Tritanopia
Ayhan sekiz yaşlarında bir erkek çocuk. Komşularıyla birlikte misafir olarak onların köyüne gidiyor.
Ayhan’ın ilk köy ziyaretidir bu.. Şehir hayatından çok farklı olduğunu hemen anlıyor… Ayhan’ın bu köy ziyareti elektriğin evlere yeni yeni bağlandığı, suyun ise çeşmelerden kova ve bidonlarla getirildiği zamanlara denk geliyor.Hayranlıkla bakıyor ağaçların çeşitliliğine, ekili tarlalara, sabahın erken saatlerinde kalkan kimisi ahıra, kimisi kümese koşturan işinde gücünde çalışkan insanlara. Birkaç gün içinde uyum sağlıyor onlara, hem getir götür işlerine yardım ediyor hem de birçok arkadaş ediniyor koşturup oynuyor tozlu yollarda.
Bir sabah onu köyün ekmek fırınına yolluyorlar.
-A be inesin şu taşlık yoldan. Karşına çıkçek bir bina. Rengi sapsarı. Dümdüz gidesin. Ahanda hemen oracıkta. Kime sorsan gösterirler fırını.
Ayhan kendisine verilen ekmek parasını şortunun cebine koyup, bahsedilen taşlık yola doğru yürümeye başlıyor. Çevresine baka baka ilerlerken, bir yandan diline bir ıslık doluyor. Az daha gideyim sorarım birilerine diye diye aradan epey bir zaman geçiyor ve fırını bulamıyor.
Kayboldum mu acaba diye düşünürken arkadan gelen ayak seslerini işitiyor. Başını arkaya çevirdiğinde gözleri kocaman açılmış, boynuzlu bir koçun ona dik dik baktığını görüyor. Korkuya kapılıyor birden, koşmaya başlıyor.
Ayhan koştukça koç daha da hızlanıyor ve bir türlü Ayhan’ın peşini bırakmıyor. Nefes nefese kalıyor çocukcağız.
Etraftaki insanlar da Ayhan’ın peşine takılan koçun dikkatini kendilerine doğru çekip yakalamaya çalışıyorlar. Ancak nafile… Koç öylesine sinirli bir bakış fırlatıyor ki ne istiyorsa Ayhan’dan. Bir ara tam toslayacakmış gibi oluyor, Ayhan iyice hızını artırıp mesafeyi açıyor.Böyle sürüp gidiyor uzunca bir süre kovalamaca. Ayhan’ın küçücük bedeni dayanamıyor en sonunda bayılıp kalıyor yol ortasında. Köylüler gelip yetişiyorlar imdada. Ayıltıyorlar Ayhan’ı biraz kolonya, birkaç tokatla. Gözlerini açtığında zaten buraların yabancısıyken hiç ama hiç bilmediği bambaşka bir dünyada buluyor kendini. Köylüler su içirip, sorgu sual ediyorlar.
-Nerden gelir nereye gidersin.
-Çatalca’nın Ormanlı köyüne misafir gelmiştim. Fırına gidecektim. Yolumu kaybettim.
-A be burası Karacaköy. Yürüyerek mi geldin onca yolu.
-Koştum ağabey.
-Bak buradaki minibüsler Ormanlıya gider. Hadi bin de git evine, seni merak ederler.
Ayhan cebindeki ekmek parasını minibüse verip Ormanlı’da iniyor ve indiği yer misafiri olduğu eve çok yakın. Sokakta bir arkadaşına denk geliyor ve başından geçenleri anlatıyor. Arkadaşı kendisinde para olduğunu söylüyor, birlikte fırına gidiyorlar.
Ayhan’ın gözleri sarı binayı arıyor. Sarı rengi, pembe görüyor çünkü. Arkadaşıyla iddialaşıyorlar.
Pembeydi sarıydı, sarıydı pembeydi…
Ayhan yolu şaşırmasının, sarı binayı bulamamasının, koçun kovalamasının, yolda düşüp bayılmasının, yediği tokatların, hiç bilmediği başka bir köye gidişinin nedeninin renk körlüğü olduğunu çok kısa bir zaman sonra öğrenecekti.
EbRuAsya//
tritanopia
(kısaltılmış öykülerim)
YORUMLAR
Çok güzel bir anlatımla köy yaşamı,
derkennn... Sürpriz bir final.
Sen bunu hep yapıyorsun.
Çokta iyi yapıyorsun...
Yazın yüreğimi sızlattı.
Ayhan'a da üzüldüm tabii.
Ama yüreğimi sızlatan Ayhan değildi.
Askeri okula çok yakın bir arkadaşımla müracaat ettik.
Ben kazanmama rağmen o renk körlüğünden elendi.
Çok mu önemlidir renk körlüğü?
Önemlidir her halde.
İlginç bir konu, tamda kıvamında işlenmiş.
Tebrikler, teşekkürler Kardeşim...
