İLGİNÇ VE KOMİK BİR İNTİKAM HİKAYESİ
Muhtemelen 1950 li yıllarda bir gün akşam vakti köyün büyük baş hayvanları / sığırı otlaktan gelmiştir. Lakin Rıza Ağa’nın çok cins, genç ve besili tosunu köyün sığırı ile gelmemiştir. Tosun ya başka birinin ahırına gitmiştir ya dağda kalmıştır bir başına veya hayvan hırsızları tosunu sürüden ayırıp çalmışlardır. Bir başka ve daha kötü ihtimal ise vahşi hayvanlara yem olmuştur.
Bu dört ihtimalden birincisi çok zayıftır.
Zira hayvan dersin ya, bakmayın siz hayvanlığına. Nice insandan daha fehim ve izan sahibi olur çoğunluğu. Bir evin hayvanları sevgi gösterilerek kaşağı ile sırtının temizlendiği, özellikle kış günlerinde yemi ve suyunun verildiği, dahası sahibinin gözü gibi bakıldığı yeri asla ve kat’a unutmaz, yolunu ve ahırını şaşırmaz. Ne kadar da uzakta olursa olsun, yeter ki yolu köye dünsün. Mutlaka iz ve koku üzerinden ve de içgüdüsel olarak ahırına gelip girer. Kimsenin de ona öte git beri gel demesi gerekmez.
Rıza Ağa ‘nın çok canı sıkılır duruma ve hemen köyün sığırtmacını / sığır çobanını bulur ve hemen akşamdan tosunu aramak üzere dağa gitmeleri gerektiğini söyler. Karanlık da basmıştır bir hayli. Sığırtmaç İsmail;
- “Rıza Ağa kurbanın olayım, akşam vakti bu karanlıkta tosunu nerede arayabiliriz. İnşallah başına bir hal gelmedi ise bir kovukta yatıp kalmıştır. Zaten bugün sabah er vakitten beri dağ tepe anam ağladı sığırın peşinde gezmekten. Gel bu arama işini yarın sabaha bırakalım”
der yalvaran gözlerle.
Ancak ne var ki Rıza Ağa’ nın sözleri kılıçtan keskindir. Arama işine hemen akşamdan başlamaları şarttır.
*******
Rıza Ağa güzel koşumlu, rahvan yürüyüşlü bir ata biner, İsmail yanında yaya olarak düşerler yola. Rıza Ağa’nın bir kahvesi eksiktir at üzerindeki keyfine eşlik edecek. İsmail ise oflaya puflaya, içinden kimbilir hangi methiyeleri!! seslendirerek tabana kuvvet eşlik etmektedir ona.
Saatlerce yol giderler, acaba tosun seslerine tepki verir mi diye de karanlıkta seslenerek. Ama tosundan ses seda yoktur.
Köyden çok uzaklardaki yaylaya kadar çıkarlar.
Köyün yaylasına yaz mevsiminde Malatya’dan gelip hayvanlarını otlatan, süt, yoğurt, peynir, yağ gibi mahsullerini de burada üreten bir nevi göçerler vardır. Bunların çoğunluğu Rıza Ağa’nın babası Kel HÜSEYİN’in ahbaplarıdır. Akşam vakit çok geç olduğundan sabah erkenden tekrar dağda aramaya çıkmak üzere bu ahbaplarının çadırına misafir olurlar.
Sabah olur ve dağda gezmedikleri, tosunu aramadıkları yer yoktur. Ancak tosundan bir iz bulamazlar. Gün boyu ararlarken Rıza Ağa yine atın üzerinde İsmail ise tabiri caiz ise perperişan bir halde O’na yetişmeye çalışmaktadır.
Nihayet tosunu bulma umudunu tamamen kaybeden Rıza Ağa, gün batımına yakın aramayı bırakır ve köye dönüşe geçerler. İsmail hala yürümekte ve Rıza Ağa at üzerinde kurum kurum durmakta ve bu hal İsmail’in çok canını sıkmaktadır.
Köye yaklaştıklarında bir tepeden aşağı bayağı da yüksek bir tepeden inişe geçtiklerinde, Rıza Ağa attan iner ve İsmail’e
- “Yahu İsmail sen iki gündür hep yürüdün ve çok yoruldun, gel biraz da ata sen bin”
der demez, o ana kadar kendini hep frenleyen İsmail adeta patlayıverir ve laflarını hiç tartmadan saymaya başlar.
