Külfet
Hiç konuşmuyordu. Gözlerini bir noktaya dikmiş kımıldamadan öylece duruyordu. Bense sürekli bağırarak bir şeyler anlatıyor onun dikkatini dağıtıp, ilgisini çekmeye çalışıyordum. Beni dinlediğini sanmıyordum, hatta duyduğunu da… Bir süre sonra başı göğsüne doğru yavaşça düşmeye başladı. Ayağa kalktım hemen, önce elini tutmak istedim, sonra yıllardır değişmeyi gururuna yediremeyen emrivaki ses tonumla:
-Kalk! Çabuk kalk!
Ona kalkmasını söylememe rağmen tepki vermiyordu. Gözlerinin içini didik didik ediyor, dudaklarından dökülmeyen sözcükleri göz bebeklerinde arıyordum. Üzerine bol gelen kazağının sarkık kol ucundan tutup yavaşça kaldırdım oturduğu yerden. Ayakta güçlükle duruyordu, bir an dizleri kırılıp düşecekmiş gibi sendeledi. İyice yapıştım kazağının sarkan tarafına, daracık koridordan geçip odasına doğru ilerledik birlikte.
Birlikte… O an beynim bir kıvılcım söküp attı kafatasımın içinden. İlk defa yan yana yürüyorduk, oysa onun hep arkamdan sürüklendiğini hatırlarım. Hatta ayaklarıma kapandığını, paçalarımdan çekiştirip durdurmaya çalıştığını… Korkuyordu aslında benden, çok korkuyordu. Ben de ondan korkuyordum tıpkı bir hayalet gibiydi. Kapıdan kovsam bacadan giriyordu. Bir an olsun beni yalnız bırakmıyor, en olmadık zamanlarda karşıma çıkıyordu. Bir kere bile dönüp yüzüne bakmadığım halde bu ne cesaretti? Bilmiyor muydu her seferinde arkamdan gelişlerini hiç umursamadığımı? Üstelik zehir zakkum sözcüklerimin kölesi yapmışken onu, “Seni çok özledim, ne olur beni bırakma, gitme“ diyecek cüreti nereden buluyordu? Onu susturmak için taa uzak yollardan hediye gönderdiğim zamanlar olmuştu parçalayıp atıyormuş, söylüyorlardı. Kıymet bilmeyen bu nankör! Ancak bir gölge gibi benim peşimden dolanmasını biliyordu. Gözlerinden hiç ayrılmayan o umutlu ifadeden nefret ediyordum. Hele hele ruhumun derinliklerine kadar inip medet umması beni mahvediyordu. O zamanlar da böyle gizli bir matemin altında çırpınıp duruyordu ya, buna rağmen sessiz ve içine kapanık değildi… Sanırsınız ki koca dünyayı kendisi yaratmış bir ağlardı bir ağlardı ki arkamdan, dağlar işitse kederinden çatlardı tuzla buz olurdu. Sağır değildim elbet, duyardım duymazdan gelirdim. “Ulan” derdim içimden “çeneye vurulmak için bir kilit icat eden olsaydı hemencecik kapatırdım şunun ağzını.”
Şimdi konuşsun istiyordum, döksün eteğindeki taşları. Biz ilk defa yan yanaydık yıllar yıllar sonra, o susuyordu. Koluna girebilirdim, girmedim, giremedim… Bir kez daha kendime, duygularıma rest çekip sadece kazağının kolunu tutmakla yetindim.
Yatak örtüsünü kaldırıp yorganını açınca boş bir çuval gibi çöküverdi boylu boyunca yatağa. Ne kadar büyüdüğünü ilk kez o zaman fark etmiştim. Yüzünü solgun bir beyazlık kaplamış, yıllardır hiç uyumamış gibi bir hali vardı. Başını yastığa koyar koymaz kapandı gözleri. Kirpikleri göz altlarını gölgeleyip kapatacak kadar uzundu, uyumuyordu, beni izliyordu, bundan emindim. Üzerini örtüp oturdum yatağın kenarına, ilk defa yanında oturuyordum… İlk defa saçlarını okşamak, sıkıca sarılmak geldi içimden ama yapamıyordum. Uzattığım elim kendi ağırlığından kendini taşıyamayan bir külçeden farklı değildi. Bir süre öylece havada asılı kalakaldı. Sonra adeta güçlü bir mıknatıs tarafından gerilere, çok gerilere doğru çekildi. İlk defa dokunmak istedim dokunamadım ona. Hareketsiz bir müddet yanında kaldım. Sonra salona geçtim.
