geldiğince tevazuu ile sessizce…
Varlık sebebi özünü kullanarak bir inci oluşturmaksa yüreğinde Yaradan’dan hediye bırak kor gibi yanarak ışıltısını versin sevgi denen inciye yok olma pahasına ve büyütsün onu yüreğinde çatlayana kadar.
Ve unutma ki ne her kum tanesi inci olabilmek adına seçilmiş olabilir nede her istiridye bu kadar sabırlı canından can katarak özünü varlığını ortaya koyarak…
Bilirsiniz. Nisan yağmurları yılana zehir, istiridyeye ise incidir…
Yağmurlar başladığında istiridye kıyıya çıkar. Ağzını açar ve beklemeye koyulur. Çünkü onun görevi eşref-i mahlûkat olan insanın uğruna canını bile vereceği kıyamette bir mücevhere *(1) dayelik yapmaktır. İtaat ise kulluk vazifesinin gereğidir.
Her yağmur tanesi bir melek eşliğinde yeryüzüne doğru rahmet tezahürü ile inerken damlalar istiridyenin yanındaki kuma düşer.
Kuma çarpan damlanın etkisiyle minicik bir kum tanesi istiridyenin içine girer.
O andan itibaren ızdırap ve sancı başlar. Öyle bir sancıdır ki bu istiridye kıvranır. Kıvrandıkça bir salgı salar. Her sancı bir salgı, her salgı kum zerresine bir sedef katman.
Hesap edin lütfen. İstiridye paha biçilmez o zarif netice için kaç kere o ızdırabı, sancıyı çekmiştir?..
Denilir ki tam yedi yıl inciye sedef olan sancı çekilir de çekilir.
Of demeden, ah demeden, şikâyet etmeden, “niye ben” demeden…
Zahmet olmayınca rahmet olmuyor belli ki. Ve belli ki istiridyenin ibadeti ızdırapsız olmuyor. Düşünsenize bir canlıdan başka bir canlıya onca sancıyı çekerek ve emek vererek sahip olduğu en değerlisini, sırf Allah istiyor diye veren kaç canlı vardır?..
Hülasa istiridye annedir, istiridye kuldur, istiridye samimiyettir, ihlastır.
Onu biz, kadınların tutkusu, güzelliklerine güzellik katan mücevher olarak görüyoruz. Her taş parçası gibi sanıyoruz. Oysa inci okyanusun derinliklerinde bir istiridye kabuğunun tam kalbinde, yıllar süren muhteşem bir çabayla büyüyor. Kum tanesi istiridyenin özleri ile birleşerek göz kamaştıran inciye dönüşüyor. Her istiridyede büyümüyor, sadece bazı istiridyelerin kalbine yerleşiyor ve hayat buluyor.
Izdırap aşk yolunda nimettir. Aşığın *(2) maşuğa sadakat testinde kahrı yudumlamaktır. Izdırap *(3) kurbiyet ve *(4) meşakkate sabırla, sonunda sevgiliye giden yolda *(5) akrebiyettir.
İnci gözden düşen yaş, dilden dökülen dua, kalpte dokunan sevdadır. Candır. Canandan vazgeçmemenin sırlı güzelliğidir. İnci yaşın, duanın ve sevdanın neticesi ve ödülüdür…
*(1) Dayelik yapılan inciyse o sancıya, o kahra, aşkın baharına giden yolda sedefin ağrısına değmez mi?..
Şimdi sabah sabah sizlere neden anlattım bu hikâyeyi?..
Ben dostlukları da inciyle istiridyenin hikâyesine benzetirim. Dostlar da okyanusun dibinde bir yerlerdedir. Az bulundukları ve çok değerli oldukları için bu kadar derinlerde saklıdırlar. Zamanla gelişip, olgunlaşırlar inci gibi. Eşsiz güzellikte bir mücevher değerini alırlar.
Ama onların diğer mücevherlerden bir farkı vardır. Nasıl ki inciyi sıradan bir taş olmaktan çıkaran istiridyenin kalbi ve canı ise, dostu da sıradan olmaktan çıkaran vefasıdır. Vefa istiridyenin kalbi misali dostları alır küçük bir kum tanesinden muhteşem bir inciye dönüştürür.
