- 419 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
VRAK GEZEGENİ
Vrak Gezegeni
Dünya’ dan tam üç milyon ışık yılı uzaklıkta, Vrak adında, bir gezegen varmış. Bu gezegen tıpkı bizim gezegenimiz gibi güneş sistemine sahip, hatta bizimkine benzeyen dağları, ormanları ve masmavi denizleri olan bir yaşam formuna da sahipmiş. Bu zamana kadar, vrak gezegeninde yaşayanlar, Uzay’ın derinliklerinde henüz kendilerinden başka bir yaşam formu keşfetmemişler. Evrende sadece kendilerini tek sayarak tıpkı biz insanlar gibi yaşamın akışında hayatlarını sürdürüyorlarmış. Bu gezegende en şaşırtıcı olan durum ise dünyamızdan üç kat daha büyük olmasına rağmen, sadece iki canlı türün bu gezegeni paylaşıyor olmasıymış.
Bunlardan biri insan, diğeri ise kurbağalarmış. Şaşırtıcı bir başka durum ise bu gezegenin idari yönetimi kurbağalarda olmasıymış. Üstün ırk olan kurbağalar insanları, temiz su kaynakları sağlayan inşaatlarda, yol yapım, köprü ve yapay göl gibi ağır işlerde çalıştırıyorlarmış. Vrak gezegeninde insanlık bir tür kölelik sisteminin parçasıymış. Kurbağaların her istediğini harfiyen yerine getiren insanlık, korku ve dayatmalarla başa çıkamıyor, karşı çıkanlar ise cezalandırılıyorlarmış. Bunu bilen ve gören insanlar o yüzden kurbağalara karşı gelemiyor, emir ve kurallara büsbütün uyuyorlarmış. Bu itaatkarlığın ödülü olarak da her gün bir parça kokuşmuş dere yosunu ödül olarak veriliyormuş. Bu hiyerarşi karşısında insanlık hayatları boyunca yalnızca bu yosunu yemek zorunda bırakılıyorlarmış.
Tabi cesaret edip yasaklara uymayanlar olmuş. Bunun sonucunda ise yasak ağaçlardan, meyve ve sebzelerden tatmak isteyenler tespit edildiğinde, kirli su adını verdikleri bir çukurun içine atılıp, kurbağaların Ulu vrak adını verdikleri, tanrılarına kurban ediliyorlarmış. Yaşanan bu dramatik tabloyu ürkekçe seyredip, savunmasız kalan insanlık nesilden nesille gezegendeki tarihleri boyunca, korkak ve endişeli bir tutum sergilemişler. Öyle ki gün gelmiş, hiç kimse bu yasakları artık çiğnemiyor, hatta kurbağaların tanrısı olan, Ulu vrak insanlarında Tanrı’sı olarak da kabul görmüş.
İnsanlık kendisini yaratan bir yaratıcının düşüncesine bırakın varmayı, akıl dahi etmemiş. Bunun başlıca sebebi kurbağaların insanlar üzerinde kurduğu mitolojik hakimiyet senaryosuymuş. Bu mitolojik öykü öyle bir set çekmiş ki insanlığın önüne üst akıl olan kurbağalar, insanları sistematik bir inanç kaynağına bağlı yaşamaya hevesli kılmış.
Peki kendi tanrısını sorgulama yoluna gitmeyen insanlık neden irdeleme ve hakikati arama yolunu tercih etmemiş? Çünkü kendilerini yaratan ayrı bir tanrı olduğunu düşünmüyorlarmış. Ulu vrak ise herkesin tanrısıymış.
Bu düşünce üzerine insanlık kendisinin bir tanrısı olabileceği fikrine dahi yaklaşamamış. Dayatılan bu kurgulu hayat insanlığa hakikati arama yolunda ise büyük gem vurmuş. Zayıf, değersiz, acınası bir canlıyı kim neden yaratsın ki? Kurbağalara köle olsun diye mi? Diyerek kendilerince açıklama getirirlermiş. Oysa varoluşlarını açıklayan ortak kabul görmüş yaradılış hikayeleri ise şöyleymiş:
Efendi kurbağaların dışkısı yoluyla, topraktan Vrak’a gelip, Sonra yine toprağa karıştıklarına inanırlarmış.
