- 302 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ROMANA DÜŞEN YAKUT : SAPLANTI
‘Kalbimin aynı anda hem hızlı hem de yavaş atmasını sağlayan bir kıza aşıktım . O’na karşı hissettiğim duyguların tam karşılığı buydu işte. Bütün güzellikleri aynı anda yaşamama sebep oluyordu. O’nu her gördüğümde dizlerimin bağı çözülürdü. Sevdiğim tüm şarkılarda onu bulurdum, her filmin başrollerinde biz vardık. Yağmur yağsa Elif ağlardı sanki ben üzülürdüm. Güneş açsa o gülerdi mutlaka. Doğanın ne kadar harikası varsa hepsinde Elif’in parmağı vardı, emindim. Güzelliğinin karşısında secde ile eğilirdim. Tut ki Müslüman değildim de aykırıyım, ben bir tek ona tapardım. Gözlerinin derinliklerinde kayboluyordum. Tek bir gülüşüne kurban olurdum. O’nun yanında nefes almak bile daha farklıydı sanki. O yanımdayken tüm çirkinlikler dünyanın en güzel şaheseriydi. O’nun yaşadığı şehir tüm dünyaya bedeldi. Elif aşktı, hayattı, kahkahaydı. Yüreğimin yarısı değil tamamıydı fakat ne yazık ki imkansızımdı’…
Yazar Gözde Kabasakal, 1988 Edirne Havsa doğumlu. Daha önce değişik portallarda öykü, deneme ve şiirleri yayımlandı. Baştan sona gizem ,aksiyon olan saplantı romanı onun ilk yüz görümlüğü. Saplantı, Sokak Yayınlarından çıkma. 312 sayfa , İstanbul 2014 basımlı.
Küçük yaşta babasını kaybeden, babasını kaybettikten sonra yetimhaneye verilen , oradan da amcası tarafından amcasının köydeki çiftlik evine getirilen Efe, hayatın tüm zorluklarını kısa bir sürede görmüş ve büyük adam olma hayaliyle kendine büyük sözler vermiştir. Hayata dair hevesleri , idealleri vardır. Okul hayatının inişli-çıkışlı günleri ve bu dönemde vermiş olduğu kararlar O’nun hayatındaki tüm beyaz ve siyah renkleri ortaya koymuş, kendi geleceğine domino etkisi yaparak tm hayatını şekillendirmiştir.
Saplantı, öncelikle akıcı bir üslup ve başarılı tasvirlerle selamlıyor okurunu : ‘Ahır, çiftlik evinin arka tarafında ,büyük bahçenin hemen sonundaydı. Bu bahçenin ortasında ahıra giden yol ayrılmıştı ve üzeri çakıl taşlarıyla döşeliydi, yolun iki tarafını ise amcam kocaman ağaçlarla sırlamıştı…Çakıl taşlarının üzerinden geçtim, ahıra varmak üzereydim ki arkamdan gelen bir ses duydum, belki de hissetmiştim emin değildim…’ (Sayfa:14)
‘Yurdu çevreleyen demir kapı ,koyu kırmızı renge boyanmıştı ve gerçekten çok abartılı duruyordu. Bir kez daha kapının önünde üzerlerimiz arandı, öğrencilerin dışındaki herkesin kimlikleri toplandı ve kapı görevlisi misafir olduğumuzu gösteren yaka kartlarını elimize tutuşturdu. Bahçe oldukça küçüktü, karşı tarafta iki kocaman bina yan yana duruyordu. Boyaları dökülmüş adeta bir harabeyi andırıyordu. Bahçenin hemen ortasında küçük bir havuz vardı, içinde hiçbir şeye benzetemediğim bir heykel yıkılmaya yüz tutmuştu, havuzun içindeki bir parmak boyundaki su çok kirliydi ki zaten havuz çöp kutusu muamelesi görüyordu; içi bisküvi paketleri, meşrubat şişeleri ve kağıtlarla doluydu…’ (Sayfa:33)
Sonra bu akıcı üslubun içeriğine, romanın 110-120. sayfalarından itibaren koyu bir gizem, çetrefilli durumlar ve aksiyon odaklı ilişkiler ağı da eklenerek devam ediyor okurun içinde kıyametler koparmaya, okurda soru işaretleri bırakmaya Kabasakal:
-Cansu’yu o kötü duruma kim sokmuştur ?
-Vedat DOĞAN kimdir, Efe O’nu bulacak mıdır ?
-Efe,uğruna kurulmadık hayal bırakmadığı Elif’ine kavuşacak mıdır ?