- “Ulan vicdansız, behey merhametsiz. Gecenin bir yarısı beni dinlenmeden yola çıkardığın yetmiyor, iki tam gün de dağ taş yaya gezdirdin, şimdi de dik iniş sırasında ata binmemi istiyorsun. Ulan Allah’tan korkmaz ben inişte ata binilmeyeceğini bilemeyecek kadar geri zekalı mıyım?. Senin vicdanını bilmem ne edeyim”
diye hönkürürken karanlıkta, dağlarda yankılanır sesi.
Rıza Ağa donup kalmış gibi bakarken İsmail;
- “Ben bunun acısını günü gelir senden çok güzel çıkarmasını da bilirim” der
********
Aradan yıllar geçer. Rıza Ağa 1964 yılında Ankara’ya gelip yerleşir. Köydeki ağalık, büyük şehirde gecekonduda oturan işçi sınıfına evrilerek tabii ki. İsmail ise daha önceki yıllarda gelmiş ve Emekli Sandığında çalışmaktadır.
Rıza Ağa köyden gelirken bir düve (bir yaşındaki dana) ve bir antika bozuk çifte tüfek ile takas ettiği “baretta” marka ruhsatsız tabancayı da Ankara’ya getirir. Öyle silah merakı da yoktur ama, köy yeri gün gelir lazım olur diye almıştır.
********
Bu arada Rıza Ağa ile İsmail akrabadır aynı zamanda. İsmail, Rıza Ağa’nın en büyük ağabeyinin kızı ile evlidir.
İsmail bir tatlı kişiliktir ki, sözüne sohbetine doyum olmaz cinsinden bir adamdır. Her akrabası yolunu bekler ki anlatsın başından geçenleri bir büyük heyecan ile onlar da her defasında belki de defalarca dinledikleri hikayeleri sanki ilk defa duyuyorlarmış gibi yine kahkahalarla dinleyip gülsünler.
İsmail, Rıza Ağa ile de hiç irtibatını kesmemiştir Ankara’da. O köyde yaşadığı olayın hıncını bir şekilde alma düşüncesini de hiç aklından çıkarmamıştır.
******
Rıza Ağa’nın Ankara ya gelince köyden getirdiği tabancayı büyümekte olan çocuklarının eline geçmemesi için adamakıllı sarıp sarmalayarak gecekondu evinin kömürlüğünün zeminine, kömürün altına, toprağa gömmüş olduğu, çok sonradan öğrenilir.
Sene 1971 yılıdır ve ülkede hiç bitmeyen siyasi çalkantılar ve iç huzursuzluk sonucu asker bir muhtıra vererek doğrudan olmasa da dolaylı olarak ülke idaresine müdahale etmiştir.
Sonraki zamanlarda ise Bir habere göre, jandarma ve polis ev ev gezerek silah arayacaktır. Ruhsatsız silah bulunduranların canı da fena yanacaktır.
Rıza Ağa, Ankara’ ya kendisinden önce gelen ve birçok konuda hayli yol yordam öğrenmiş olan İsmail’i çağırır ve evdeki tabancayı elden çıkarma konusunda kendisine yardım etmesini ister.
- “Ahha der” muhtemelen İsmail kendi kendine. “Şimdi yılların intikamının alınma zamanıdır”.
- “Tamam Rıza Ağa” der İsmail. “Daireden bir arkadaşım tabanca arıyordu satın almak için. İstersen götürüp ona bir göstereyim”
- “Hemen götür hemen” der Rıza Ağa.
Gider kömürlükten tabancayı çıkarır ve İsmail’e teslim eder.
İsmail ertesi akşam geldiğinde, tabancayı sattığını ve fakat satın alanın tabancanın parasını şu an için ödeyebilecek durumda olmadığını, ancak yazın köyüne gidip buğday hasatını yaptıktan sonra verebileceğini söyler.
- “Tamam der” Rıza Ağa. “Acelesi yok para nihayet gelsin de.”
Aradan yaz geçer tabancanın parası gelmez. Rıza Ağa her sorduğunda İsmail birbirine hiç benzemeyen bahaneler ileri sürerek tabancanın parasının ha geldi ha gelecek olduğunu söyleyerek Rıza Ağa’yı oyalar. Rıza Ağa’nın beklemekten başka çaresi yoktur elbette.
*****
Günlerden bir gün İsmail yüzü allak bulak bir şekilde, sanki Karadeniz’de gemileri batmış misali Rıza Ağa’yı ziyarete gelir.
Rıza Ağa tabancanın parası geldi mi acaba diye heveslenirken İsmail ağlamaklı bir ses ile
- “Rıza Ağa sana nasıl diyeceğimi bilemiyorum. Tabancayı sattığımız adam tabancayı polise yakalatmış. Adamı, bir haftadır tabancayı kimden aldığını öğrenmek için sorguya çekiyorlarmış.”
