- 273 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SAMANLIĞA DA MI ACIMADIN GANERE
SAMANLIĞADA MI ACIMADIN GANERE
Hasan Usta sipariş aldığı sobanın ayaklarını yerlerine monte ederken bir yandan da heveslerinin kursağında kaldığı şimdi çok eskilerde kalan mazisini yine her zamanki gibi üzülerek, hatta gözlerinden dökülenlerin farkında olmadan düşünmeden edemiyordu.
Akranlarına nazaran okulunun en başarılı öğrencilerinden birisiydi. Onun amacı Öğretmen Habip Arıöz’ün yaptırdığı okuldan kendisinden öncekiler gibi bir an evvel mezun olup Ankara Hasan oğlan ya da Kayseri Pazarören öğretmen okullarından birisine kayıt yaptırmaktı.
Habip Arıöz İstanbul’da tahsilini yaparken zamanın padişahına karşı gelenlerin yardımıyla ‘sırf onların çıkarmış olduğu gazeteyi dağıtma pahasına’ okutulduğunun farkında değildi. Tutuklamaların başladığında durumu kavradığı anda kendisi gibilerle beraber gizlice Bulgaristan’a kaçarak canını kurtarmasını bildi.
Padişahlığın kaldırılmasından ve Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde yurdun düşmanlardan temizlenmesinden sonra Anadolu’ya tekrar dönüş yaptı. Anadolu’nun birkaç beldesinde öğretmen olarak görev yaptıktan sonra köyüne döndü.
Köylü harpten yeni çıkmış yorgun ve fakirdi. Harbe gidenlerin çoğu geri dönmemiş, bu yüzden köyde dört yaşlıdan başka işe yarar erkek kalmamış, virane evlerden dul kadınlar ve çocukların sesinden başka ses duyulmaz olmuştu.
“Bu böyle olmamalı, hiç olmazsa çocukların istikballeri bari kurtulmalı” diye düşünen Habip Arıöz kolları sıvayarak işe koyuldu. Çok az devlet desteği ve köylülerin yardımıyla bin bir zorluklarla masrafların çoğunu cebinden karşılayarak birkaç yıl sonra köye okulu yaptırmış oldu. Gel gör ki köylülere sözü geçen Habip Arıöz’ü sevmeyen birisinin teşvikiyle “çocuklarınız okumaya giderse çiftin ucundan kim tutacak” bahaneleri öne sürülerek okulu köyden bir deliye birkaç kez yaktırdılar.
Bu ve bu gibi nahoş olaylar Habip Hocayı yıldırmadı, zarar gören okulu cebinden tamir ettirdi, yetmeyen parasına da maşını kefil gösterdi. 1958 yılında ölünceye kadar bu para maaşından kesildi.
Habip Arıöz mezun olan öğrencilerin ailelerinin kapılarını tek tek yoklayarak onların bu ziraat mekteplerine kayıtlarını yaptırmaları için çok ısrarcı oldu. Birçok baba razı olmasa da Hoca karalıydı.
Vakti gelince Hasan’da okuldan mezun olmuş, Habip Hoca’nın kendisini gelip babasından istemesini bekliyordu. Nihayet o beklediği an geldi, Habip Hoca her ne kadar ısrar etse de babası bir türlü Hasan’ın okula kaydının yapılmasına razı olmuyordu. Bu geliş gidişler devam etse babası hiç oralı değildi. En sonunda Habip Hoca; “ne haltın varsa gör be aksi adam” diyerek öfkeyle evden ayrıldı.
Hasan’ın ağlayıp sızlaması fayda etmiyordu, babası dersini tam almış “evladımı kaybederim” korkusuyla hiç oğlundan yana tavır almıyordu. Habip Hocayı sevmeyen adam “güya okuldan mezun olacakların kılıçtan geçirilip öldürüleceği” yalanını ortaya atmış, çoğu cahil kişilerde buna inanmışlardı.
