- 640 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ÇINAR AĞACININ GÖLGESİNDEKİ YATAN KISACIK ÖMRÜN ÖYKÜSÜ...
Bir zamanlar ufkun kızıla boyalı renk tufanıyla süzülen arsız gökyüzünün ardında bilinmez keşfe tutkun hayat örgüsünün hüküm sürdüğü topraklarda başlar sonu gelmez denilen yaşam öykümüz.
Ne zaman doğacağı bilinmez güneşle raks eden, gözlerini alacakaranlığa değin hiç kapanmayan hayal gözlü, mağrur bakışlı ufacık adımları gökyüzünü sallayan bir çocuktur "Toprak".
Yaramazlığıyla dosta düşmana ün salmış , ama yüreğinde saklı eski bir emanetten yadigar bedene büründüğü adeta bir tılsımlı cevher.
Ne vakit sabahları şafak sökümünde gökyüzü daha yeni yeni gündüze merhaba diyecekken uyanır, ışıl ışıl gökyüzünün serin esintisinde diğer odadaki annesinin yanına koşar, yeni başlayacak gün için tanrıya sonsuz dualarını ederdi.
Oysa bu ufacık hayal yüzlü çocuğun yüreğinde anımsanamaz bir yaradır vardı kimsenin adını koyamadığı.
Toprak, hemen kahvaltıdan sonra renkli şapkasıyla evlerinin hemen yakınındaki koca çınar ağacının yanına koşar, geceleri rüzgarın esintisiyle sarsılan dallarının çıkardığı kulakları delip geçen sesten ürktüğü vakitlerde yatağının yanı başındaki oyuncak ayısına sarılır ,onunla kendini teselli ederdi.
Ama çınar ağacından da istemsizce gelen hisle bağlıydı. Onun koca koca dallarının karanlık, suskun ,delik deşik olmuş yapraklarına kadar daime baştan aşağı süzer, korkunun ,tutkuyla arasındaki çelişkide zamanın büyüsüne kapılmışçasına ufacık bedeniyle sürüklenirdi.
Lakin bu yüzden annesinden çok az da sayılmaz tepkilerde görmemiş değildi.
Niye mi?
Zamanının büyük çoğunluğunu tükettiği bu ağaçtan başka bir yerde vakit geçirmez, sislerle kaplı dağlara doğru uzanan vadinin en uçlarına değin akan ormanlara doğru dalıp dalıp giderdi.
Öyle olur ki, sonbahar mevsiminin kapıya dayandığı günler yapraklarını dökmeyen bu ağacın ihtişamına en yakın dalından çekip koparttığı birkaç dört köşeli yaprağını ince bir iple delip boynuna asar ve içinden mutlu şarkılar mırıldana mırıldana evinin yolunu tutardı.
Toprağın çınar ağacına olan tutkusunu bilmeyen de yok da değildi.
Hatta en yakınları dahi bu çocuğun ilerde nasıl bir kişiliğe sahip olacağına dair derin merakları da yok değildi.
Geceleri elindeki dört köşeli yaprağıyla yeni yeni okuma yazmasına rağmen küçük kareli defterine onunla ilgili şiir benzeri türden duygu yüklü mısralar karalamaya başlamıştı bile o dönemler.
Fakat zaman o kadar da hızlı akmıyordu tabi ki. Düşlerinin büyüsünde kaybolan ,kelimelere sığmaz düşüncelerin kayıp kıyısındaki bu çocuk ilerde nasıl ne şekilde zihinlerimizde yer edecekti. Onu zamanla göreceğiz.
Ama şu kesin ki , ufacık yaşında babadan yetim kalmış bu çocuk gelecekte dünyamıza yön veren büyük bir isim de olabilirdi.
Zaman ağır ağır işler fakat bu kez su misali akıp giderken çarklar seneler birbirini kovaladığında Toprak, okuduğu yatılı mektebin en ünlü, en sevilen, en sayılan öğrencisi olmuş ,karnesindeki notlar yüzden aşağısını görense olmamıştır.
Hatta bilime de merak sarmış, o yaşlarda ufak kazalar yaşasa da mini fotoğraf makineleri gibi sayısız denemeleri olmuştur.
Az da kaza atlatmamıştır hani.
Ama yüreğinin derinliklerindeki kayıp adı konulamaz yarada onunla birlikte bu güne gelmiştir.
Bu yara öyle bir şey ki, yüreğine hançer saplanmışçasına soluğunu kesen, bakışları donuklaşan ve ani bayılmalarla kendini gösterir.
Bir gün yine bir akşam vakti eski eşyalarını göz gezdirirken eski dostu, sırdaşı çınar ağacından yadigar birkaç dört köşeli yaprağını eline aldığında içinde o anki hissettiği ışıl ışıl hisler, benliğindeki eşsiz serinlik aniden nefesinin tıkandığını anlayamadan oracıkta kendini bayılırcasına yatağına atmıştı.
Sesleri duyan arkadaşları cankurtaran çağırır ve acilen hastaneye götürdüklerinde ise acı gerçekle yüzleşmeleri uzun zaman sürmez.
Toprağın, kalbindeki sol odacık ile karıncığın kesiştiği kapakçığın hemen yanında büyümeye devam eden bir delik vardır.
Ailesi fakir olduğu için köy koşullarında doktora götürme şansları da olmadığından hastalığı bu günlere mucizevi bir şekilde gelmişti.