İşte varoluşlarını bu döngü ile açıklıyormuş insanlık. Öyle ki kendilerinin bilmediği ve insanlıktan gizli tutulan hakikat çok başkaymış. Kurbağalar insan ırkına göre üst akıl oldukları için insanları kendi kurguladıkları inanç ve düzen sisteminin dışına çıkacak tüm yolları kapatmışlar. Bu düzeni sağlamak içinse İnsanları kandırmışlar, inandırmışlar, dayatmışlar, zorlamışlar, körleştirilmiş, köleleştirilmiş, kullanılmış ve bastırılmış.
İnsanları sistemin dışına çıkmamak ve kurallara sadık kalmaları içinse kural ve ceza sistemleri geliştirmiş, yasalar oluşturmuşlar. Bu yasalar o kadar adaletsiz ve korkunçmuş ki, yasalara uymayanları büyük vadilerde tüm insanların gözleri önünde acımasızca cezalandırıp, onları derin kaynar su yataklarına atıyor, çığlıklara ve bağışlanmalara cevapsız kalıyorlarmış. Bu duruma şahit olan insanlık daha çok korkuyor ve efendileri olan kurbağalara sadakatleri daha da artıyormuş. Zaten tüm istenilende buymuş. Tüm yiyecek ve içecek gibi gıdaların tekeli kurbağalara ait olması kurallara uyan insanlık için se ödül sistemini devreye sokuyormuş. Her gün akşam yemek molası öncesi insanlık askeri bir içtima ya tutuluyor. Sayımlar yapılıyor, kaçaklar tespit ediliyormuş. Ve her sayım sonrası komutan, Anura adındaki en üst rütbeli kurbağa kürsüye çıkıp konuşmasını yapar ve bu konuşma ise genelde, insanların yaşam koşullarının kurbağalar tarafından nasıl eşit tutulduğuna dikkat çeker, insanlığa sağlanan huzur dile getirilirmiş.
İnsanlık ise söylenenleri ciddiye almadan, yaşadıkları zulmün içinde sessizce cevapsız kalırlarmış. Ta ki yine böyle bir gün, Anura çıkıp konuşmasını yapana kadar her şey normalmiş. Anura’nın konuşmaları genel de ümit verici, motivasyon içerikli konuşmalar olurmuş. O gün, kürsü de Anura konuşmasına devam ederken insanlığa şöyle seslenmiş;
Siz insanlar bizim için ağır işlerde çalışıyor ve her istenileni yerine getiriyorsunuz
Bizde bu süreç böyle oldukça sizlerden memnunuz. Tabi aranızda anarşik düşüncelere vakıf kişilerde var, bunun farkındayız. Ama biliniz ki kaynar su vadimiz yeterince büyük ve derin. Bu korkunç son buluşu kendinize yaşatmamanız için sizlerden istenileni biliyorsunuz. Kurallara ve yasalara uymanız dışında, bizlere olan saygınızı korumanızı bekliyoruz. Sizler zeki canlılarsınız, kuvvetli ve mantıklı diye eklemiş, derken kürsüye yakın ön sıralardan cesaret dolu bir insan Anura’nın bu sözlerinin üzerine o sessizlik içinde kendince mırıldanmış, bunu duyup fark eden, Anura; Hey sen insan, bir şey mi söylemek istedin demiş. O insan da, evet birçok şey söylemek isterim ama sözüm bitene kadar izin verirseniz efendim diye cevap vermiş. Böyle bir diyalog ve baş kaldırış o ana kadar vrak da hiç yaşanmamış ve hiçbir insan tarafından böyle bir tutum sergilenmemişti. Diğer görevli ve sorumlu kurbağalar endişe içinde anura’nın gözlerinin içine bakıp, tedbir alıp müdahale etmek isteseler de büyük komutan Anura oluşabilecek herhangi bir provokasyonun üzerinden gelebileceklerini düşünüp, insanı kürsüye davet eder.
Hadi gel o zaman ne söyleyeceksen söyle bakalım. Deyince İnsan, Anura’ya dönüp konuşmamın kesilmeyeceğine dair Ulu vrak adına söz veriyor musunuz efendim dedi. Bu pazarlıkla köşeye sıkışan komutan anura, tamam ne söylemek istiyorsan söyle bakalım diyerek kürsüye davet etti.
