MELEĞİM, (1)
Meleğim, (1)
Ne yazacağımı bilemiyorum şu an. Yüreğimde titreme var. Kelimeler dudaklarımda düğümleniyor; hecelemekte bile zorlanıyorum. Nutkum tutuldu sanki! Tenime kış mevsimi gelip yapıştı. Her yanımdan terler akması gerekirken tir tir titriyorum Temmuz’un en acımasız sıcaklığında. Şu satırları yazarken bile parmaklarım tuşlara zorlukla vuruyor! Bir hâl var bende ama o ilahi sırrı henüz çözemedim! ’’Hayırdır!’’ diyerek hayra yorayım halimi.
Biliyor musun; ilk tv dizilerinden Reşat Nuri Güntekin üstadımızın Çalı Kuşu adlı romanından uyarlanan ilk Tv. dizisi vardı, hatırladın mı? O diziyi çok severek izlerdim ve yaşım çok gençti o zamanlar. Romanda bir aşk hikayesi vardı. Yaşlı bir adam genç bir bayana aşık olmuştu. Nur yüzlü kızı çılgınca seviyor ama bir türlü açılamıyordu. Onu her gördüğünde yüreğinden ve gözlerinden bahar çiçekleri açıyor; adeta onda hayat buluyordu. Ona yakın olabilmek için ne lisanlar, şiirler parçalıyor, gözlerinin içinde adeta kayboluyordu. Kara sevda derecesinde tutkundu ona. Kızardım ihtiyara çılgınca sevdiği kızdan kat be kat yaşlı olduğu için. Aradan bir kaç yıl geçtikten sonra usta sinema ve tiyatro oyuncumuz rahmetli Halit Akçatepe’nin kendisinden oldukça genç bir kızla evlendiğini gazetelerden okumuştum. O zaman kendi kendime dedim; ’’ Aşkın ve sevginin yaşı yokmuş’’ diye. Ve rahmetli oluncaya kadar iyi bir aile olmuştu Halit abimiz ve eşi. Bu da nereden geldi aklıma gecenin bu geç saatlerinde? Kahvesizlik , çaysızlık kafama vurdu galiba?
Bende yaşlandıkça boş hayaller kurmaya mı başladım son zamanlarda ne?. Sence bunamış olabilir miyim? Kusuruma bakma olur mu meleğim? Neden icap etti gecenin geç saatlerinde, anlamadım! Sana olan derin sevgimden olsa gerek bunları yazma gereği duydum her halde? Ya da; gözümde seni her saniye canlandırmamdan da kaynaklanabilir. Benimkisi delice sevda işte! Sen sevgini bana göstermesen de... İkimiz arasındaki büyük yaş farkımızın olmasına karşı kimler neler diyeceğini bilsem de umurumda olmayacak! Kimlerin hakkımızda ne diyedeğini bilirim. Yüzüme demeselerde, arkamdan ’’çıldırmış, bunamış bu adam!’’ derlerdi kesin. Seninde çevren dedikoduda geri kalmaz; onlara aşk ve sevdanın kutsallığını anlatamaz, karşılarında olduğunda boynun bükük, başın önde Karadeniz kızı mahcupluğunda sessiz kalırdın. Zordur aşkı anlamayanlara anlatmak! Hele sizin oralarda çok daha zordur. Her gün susar, sıkıntını içine gömerdin! Vatan haini gibi ikimizde el içinde rahat dolaşamazdık! Bizde birleşmeyiz uzaktan uzaktan gizlice mektuplaşırdık. Koca bir ömrü böylece feda eder giderdik. Artık sen benim gizli ahiretliğim olurdun. Mesela dedim yani!
Fakat en derin bir sevgi yüreğe gelip oturduğunda yaşın pek de önemi olmuyor meleğim. En nihayetinde samimi bir sevgidir. Her iki taraf da mutlu ise; başkalarının eleştirilerinin hükmü yoktur. Kıskanan kıskansın, karşı gelen gelsin. İki yüreğin ateşini kimse söndüremez! Her iki kalbin aşka kulaç açması önemlidir, gerisi teferruattır değil mi?
