- 405 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
Damdan düşenler
Haziran’da okulların kapanmasıyla lise üçe geçmiş olmanın heyecanını yaşamıştım. İki yıl amcanın yanında kalmak , sığınmak ev sahibine de ve kalana da çok zor olduğu biliyordum. Üçüncü seneye izin yoktu. “İnsan eti ağır” denilen bu sözü duyduğumu kanıksayarak , şimdi daha net ,demek istediğini algılıyordum. Yaşamın getirdiği zorluklarda başkasına tahammül etmenin zor olduğu gün gibi ortadaydı. Sağ olsunlar üç çocuğunun yanında beni kabul edip okumamda yaptıkları fedakarlık unutulmazdı. Bana yapılan bu iyiliğin değerini şimdi daha iyi idrak ediyor ve anlıyordum.
Ne yapacağını şaşkın halde düşünen babam ,memurluk tayinini Adıyaman merkeze istemişti. Beklemekten başka çare yoktu. Tatil başlar başlamaz bende küçük kardeşimle birlikte ,her yıl yaptığımız gibi köyümüze gittik. Dedemin yanında birkaç gün kaldıktan sonra annemin ailesi ,bizim de anneannemiz olan Fatma anamızın yanına Körüsten köyüne ,iki saat yaya yürüyerek gittiğimizi hatırlıyordum. Körüsten köyü yeşilliklerin içinde ,suları harıklardan şarıl şarıl akıyordu. Elli haneye yakın evler bahçelerin içinde kaybolmuş şekilde damları ,pacalardan çıkan dumanları farkedilirdi. Buradaki günlerimiz nar bahçelerin arasında ve tut ağaçlarına tırmanarak o iri beyaz tutları toplayıp yiyerek çok güzel geçiyordu. Anneannem dokuz çocuk büyütmüş güçlü beyaz tenli , güzel mi güzel bir Anadolu kadınıydı. Mert ve açık sözlü ,kendini ezdirmeyip koruyan bir tavrı hep öndeydi. Bir gün Fatma anam “ kızım ben böyle güçlü olmasaydım beni dedenizde köydeki erkekler bırakmazdı” dedi. Dedemin başının kel ve pasif olduğunu o konuşmasından sonra anladım. Bu satırları yazdığımda o güçlü kadının yüzü kağıdın üzerine yansıdı. Kumral tenindeki gülüşleri kalemi oynatıyordu sanki.
Köy halkı kendi arazilerini ekip biçmekle geçiniyordu. Bağları bahçeleri herkesin kendine yetecek kadar vardı. Herkesin azdan çoktan fıstık ağaçlarıda vardı. Antep fıstığı her zaman satınca para ediyordu. Kimin fıstığı çoksa köyün zengini o sayılırdı.
Dut ağaçların üzerinde şarkılar eşliğinde hayallerime dalardım. Okuyup çalıkuşundaki öğretmen olacakmıydım. Hayatın yarın ne getireceğini tahmin edemezdim. Malatya’da sinamada gördüğüm Türk filmlerini akşam olunca ,yatakları dama serince ,dayılarım ve benden üç yaş küçük teyzemle girer anlatmaya başlardım. Sinamaya hiç gitmedikleri için dikkatle dinler , anlattığım filmlerin içinde kaybolurlardı. Tekrar tekrar “hadi anlat“ dedikleri oluyordu. Bende anlatmayı çok seviyordum. Sanki tekrar gidip görmüş gibi olurdum. Kulaklar film dinlemekte gözlerse gözyüzündeki yıldızlardaydı. Karanlıkta elektriği olmayan köyde o yıldızların herbiri bir elektrik olurdu. Gökyüzü ışıl ışıldı. Bir iki film anlatımından sonra uyku ağır basıp bizi kucağına alıp rüyalara götürürdü. Rüyalarda Adile Naşid , Kemal Sunal ve Türkan Şoray’la çay
içerdik kimbilir.
Sabah dedemin ineğine ,katırına ,anneanneme bağırışıyla uyanırdık. Damlardaki o uyku çok tatlı olup, azda uyusan seni rahat ayakta tutardı.
Çocukluğumun hep hatırlanan anıların arasında kır at gibi o günler koşturup durdu.
Feride
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.