- 386 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Tüm IŞIKLARI YAK!!!
3. Bölüm
Havanın kararmasına daha saatler vardı. Baş ağrısı geçmemişti ama çok fazla rahatsız etmiyordu. Yataktan kalktı ve banyoya bir göz atmak istedi. Bir banyoda olması gereken her şey vardı. Ortalık tertemizdi. Tekrar odaya döndü ve avangart koltuklardan birine oturdu. Kitabı için bir şeyler yazmak istiyordu. Aklında farklı bir hikâye vardı. Oysa şu an bu oda için bir şeyler yazması gerekirdi. Ne kadar yoğunlaşsa da odayla ilgili bir satır dahi yazı yazamadı. Aklını kurcalayan diğer hikâye için bir iki satır bir şeyler yazmaya başladı.
‘’Bir yaz akşamıydı ve hava ne kadar ısınabilirse o kadar sıcaktı. Eve varmam için yürümem gereken mesafe çok uzundu ve benim otobüse verebileceğim ne param ne de biletim vardı. Ayrıca çocuklar için… Yutkundu. Yolun tenhalaşan bir yerinde terk edilmiş bir benzinlik vardı. Uzun zaman önce kapanmıştı ve sahibi için üzülmüştüm. Bazen hayat size bir tercih şansı verebiliyordu. Sanırım ben bu tercihi o gün, beş kuruşsuz eve doğru giderken vermiştim. Çünkü doğruca yürüyüp o terk edilmiş benzinliğin yanından geçmek varken, henüz sökülmemiş benzin pompalarının olduğu tarafa doğru yönelmiştim. Yolumu değiştirmeme sebep olan şey ise…’’
Asaf Onat durdu ve aklında uzun uzadıya yazmak istediği hikâye için bir nesne düşündü. Kalemini ağzına götürdü ve kararını verdi. Hala 5 numaralı odadaydı ve paranormal bir şey olmamıştı. Sonra yazmaya devam etti.
‘’Yolumu değiştirmeme sebep olan şey bir parıltı olmuştu. Hızlı adımlarla ne olduğunu merak ederek yürüdüm. Parlayan nesne sadece bir bozuk paraydı. Bir not kağıdının üzerine özenle konulmuş gibiyi. ‘Şansımın içine edeyim.’ Diye söylendim ve paraya hızlı bir tekme savurdum. Madeni para sahibinin kovduğu vefalı bir köpek gibiydi. Benzin pompasından sekerek tekrar durduğu yere geldi. Not kâğıdı ise biraz hırpalanmıştı.’’
Asaf Onat, hikâyenin kahramanına bir isim düşünürken bir sigara yaktı. Sonra yüksek sesle ‘Nicole Beatrix olsun’ dedi. Asaf bu ismi beğenmişti. Kitaplarında ki karakterlere yabancı isimler koyardı.
‘’Yerdeki elli senti ve not kağıdını alıp almama arasında gidip geldim ve hiç paramın olmamasından daha iyi olacağını düşündüm. Parayı ve kâğıdı eğilip aldım. Elli sent bana biraz ağır gibi geldiyse de buna pek aldırış etmedim. Daha fazla paraya ihtiyacım vardı. Çocuklarının ihtiyacı için. Sabah çok çok erken kalkıp bir iş bulup para kazanmaya çalışacaktım. Başka yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Terk edilmiş benzinlikten hayattan yılmış olarak yürümeye devam ettim. Not kağıdında ‘Bugün senin şanslı günün ya da en şanssız günün. Kararı sen vereceksin.’ Yazıyordu. O gün bir şeylerin değişeceğini hiç bilemezdim.’’
Asaf yanan sigarası için bir küllük ve daha rahat yazabilmek için masayı kendisine doğru çekebilmek için kalktı. İşi bitince parmaklarını çıtlattı ve Nicole Beatrix’in hikâyesine yoğunlaştı.
‘’Yürümeye devam etmeliydim çünkü eve varmam için daha çok yürümem gereken yol vardı. Müthiş derecede terlemiş ve susamıştım. Elli sentimle su almam imkansızdı. Öylece yürümem gerekliydi. Yanımdan geçen arabalara ve kaldırımda yürüyen insanlara özenerek yürüdüm. En azından su alabilmek için paraları vardı. Cebimde bulunan elli sent ağır bir şey varmış gibi ağır deliyordu. İstemsizce parayı kontrol etmek için elimi cebime soktum. Para ya gerçekten her dakika ağırlaşıyordu ya da yorgun bedenim elli senti bile yük olarak görüyordu.’’
