- 407 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
-ADALETLİ BİR DÜNYA KURMAK/AMA NASIL?-
Vatan sevgisi evrenseldir. Dünyanın neresine gitsek vatanını milletini seven, devletine ülkesine bağlı insanlar buluruz. Coşkuyu, heyecanı yansıtmak derseniz, titreşim, frekans değişebilir. Kimi daha yoğun yaşar, bazısı daha anlık. Buna göre insanları sınıflandırmak, derecelendirmek imkansız olduğu gibi faydasız, giderek zararlıdır hatta. Hamasi nutukları, popülist söylemleri hakiki vatan sevgisinin garantisi, sigortası zannedenler afyonkeş kalabalıklar ancak olabilir. Gündelik insan bazında alırsak, çabuk heyecanlanan, bağıran çağıran, velveleci insanlar daha vatanperver ya da milliyetçi değildir. Artı sosyoekonomik sorunların derinleştiği dönemlerde tehditkar da olurlar. Ekonomik kriz evrelerinde yabancı düşmanlığının, ırkçı nefretin yaygınlaşması misali. Kitle psikolojisindeki travma halleri, kırılmalar tehlikeli fay kırıkları olmakta hani.
Vatana ihanet ise izafi, lokal hatta münferit durumlara bağlıdır. Genelleştirmek tehlikeli ve zedeleyici olduğu gibi ispata muhtaçtır. İadeyi itibar parantezi bırakır geleceğe çok kez. Faşizm, Nazizm ya da her türlü totalitarizm evrelerinde insanlar her an vatanperverlik, milliyetçilik, ülkesine bağlılık konusunda test sürüşüne tabidir. Teyit etmesi, kendini ispatlaması beklenebilir, zorlanabilir. O sistemlerin yöneticilerinin asıl ihanet ettiğini tarih göstermekte.
Mesela Amerika’da otuzlu, kırklı, ellili yıllarda antikomünizmin cenderesi altında fokur fokur cadı kazanları kaynatılır. Cadı avları tertip edilir. Önceleri akademi, sinema dünyası, sendikalar nezdinde cereyan eden bir yargılama, yargılanma yoğunluğu göze çarpar. Nice aydın, sanatçı yargılanır ya da ifadesine baş vurulur. Eski arkadaşlarını, yoldaşlarını ele verenler, itirafçılığa zorlananlar, vs. Ünlü yönetmen ve oyun yazarı Elia Kazan’da mahkemeye isim verir de; ünlü oyuncu, talebesi Marlon Brando tarafından reddedilir. Marlon baba, Kazan’ın yönettiği bir filmde yapımcıların da ısrarıyla sunulan rol teklifini kabul eder, ne ki filmde başarıyla oynamakla beraber galayı müteakip daha önce bir baba gibi sevdiği Elia ile tüm bağını kopartır. Gönül borcunu öder, fişi çeker açıkçası.
Şu kadar ki, 2’inci dünya savaşını müteakip işin çapı genişletilir. Senatör McCarthy tarafından komünistlerin devlet dairelerine, orduya sızdığı yönünde kampanyalar da geliştirilir. Hatta bu McCarthy Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Trygve Lee hakkında dahi komünistlik, Sovyet ajanlığı suçlamasında bulunur. Giderek cartcurtları abi yoksun yaa makamında çalan üstadın da fişi çekilecektir. Sistemi temsil ettiğini, kuyruğunun başkalarının elinde olduğunu unutur açıktır ki.
Bizde de yetmişlerde, önceleri Yalta Konferansı, Stalin faktörüne bağlı temellenen, hani bir dış tehdide bağlı tasarlanan, örülen güvenlik duvarı sokaktaki adamı birbirine düşüren sonuçlar doğurmuştur. Kardeş kardeşe, komşu komşuya düşman olmuş, edilmiştir. Halbuki bugün iç dış etmenlere bağlayarak muhasebesini yapmakta, sorgulamakta, eleştirmekte, kendimizi dahi yoklamak noktasındayız değil mi? Oysa hadiseler yaşanırken bu soğukkanlı değerlendirmeler mümkün müydü? Bağıran çağıran, hakaret eden, kurşun sıkan gırla gidiyordu. Kendine göre herkes de haklıydı. Amerikan yahut Sovyet uşaklığı kavramları havada uçuşurdu.Gerçek suçlular ya da daha ziyade kabahatliler ortalıkta dolaşır, gençler asılırdı.