Roman hakkında değişik kalemlerden çıkma değerlendirme yazılarında daha çok içerik ve üslup yönünden hatalara değiniliyor. Yayın evi veya editör kaynaklı hatalara -ki kitaptaki hataların çoğunluğu bundan kaynaklanıyor diye düşünüyorum- değinilmiyor. Kitaptaki çok da kayda değer olmamakla birlikte belli başlı eksiklikleri iki ana başlık adı altında toplayabiliriz.
a-Yazardan Kaynaklı eksiklikler:
1-Romandaki Efe Karakterine uymayan ,Efe’ye ait davranış biçimleri ve söylemler:
Kitabın on dokuzuncu sayfasında romanın baş kahramanı olan Efe köydeki yaşam koşullarını anlatırken :’İçerisi sayamayacağım kadar saman balyasıyla doluydu ,kışlık erzaklar köşe bucak boş yerlere dizilmişti. Ivır zıvıra çarpmamak için, akrobasi hareketleri yapmak zorunda kalırdım’ diyor. 10-11 yaşlarında olan ,çocukluğu yetimhanede geçen ve en son da çok fazla toplu yerleşim alanının bulunmadığı ,ayrıca o günlerde evlerde televizyonun da bulunmadığını da düşünürsek -ki yazar da bunu romanda doğruluyor- Efe’nin akrobasi kelimesini kullanmasının hem romandaki Efe karakteri ile bağdaştığını hem de o dönem ve şartlara uygun olarak seçilmiş bir kelime olduğunu söyleyemeyiz. Çok mu büyük hatadır, değil. Sonuçta bu tür teknik hataları topluma mal olmuş koca koca yazarların eserlerinde bile görmek mümkün. Elif Şafak’ın AŞK’ında batılı bir hayat tarzını benimseyen ve bu tarzı yaşam biçimi haline getirmiş olan Ella karakterinin mutfağın kirlenmesiyle ilgili olarak bir köylü kadını ağzıyla ‘mutfak batmıştı’ ifadesini kullanması gibi. Nihayetide romanda oluşturulan karakterle ,karakterin kendi iç yapısıyla olan tutarsızlığı birçok hatırı sayılır romanda karşımıza çıkmakta.
2-Romanın akışını bozan ve koyu harflerle yazılmış olan paragraf veya konu sonlarındaki özet niteliğindeki açıklamalar , ara değerlendirmeler ve okurdan görüş isteyen cümleler/sorular:
Bazen bölüm , bazen konu sonlarında gerekli görülmüş olmalı ki yapılmış olan bazı açıklamalar okurun düşünce alanına müdahale görüntüsü vermekte , okurun olayları bazen kendine göre değerlendirme durumunu ortadan kaldırmaktadır.(Sayfalar:47,67,114,115,116, 135,165 ,192, 220, 223,278,309) Yine okurdan destek bekler mahiyette bir cümle olan 30. sayfadaki -öyle değil mi ? kelimesinin yazarın bir başkasının düşüncesine veya oluruna ihtiyacı varmış hissi uyandırması gibi.
b-Editörden Kaynaklı Eksiklikler:
1-Kitabın baş kısmında yazar hakkında kısa bir biyografi veya otobiyografinin bulunmaması okurda yazar da nereden çıktı gibi bir hava oluşturmakta. Düşüncem okurlara yazar hakkında kısa bir bilgi verilmesinin faydalı olacağıdır.
2-Özne yüklem uyumsuzlukları, cümle yapılarında bozukluklar: ’Cansu bir kolundan ben de diğerinden tuttum ve oturduğu yerden kalkması için ona yardım ettik’ (sayfa :84) ve giriş bölümünde altıncı sayfasındaki :‘Siz sadece bu romanı okurken görünüşte muhteşem gibi gözüken planlara ve kendini tanrı yerine koymuş saplantılı bir aşığın hazin sonuna şahit olacaksınız hatta birçoğuna’ cümlelerindeki özne –yüklem uyumsuzlukları ve yapı bozuklukları gibi.
3-Kelimelerin yanlış veya birbiri yerine kullanılması ve ayrı yazılması gereken bağlaçların bitişik yazılması :‘Yıl 1981 olduğunda on yaşımdaydım’( Sayfa:12),’Dolabın iki yanına da kocaman vazolar yerleştirilmiş ve içlerine rengarenk çiçekler koyulmuştu’ (sayfa:162). Yine romanın 52,53,92,95,113,116,162 sayfalardaki ayrı yazılması gereken –de, - da bağlaçlarının bitişik yazılması sanırım editörün dalgınlığı ve yorgunluğundan kaynaklı.
4-Efe’nin çocukluk arkadaşı olan ve bir zamanlar bir çocuk grubuyla kavga etmesi sonrasında kendisine yardım ettiği Sedat’ın ismi 294. sayfada Serhat olarak geçiyor. Yine bu durum basım veya editör kaynaklı diye düşünüyorum.
Yukarda belirttiğim ve bir roman kitabı için çok da fazla önem arz etmeyen konular da dahil Saplantı son zamanlarda yazılmış , popülizme boğulmamış veya popülizmin gölgesinde şahlanmadan kendine has rengi ve farklı tarzıyla ve de en önemlisi başarılı kurgusuyla kayda değer bir roman.
Görünürde gizemli olaylarla birlikte saplantılı bir aşkı , içeriğinde Simyacı’da olduğu gibi kaderi kimin şekillendirdiğini işleyen Saplantı’nın dikkat çeken bir diğer özelliği ise olayların birinci tekil kişi tarafından anlatılması ve kronolojik sıralamanın hiçbir şekilde sapma göstermemesi , kurguların bütünsellikten kopmaması. Bu da yazarı diğer yazarlardan ayıran önemli farklılıklardan bir tanesi.
Saplantı, kötü bir usta (editör) elinde mücevher , Potifar elinde Züleyha, romana düşen yakut tanesi.Okuruna,1988 doğumlu başarılı bir yazar için haddini fazlasıyla aşmış Havsa’sına sığmayan kocaman bir hikaye…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.