Asaf Onat hikâyenin devamı için yazmaya ara verdi. Gözlerini kapattı ve koltuğa gömüldü. Günün yorgunluğu, şekere bulanmış mutfak tezgahına dadanan karıncalar gibi bedenine yayılmıştı. Gözlerini ovuşturdu ve elli sentin ya da Nicole Beatrix’in hikâyesine devam etti.
‘’Elimi cebimden çıkardığımda gözlerime inanamadım. Çünkü cebimde taşıdığım elli sent artık yoktu ve onun yerinde beyaz renkli pokerde ya da rulet oyunlarında kullanıldığını düşündüğüm bir pul vardı. Amerikan Rüyası fikri işte o gün beş kuruşsuzken aklımda belirdi. Bu pulu değerlendirmeliydim. Açık araziden geçip Mississippi’nin kıyı kesimine gitmek üzere çevre yoluna doğru yöneldim. Planım otostopla çevre yolunu kullanarak Hwy 90’a kadar gitmekti. Şanslı günüm ya da şanslı olduğuna inandığım günüm Gulf Coast Casinoya gelmemle üst seviyelere çıktı. Çünkü üzerimdekilerle, içeri girmem imkânsız olmasına rağmen kapıdaki görevli ‘Giyim konusunda bir kısıtlama yok.’ Diyerek içeri girmem konusunda sorun çıkarmadı. Hızlıca rulet masasını aradım. Kurpiyerin bahisleri bitirmesini bekledim. Yeni bahisler açılınca ‘Kırmızı 25’ diyerek elimdeki pulu ittirdim. Top kaygan zeminde dönen bir çark gibi sonsuza kadar dönecek diye düşündüm. Rulet masasının başında zamanı iğnelenmiş gibi beklerken hayatımın en şanslı anını yaşadım. ‘Kırmızı 25’ kazandı. Tam 36 kat. Sevinçten ölebilirdim. Sakin kalmaya çalıştım. Ayaktaydım ve şansımı gören diğer insanların tebriklerini kabul ettim. Bir oyunluk bekleyip tekrar şansımı deneyecektim. Çok yorgundum ve ayaklarım gerçekten çok ağrıyordu.’’
Sigarasını küllüğe basan Asaf Onat, derin bir şekilde esnedi. Oturduğu koltuk onu sardıkça sarıyor gibiydi. Uykusuna yenik düşmemek için elinden gelen her şeyi deniyordu. Çünkü yazdığı hikâye için güzel bir son düşünüyordu. Bir sigara daha yaktı ve Nicole Beatrix’in hikâyesini yazmaya devam etti.
‘’Sol ayak baş parmağımda bir tuhaflık var gibiydi. Yorgunluğuma vererek ara verdiğim oyuna devam ettim. 36 kat değerlenen çiplerimi tek sayıya oynamayı istiyordum. Bu gece her şeyi göze almıştım. İçimden sadece renk ve sayı söylemek geçiyordu. Öylece ağzımdan ‘Kırmızı 5’ çıkı vermişti. Rulet çarkının sesi, heyecanlı bağrışmalar arasında ‘Kırmızı 5’ gelmişti. Toplamda 1296 dolar değerinde çipim olmuştu. Bu para benim için iyi bir miktardı ama içimde alevlenen kazanma isteğini söndürmem imkansızdı. Bir bardak su isteyerek (Çünkü Gulf Coast Casinoya gelene kadar da su içmemiştim) oynamaya devam edecektim. İlk kuralım bir oyun oynayıp bir el beklemekti. Yeni oyunun bitmesini bekledim. Ayağımdaki kaşıntı sol ayak baş parmağımdan hemen soldaki parmağa geçmişti. Nezih ortam ve ayakkabılarımın durumu aklıma gelince ayağımı kaşıma isteğimden vazgeçtim. Oyun için bahisler açılınca tekrar 36 dolar değerinde ki çipi kırmızı 15’e oynadım. Top tekrar döndü, döndü, döndü ve kırmızı 15’te durdu. Arkamda biriken kalabalıktan sevinç çığlıkları artarak gelmeye başlamıştı. 