- 424 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
BİNBİR GECEDEN MASALLAR
“Ey zamanın Şah’ı, anlatırlar ki, çok eski zamanlarda…” diyerek başlar her bir öyküyü anlatmaya… Yaklaşık 3 sayfada bir de “Anlatısının burasında Şehrazat sabahın belirdiğini görerek yavaşça susmuş… Ama dokuz yüz yirmi üçüncü gece olunca demiş ki:” diye kaldığı yerden sürdürür anlatmayı.
Bu Şehrazat ve zamanın şahı kimlerdir diye sorarsanız, Sâsâni hükümdarları içinde Hint ve Çin adalarına hükmeden (!) hükümdarın ismidir Şehriyar. Karısının kendisini aldattığını fark edince kadınlara karşı öyle bir öfkeye kapılır ki, ilk önce karısını idam ettirir ve ondan sonra her gün ülkesinden bir kızla nikâh kıyar ve sabaha onu öldürtür. Ülkede neredeyse kız kalmama durumu ortaya çıkınca vezirinden kendisine bir kız bulmasını ister. Vezir ne yapacağını bilemez bir şekilde kara kara düşünürken kızı Şehrazat hükümdarla evlenmeye karar verir ve babasının ısrarlarına karşılık: “Babacığım, bahtımda ne yazılıysa o olur. Nasılsa sıra bana da gelecekti. Ben de kendi arzumla onunla evleneceğim ve başarabilirsem onu masallar anlatarak oyalayacağım” der. O ülkede gündüzleri masal anlatma geleneği olmamasına dayanarak her masalı sabah olunca en can alıcı yerinde keser. Hükümdar da masalın devamını merak ettiği için idamı erteler durur. Ancak bu hep böyle gider.
Çocukluğumuzda kâh radyolardan dinlediğimiz, kâh küçük kitapçıklardan okuduğumuz içinde devlerin, büyücülerin, cinlerin, perilerin bol olduğu, çocuk masalları diye bildiğimiz Binbir Gece Masallarını Dr. J.C. Mardrus Fransızcaya çevirmiş, Prof. Dr. Âlim Şerif Onaran da bu Fransızca çeviriden Türkçeye çevirmiş. 8 kitaptan oluşan yaklaşık 2500 sayfalık eserden edindiğim izlenimleri sizlerle paylaşmak isterim.
“Masal”ın tanımını anımsayalım önce Türkçe ve edebiyat derslerimizden… “Olmamış veya olması mümkün olmayan olayları yer ve zaman göstermeden…”
Tanıma uyan kısımlar tabi ki var. Olmamış ve olması mümkün olmayan birçok olay geçiyor. Ama olması mümkün olaylar da yer yer konu edinmiş. Zaman göstermiyor ama yer gösteriyor. Özellikle Bağdat, Basra, Şam ve Kahire birçok öyküde geçiyor. Tarihte geçen birçok kişi de öykülerde yer alıyor (Başta Harun Reşit olmak üzere Hz. Ömer, Hasan El Basri, Selahattin Eyyubi, Baybars, Timur). Tarihte adı sanı olmayan birçok kişinin de ismi geçiyor, başta yukarıda sözü edilen Sasani hükümdarı Şehriyar ve neredeyse bir kitabın tamamında üçüncü nesle kadar anlatılan Ömerü’n Neman.
Ben burada geçen yer ve kişi isimlerine dayanarak belki tarihte o ülkelerdeki yaşam konusunda bilgi edinirim diye düşünmüştüm ama nafile. Çünkü o kadar çok çelişki var ki! Mistik ve fantastik olayları bir tarafa bıraksak bile şu çelişkilere değinmeden geçemeyeceğim.
Sasaniler İran’da İslam’dan önce var olmuş bir hanedandır. Onlar ateşe taparlardı. Oysaki öykülerin hemen hemen tamamı İslam ülkelerinde geçmektedir. Din konusu bir yana kişi isimleri de Sasaniler zamanında olması mümkün olmayan kişilerdir. Sasaniler 3-7. Yüzyıllar arasında hüküm sürmüşlerken 8. Yüzyıl sonlarında yaşamış olan Harun Reşit, 12. Yüzyılda yaşamış olan Selahattin Eyyubi, 13. Yüzyılda yaşamış olan Baybars ve 14. Yüzyıl sonlarında yaşamış olan Timur bu öykülerde yer almaktadır.