Deyince Rıza Ağa adının verilme ihtimali ve devamında hapis yatma dahası kim bilir hangi şekilde suçlanabileceğini hayal ettiğinde bir büyük telaş ve korku ile bir solukta;
- “Oğlum İsmail, ben sana tabanca filan vermedim, sen adama satmadın, ben ne o adamı tanıyorum ne seni tanıyorum, para mara da istemiyorum yeter ki beni bu işe bulaştırmayın” deyince İsmail gayet sükunet ve suhuletle, içindeki şeytanı da gülümseterek
- “Tamam Rıza Ağa sen hiiiç merak etme ben adama bir şekilde ulaşır ve bizim ismimizi özellikle de senin ismini vermemesini, tabancanın parasını da helal ettiğimizi söylerim” der.
******
Allah rahmet eylesin Rıza Ağa benim babamdır. İsmail ise evvelce de belirttiğim gibi eniştemiz. Müthiş renkli bir adamdı kendisi. O da şimdi gerçek dünyada, Allah rahmet eylesin.
******
Aradan aylar belki yıl geçtikten sonra İsmail abi bize bir gün geldiğinde kendisine;
- “Yahu İsmail ağabey, şu tabanca hikayesini hiç aklımız sarmadı. Allah’ını seversen gel şu işin doğrusunu anlat da bilelim”
dediğimizde, bize;
- “Hani babanız şu tosun arama işinde beni dağda iki gün geceli gündüzlü yaya gezdirmiş ve köye yaklaşıp dik inişe geçtiğimizde bana ata binmeyi teklif etmişti ya. Lan arkadaş öyle içime verdi ki bu tavrı. Yokuş aşağı ata binmek ne demek, o hayvanın canı yok mu?. Güya beni korudu. Ama asıl koruduğu atı idi. Kafama kurşun sıksa bundan iyiydi. Ben buna bir iş etmeden içim soğumaz demiştim o zaman.
“Tabancayı sattım. Parasını aldım çatır çatır yedim. Rıza Ağa’nın panik olduğunu bildiğimden de tabanca yakalanmış dedim. O da sağ olsun bir çırpıda tabancanın parasından vazgeçti. Ben de böylece yıllar öncesinin intikamını almış oldum”
dediğinde, Babamın yüzünün aldığı hali görünce tüm ev halkının kahkahalarla kendinden geçtiği şu an gibi gözlerimin önünde hala.
Dedim ya İsmail Ağabey espritüel, hoş sohbet, cana yakın bir insandı. Bize ne zaman gelse babamı kızdırmak pahasına bu tosun arama hikayesi ve tabanca konusunu anlattırdık.
O da her defasında emsalsiz mimik ve vücut dili ile bir büyük ciddiyetle anlatırken, biz sanki ilk defa duyuyormuş gibi kahkahalara boğulur, babam da her defasında olayı o günkü tazeliği ile yaşayarak kızgınlıktan köpürür, ancak devamında o da gülmeye başlardı kendi haline.
Yüce Allah rahmet eylesin tüm geçmişlerimize
24.04.2022
YORUMLAR
Allah her birine gani gani rahmet eylesin.
Hikayeyi okurken uzun soluklu bir film izledim sanki. Bütün oyuncular birebir gözümün önünde canlandı.
Hikaye ayrı güzel, anlatım bir bambaşka. Gönlüne sağlık ağabeyim.
Sağlıkla ve huzurla en güzel bayramlar dilerim.
Saygılarımla...
AYDINK
Bugünlere dair yazacaklarımız hep yaramazlar ve yaramazlıklar üzerine olacağı için, içimi karartmak yerine anılara dönme isteği doğdu. Bu yazıdaki olayın geçtiği zaman insanı hiç bugünküne benzemiyordu. Samimiyet, dostluk ve yarenlik bir başka idi. İsmail Ağabey in intikam işi ise hepimiz için asla unutulamayacak harika bir anı olarak hep kalacak hafızalarımızda.
Yokluk ve yoksunluk diz boyu olsa da mutlu yaşadığımız o günleri özlemediğim bir gün bile yok. Hele de bugün memleketin içinde bulunduğu ve yarını belirsiz hatta karanlık denilebilecek günler gelip kapıya dayanmışken.
Umuyor ve diliyorum ki bir şekilde bu yükü de atacağız sırtımızdan
Nice bayramlarda sağlık, huzur ve mutluluklar diliyor, bayramını kutluyorum
Selam ve sevgilerimle