Okyanusun dibindeki inci misali gibidir gerçek dostluk…
İlahi bir lütuftur gerçek dostluklar. Her kalbe, her kula nasip olmaz.
Rabbim Okyanus yürekli dostluklar nasip etsin yüreklere…
Yaradan bu konuda da bana lütufkâr davrandı. Çok değerli dostlar verdi
Peki herkes herkesle dost olabilir mi?..
Şeyh Sadi’ye göre hayır. Kalıcı dostluklar ancak hemcinsler arasında mümkündür. O bu durumu şu vecizeyle formüle eder: “Kebuter bâ-kebuter bâz bâ-bâz” yani: Güvercin güvercinle dost olmalı, şahin de şahinle. Şahinle dost olmaya kalkan güvercinin vay haline!..
Peki dostluğun ölçüsü nedir?.. Sözler mi, davranışlar mı?..
Bazıları güzel fakat boş sözlerle dostluk iddiasında bulunurlar. Ama onun gereğini yerine getirme konusunda sonuç hüsrandır. Demek ki dostluk hizmet, feragat ve iyi niyet ister. Bunlar olmazsa olmazıdır dostluğun…
Hz. Mevlânâ da dostların uyumlu olmasının lüzumunu çeşitli benzetmelerle açıklıyor. Biri dar diğeri geniş iki ayakkabı birbirine çift olur mu? Hayır! Böyle ayakkabı insanı topal etmekten başka işe yaramaz. Keza nasıl ki biri boş diğeri dolu iki çuval bir devenin sırtında dengeli duramazsa farklı mizaç ve inanıştaki iki insan arasında da uyum olmaz. Bu tip dostluklar iki taraf için de hayır getirmez.
Peki ama daima iyiler iyilere, olgun insanlar olgunlara dost olursa, ham ve cahil insanları kim eğitecek?..
Mevlânâ zaman zaman bu konuyu da ele almış ve hakiki mürşitlerin böyle bir dostluktan zarar görmeyeceğini belirterek:
“Külhanın dumanından güneşin yüzü kararır mı hiç!.. Anka kargadan niye korksun!..” der. Böyle dostluk mürşide zarar vermez ama ham için bir rahmettir… “O çirkine ne mutlu ki arkadaşı güzel olur. Ölü ekmek bile cana yoldaş olunca dirilir de can kesilir. Kömür ateşin dostu olunca karalığı nurun içinde yok olur gider. Kendini Hak küpüne batıranlar da başka renklerden kurtulur, o tek renge boyanırlar.
Nitekim kendi rengini ateşin renginde yok eden demir, susar gibi görünse de hâl diliyle daima ateşlikten bahseder. Der ki: “Ben ateşim! Şayet bundan şüphen varsa beni elinle tutmayı bir dene! Hele bir yüzünü yakınlaştır, gör ki ateş miyim, değil miyim?..”
Arife tarif haddimi aşar. Anlayana ise müjdeler olsun…
Haydi dostlarım sevgi dolu, umut dolu hayatı sevin…___ Sevin, sevilin, hayat sevince güzel ve unutmayalım ki; ; atalarımızdan emanet aldığımız bu Vatanın sahipleri yalnızca bu Vatanı karşılıksız sevebilenlerin ve “Bastığı yerleri toprak diyerek geçmeyip tanıyanların” ve her adımında “altındaki binlerce kefensiz yatanı unutmayanlarındır”…
Bu gün ve de ömür takviminiz den düşecek olan her gün sağlık, bereket, sevgi ve huzur getirsin sizlere…
Mutlu ve umutlu, acısız, gözyaşsız günler dilerim. Gönül soframdan gönül sofranıza muhabbet olsun…
Hoş kalın, hoşça kalın, sevgiyle hep dostça kalın, bir yerlerde bir gün görüşmek ümidiyle…
#öskurşun#
Dip not açıklamalar:
*(1) Dayelik- Dadı, bakıcı.
*(2) Maşuğa- Erkek âşık, sevgili.
*(3) Kurbiyet- Kulun Yüce Allah’a yakın olması.
*(4) Meşakkat- Güçlük, sıkıntı, zorluk.
*(5) Akrebiyet- Yüce Allah’ın kula yakın olması
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.