1296 dolar daha kazanmamın sevincini herkes doyasıya kutluyordu. Tabi sol ayağımdaki kaşıntı her defasında diğer parmaklarıma sıçrayarak devam ediyordu. Bu şekilde tam beş oyun oynayıp toplamda 6480 dolar kazanmıştım. Tüm bu oyunlarda 50 sente dönüşen çipimi asla oyuna sokmadım. O benim şanslı çipimdi. Fazla dikkat çekmiştim. Oranın güvenlik görevlisi olduklarını düşündüğüm iri yapılı siyahi adamların gelmesiyle kendime ‘Artık yeter.’ Dedim. Uzun zamandır ayaktaydım. Çiplerimi, şans çipim hariç, nakite dönüştürmek için yürümek istediğimde sendeleyerek yere yığıldım. Yere düşmemin sebebinin yorgunluk olmadığını hissetmiştim. Telaşla ve topallayarak insanların arasından geçerek tuvaletin yolunu bulmaya çalıştım. Tuvalete girdim ve vakit kaybetmeden ayakkabımı çıkardım. Bir terslik olduğunu anlamam için ayağımın ayakkabıdan çıkması yetmişti. Çorabımı çıkarmama bile gerek kalmamıştı. Çok korkmuştum ama iş işten geçmişti. Şans getiren çip (50 sent) hiçte şans getirmemişti. Çünkü çorabımın uç kısmı sarkmıştı. Ayak parmaklarım yoktu. Sol ayak parmaklarım artık yerinde değildi. Kalp atışlarımı bastırmam ve sakinleşmem çok uzun sürdü. 6480 dolarım varı ama beş ayak parmağım artık yerinde değildi. Aklıma not kağıdına yazılmış olan sözler geldi ‘Bugün senin şanslı günün ya da en şanssız günün. Kararı sen vereceksin.’ Sanırım o gün benim en şanslı olduğum şanssız günümdü.’’
Asaf artık gerçekten uykuya yenik düşmek üzereydi. Hikâye için iyi bir giriş yapmış olmanın tatmini vardı. Nicole Beatrix’in hikâyesini besleyecek ve daha ilginç bir hale sokacaktı. Koltuğa gömüldükçe gömüldü. Uyku bedeninin her yanına yayıldı ve öylece uyuya kaldı.
Uyandığında hava kararmıştı. Fakat ters giden bir şeyler vardı. Hala uykusu vardı. Narkozdan yeni çıkmış gibi. Ayrıca bedenini hareket ettiremiyordu. Benliğinin kontrolü onda değildi. Hatırladığı tek şey tüm ışıkları yakmak olmuştu. Işıksız kalırsa 5 numaralı odanın lanetinin, hayaletinin, cinlerinin (ya da adına her ne denilecekse) ona zarar vereceğini en derinden hissedebiliyordu. O odada ki güç bunu hissettiriyordu. Elinde silah bulunan bir katilin size yapacağı şeyi önceden kestirebilmek gibiydi.
Uyku tekrar bedenini sardı. Zaman, kendi benliğini arayan bir seyyah gibi ilerlemeye devam etti.
Uyuya kaldığı koltukta aynı pozisyonda olan bedeni huzursuzluk hissettirmeye başladı. Beyni artık bir şeylerin ters gittiğini algılamış olacak ki bir anda uyan butonuna basıldı. Gözleri karanlıktan bir şey seçemiyor, bedeni hareket edemiyordu. Sıkıca sarılmış bir paketin çerisinde gibi hissediyordu. Oturduğu koltuğun içerisine gömülmüş gibiydi. Telaşla ellerini ve bacaklarını oynatmaya çalıştı. Yapamıyordu. Derin bir huzursuzluk tüm benliğini kapladı. Dar ve kapalı bir yerde kalmış gibi nefesinin daraldığını hissediyordu. Tüm gücünü kullanarak hareket etmeyi tekrar denedi. Yapamadı. Terlemeye başlamıştı. Başı çatlayacak gibi ağrıyordu ama şu an bedenini hareket ettirememenin verdiği huzursuzluk daha rahatsız ediciydi.