“Hay aksi! Bunlarda bitecek zamanı buldu” diye söylendim, sehpanın üzerinde duran ağrı kesicilerden bir tane içmek istediğimde. Sürahiden bir bardak su doldurdum. Ancak elimi kaldırıp içecek halim bile yoktu. Ben de yorgundum, külfetti işte bana o, kendine gelsin diye çok nefes tüketmiştim. Ezikti benim de kalbim ve yaşlı bedenimi saran pişmanlıklarım üzerinden bir tır hızla geçmiş gibiydi. O kadar çok susamıştım ki dilim, damağım, ses tellerim sanki ağzımın içinde susuzluktan eriyip kaybolmuştu. Bin bir güçlükle ağzımın kuruluğunu aldım sağ elimle bardağı ağzıma götürürken, sol elimle başımın arka tarafını tutarak koltuğa doğru iyice yaslandım.
Şimdi hayatta olsaydı biricik karım ve şu halimi görseydi ”ahahaha Orhan onlar şapkaları düşmesin diye su içerken başlarını tutuyorlar, senin şapkan yok ki!.” derdi. Nasıl özlüyorum yüreğimi ateşe salan biricik hanımımı... Bana o müjdeli haberi verdiğinde “dünyanın en mutlu ailesi biz olacağız, bebek geliyor” dediğinde bir an olsun aklıma gelmemişti üzerime bir külfet bırakıp bu dünyadan göçüp gideceği. Evet, kaldıramayacağım, taşıyamayacağım bir yük bırakmıştı bana. Ona her baktığımda biricik karımın ölümünü hatırlıyor onu kendimden uzaklaştırıyordum.
Suyumu içip bardağı sehpaya geri koyarken karşıdaki konsolun üzerinde küçük bir not kağıdı gözüme ilişmişti. Bu da neyin nesiydi, kaç zamandır orada duruyordu? Merakıma yenilip kalktım oturduğum yerden. İkiye katlanmış kağıdı açtım. Kekeliyordum okurken.
-Annemi ben öldürmedim baba, ama beni sen öldürdün.-
Ne demekti bu, hemen onun odasına gittim. Artık babasını kucaklamaktan vazgeçmiş iki narin kol, yatağın kenarından sarkıyordu.
EbRuAsya//
YORUMLAR
Bu duruma hayata bir sıfır eksik başlamak diyelim. Ne yazık ki bu çocuklar hiç mutlu olamıyor, ezikliğini hep hissediyor.
Kaleminize sağlık çok güzel anlatımdı.
Sevgilerimle ve saygılarımla.
Rû //
merhaba sevgili fatma hanım..
aslında sıfırı çoklu bir hayat tüm aile için...
kalanlardan kimse mutlu olamadı maalesef
çok teşekkür ediyorum nazik ziyaretinize güzel yorumunuza..
saygı ve sevgilerimle
Gözümün önünde canlandı olay örgüsünü okudukça ..
Kaleminize gönlünüze sağlık Ebru hanım ..
Sevgilerimi yolluyorum
Rû //
hoş geldiniz sevgili meryem hanım..
sizi sayfamda ağırlamak onur verici..
çok teşekkür ediyorum..
sevgilerimle
Tv de yaşanmış hayat hikayelerinden uyarlanmış bir dizi vardı. Şimdi sezon finali yaptı. Zengin bir ailenin kızı evlerine gelen akrabası tarafından tecavüze uğruyor. Anne çok disiplinli kızcağız korkusundan bir şey söyleyemiyor daha sonra bebek doğarken anne ölüyor. Anane çocuğu almaya bir hafta hastaneye gitmiyor. Dede bir hafta sonra bebeği çocuk esirgeme kurumuna verecekler diyerek eve getiriyor. Fakat anane kızının başına gelenler torunun başına gelmesin diye onu o kadar korumaya alıyor ki; çocukta ananenin sevmediği duygusu ağır basıyor.
Aslında bebeğe baktıkça kızını ve kötü olayı hatırlayan ananenin durumunu da anlayabiliyorum. En sonunda torununa çok sevdiğini acıklıyor ama, olayı açıklayamıyor..Çok zor durumlar Allah kimseye yaşatmasın..
Hem büyükler için zor hem çocuklar..
Güzel bir anlatımdı umarım kurgudur.
Sevgilerimle Ru.
Rû //
tv de böyle gerçekçi sosyal konuların işlenmesi duyarlılık açısından umut verici...
isterim ki insanlar merhamet duygularını kaybetmesinler...
çünkü merhamet ve vicdan duygusu olmayan bir toplumda
zaten can çekişmekte olan insanlık ölür...
katılımınız değerli yorumunuz için çok teşekkür ediyorum sevgili ferda
güzel geçsin geceniz...
en içten sevgilerimle
Bu yazıya daha uygun bir başlık düşünemiyorum.