Toprağın acilen ameliyat olması gerekliydi fakat o dönemlerde bu ameliyat çokça riskliydi.
Çünkü , daha 1960-70 yıllarda ne kalp cerrahisi bu seviyede ne de anestezi bu günlerdeki gibi ileri değildi.
Annesi bu durumu Toprağa dillendirmemişse de bir gün bu hastalıkla bir ameliyathane odasında yüzleşeceği sabitti.
Ama vakitleri de azdı. Bu riskli ameliyattan sağ kalma oranı %5 kadardı.
Annesi yaralı bir kuş gibi çırpınıyor ama ölüm denilen o geçekle yüzleşeceği günün geleceğini adı gibi biliyordu.
Toprak, ne zaman nefesi tıkansa ,yüzü soluklaşıp ,bedeni ağırlaşsa hep o eski günlerini anımsar, koca çınar ağacının yanında geçirdiği çocukluğunu yana yakıla özlerdi.
Bir sabah doktorları daha gerçekçi konuştu: yüreğindeki delikle yaşama şansı birkaç hafta kadardı.
Bu kadar hızla ilerlerken hastalığı sanır mısınız Toprağı yıldırırdı.
Hastane odasında elinde dostu çınar ağacından yadigar dört köşeli yaprağını avuçları arasında sımsıkı tura ve öleceksem köyümde, çınar ağacımın yanı başında öleyim derdi.
Annesi çaresiz ,doktorlarda ameliyat masasında kalma riskine karşı toprağı köyüne uğurlamaya karar verirler.
Belki köyünün müthiş havası onu eski Toprağı geri getirebilirdi.
Ama olmadı. Köye geldiklerinin ikinci haftasında Toprak bayılma nöbetleri geçirmeye devam etti.
Git gide güçsüzleşiyor ,zayıflıyordu.
Yüreğindeki bu arsız delik ona dünyayı dar ediyordu.
Bir gün yüreğinden günlüğüne şu sözcükler dökülecekti:" Çocukken yüreğimdeki bir acı olduğunu bilirdim ki meğerse o ölümümün habercisiymiş " ..
O vakit kağıttaki mısralar uykularından dile gelse ancak bu kadar çaresiz olabilirdi.
Şafağın sökümünde durumu iyiden iyiye ağırlaştı ve yatağından kalkamaz oldu.
Ama tek bir isteği vardı bu savaşçı çocuğun yine son bir kez tek dostu çınar ağacını görebilmek.
Ama bu isteğinin imkansız da olduğu aşınaydı.
Bir sabah annesi onu yatağında gözleri yarı açık cansız yatarken buldu. Hızlı uyandırmaya çalıştı fakat olmadı.
Bir ara açık gözleriyle dayanmayarak hıçkırmaya ağlamaya başladı.
Koca çınar ağacı, Toprağın bu dünyadan göçtüğünün haberini almış gibi , delicesine sallanan dallarıyla Toprağa son kez selamlıyor gibiydi.
Toprak o gün 27 Ekim günü son nefesini verdiğinde elinde dostu çınar ağacından yadigar dört köşeli yaprakla birlikte adaşı olan toprağıyla sonsuzluğa karıştı.
Ama sorulması gereken akıllarda sualler yok da değildi.
Neydi bu hazin dolu ömrün çınar ağacına olan ebedi tutkusu?
Dilden dile efsane olan bu ağacın köşesindeki bu çocuğun önemi neydi?
Bunu kimse bilemezdi elbet.
Ufacık bir can daha ömrünün baharında toprak olmuştu.
Toprak, yüreğimizdeki köşesinde toprağıyla buluşmuştu.
Çınar ağacının gölgesi altında şimdi sonsuzlukta huzurluydu .
Herkesin gözlerinden akan yaş bu sevginin ebedi dostluğuna dair gönüllerde yara olarak saklanacaktı elbette.
Toprak, şimdi dostu çınar ağacının gölgesinde sonsuza değin yüreğimizde ,ruhumuzda bir gökkuşağı misali ışıl ışıl saklı kalacaktı.
Kimse Toprağı unutamazdı!
Bu gün bile...
YORUMLAR
Açıkçası öyküyü neyden ilham aldım da böylesi ağırlığın diplerinde dram yüklü hikayeyi yazdım, yazabilme cesaretini gösterdim bilemiyorum.
Öyküsü o kadar acının damarlarında kanayan yaranın korlarıyla tutuşuyor ki ben bile okurken gözyaşlarımı zor tuttum.
Anlatılmaz bir öykü yaratmış olmak hem de şiir dışında başka bir edebi alanda kendimi göstermek, derin düşünce sanatının sınırlarını hüzünle, doğa sevgisini ölümün kesiştiği duyguları yazıya dökmüş olmaktan kendimle ilk defa gurur duydum.
Anlatılmaz bir öykü.
Acının, ölümün, evlat kaybının yarattıklarının tüm hüzün duygularının yaşandığı bir çalışma.
Bazen kendimi neden bu kadar eleştirdiğimi anlamıyorum.
Şiir de iyi seviyelerdeyim.
Öykü alanı da var.
Umarım yeni çalışmalarım la yeni derinliklerle buluşur mısralarım, yazılarım.
Öyküsünün hala etkisindeyim.😥
Çıkmaksa çok zaman alacak...