İnsan kürsüye çıktı ve konuşmasına şöyle başladı;
Ey haksızlık karşısında sessiz kalan dilsiz yavrularım,
Ey adalet için savaşmayı bilmeyen, korkak ırkım
Ey eşitlik için can atan, gerektiğinde savunan, fakat peşinde ve arayışında olmayan ey garip insanlık,
Ey Kendini bilmeyen ırkım.
Bu sözlerinin üzerine Anura ile göz göze gelen insan konuşmasının sonrasında onu öldüreceklerini anladığı için her şeyi söylemenin vaktinin geldiğini bildi ve tüm taşları eteğinden dökmeye başladı. Her şeyi şimdi tam burada söylemek gerekiyordu. Çünkü cesareti olan bu insan için o an bulunmaz mühim bir fırsattı.
Ve insan konuşmasına şöyle devam etti;
Sevgili ırkım, cahil halkım, acınası insanlık. Şimdi sizden sadece söyleyeceklerimi düşünmenizi istiyorum
İnsan oğullunun üstün geldiği bir Gezegen’de bizler diğer yaşam formlarına sizce nasıl davranırdık?
Adaleti ve özgürlüğü, zorbalık ve dayatma ile mi sağlardık?
Yoksa bizde efendi kurbağalarımızın bize uyguladığı gibi diğer canlı formu sorgusuz, sualsiz yola mı getirirdik?
Ya da bütün bu emirleri ve yasakları bir tanrı dayatmasıymışçasına sergiler, bunun altında mı hüküm sürerdik?
Ey insanlar, Kardeşlerim
Bizler tanrısı olmayan canlılar olabiliriz. Var oluşumuzu kurbağalara da borçlu olabiliriz. Ama unutmayın ki ırkım, hiçbir şey bildiğiniz gibide olmayabilir. Çünkü kuram ve sistem denilen yöntem buna karşı üretilmiştir.
Bilmedikleriniz bildiklerinizin yerini alsın istemez.
Sizlerden tek istediğim yaşamı ve tüm kabul görmüşlüklerinizi sorgulayın.
Kendinize acıyın ve kendinizi sevin.
Umarım tanrı merhametlidir.
İnsanın bu sözleri üzerine sinirlenip hemen araya giren komutan Anura, elbette, uluvrak merhametlidir. Sen kim oluyorsun da tanrı ulu vrak’ı sorguluyorsun.
Anura’nın bu çıkışını gören asker kurbağalar hemen o insanı kontrol altına alıp, kürsüden indirdiler. Bu meyanda büyük insan topluluğu kendi içinde konuşmaya başlamıştı. Uğultuyu kesmek için kürsüden herkes sessiz olsun denildi. Fakat sükûnet sağlanamadı. Tekrar yapılan anonsta başarılı olmayınca, toplanmış kalabalıktaki insanlık, sanki var oluşundan bu yana bu anı bekliyormuş gibi, kalıplaşmış düşüncelerini serbest bıraktılar.
Kalabalığın içinden birisi, yüksek ses ile; insan doğru söylüyor. Bizler sizlere hizmet etmek için gelmiş olamayız. Tüm ihtiyaçlarınızı biz insanlar sağlıyoruz. Siz kurbağalar bizi yüzyıllar boyunca kandırıp, hüküm sürdünüz. Bizleri ağır işlerde çalıştırıp kendi menfaatleriniz için kullandınız. Artık bu zalimliğinize bir son verin deyince, kalabalık insan topluluğu bir anda büyük bir uğultu ile tepki gösterdi. O meyanda bir grup insan, kurbağa askerlerin üzerine atlayıp dövüşmeye başlayınca, ortalık o an karıştı ve 2 gün sürecek hakimiyet savaşı küçük bir aydınlanma konuşmasıyla başlamış oldu. Az zayiat ve kurbağaların mağlubiyeti ile bu baş kaldırış son buldu. Çoğu askeri üst düzey asker olmakla beraber siyasi misyona da sahip efendi kurbağalar göz altına alındılar. Kurulan mahkemelerde yargılanıp, ulu vadi adını verdikleri yüz ölçümü hayli büyük olan bir cezaevine yerleştirildiler. Tabi vrak’da tüm yargı ve adalet sistemi tekrardan kuruluncaya denk süreç bu şekilde insanların galibiyetiyle her zaman sonuç verdi.