Eserin önsözünde bu öykülerde kadının bir şeytan şeklinde tanıtıldığı eleştiriliyor. Gerçekten öyle kadınlar var öyküde. Ancak gayet dürüst kadınlar da olduğu gibi şeytana pabucu ters giydirebilecek erkekler de var. Ama nedense şeytanlık yapma görevini de kadınlara layık görememiş olmalılar olay eleştiri konusu oluyor. Çünkü bu öykülerde kadının hiçbir hakkı yok. Şehir dışında eşkıyalar (haramiler) kervanlara saldırıyorlar, erkekleri öldürüyorlar ve kadınları köle pazarında satıyorlar. Ne şehirlerin kolluk güçleri ne de kadını köle olarak alan kişi kadına “Bu köle tüccarlarının eline nasıl düştün?” diye sormuyor.
Bu konuda iki ilginç olaydan söz etmeden geçemeyeceğim, bir öykünün jönünün satın aldığı kölenin Bizans İmparatorunun kızı olduğu anlaşılıyor. Hadi o gayrimüslim bir ülkenin prensesi diyelim. Bir başka öyküde Bağdat’ta oturan zamanın şahı büyük hükümdar Ömerü’n Neman, bir cariyesinin doğum yaptığı sıralar oğlu Şarman’ı Şam yönetimine tayin eder. Şarman gitmeden önce bir kız kardeşi doğduğunu öğrenir ve Şam yolunu tutar. Oysa doğum bununla bitmemiş arkadan bir de ikiz erkek çocuk dünyaya gelmiştir. İkiz kardeşler Nüzhet ve Davü’l Mekân ergin yaşa gelince Hacca gitmeye karar verirler. Hac dönüşü de Kudüs kentini ziyaret ederler. Ancak Kudüs’te Davü’l Mekân hastalanır. Kız kardeşi Nüzhet ise ona ilaç ve doktor bulma umuduyla sokağa çıktığında bir köle tüccarının eline düşer. Köle tüccarının amacı onu Bağdat’ta Ömerü’n Neman’a satmaktır. Her ne hikmetse kız ona kendisinin şahın kızı olduğunu söylemez. Köle tüccarı da Şam’a varınca onu Şam valisi Şarman’a babası Ömerü’n Neman’a gönderilmek üzere satar ve parasını da alır. Şarman da kızı görünce çok beğenir ve onu babasına göndermek yerine kendi nikâhına alır. Evlenirler ve kız hamile kalır. Halen kız ne hikmetse Şarman’a kardeş olduklarını söylemez, Şarman da evlenip hamile bıraktığı bu kıza kimin nesi olduğunu sormaz. Ta ki, bir konuda karısını azarlamak için “Hey köle!...” diye hakaret ettiğinde kız, “Bana köle diyemezsin, ben Şah Ömerü’n Neman’ın kızıyım” der. O zaman kardeş olduklarını anlarlar…
Kadın konusuna girmişken bir olaydan daha söz etmeden geçemeyeceğim. Çok bilge bir kız vardır ve onu babası Halife Harun Reşide verir. Çok bilge olduğunu bildiği bu kızı ülkenin her konuda bilim uzmanlarını toplayarak sınavdan geçirir. Fıkıh, tarih, hukuk ne varsa uzmanların tüm sorularını yanıtlar, buna karşılık o da uzmanlara birer soru sorar ve onlar bilemez. Burada ilginç olan şudur ki bir uzmanın kendisine sorduğu soru, “İlk Müslüman olan kimdir?” sorusudur. Kız da “Ebu Bekir” diye yanıtlar ve bilmiş olur. Oysaki benim bildiğim İslam’ı ilk kabul eden Peygamberimizin ilk hanımı Hatice Anamızdı. Önceleri bunlar yanlış biliyor diye düşündüm ama sonra bunun kadın haklarıyla ilgili olduğu sonucuna vardım. Çünkü bu öykülerde kadınlar insan yerine alınmadığından onun Müslümanlığı da pas geçildi.
Bir öyküde ise Kahire’de yaşadığı belirtilen Cûha adlı bir mizah ustasından latifeler anlatılır. Anlatılanların bir kısmı Nasrettin Hoca’dan diye bildiğimiz nüktelerdir. Bir kısmı ise başka olup bunlar daha çok müstehcen öykülerdir. Oysa Nasrettin Hoca öykülerinde belden altı konusu hiç geçmez. Öte yandan Cûha’nın Timur’la da öyküleri bulunmaktadır. Tarih kaynaklarını araştırdığımda Cûha’nın 8. Yüzyılda Kufe’de (Irak) yaşadığı bildirilmekte iken bu öykülerde Kahire’de yaşadığı belirtilir. Timur ise 14-15. Yüzyıllarda yaşamıştır ve bildiğim kadarıyla Kahire’de hiç bulunmamıştır.
