40
Yorum
39
Beğeni
0,0
Puan
2991
Okunma
Aylardan Şubat, Yönetim Kurulu Başkanımızın eşi Gunn Ablam yanıma gelerek hâlimi hatırımı sorduktan sonra,
-Ümmühan Karadeniz’i çok merak ediyorum. Yaza seninle birlikte birkaç günlüğüne yaylalarınızı dolaşmak, annenle babanı tanımak istiyorum.
-Seve seve eşlik ederim ablam. Annemle babam seni tanımaktan mutluluk duyarlar. Otel ayarlamamıza gerek yok, evimiz müsaittir. Ayarlasanız da annem otele gelip sizi alır.
-Ümmühan, hangi ayda gidelim bu konuda bilgine de ihtiyacım var.
-Nisan ve mayıs ayında Karadeniz’in sahillerinde çiçek açma dönemidir. Direk yaylaya gideceksek yabanların da yaşam sürdürdüğü, coğrafyasını daha iyi tanıyacağınız dönem haziran ayıdır.
- Tamam, ben bütün ayarlamalarımı yapıp sana bilgi vereceğim. Elim boş gitmeyeyim, annen neyi sever, bu bilgiye de ihtiyacım var.
-Sizi tanımak onun için en büyük hediyedir.
Samimiyetle birlikte gülüştük. Odamdan çıkarken dönerek,
-Ümmühan sadece sırt çantanı yanına al, bavul falan alma.
- Tamamdır ablam.
Haziranın son haftası sabahın erken saatlerinde Gunn Ablamla birlikte Sabiha Gökçen Havalimanına doğru yola koyulduk. Gunn ablam Norveçli olmasına rağmen Karadeniz’le ilgili araştırmalar yapması, yöreye uygun tarzda kıyafetiyle görmem de beni hiç şaşırtmadı.
Karadeniz, Türkiye’nin doğusu ile batısı arasında yerel saat farkı fazla olan tek bölgedir. Bir ucu Bulgaristan’a diğer ucu Gürcistan sınırına doğru uzanır. Bu uzun genişlikte en yüksek dağı Kaçkar Dağlarıdır. Yaylamız iki derenin ortasında doğu ve batı yönü yemyeşil yamaçlara bakar. Kuzeyi Kaçkar Dağları olup dağları birbirinden ayıran iki derenin yamacının bir tarafı İspir’in Hodeçur ve Salaçur yaylalarına, diğer tarafı yine Erzurum İspir diğer yaylalarına ve Yedigöller’e bakar. Batı kısmı Karadeniz’in, sahiline doğru bakar.
Dağların kıyıya paralel uzanması nedeniyle kıyıları fazla girintili- çıkıntılı değildir. En doğusunda Rize ve Artvin illeri bulunmaktadır. Her iki ilde düz tarım alanları neredeyse yok denecek kadar azdır. Bu yüzden insan gücüne en ihtiyaç duyulan bölgedir. Dik yamaçlarda düz yolda yürür gibi yürüyen esnek yapılı, çalışkan, tez canlı, pratik zekalı, korkusuz insanlardır.
Bölgede, dağların denize bakan yamaçları bol yağış aldığından gür ormanlarla kaplıdır. İç kısımlara gidildikçe soğuğa dayanıklı ağaç türleri ile bozkırlar bitki örtüsünü oluşturur. Kıyıdan yamaç boyunca yükseldikçe sıcaklığın düşmesine bağlı olarak bitki örtüsünün değiştiği görülür. Kıyıdan 800 metre yüksekliğe kadar olan alanda yayvan yapraklı ağaçlar, 800 - 1500 metre arasında karışık yapraklı ,1500-2000 metreye kadar olan alanda iğne yapraklı ağaçlar, 2000 metreden sonra ise dağ çayırları görülmektedir.