Bunları niye anlatıp duruyorum? Son yıllarda da kuşkusuz bir hain darbe kalkışmasına bağlı olarak türlü varyasyonlar sergilenmekte. İlk başlayışı itibarıyla yukarılarda yanılmışım, bilemedim makamında çalmalar, özür dilemeler, asıl kabahati ise gündelik insana bağlamalar. Yönetenlerin gafil yönetilenlerin hain durumuna düştüğü, düşürüldüğü bir garabet fırtınası eser, estirilir. Suçlanmayan, canı yanmayan, suçlanan, canı yanan komşusuna ateş olmayan yerden duman mı çıkar gözüyle bakar neredeyse. Oysa biliriz ki, düşmez kalkmaz bir Allah sözü de meşhurdur.
Nazi Almanya’sına yönelik ilginç bir hikaye de anlatılır. Adam anlatıyor. Önce Yahudileri götürdüler, adam sende Tanrı bile onları gözden çıkartmış dedim, komünistleri götürdüler onlarda vatanlarına ihanet etmeseydi, sosyal demokrat olanları götürdüler, üstünü kazıyın onlarda komünisttir dedim, liberalleri götürdüler sermaye uşağı saydım, götürülen kadınlara fahişeler dedim, sonunda beni almaya geldiklerinde yanımda duracak kimse kalmamıştı demekte.
Kuşkusuz bir kesit olarak sunuyorum. Boyutlar farklı ebatta cereyan edebilir hani. Kimi çağda, ülkede kitlesel hal alır, bazı memlekette devirde daha lokal vaziyette de seyredebilir. Demem şu ki, canı yanan insan miktarını baz alamayız, öyle mi?
Şimdi efendim, bizdeki mevzuya bakarsak FETÖ terör örgütlenmesi elbette realite. Şöyle ki yapılanması yeni değil. 12 Mart döneminden başlayan soğuk savaş dönemi projeksiyonları yıllarca antikomünist zeminde meşruiyet kazanır. Dinsizlerle, kafirlerle, komünistlerle mücadelenin Yeşil Kuşak etiketi giderek Yeşilırmak dershanesine dönüşür. Vatanına, milletine, dinine bağlı nesiller yetiştirmek babında sıcak karşılanır. Liberali, muhafazakarı, sosyalisti, yurtseveri, vatanseveri sevecen bakar hoca efendiye, en azından soğuk bakmaz. Hoca aydın din adamı havası coşturmakta çünkü. Birinden bahsederken Yahudi dense olsun o da kitabi derken, solcu dense en azından Kemalist değil Osmanlıya olumlu demekte, milliyetçi dense ırkçı değil, liberal dense faşist değil, İngiliz dense olsun dünyayı onlar idare ediyor demektedir. Öyle ki, diplomattır da hoca. İlave olarak Türk okullarının dünyanın dört bir yanında yaygınlaşması da, yabancı ülkelerin çocuklarının dilimizi öğrenmesi, Türkçe olimpiyatları da hoşumuza gider alttan alttan.
Elbette o zamanlarda da garipseyen, yadırgayan çevreler vardır. Hoca durup dururken hıçkıra hıçkıra ağlamaktadır. Oysa biliriz ki, hoca dediğin vaazıyla, tilavetiyle dinleyeni ağlatır. Bir komedyenin kendi söyleyip kendisinin katılmasından farksızdır hocanın ağlak hali açıkçası. Bu tiyatroyu çözen oldu, çözemeyen oldu o ayrı, çözüp de yan cebine koyup istifade edenler eleştirenlere kafirler, zındıklar, alçaklar diye haykıranlar mı ararsın?
Son yıllarda ise gidişata göre eski Fethullahçı ya da onunla birlikte hareket edip yanılan, yanıltılan insan evladı konumunda farklı düşünene, kendisinden olmayana bu elbiseyi giydirmeye kalkanlar, merdivenden kayanlar, vs. Neymiş Bank Asya’dan hizmet almış. İyi de Bank Asya açık, faaliyette değil miydi? Anayasal, kanuni düzlemde yasal olana vatandaşın yönelmesi kadar tabii ne olabilir ki?