Ammaaann; boş ver!
Memlekette böyle durumlar aklıma düşünce yazıverdim. Kırılma bana olur mu canımın içi? Ben seni sevmişim, senin sevgin bana bir ömür dolu dolu yeter. Sana; nur endamım can özüm demişim. Şiirler yazmışım, her dinlediğim şarkıda varsın... Güneş ve Ay gibisin yalnızlığımı aydınlatan, ruhumu diri tutan! Sen gözlerimde yıldızımsın, yolumu aydınlatan kutlu ışığım, masmavi atlasında kulaç attığım denizimsin! Dört mevsimi içine sığdırdığım baharımsın bin bir çiçek gibi kokan. Akşehir’in bahçelerinde açan mavi gülüm, Sultan dağlarında esen meltemim, şehrimin sokaklarında gezen prensesimsin sen!..
Bu bayramda beraber olamadım seninle meleğim. Kaç kez ’’geleceğim’’ dememe rağmen nasip olmadı kavuşmamız. Bir de sırtımı dayadığım ulu çınarım babamın aniden hastalanışı da beni oldukça yıprattı. Anlayacağın bayramı babamla birlikte hastahanede geçirdik. Ben ona, o bana baktı bayram burukluğu ile. Anam da evde bizim yolumuzu gözledi yapayalnız. İşte bazen hayat bize adaletsiz davranabiliyor, acımasız, katı olabiliyor. Sen hep dersin ya; ’’ dünya adaleti bizden uzak!’’ Hakkaten öyleymiş, yaşayınca gördük biz de. Ne yapalım, kader diyerek sinemize çektik! Kader ağını bazen hastahane, bazen de hapishane veya gurbet köşelerinde örüyor. Sana belki tuhaf gelebilir ama inan hastahane odasında da mutlu olmayı başardık. Nasıl mı? Bize getirdikleri yemekleri yiyor ama ekmekleri yemiyor, biriktiriyordum. Tek pencereli odamızın penceresini açarak ekmekleri pinçik pincik yapıyor, pencere kenarına koyuyordum. Çok geçmeden serçeler, sığırcıklar gelerek yiyorlardı. Ben ve babam onların cilveleşerek karınlarını doyurmaları bizi çok mutlu ediyordu. Küçük kaseye de su koyuyordum. Sularını da içtikten sonra ötüşerek bize ’’elveda’’ çekerek gidiyorlardı. Sonra o küçük pencereden buğday tarlalarının altın başakları hafif rüzgarda gelin gibi salınışları, meyve ve sebze bahçelerinin muhteşem görüntüleri bayram hüznümüzü alıp götürüyordu. Bazen de odamıza gelen çok genç hemşirelerle kısa sohbetlerimiz bile bize hayat veriyordu.
Biliyor musun, bir hemşire kız tıpkı sana benziyordu. O narin gülüşleri seni getirip gözlerimin önüne koydu. Çok çalışkan kızdı. Sordum memleketini. Nevşehir’liymiş. Adı da pek güzeldi: Betül! Kendi şiir kitabımı yanımda getirmiştim yazdıklarımı yeniden yaşayayım diye. Edebiyatla arasının olup olmadığını sordum. ’’ Biraz’’ deyince çok sevindim ve hemen ardından şiir, öykü ve romanlarla arasının nasıl olduğunu da sordum. ’’İyi’’ deyince; ’’Bak bu benim ilk şiir kitabım. Serbest şiir yazarım ben. Bana göre daha özgürce. Canın sıkılınca açıp okursun. Sana bayram hediyem olsun’’ dedim. Odasına giderek kalem getirdi. İmzalayarak ona armağan ettim. Çok mutlu oldu. Sana da söz vermiştim kitabımı imzalamayı ama ’’ah!’’ o zalim dağlar geçit vermedi bana! İnşallah bir gün sana da diğer kitaplarımla birlikte imzalarım. Senle olan hatıraları da kaleme aldım, haberin ola bir tanem!..
Devam edecek...
Zafer Direniş
...
Mutlu olmak bizimde hakkımız değil mi?