İnsanlık için bu zamandan sonra en önemli değişiklik, kendilerinin mahrum bırakıldığı özgürlük ve adalet anlayışını, vrak gezegeninde kurmak ve herkes için tam eşitlik sağlamak yegâne amaç olmuştu.
Hakikatin gizlenmesine yardım ve yataklık yapan kurbağalar dışında İnsanlığın kurduğu yeni Vrak düzeninde herkes mutluymuş artık. Hatta insanların çabasıyla sağlanan özgürlük ve adalet anlayışının yaşama yansıması, kurbağaların da hoşuna gitmiş. Onlar da eski düzene nazaran artık daha hür ve huzurlu bir yaşam sürüyorlarmış.
İnsanlığın vrak da yeniden inşa ettiği bu düzen, özgürlüğün, eşitliğin ve adaletin her canlı için eşit değerlerde olması esas alınmış.
İnsanların ve kurbağaların bu düşüncesi ise ortak felsefeleri olmuş. Milyonlarca yıl sonra artık vrak Gezegen’inde bu iki form canlı türü huzurlu ve mutlu, eşit ve hür bir hayat paylaşıyorlarmış. Yeni düzende ise hem insanlar hem de kurbağalar artık gezegenin tüm işlerinde ortak çalışıyor, kurulan yeni yönetim sisteminde herkese yer veriliyormuş.
İnanç sisteminde ise, bazı köklü değişlikler söz konusu olmuş.
İnsanlık Hakikat saydığı bazı tüm gerçeklerin kurgu olduğunu kanıtlamasına rağmen, yine de bazı insanlar, eski inançlarına sadık kalmayı tercih etmişler. Kimileri var oluş gayelerini araya dursun, kimileri ise bu inancı reddetmişler. Sonuçta herkes neye inanmak istiyorsa ona inanmakta özgür bırakılmış.
İnsanların ve kurbağaların yönetim biçimi temelden değişliklere uğramasıyla, siyaset kavramı da renk değiştirmiş. Kendi demokratik sistemini kuran bu iki tür, özellikle evrende kendilerinden başka yaşamların olabileceği düşüncesinde ortak akılda birleşmişler. Teknolojik araştırmalara yönelip, bunun üzerine yatırımlar yapmaya başlamışlar. Vrak gezegeninde insanlık öncesi teknoloji bir adım ilerleme kaydedemiyorken, bu iki türün ortak çalışmaları sonucu gün gelip başka galaksileri keşfetmeye kadar uzanan yeni bilgiler ve sonuçlar almaya başlamışlar. Geliştirdikleri en teknolojik ürün, adı vrak teleskopu olan bu teleskop sayesinde ışık yılı uzaklıktaki birçok galaksiyi ve gezegeni gözlemleyebiliyorlarmış. Bu veriler ile ilgili geniş datalar toplayabiliyor, gezegenlerin yapısını ve moleküler birleşenlerini kaydedip, yapılarını ve bu yapıların uygunluğuna bağlı yeni yaşam canlıları arıyorlarmış. Her keşiflerinde deneyim edindikleri öğrenim ve bilgilerini bir algoritma metottu ile derliyor, Uzayın derinliklerini keşfetmeye aralıksız devam ederken de aynı zamanda evrenin bir haritasını oluşturuyorlarmış. Bu çalışmaların yapıldığı yer Vrak Uzay merkezi adı altında beş yüz dönümlük bir tesismiş. Bu tesiste yaklaşık yüz atmış bin kişi görev almakla beraber yeni uzay gemileri ve ışık hızından daha hızlı bir teknoloji arayışı çalışmaları aralıksız devam ediyormuş. Tüm bu uzay macerası henüz başka bir canlı forma şahitlik edemese de bu tesisin başında en yetkili olan kişi bilge kurbağa adında bir bilim kurbağasıymış.