Hani derim ki, gaflet, dalalet, hıyanet kavramlarını ters yüz etmek sağlıklı bir toplum kılmaz bizi. Siyasal, hukuksal sistemin nesillere hatta asırlara dayalı, genetik kod halini almış bozukluklarını bireylere, vatandaşa, yurttaşa bir biçimde giydirmek ona keza. Ya da bana/bize de az yapmadılar gibi rövanşist uygulamalarda geleceğe iyi bir miras bırakmayacaktır.
Ne demeli? Allah devletimize, milletimize zeval vermesin şüphesiz. Saygıyla, sevgiyle kalın, hoşça kalın.
L.T.
YORUMLAR
Üstadım, ben sivilizasyonu şöyle anlıyorum: Her millet uygarlık yarışından kopmamak için bulunduğu tarihsel-toplumsal süreci gerçekçi biçimde değerlendirir ve ona uygun bir yol haritası belirler...
Her milletin amacı bireylerini her yönden geliştirmek, güçlendirmek ve böylece onların sisteminin sadık, liyakat ve ehliyet sahibi, sorumluluk sahibi olmalarını sağlamaktır...
[Son onlu yıllarda bizde görülen, tanık olunan hızlı, hatta radikal değişimlerin nedeni budur...]
Mesela... Mütedeyyinler merkeze çekilmiş, üvey evlat sendromundan uzaklaştırılmış ve böylece üretkenlikleri, uzlaşmacılıkları sağlanmış, yani sivilizasyon yol haritasında çok mesafe katedilmiştir...
Aynı zamanda bu yazıda anılan aşırılıkların tolere edilmesinin, yani toplumu provake edecek atakların baştan engellenmesinin imkanları da sağlanmıştır...
Tabii, paradigmanın bir süreçte meydan verdiği öznelerin iştahlarının kabarması da beklenmeyecek şey değildi...:)))
Bu her kesim için geçerlidir!...
Öyle ya, bizim sivilizsyon sürecimizin dinamiklerinin gelişmişlik seviyesi bellidir; kentleşmenin yol açtığı sarsıntılar hâlâ devam ediyor...
Üstadım, yazının sonundaki dileğe katılmamak mümkün değil...
"Ne demeli? Allah devletimize, milletimize zeval vermesin şüphesiz."
Selam ve saygılarımla.
levent taner
Katkı ve katılımın dolayısıyla şükran duyduğumu söylemem bile yersiz özünde
Yine can alıcı hususların altını çizmişsin
Senin bize göre bir avantajın da karikatürist olman
Üstte yer verdiğim karikatür çok yüzeysel kalır seninkilerin yanında
Karikatür pratik bakışın nişanesi, derecesi adeta
Üst perdeden konuların fotoğrafını çekmen, çekebilmen buradan sanırım
Elbette bu hükumet döneminin yirmi yıllık periyotta hizmetleri var
Kuşkusuz bugün var olan sorunları motamot bu hükumet dönemiyle sınırlandırmakta anlamsız
Yazımda da vurguladığım üzere geçmiş nesillerin hatta asırların kodlaması, kümülatif bir birikimdir
Artı geçiş dönemleri sancılı da olur
Yine siz, mütedeyyinlerin son dönemde sisteme katılmasının faydalarına değinmişsiniz ki, haklısınız yerden göğe
Aynı şekilde bugünün muhalif unsurlarının sisteme katılması, kazanılması da geleceğe bir fayda bakiyesi bırakacaktır kanımca
Demem şu ki, bazen muhalif yapılara olumsuz bakılıyor, negatife alınıyor hani
Sosyal psikoloji, siyasi düşünce farklarına bağlı olarak oraya meylediyor
Halbuki, yapıcı ve yıkıcı eleştiri, müspet ya da menfi tenkit farklılık arz eder
Kötücül bir örnek olacak ama, kanserde dahi selim ve habis ur ayrımı vardır, değil mi?
Selim olanın tedavisi gerekli ve mümkün iken, habis olan ölümcüldür
Ben de naçizane yazımda vatan sevgisinin yaygın, kitlesel, evrensel olduğunu, vatana ihanetin ise dönemsel, lokal hatta münferit hallere bağlı olacağını, öyle okunmasının sağlıklı olacağını belirtirken bunu kastettim usulca ve inceden
Nihayet hocam
Yüreğinize, emeğinize, kaleminize, kelamınıza bereket
Selam ve saygılarımla.