MEMLEKET ÖZLEMİ
Orta Anadolu’nun oldukça şirin bir bölgesinde bir köy çocuğu olarak dünyaya geldim.
1963 yılının Eylül Ayında köyümden ayrılmış olsam da zaman zaman, özellikle yaz tatillerinde gittim anam - babam yurduna. Ancak son oniki yıldan beri de gidememiştim. Bu sebeple de burnumda tütüyordu her daim, göz pınarlarımdaki derin yanmalar eşliğinde.
Bir fırsat doğdu ve attım canımı köyüme üç gün için. Ben, Kaplan, Tahir ve Hikmet ile birlikte dağ taş demeden dolaştık her bir yerini.
Gezip dolaştığım yerlerde geçmişteki anılarım canlandı her adımda. Bir hayli yoksunluk ve yoksunluğun gölgesinde lakin alabildiğine mutluluktu o zamanlar yaşayıp bugün hala aynen duyumsadıklarım.
Bugün şehirde hangi imkan var ise köyde belki de fazlası olmakla birlikte, ben, hep o eski hal ve tarzı ile özlüyorum anam-babam yurdunu.
********
Her nerede olursam olayım, düşüncelerim köye yöneldiğinde, aklımın ilk erdiği zamanlarda, evlerde akşamları yanından hızla geçsen sönecek idare lambaları yanardı. Işığı o kadar az olurdu ki, kedigözü gibi büyürdü göz bebeklerimiz, hemen karşımızdakini görebilmek için. İzleyen yıllarda az daha yüksek standartta şişeli gaz lambası, akabinde ise lüks tabir edilen lambalarla müşerref olduk.
********
Özellikle 11 yaşıma kadar yaşadığım süreç bir macera silsilesidir adeta.
7 yaşımda at üstünde gezmeye başladığımı anımsarım, bugün oğlumun ve torunumun böyle bir şansı olamayacağını üzüntüyle bilerek.
11 Yaşımda Ankara’ya gelinceye kadar ilk okul 1, 2, ve 3 ü eğitmen nezaretinde keçi damından bozma bir okulda okudum. Eğitmenim Murtaza ERGÜL’e minnet ve şükran borçluyum. O’ nun tüm gayreti, okuduğunu anlayan bireyler olmanın yanısıra, gelecekte insan-adam olmayı düstur edinebilecek bireyler olmamız adına idi.
********
İlkokul 4 ve 5’ i zorunlu olarak okulu ve öğretmeni olan ve yürüyüş mesafesi olarak 45 dakika uzaklıktaki komşu köyde okudum.
Kış günlerinde, yabani hayvan saldırısından da korkarak, komşu köydeki okula yürüyerek giderken içinde öğlen yemeği olan 3 adet yufka ekmek arası kavurma dürümünün de bulunduğu ve kitaplarımı koyduğum siyah bezden çantam, diğer kolumun altında ise bir ödev gibi zaman zaman götürmek zorunda olduğumuz odun ve tezek gelir aklıma.
Kimi zaman okula gitmek istemeyince çaydaki buzlu suya düştüğümüz de olurdu haytalık adına.
Kışın kara lastik ayakkabılarımı hatırlarım yaz kış giydiğim. Diz altına kadar gelen ve yanları nakışlı yün çoraplarımı hatırlarım. Annemin özenerek ördüğü çoraplarımın üst kenarında kışın soğuktan donunca birbirine değdiğinde ses çıkaran iki adet püskül de olurdu.
Kışın yoğun kar yağışından sonra toprak dam üzerinde biriken karları sıyırga denilen tahtadan aletlerle damdan aşağı sıyırdığım, ilkbaharda çok yağmur yağdığında toprak dam akınca biraz saman atarak toprağın üzerine loğ denilen silindirik taş ile toprağı sıkıştırdığım canlanır hafızamda.
Kızgın güneş altında kara kara yanarak düven sürdüğüm, bulgur kazanlarının altındaki ateşte mısır közlediğim, kurusun diye dam üstüne serilen bulgura bekçilik yapmak için gece damda yatmak bahanesi ile köydeki tüm bostanlara daldığımızı anımsarım hoş bir tebessüm eşliğinde.
Tarladan hayvanlar üzerinde ekini tarlaya taşırken geçtiğimiz kaynak sularının gözesine-kaynağına boylu boyunca uzanıp kafamı daldırarak nefessiz kalacak kadar su içtiğimi ve sonrasında dudaklarımın çatladığını, eve gelince de az ekşimiş yayık ayranından kana kana içtiğimi hatırlarım.
Kuzu otlattığım zamanlar tümüyle özgür hissettiğim bir başka neşeli yaşam zamanları idi. Çıkınımızda sabah ve öğlen yemeğimiz, akşama kadar dağ-taş gezdiğimizi, haşlanmış yumurta ve yeşil soğanı yufka ekmek arası dürüm yaptığımı hatırlarken halen, yufkanın, yumurtanın ve soğanı o mis gibi kokusunu genzimde, tadını damağımda hissederim.
Kenger sakızı çıkardığımız, çaşır mantarı topladığımız günlerin hoş sohbet ve tevatürleri ile süslüdür anılarım.
Damdan dama atladığımız oyunlarımız, ağaçların dallarının en incesine kadar çıkıp ağaçtan ağaca geçtiğimiz tehlikeli oyunlar, derede yaptığımız suni gölde köpekleme stille yüzdüğümüz, saklambaç, mendil kapmaca, üçtaş ve birçok diğer oyunlarımızı anımsarım kimisi tehlikenin kendisi olan.
Sonrasında, liseyi bitirinceye kadar her sene köye gittim ve rençberliğin en ağır şartlarında çalışırken üretme çabasının alın teri ile desteklendiğinde ne kadar kıymetli olduğunu öğrendim.
*********
O kadar çok şey var ki yazacak, anlatacak.
Ben zaman zaman köye gittiğimde de gitmediğim zamanlarda da hep o eskide kalan fakat asla eskimeyen zamanları yaşarım.
Dağ - taş gezerim gittiğimde, her taşın başında, her ağacın gölgesinde yani her bir noktada binlerce anım canlanır. Dağlarda gezinirken oluşan beden yorgunluğunu, ruhi dinginlik ve sınırsız mutluluk duygusu ile nötrleştiririm.
Bu hal de gösteriyor ki…
İnsanın doğduğu yere olan özlemleri asla bitmediği gibi, yaş ilerledikçe daha da artarak çoğalıyor mutlaka.
YORUMLAR
İzniniz olursa bu yazınızı "Divriği Müze Kent" facebook sayfamızda yayınlamak isterim. Selamlar...
AYDINK
Bunun için izne gerek yok
Çok da sevinirim
Selamlar
AYDINK
Bunun için izne gerek yok
Çok da sevinirim
Selamlar, saygılar
Özlemle yazılmış memleket kokan güzel yazınızı bir çırpıda okudum. Gençlik yıllarım geldi aklıma..emeğine yüreğine sağlık değerli dost
AYDINK
köy hayatı onu içinde yaşayanlar bakımından bambaşka bir hal
ilgi ve katkın için teşekkürler
selam ve saygı ile