İnsanların ve kurbağaların bilge kurbağa adını verdikleri bu uzay araştırmacısı olan kurbağa, vrak teleskopundan sorumlu tek yetkiliymiş. Yine günlerden bir gün işinin başında olan bilge kurbağa merkez bina da teleskoptan gelen görüntüleri izlerken olağan dışı bir şey fark etmiş. Vrak teleskopundan gelen bu olağan dışı yaşam formu sinyali tam olarak üç milyon ışık yılı uzaklıkta bir gezegene aitmiş. Teleskopun sisteme bağlı olduğu ekranın başına geçen bilge kurbağa, o an gördüğü karşısında dona kalmış. Gözlerine inanamamış, ekran da karşısında vrak gezegenine 3milyon ışık yılı uzaklıkta duran, denizler ve dağlarla çevrili tıpkı vrak gezegenine benzeyen ormanları ve masmavi denizleri olan bu gezegen, dünya imiş oysa. Adını henüz bilmeyen bilge o an ekrandan dünyamıza hayretle bakıyor ve sonunda tüm çabaların bir cevap vermesine karşılık mutluluktan havalara uçuyormuş. Hemen diğer çalışma arkadaşlarını haberdar eden bilge acilen olağan üstü toplantı düzenleyip insanlardan ve kurbağalardan oluşan heyet ile bu yeni keşfedilen gezegene keşif yapıp, kendilerinin de bu evrende bir başka gezegende yaşadıklarını ve diğer tüm detayları anlatıp, dünya da ise hayatın nasıl ilerlediğine ve neler olduğuna istinaden karşılıklı bilgi alışverişi yapılması gerektiğini tüm uzay araştırma merkezi heyetine bir teklif olarak sunmuş.
Alınan bu karar sonrası bir insan ve bir kurbağa astronottan oluşan bir uzay aracı ertesi gün harekete geçmek için hazırlanmış. Fırlatmaya saatler kala tüm gezegendeki bu iki canlı form her şeyden haberdar edilmiş. Işık hızına sahip uzay gemisi üç milyon ışık yılı uzaklıktaki dünyamıza tam 7 gün sürecek yolculuğu başlamış. Altıncı günün sonunda dünyanın rotasına giren uzay aracı son 24 saat kala dünyaya indiklerinde insanlar ile kuracakları diyalogları tekrar gözden geçirip, dönüş için gerekli tedbirleri hesaplamışlar. Dünyaya iniş sağlayan iki astronot dünya da bir gün kalıp İnsanlar ile görüşmeleri yapıp, hemen uzay araçlarına dönmüşler. Yedi gün sonra tekrar Vrak gezegenine dönmek için yola koyulmuşlar. Toplamda 15 gün süren bu uzay yolculuğu uzay zaman kavramında otuz yıla yakın olduğundan vrak gezegenine döndüklerinde aradan 30 yıl geçmiş olarak onları bekleyen halk ve yetkililerle karşılanmışlar. Vrak uzay araştırma merkezinde o gün tüm çalışanlar ve yetkililer büyük konferans salonunda toplanmış ve bu iki astronotun söyleyeceklerini ve anlatacaklarını merakla bekliyorlarken, iki astronot salona girmiş ve yerlerini almışlar. Büyük bir alkış sonrası sükûnete bürünen salonda herkesin gözleri onların üzerindeymiş.
Öncelikle konuşmasına kurbağa astronot başlamış ve demiş ki;
Sevgili vrak gezegeni sakinleri, adının dünya olduğunu öğrendiğimiz bu gezegenden sizlere pek te iç açıcı haberler getirmedik. Bunu önce biliniz demiş ve eklemiş.
Dünyada yönetim şekli insanların kendi elinde, ayrıca teknolojik olarak bizden çok gerideler. Onlarında yönetim şekli ve inanç sistemleri var. Tıpkı bizim gezegenimizde ki gibi, ama orada yalnızca iki tür canlı formu yok. Dünya 8 milyon 700 bin canlı türüne ev sahipliği yapıyor. Yönetim liderliği insanlarda. Üst akıl olan insan diğer tüm canlıları hayvan diye nitelendiriyorlar. Bitki türü zenginliği bizden çok çok zengin. Spritüal inançları olan bu insanlar, çok tanrılı dinlerden tek tanrılı din anlayışına geçiş yapmışlar. İnsanlar tarihleri boyunca her zaman savaşmışlar. Ve hala savaşmaktalar.
Bu savaşlar ya toprak için ya da kendi inançlarını kabul ettirmek için olmuş. Tabi liderlik vasfı için gerçekleşen savaşlarda mümkün.