Rû //
Bedri abi hoşgeldiniz...
ben de arkadaşınıza üzüldüm şimdi... renk körlüğünün askeri alanda ne gibi olumsuzluklara sebep olacağını bilemiyorum...
ancak bazı mesleklerde eksiklik ve karışıklığa sebep olduğunu biliyorum
ilk aklıma gelen tekstil sektörü mesela kumaş-iplik seçimlerinde... elektrik-elektronik kablolar filan... benim öykümde sarı binayı arayıp bulamayan ayhanın başına gelmeyen kalmadı... en doğrusunu bu işin uzmanları bilir diyelim.
benim acizane fikrim ise hayati bir tehlike olmadıktan eksiklikler giderilebilir karışıklıklar duruma göre tolere edilebilir.
katılımınız için çok teşekkür ediyorum abi.
iyi geceler diliyorum
selam ve saygılarımla
Bir arkadaşıma mavi bir kazak hediye etmiştim. Üzerine giyindiğinde; “mavi sana çok yakıştı” dedim. Kazağın göğüs kısmını iki parmağıyla çekip baktı, “aaa mavi mi bu?” dedi:) uzunca süredir tanışıyor olmamıza rağmen renk körü olduğundan hiç bahsetmemişti, şaşırdım tabii. Demek renk konusu hiç geçmemiş aramızda o güne dek:)
Son paragrafta bahsettiğiniz durumlara neden olduğunu hiç duymamıştım.(yanlış anlamamış olduğumu umuyorum, aksi takdirde çok mahçup olurum:)) Çok ilginç geldi gerçekten. Hatta arkadaşımın genel tavırlarını zihnimde gözden geçiriyorum şu an:)
Çok güzel yazdığınızı yeniden söylememe gerek var mı?:)
Sevgilerimle...
Rû //
arkadaşınız belki farkında değildir bile...
birkaç çeşidi var bu renk körlüğünün sevgili eflatun... bir dönem ilköğretimde ücretli öğretmenlik yapmıştım.. kuzucuklardan biri evin çatısını kahverengiye, ağacın gövdesini kırmızıya, güneşi de pembeye boyamıştı. aklıma gelmemişti renk körü olacağı, bir de Allah için çok güzel çizip boyamıştı... heyoo renklere özgürlük dedim beğendim:)
ancak zaman içinde sınıfta başka etkinliklerde kendini belli etmişti çocuğun durumu... velisiyle görüşmüştüm..
renk körlüğünün en büyük sıkıntısı, çocukların ileri de bazı meslekleri seçmelerine engel olması...
< bu kısımda benim son paragrafla bağlantılı aslında:) >
çocuk fırına değil de sarı binaya odaklanınca işler karışmış...
benim de eksikliğim olabilir anlatımda çünkü bölüm bölüm uzatmak istemedim... kestirmeden ancak bu kadar toparlayabildim...
öykü işte ...
ah dedim biz olsak mis gibi ekmek kokusundan bulurduk hemencecik :)
eflatun katılımın için çok teşekkür ederim..
güzel bir sohbet oldu..
mutlu akşamlar diliyorum
sevgilerimle
Öykünün adını ve konu resmini görünce acaba resimdeki köpekle alakalı şey mi diye düşünürken, aynı resmin iki ayrı renkte oluşu renk körlüğünü yansıması olduğu fikri daha çok hakim oldu. Tabi renk körlüğünün tıptaki adını bilmediğim de aşikar.:).
Canım Türkiye’mizin her yöresinin ayrı tat ve güzelliğinin yanında, her yöreye mahsus konuşma farklılıkları oluşu ayrı bir güzellik.
Öykü karakteri Ayhan’ın renk körü oluşu varlığının farkına varmayışı daha kötü sonuçlar doğuracak olaylara sebebi neyse ki atlatılmış. Kısa öykü ama akıcı üslup ve farklı bakış açısı her zaman senin kalemline münhasır sevgili Ebru..
Umarım güne gelir bu güzel farkındalık öykü..
Yürekten tebriğim ve sevgimle
Rû //
teşekkür ederim yorum için..
sevgimle
Önce Tam Puan!
Ve
Yürekten beğeni.
Gerçi ben köylü çocuğuyum ya!
Olsun.
Koç sürüden ayrılıp tutulunca ben koçuda kuzularla güderdim çocukken.
Nasıl oldu bilmiyorum.
Koç geri geri çekildi, bütün hızıyla geldi küpünce(tost vurmak) düştüm yere
kalktım koşarak kaçtım koç benden hızlıydı, her vurduğunda iki seksen uzattı
beni yer.
Hiç unutmam o güzel günleri. Ner de bir koç görsem severim boynuzlarını.
Şimdi milleti küpen iki ayaklı boynuzlulardan çok çok merhametlilerdi.
O zaman Kuzu eti beş para etmez, koçun tanesi bile şimdiki 1 KG kuzu etinden
daha ucuzdu.
Nerde o eski Günler.
Hocam farkında mısınız beni nerden nerelere sürüklediniz? :))
Yazı harika.
Tebrik ederim.
Saygılarımla.
Rû //
Necati hocam..
Görsele koç bulaydım daha bir iyi olacaktı...
eski günlerin tadına tat katardı:)
konuyla alakalı çiçeklerin renklerini baz alsam da
köpeğimiz de sevimli
teşekkür ederim yorum için
mutlu akşamlar diliyorum
saygı ve selamlarımla