Uyukladığı koltuğa hapsolduğuna hükmetmesi biraz zaman aldı. Ellerini göğsüne doğru çekmeyi denedi. Koltuğun kol koyulan kısmına hapsolan ellerini ve kollarını hareket ettiremedi. Sadece parmak uçları oynuyordu. Parmaklarını oynatarak biraz olsun yer aça bildi. Sonra ellerini yumruk yapabilecek kadar yer açabildi. Bileklerini hareket ettirmesi bu sayede gerçekleşti. Bileklerini zorlayarak kolları için de hareket alanı açmayı başardı. Çok zorlandı ama bunu başardı. Ya da koltuk buna müsaade etmişti. Bunu düşünecek halde değildi. Sonra kollarını göğsünde birleştirecek kadar alan yaratabildi. Ellerini koltuğun, bel ve oturma kısmının kesiştiğini tahmin etiği noktaya doğru ittirmeye başladı. Parmakları ve bilekleri laktik asitin birikmesinden dolayı alev alev yanıyordu. Koltuğun içerisinden çıkmak için parmaklarını bir matkap gibi kullanmaya başladı. Ellerinin tuhaf bir şeyi hissettiğini fark etti. Çürümüş ve kokuşmuş bir deri gibi yumuşaktı. Parmaklarını kullanarak bir delik açmayı denemeye devam etti. Her geçen saniye nefes almakta zorlanıyordu. Parmakları bu iğrenç dokuyu delmeye çalıştıkça daha çok nefes alma gereği hissediyordu. Midesi bu iğrenç doku nedeniyle ağzına gelmişti. Sıcaklık, terleme ve bu kusma nöbetinin üstüne bir de kusarsa boğularak öleceğini biliyordu. Nefesi artık hırıltılı çıkmaya başlamıştı. Mide bulantısını bastırmak için nefesini tutmayı deniyordu. Fazlasıyla havasız kalmasına rağmen bunu yapmaya mecburdu. Ne yaparsa yapsın midesi bulanmaya devam etti. Kusmuğunun akabileceği bir alan yoktu. Bu şekilde boğularak öleceğini hissettiği için ağlamaya başladı. Ağlamak işini daha da zorlaştırdı. Daha fazla ve hızlı nefes aması midesinin kasılmasına sebep oldu. Artık dayanacak gücü kalmamıştı. Öğürtüler içerisinde kusmaya başladı. Fakat kusmuğun gidecek hiçbir yeri yoktu. Basınçla ağzından çıkan, gün içerisinde yediği şeyler tekrar ağzına, ve burnuna dolmaya başladı. 5 numaralı odaya girdiği için çok pişmandı. Bunu asla denememeliydim diye düşündü. Burnundan dolan kendi yedikleri genzinin yanmasına ve nefes almasına artık tamamen engel olmuştu. Az sonra hareketsiz olarak, sıcak olan bu daracık yerde, koltuğun içerisinde nefessiz olarak öleceğini düşündü. Neyse ki parmakları sonunda bir delik açmayı başardı. Odayı göremese de içeriye ay ışığından kalan ışığın doluştuğunu görebiliyordu. Tüm gücüyle derimsi şeyi yırtmaya başladı. Nefes alamadığı için kalbi deliler gibi atmaya başlamıştı. Göğüs kısmında yer alan kolları için hareket alanı açılmaya başlamıştı. Parmaklarıyla deldiği yerden temiz ve serin havanın içeriye girmesini umdu ama öyle olmadı. Hava yoktu. Sonra kulağına bir korku filmindeymiş gibi rüzgâr sesi gelmeye başladı. Tam da yetimhane müdürünün dediği gibiydi ‘5 Numaralı Odada rüzgâr sesini duyarsınız ama hissedemezsiniz.’
Sıcaklık arttıkça artıyordu. Son bir gayretle koltuğun içerisinden kollarını çıkardı. Deli gibi her tarafı tırmalamaya ve yırtmaya başladı. Uzun ve nefessiz bir mücadelenin ardından koltuğun içerisinden önce başını daha sonra da bedeninin sırılsıklam olmuş kalan kısmını dışarıya attı.