Küçük Hasan’ı okuyup öğretmen olma hevesi ve onun vermiş olduğu hırsı rahat bırakmıyordu. Yavan soğan azzığına bir şeyler koyduktan sonra o çocuk haline bakmadan şafak vakti kalktığı gibi evden kimseye belli etmeden hızlıca dağdan şehrin yolunu yaya olarak tuttu. Şehre geldiğinde daireler henüz açılmamıştı, sorup soruşturarak o zamanki adı maarif müdürlüğü olan yerin adresini öğrendi. Kapısında bir süre bekledikten sonra müdür kendisini görevli memurla içeriye çağırttı. Ağıt, feryat içerisinde olanları müdüre anlattı. Kendisini merakla dinleyen müdür “evladım yaşın reşit değil, sen babanla birlikte geleceksin”. Hasan eli boşa çıkınca çaresizliğin verdiği hüzünle çarşıda biraz dolaştıktan sonra öfkeyle köyünün yolunu tuttu.
Aklı sadece okuyup yazmaya değil her şeye süper çalışıyordu. Ne görürse onu merak ediyor ‘boz yap’ sistemiyle öğrenmeye çalışıyordu. Köylük yerde yapacak başka iş olmadığından her genç gibi çiftin ucundan tutarak babasına yardım etmeye çalışıyor, boş zamanlarında da köyün diğer gençleri gibi mezarın başında aşşık oynamayla değil, kendisini sanata vererek bir şeyler öğrenmeye çalışıyor, bunda da başarılı oluyordu.
Askerden geldikten sonra evlenmişti, babası çok fakirdi. Onun öldüğünde yedi kardeşten hissesine ancak birkaç dönüm tarla ve köyün Kayabağlar tarafına düşen tepede taşlık ve kayalık harman yeri olarak tabir edilen arsa kalmıştı. Askerde de sanat öğrenmeye kaldığı yerden devam etmiş çatı çatma, oluk takma, duvar ve sıva ustalığı yanında tüfek yapmayı da öğrenmişti. O yıllarda köyünde damlar kiremitli değil de kara örtüydü. Bu yüzden oluk takılmasa da onun yerine şimdilik teneke çörten takabilirdi. Babadan kalan tarla karın doyurmazdı. Köyünde ve çevre köylerde amelelik ustalık gibi işlerde çalışıyor fırsatını buldukça da babadan kalma arsaya hanımı Fadime’nin yardımıyla iki göz oda, ahır, samanlık, tandırlık gibi köy yerde gereksimi olan damları yapmaya çalışıyordu.
Yıllar ardına bakmadan acımasızca geçerken Hasan ‘da işleri yavaş yavaş randımana sokuyordu. Zamanla köydeki çiftçilere gereksim olan zirai araç gereçlerden yaba, anadut, tırmık, dirgen gibi aletleri yapmayı öğrenmiş, bunları köylülere satarak ya da yerine göre onların kırık aletlerini tamir ederek, atların boynuna hamut yaparak, düven dişleyerek evini geçindiriyordu.
Hasan Usta şehre gittiğinde ayakkabı tamircileri ve soba imalat eden ustaların çalışmasını pür dikkat hayranlıkla seyretmişti. Ondaki önce merakla başlayan Allah vergisi öğrenme melekesi o an devreye girer. Ayakkabı tamircisinin çalışmasını bir müddet izler, ustadan tamir için gerekli araç ve gereçleri öğrendikten sonra sobacının yolunu tutar. Orada onların çalışmalarını biraz seyredip beynine yerleştirdikten sonra bu iş için lazım olan saç levha, saç kesme makası, pense, garga burnu, kaynak ve makinası gibi gereçleri temin eder. Geçen zaman içerisinde hiç kimseden ustalık görmediği halde kendi kendisini yetiştirerek köyünde ve çevre köylerde öğrendiği bu işlerden adından söz ettiren usta olduğu gibi artık adı da Becerikli Hasan olarak anılmaya başlar.
Becerikli Hasan on parmağında on marifet olan birisidir artık. Dördü oğlan beş çocuk babası olmuştur. Köylük yer olmasına rağmen işleri öyle yoğundu ki müşterilerden başını kaldıramıyordu. Sanatını çocuklarına öğreterek onların istikballerini bu yoldan temin etme heyecanı içerisindeydi.