Sözü uzatmak, duyguya hakaret gibi gelir bazen. Sadece; “senin suçun değil!” diyorum o küçük kıza.
Sevgilerimle
Rû //
daha iyi bir tanım bulamadım ben de başlık için..
aynı fikirde olduğumuza sevindim...
bu arada sarıldı küçük kız size...
en kocamanından sevgileriyle
Sen bu işi biliyorsun.
Hem de çok iyi biliyorsun.
Sen iyi bir öykü yazarısın.
Daha önce söylemiş miydim bilmiyorum.
Edebiyatta terdid diye bir sanat vardır:
Yazıyı sürpriz bir şekilde bitirmek.
Bu sanatı eli kalem tutan herkes beceremez.
Ustalık ister.
Senin bu yazında o var işte...
Sadece o mu?
Güçlü cümleler, kendine has bir üslup
...ve gürül gürül bir anlatım.
Tebrikler, selamlar Kardeşim.
Rû //
bedri abi hoş geldiniz..
şiirle başlamıştım edebiyat yolculuğuma...
başarısız bulunca kendimi, öykülere yöneldim...
çok uzun zaman olmadı yazmaya başlayalı ...
umarım çok çok iyi yerlere gelirim..
ve bu motive edici yorumunuzla inanıyorum ki
bir gün mutlaka...
çok teşekkür ediyorum var olun abi
güzel geçsin geceniz
saygı selamlarımla
Bu olaya benzer o kadar çok şey görüp duydum ki. Benim hem eniştem hem teyzemin oğlu. Teyzemin ikinci oğlu, dördüncü çocuğu. Adı Hasret. Teyzem rahmetli çok ağır, ağrılı ve sıkıntılı bir hamilelik dönemi yaşıyor Hasret enişteme hamile kaldığında. Her ne kadar yaşadıkları köy ilçeye yakın olsa da o dönemin imkansızlıkları ve ağır kış şartları doktor kontrollerini aksatmış, neticede hamileliğinde çok sıkıntı yaşamış teyzem. Doğum zamanı geldiğinde yerde bir diz boyu kar var. Buz gibi bir hava. Bir atın çektiği kızak bulunmuş, üstü yorganlarla örtülmüş teyzemin. İlçeye on km kala at dayanamamış olduğu yerde yığılıp kalınca, teyzemin kocası sırtlamış teyzemi sıkıntı ve zorluklarla ilçeye varmış. Varmış varmasına ama teyzemin yolda kanaması başlamış ve zaman çok uzadığı için hayati tehlikesi var demiş hastane doktoru. Onca uğraşa rağmen teyzem vefat etmiş ama hasret eniştem dünyaya gelmiş.
Eniştem köye teyzemin cenazesi, ve bebekle köye geri dönmüş. Teyzemin diğer iki kızı ve oğlu eniştemi annelerinin katili gibi görmeye başlamışlar. Bir defasında aralarında plan yapmışlar bu uğursuzu tandıra atalım ölsün, onun yüzünden annemiz öldü demişler. Babaları bir gün evde yokken tam bu olayı gerçekleştirecekleri sırada komşu kadın görüp engel olmuş. Uzun yıllar bu kin ve nefret içinde büyümüş Hasret eniştem. Evet zaman içinde bu kötü olaylar her ne kadar çocukça düşüncelerimiz demiş olsalar da teyzemin kızları ve diğer oğlu şimdi bile hala ufak dokundurmalar yaptıklarına şahit olurum.
O kadar içime dokundu ki yazın finalde kendimi tutamadım Sevgili Ebru..
Çok duygulandım.
Günümün yazısıdır
Tebriğim ve sevgimle
Rû //
bu çalışmayı yaparken ben de çok zorlandım canım... yazmak hiç kolay değildi..
umarım başarılı olmuşumdur...
her zaman desteksin bana zayıf kalemimi motive eder yürek sözlerin...
teşekkür ederim ...
sevgilerimle
Çok acı bir hikaye yaşamın içinden ve ta içimizden
Evet her insan çocuk sahibi olabilir lakin anne baba olmak ayrı bir olgudur keşke bu olgunun değerini bilecek kişiler seçilebilse anne baba olmak için
Yazı anlatım akıcılık yazının içine çekmesi alıp götürmesi ise kusursuz
Kutluyorum Ebru şairim
Sevgilerimle selamlıyorum
Rû //
sevgili derya sayfa ziyaretiniz katılımınız değerli yorumunuz için çok teşekkür ediyorum...
güzel geçsin geceniz
selam ve sıcacık sevgilerimle