Odanın bayat havasını, boğulmaktan son anda kurtulmuş biri gibi derin derin çekmeye başladı. Kendini biraz toparlayınca direk o lanetli odadan çıkmaya karar verdi anahtarı cebinden çıkardı ve 5 numaralı odanın kapısını açtı. Gördüğü manzara onda şok etkisi yaratmış olacak ki kapının önünde kala kaldı. Başını kapıdan, yetimhanenin koridoruna doğru uzattı. Ortada ne yetimhane vardı ne de koridoru. Bilinmezliğin kapısını açmış gibiydi. Koyu bir karanlık ve yıldız olduğunu düşündüğü bir boşluk, eşiğin hemen öte tarafında duruyordu. Başını içeri soktu çünkü kapının bilinmezliğe bakan kısmında nefes alamıyordu. Kapıyı kapatmayı düşündü ama gördüğü manzara NASA’nın uzay teleskoplarından biri tarafından çekilmiş gibiydi. Öylece büyülenmiş gibi kapının oda tarafında durarak deveranı izledi. Galaksiler ve daha nice şeyler orada öylece herkesten habersiz duruyordu.
Kapıyı her şeye rağmen kapattı ve 5 numaralı odanın zeminine sırtını kapıya dayayarak oturdu. Yaşadığı şeyler beyninin bir oyunu değildi. Odanın gücünü hissedebiliyordu. Çocukken de bu odada kalmıştı ve odanın gücünü hissetmişti ama durum bu defa çok farklıydı. Oda çok güçlüydü.
Asaf Onat, sonunda kendi kendisine itiraf etmeyi başardı. Bu odaya gelişinde ne yaşayacağı şeyleri kitap olarak yazmak vardı ne de başka bir şey. Asaf oraya çocukken yaşadığı korkunun rövanşını almaya, hissettiği korkunun kaynağına meydan okumaya gelmişti. Korkutucu yerlerde kalmanın, hayaletlere, perilere meydan okuduğu ve kazandığı deneyimlerinden güç alarak kendisini bu hesaplaşmaya hazır hissettiği için gelmişti. Çocukken korkuyla irkildiği, altını ıslatmasına yetecek kadar korku veren 5 numaralı oda gün be gün güçlenmişti. Ona meydan okuyanları ve orada mecburen kalanları hissedebiliyordu. Bankacının oğlu, Andre Elytis da öyle yapmamış mıydı? Meydan okumuştu. Hiç kimsenin ölemeyeceği bir vahşetle ölmüştü. Kim bilir ruhu hala oradaydı ve ceza çekmeye devam ediyordu.
Odadan çıkmanın bir yolunu bulamazsa Andre Elytis gibi kendi kendini yiyerek ölebileceğini düşündü. Etrafına bakınmaya ve bir mucize aramaya koyuldu. Oysa onun dünya görüşünde sadece bilim vardı.
Biraz daha sakinleşince etrafı kontrol ederek başka bir çıkış yolu bulmaya koyuldu. Koltuk eski halindeydi. Her şey olması gereken yerdeydi. Odada bulunan her şey pastel boya tonundaydı. Yaşadığı bu derin olayı yine mantık çerçevesinde düşünmeye başladı. Sakin ve yavaş nefesler almaya başladı. Doğru şekilde nefes alabilirse düşüncelerini berraklaştırabileceğini biliyordu.
Bir düş gördüğünü varsaydı. Karabasan gibi bir şeydi yaşamıştı. Karabasan görünce insan zaten hareket edemediğini hissederdi. Telaşla rüyadan uyanırdı. Oda kapısını açtığında gördüğü manzarayı ise bir çeşit illüzyona benzetti. Korkuya kapılmıştı ve panik halinde kapıyı açmıştı.
Sakinliğini korumak, nefesini kontrol altında tutmaya devam edebilmek için pencereye yöneldi. Orman havasının iyi geleceğini düşündü. Biraz soluklanmak için camı açtı. Birkaç dakika ağaçları izledi. Pastel boya tabloya bakıyor gibi renklerin soluk geldiğini görüyordu. Ceketinin cebine koyduğu sigara paketinden bir tane çıkarıp yaktı. Şimdi kendisini daha iyi hissetmeye başlamıştı.
Sigarasının sonlarına gelmişti. Pencerenin önündeki beton kısma sigarasını söndürdü. Kalan kısmı aşağı atmak üzereydi ki ormanda kendisini gördü. Delirdiğini düşündü. Artık gerçekten iş çığırından çıkmaya başlamıştı. Kalbi hızlı hızlı atmaya başlamıştı. Oda, her geçen dakika onu etkisi altına alıyordu. Gözlerini açıp kapattı. Gördüğü kişinin kendisi olamayacağını düşündü. Fakat gerçek hiç öyle değildi. Ormanda telaşla bir şeyler anlatmak isteyen yaratık. (Bu ancak yaratık olabilirdi, çünkü kendisi bu odadaydı ve orada duran bire bir kendisi gibi olsa da o değildi.) Giysileri her şeyi benziyordu. Ağacın yanında durmuş son derece heyecanlı bir şeyler söylüyordu. Kafasını camdan olabildiğince dışarı uzattı. Uzaktan kendisinin sesini duyuyordu. Anlam veremediği bir dilde konuşuyordu.