Öykülerde efendisinin isteğiyle anında istediğin yere bir saray kurabilen veya filan ülkedeki sarayı anında bu ülkeye taşıyabilen cinler (ifritler) de bulunmaktadır. En fazla ilgi çekeni Alladdin’in Lambası öyküsünde görülen bu cinlerin benzeri başka öykülerde de bulunmaktadır. Bu durumda ister istemez şu soruyu sormak geçer içimden: Öyle cinler varken o ülkelerde kralların saltanat sürme imkânı olabilir mi?
Öykülerin şöyle bir özelliği daha var, öyküler hep üst tabaka (şahlar, halifeler ve tüccarlar) arasında geçmektedir. Sade halkı konu eden öyküler hemen hemen hiç bulunmamaktadır. Olanlar da (Ali Baba gibi) öykünün sonunda bir şekilde zengin olmaktadır.
Öykülerin hepsi Müslüman ülkelerde geçtiği halde her yemeğin ardından şarap içilmektedir. Özellikle Halife Harun Reşit en güzel şarapları içer. Ben şöyle düşünürüm bazen, bir imamın içki içtiği duyulursa onun arkasında namaza durmanın caiz olup olmadığı sorgulanırken tüm İslam Ümmeti’nin lideri durumunda olanların içki içmeleri acaba nasıl açıklanıyor?
Bu öykülerde adı en çok geçen şüphesiz ki Halife Harun Reşittir ve nispeten dürüst bir hükümdar olmakla birlikte şaşırtıcı bazı uygulamaları da vardır. Örneğin, beğendiği sıradan kişileri daha önce hiç vezirlik yapmamış iken vezir tayin etmektedir. Ülkede hırsızlığı ve yankesiciliğiyle ünlü iki kişiyi de kolluk güçlerinin başına getirmektedir.
Öykülerde son derece müstehcen olaylar da anlatılmaktadır. Şaşalı yaşamlar içinde yalnızca köleler ve cariyeler değil oğlanlar da yer almaktadır. En garibime giden bir olay da şuydu ki, sakallı ve saygın bir kişiliği olan bir zat büyük bir yapının önünde oturmaktadır. Öykünün jönü bu kişiyi başkalarına sorduğunda o yapıda kadınlar olduğu ve ücret karşılığı geceleri onlarla kalındığını öğrenir. Geceliği 100 dinarla bir kadınla bir ay kaldıktan sonra daha güzel bir kadın görür. Onun geceliği 200 dinardır ve onunla da bir ay kalır. Sonra çok güzel bir kız görür. Onun geceliği 500 dinar olduğunu öğrenir. Nedenini sorduğunda da onun saygın kişinin kızı olduğunu öğrenir. Günümüzde bu tür yerlere genelev denir ama genelev patronları bile kendi kızlarını pazarlamazlar. Üstelik bu insanlar günümüzde saygın kişi statüsünde olur mu bilmiyorum.
Son olarak bu öykülerdeki kişiler ve zaman konusundaki çelişkilere ilişkin görüş belirtmek isterim. Bu öyküleri eğer Sasaniler zamanında anlatılmış ise zamanla bu öyküler mutasyona (!) uğramışlar, olaylar İslam kalıbına bürünmüş, eski hükümdarların yerini yeniler almış veya daha sonra geçen öyküler de bu öykülere bir şekilde dâhil edilmiştir.
Kadir Tozlu
22.01.2022
YORUMLAR
superbaba
Bana "Kadir Baba" diye hitabetmeniz beni çok mutlu etti.
Sizi favori listeme ekledim.
Umarım bir sakıncası yoktur.
Saygılar...
Fatma Oral
Saygılarımla.
Var olun Kadir Babam.
Kaleminizi çok özlemiştim.
Sonsuz selam ve sevgimle Kadir Babam
superbaba
Ben de değerli yorumlarını özlemiştim...
Sevgiler...
Öykülerin şöyle bir özelliği daha var, öyküler hep üst tabaka (şahlar, halifeler ve tüccarlar) arasında geçmektedir. Sade halkı konu eden öyküler hemen hemen hiç bulunmamaktadır. Olanlar da (Ali Baba gibi) öykünün sonunda bir şekilde zengin olmaktadır.
Şehrazat... Bilgilendik... Anladığım bir husus masal'larda bile zenginler, hükümdarlar hüküm sürmekte...
Çok güzel bir çalışma ve çok güzel bir anlatım
Tebrik ve saygılarımla