Bölgenin yağış dağılışında hâkim rüzgâr gönü ile yamaçların konumu ve yükseltisi en önemli etkenlerdir. Batı Karadeniz ile Doğu Karadeniz’in yıllık ortalama yağış miktarının Orta Karadeniz’den fazla olmasında; Batı ve Doğu Karadeniz’de kıyının hâkim rüzgâr yönüne dik uzanması ve yükseltinin artması rol oynar. Kıyılardaki yağış miktarının fazla ve düzenli oluşuna bağlı olarak; Akarsuların debileri yüksektir. Tarımda sulama fazla gerekmez ve nadas tarımı çok az görülür. Orman alanları geniştir. Orman yangınları görülmez.
Trabzon havalimanına indiğimizde ablam, çalıştığım iş yerimin bünyesindeki helikopterin bizi piste beklediğini Rize’ye geçmeden önce Sümela Manastırı’nı helikopterle gezeceğimizi söylediği an kendimi bu dünyanın en şanslı insanı hissettim. İlk ve orta okulda öğretmenlerimizin düzenlediği geziyle Sümela Manastıra gelmiştim. Abur cubur yediğim için karın ağrısından doğru düzgün gezememiştim. Şimdi gökyüzünden Sümela Manastırı’na doğru bakarak hem gezi hem de hayat tecrübelerime bir yenisini daha ekleyecektim. Kaç kişiye nasip olurdu böyle havalı bir gezi diye düşünmeden de yapamadım.
Helikopterimiz gezi turları için özel yapılmıştı. Ayağımı koyduğum yer camdı ve ben koltuğa oturduğumda göğe doğru çıkarken yeryüzünü kendi ruhunun derinliklerinde görecektim. Öyle de oldu. Havaalanından tepelere doğru yükselirken gördüklerim anlatılanın dışında bambaşka gizemdi. Salıncağa binmiş gibi bir an gözlerimi kapayarak bulutların üstünden kanatlanarak göğün deryasında uçuyordum...
Mardin’de, Mardin Köy Hizmetlerinde mühendis olan abimin görevi bitip memlekete gece yarısı döndüğü gün aklıma geldi. Abimin eşyalarını getiren Mardinli genç şoförlerin gece dinlenmeden memleketlerine dönmek istediklerinde, annem müsaade etmemiş,
-Bu gece misafirimizsiniz, yıkanır-paklanır, sabah kahvaltınızı yapar öyle yola çıkarsınız evlatlarım diyerek odalarını göstermişti.
Gün yeni yeni doğarken hiç alışkın olmadığım seslere uyandım. Tanımadığım iki adam 200 metre karelik terasımızda bir o köşeye bir bu köşeye koşuşturuyordu. Annem de yanlarındaydı.
-Ana burası cennet, ana burası cennet diye sözlerini tekrarlıyorlardı.
Yıllar geçti yüzlerinde o şaşkın ifadeyi ve seslerindeki heyecanlı hayreti hiç unutamadım. Şimdi ben aynı o Mardinli abiler gibiydim. Hangi köşesine bakacaktım, şaşkalozdum.
Trabzon’un Maçka ilçesine ait Altındere köyünde, dağın yamacına bulunan Sümela manastırı, tüm ihtişamıyla gözlerimin içine bakıyordu... ’’Şimdi beni ve benle aşkı hayal et’’ der gibi. Sahi aşk iki beden miydi? Değildi, aşk farklı farklı duygularda ortaya çıkan an’a yani kendiliğinden oluşan zamansız mekana dahildi.
Bir zamanlar, bütün rahibeler, rahiplerin toplandığı mekâna saçlarını sarıvererek sınırsız yeşille öpüştüğünü görüyordum. Ve ben bütün çiftlerin ortasında onların mutluluğunda etraflarında dönüyor dönüyor dönüyordum.
-Ablam bir tane daha tur atalım, ablam bir tane daha, tam yedi kez verdim her turda bir Kulhuvallah duası.
Helikopterin kanatları eteklerimdi ve ben yüzlerce göz olup yaşadıklarımı ezelden ebede sığdıran mutlulukla, bambaşka ruhla hayatıma taşıyordum hatta evrene...
Dağlarının içinde gizlenen manastırı sobeledim. Zafer benimdi.
Arkası yarın...