Mayıs ayı başlarında kendisini işine öyle vermişti ki dışarıda top atılsa adeta duymayacak bir vaziyetteydi. Birden hanımının bağırtısıyla kendisine geldi. Arıların oğul verme zamanıydı, kovanından kaçan arılar bahçesindeki armut ağacına tünemişti. O yıllarda köyde Goca Hoca’dan başka arıcılık yapan yoktu, kaçan arılar mutlaka onun olmalıydı. Doğruca Goca Hocanın evinin yolunu tuttu.
Goca Hoca “oğlum sen iyi niyetlisin, hadi işine git, ben onları sana bağışladım, arı hususunda bilmediklerin olursa sana öğretirim” diyerek onu kapıya kadar uğurladı. Becerikli Hasan onca işinin arasında fırsatını bulduğu bir gün Seyfe Gölüne giderek orada topladığı sazlarla kovanlar yapıp arıları yetiştirerek çoğalttı. Yıllar sonra köyünde arıcılık işinde de adından söz ettiren birisi olmuştu.
Köyünde veya başka köylere çalışmaya giderken yanına kendisi gibi sıva ve duvar ustası Ganaatsiz Sülemen’i alıp gidiyordu. Sülemen sağa sola pek karışmayan, sadece işiyle meşgul olan, döneklik ve hile nedir bilmeyen dürüst birsiydi. Bu da Becerikli Hasanın işine yarıyor onu işe giderken ara sıra yufka ekmek arası bal dürümü hediye ederek sevindiriyordu. Sülemen boğazına pek düşkün birisiydi, arkayı hiç düşünmez ortaya konanı elden önce silip süpürmeye bakar, bu yüzden lakap takmada uzman köylüleri ona Ganaatsiz Sülemen lakabını takmışlardı.
İşe gittikleri günün birisinde hediye edilen dürümü soluksuz deviren Ganaatsiz Sülemen “ula gardaşlık; bal bek zorluymuş yerif, hanenden geçenlerin ağzında bulunsun, canlarına dağsin. Sana zahmet bal kestiğin zaman gözünü seveyim aman aklında bulunsun, beni bi çığır, bak bal nasıl yinirimiş sana gösderiyim de işdaan gabarsın”.
Bereketli geçen bir bal sezonu sonunda Becerikli Hasan hanımı Fadime’yle birlikte arı sokmalarına aldırış etmeden kovanlardaki balları yorucu bir çalışmanın ardından keserek leğenlere yerleştirirler. İş bitimi Hasan oğlu Şaban’a; “yavrum git de Sülemen ustayı çağır da bize gelsin” dedi
Gerek Becerikli Hasan gerekse hanımı Fadime eli bol “yedirmekle mal eksilmez aksine bereketlenir” görüşünde olan kişilerdi. Ortaya konan bazlama büyüklüğünde üçteker balın yanında evde yenecek ne varsa çöreklerle beraber tahta üzerindeki siniden sofraya doldurmuşlardı.
Ganaatsiz Sülemen ardından atlı geliyormuşcasına balları mideye indirirken neşesine diyecek yoktu. Gözleri ışıl ışıldı. Hararet bastıkça boz testi tepesinden inmiyor, her nefes alışında duaları arka arkaya sıralıyordu. Ortada o kadar çeşit varken onun sırf bala yüklenmesi “ bal tutarda rahatsızlaşır başım belaya girer” korkusu Hasan Usta’yı rahatsız etse de kalkıp bunu Sülemen’e diyemiyordu.
Ortayı silip süpüren Ganaatsiz Sülemen müsaade alıp yola düştüğünde bir büyük rakı içmiş gibi sendeliyordu, daha yirmi metre yürümeden kesilmiş bir kavak ağacı misali olduğu yere yığılıp kaldı
Hasan’ın korktuğu olmuş ustayı bal vurmuştu, hanımı ve çocuklarının yardımıyla adamı evlerinin hemen altındaki çeşmenin haftına bastıklarında kendine gelemeyen Ganağatsiz Sülemen Becerikli Hasan’ın; “ula dürzü saman neyse de samanlığına da mı acımadın” sözünü duymuyordu bile. Oğulları baba mesleğine göz dikmemiş okumuşlar, bunlardan ikisi öğretmen olmuşlardır.
ERDOĞAN ÇALIŞKAN 07 02 2022 KIRŞEHİR. GERÇEK YAŞANMIŞLIKLAR Kaynak kişi em. Öğ. Saban Acar.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.