Ormanlık arazideki kendisi, yetimhaneye, Asaf Onat’ın bulunduğu pencereye doğru koşmaya başladı. Hemen aşağıda yetimhanenin arka bahçesinde durdu. Nefes nefeseydi. Yine telaşla oradan kaçmasını işaret eden hareketler yaptı. Anlamadığı bir dilde konuşuyordu. ‘Çak, çaaaak, çak.’ Diye tekrarlayıp duruyordu. Aşağıya bakarak, kendisine ‘Seni anlayamıyorum.’ Dedi. Şu an zaten bir şeyi anlayabilecek bir halde değildi. Ama mantığını kullandı. Aşağıdaki kendisi ona ‘kaç, kaç’ diye bağırıyor olabilirdi. Çünkü elini havaya kaldırıp sürekli bir yöne doğru hareket ettiriyordu. Sonunda aşağıdaki kendisinin kaçmasını istediğine hükmetti.
Pencereden, telaşla yukarıdaki kendisine yardım etmeye çalışan yansımasına bakmaya devam etti. 5 numaralı odanın kapısını açıp kaçmayı ve bu lanet yerden kurtulmayı düşündü. Asaf Onat bunları düşünürken aşağıda silüeti olmayan bir karaltı belirdi. Elinde keskin bir cisim vardı. Fakat bu nesne kılıç ya da bıçak değildi. Vücudundan toplanıp şekil almıştı. Bu defa kendisi aşağıdaki kendisine kaçmasını haykırmaya başladı ama bir türlü iletişim kuramadı. Aşağıdaki kendisi onu anlayamadan silüetsiz varlık onu param parça etti. Ağaçlara, otlara kanlar sıçramıştı. Her taraf kan olmuştu. Asaf korkudan camı kapattı ve içeriye girdi. Kalp atışlarını kulağında hissediyordu. Tekrar koşarak kapıya doğru gitti. Kapı zorluk çıkarmadan açıldı. Fakat, gördüğü manzara karşısında düşüp bayılabilirdi. Yetimhanenin arka bahçesinde biçilmiş, parçalanmış olan kendisine benzeyen kişinin bedenini yetimhanenin koridoruna saçılmış olarak göründü. Yeni cilalanmış parke zemindeki kan ve parçalanmış cesedin görüntüsü dehşet vericiydi.
Müthiş bir çığlık attı. Artık iradesi elinde değildi. Benliğini kaybetmişti. Bağırmaya ve çığlıklar atmaya devam etti. Yalvarıyordu. Gözlerinden akan yaşlara hâkim olamıyordu. Tam o esnada hava tamamen karardı ve ortalık karanlığa gömüldü. Delirmenin eşiğinden atlamak üzereydi. Elleri korkudan titriyor, bacakları gitmek istediği yöne gidemiyordu. Aklını kontrol etme yeteneği şu an için yoktu. Gözlerini sonuna kadar açık, parçalanmış bedenine dehşetle ve acıyla bakıyordu. Sonra eliyle kapıyı itti. Bunu nasıl yaptığını anlayamadı. Çünkü bedeninin iradesi şu an onda kesinlikle değildi. O korkunç parçalanmış ceset görüntüsü 5 numaralı odanın dışında kalınca. Nefes almakta zorlandığını fark etti. Derin derin nefesler almaya çalıştı. Kendini toparlaması, bacaklarını kontrol edebilir hale gelmesi çok uzun sürdü. Karanlıkta öylece bekledi. Ellerini kontrol edebildiğinde lambayı açmaya çalıştı. Çalışmıyordu. Yanında getirdiği ve odaya girerken kontrol ettiği el fenerini aldı. Çevirmeye başladı. Işık yaymaya başlayınca daha da sakinleşti. ‘Işıksız kalmamalıyım.’ Diye düşündü. Çünkü, oda karanlıktan güç alıyordu.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.