İşin tuhaf kısmı da bu savaşlar başka tür canlılar arasında değil, sadece insanların kendi aralarında gerçekleşmesi. Kendileri dışında tüm canlılara kötü davranıp onların yaşam alanlarını yok etmişler. Yok etmeğe de devam ediyorlar. Doğa onlara kucak açmış iken, onlar doğayı katletmeyi tercih etmişler. Ve gözlemlediğim verilere dayanarak söylemeliyim ki, dünya denilen bu gezegen çok uzun bir süre var olması mümkün değil. Yani dünyalılar kendilerini ve diğer canlıları imha etmek için yaşıyorlar. Çok üzgünüm, söyleyeceklerim bu kadar, deyip sözü insana bırakmış.
İnsan; evet, duyduklarınız doğru ey ırkım ve kurbağalar. Kendi ırkımızın sahip olduğu bir gezegene sevinelim mi? üzülelim mi? Bende bilemiyorum. Ama söylenenlere ek sadece bende kendi yorumumu sizlerle paylaşmak istiyorum. Biz dünyaya indiğimizde tüm bu size aktardığımız deneyimleri, bize anlatan insanlar da bize doğal olarak nerden geldiğimizi, neler yaptığımızı, nelere sahip olduğumuzu merakla sordular. Tüm sorularını cevapladığımız insan ırkı, bizi en çok şaşırtan talebi ise bir daha dünyaya gelirsek bize savaş açacakları oldu. Biz de hemen dünya denilen bu gezegeni terk ettik ve geri döndük.
Evet söyleyeceklerim bu kadar.
Sorusu olan varsa buyurun cevaplayalım dedi iki astronot. Fakat sessizlik bozulmadı, birkaç kişinin salonu terk etmesiyle herkes ayaklandı. Kimse den çıt çıkmıyordu. Herkes şaşkın ve üzgündü. Yıllardır beklenen mutluluk, yerini hüsrana bırakmıştı. Herkes yavaş yavaş salonu terk ediyordu. O gün vrak halkı bir karar aldı. Kendi formundan başka diğer tüm canlılara eşit davranmayan ve onları kendi menfaatleri için kullanan bu insan ırkını insanlıktan saymadılar. Doğayı ve iklimlerini katletmelerini insanlık dışı saydılar. Ne uzay merkezi çalışanları ne de kurbağa ve insan ırkı bu konuyla ilgili kimse konuşmadı. Kimse bir soru dahi sormadı. Sanki bu keşif hiç yapılmamıştı. Dünyadan gelen bu bilgiler sanki öncesinde kurbağaların insanlara yaptığı zulüm ve eziyetin aynısı gibiydi. Dünyadan vrak sesleri geliyordu. Kurbağaya dönüşmüş insanların karakterleri, adaleti ve özgürlüğü sadece kendisine kullanıyordu. Bu sebepten dolayı da dünya ve insanlık keşfedilmeden unutuldular
Vrak vrak vrak
YORUMLAR
Vrak bir sistemin kaotik yaşam ve inançlarına ne güzel bir ayna tutulmuş; zekice işlenerek ve yine düşünülerek "kimilerini fazla kızdırmadan!" yakışan metaforlarla...
Hem gülümsedim, hem de acı acı "aynen de bu durum" dedim kendi kendime. İnsanın, kendi adıma, usundan geçenleri bu denli iyi diyaloğlara yükleyerek okuması büyük bir kazanç...
Eminim, çocuklar, gençler için müthiş güzel bir eser, ki felsefi tartimalara yol açar ve onların kritize edebilme yetisini geliştirir...
Vrak (enkaz) içindeyiz ve dibindeyiz de. Vraktan çıkmaya çalışmamız çoğu kez nafile... Her yanımızı ateş sarmış adeta ve kavruluyoruz...
Sanki insan ırkı "İnsanoğlu"ndan oluşuyormuş gibi bir algıya neden olabilmesi söz konusu sanki... Bu nedenle ben, "İnsankızı"nın yerinin sorgulanmasından yanayım bu Vrak'ta. Ki Vrak olması biraz da İnsankızınıa yer ver,ilmemesindendir... Yani hak, eşitlik ve adalet kavramlarından yola çıkarak bakıldığında karşımıza kimi güçlerce istenmeyen bir tablo çıkacaktır ki bu bu Vrakk'ta büyük bir "depreme", hem entelektüel, hem de sosyal ve kültürel vs yol açar...
Kim bilir belki (umarım) devamında bunada yer verirsiniz Vrak'ınızda...
Öğretici ve kaliteli bu "spontan" hikayeyi bizlere okuttuğunuz için, çok teşekkür ederim, sayın BySpontane.
Saygılarımla.