- 433 Okunma
- 2 Yorum
- 2 Beğeni
TAŞHAN DAĞININ DİNMEYEN AĞIDI (1.BÖLÜM)
Kelimeler sıra dağlar gibi yığılırken ot bitmez sarı sarı başaklarla bezenmiş Taş han dağı eteklerine.
Öylesine mağrurdu ki zaman, yılgınlıkların süslü medeniyet yoksunu kuş uçmaz yoksul ruhlu insanlarla gibi sıralanan dağların öte yakasındaki ufacık bir ovanın serpiştirdiği ufacık dünyadan uzak bir diyar.
Zamanın eskitmeden duramadığı bakışları donuk, kısık bakışlı yüz hatları eskimiş kurak toprakları andıran insanlarla serpiştirildiği Anadolu’nun kuzey yamaçlarından başlıyor hikâyemiz.
Bu hikâye öyle ki bazen dilden dile dolaştığında dahi farkında olamadan insanı cezbeden, içinde kendisini bulduğu gerçek hikâyeden alıntı gibi gelir, yayılır kulaktan kulağa.
Hikâyemizin başkahramanı derviş emminin biricik kızcağızı Fatma bacı.
Zamanında ailesi Orta Asya alevi Türkmenlerinden olup ilk önceleri Van taraflarından zorla baskı ile göçe zorlanan Reşit oğullarının son hayatta kalan fertleriyle Orta Anadolu’ya yerleşen eski bir alevi sülalesine mensup.
Aile o zamanın bilindik üzere alevi Bektaşi dedeleri Uzun yatan tarafından hoş bir şekilde ağırlanmış ve barınmaları, çoğalmaları sağlanmış.
Bu aile tipik boz kır kültürünün Alevilikle bütünleşik eşsiz bir sentez meydana getirdikleri sıra dışı kültürel zenginliktedir.
Ellerinde telli kuran dedikleri bağlamaları her gün türkü söyler sene de bir kez hak uğrunda adaklarını adarlar, kurban keserler.
Demiştik böylesi iki enfes kültürün bileşkesindeki bir soydan bahsediyoruz.
Fatma bacı çocukluğu hiç de sanıldığı gibi kolay da geçmedi.
Niye mi?
Yaradan kimi zaman kıtlıkla sınadı soyunu kimi zaman da cenk ile.
Bizim yiğitler yiğidi Kasım efe ile aynı yaşıtta sayılırlardı.
Öyle ki Fatma bacı çok yaramaz, yerinde durmayan namlusu tetikte bir silah gibi her an her şeye hazırlıklı, Kasım efeyse durgun, berrak ırmakları andıran dikkat abidesi.
Gün geldi zaman güneş ışıklarının titrettiği ovanın şekil şekil insanlarıyla onların da kaderlerini ipe alıp birleştirmeye karar verdi.
Seneler sonra doğacak bu birliktelikte iki aşığın tutkulu sevdasına tanık olacaksınız.
O halde başlayalım hep birlikte hikâyenin kalan bölümüne…
Derviş ağa o gün çok dertliydi kendince. Neden olmasın biricik kızı Fatma’sı evlilik çağına gelmiş ama her kim görücü gönderdiyse hepsini bir bir reddetmişti.
Hatta birisine köyü dar edecek kadar hiddetlenmiş, abisi Cuma onu çok zor sakinleştirmişti.
Çok düşünüyordu Derviş ağa!
Günlerce içinden hiç çıkamadığı kara lekeli kuyunun dibinde kalmışçasına kuş gibi çırpınıyordu ruhu.
Çokça düşündükten sonra anladı ki bir de biriciğine sorayım, gönlüne biraz dokunarak derinlerde saklı ruhunun gizli efesinin kim olduğunu bir anlayayım gibisinden doğruca ovanın ötesindeki Fatma’sının her zaman gittiği şelaleye gitti.
Fatma, yine her zaman ki kudretiyle şelalenin ovaya bakan kısmında oturmuş dalıp gitmiş gibiydi.
Babasının geldiğini dahi fark edememiş cansız bir ölü misali başı sulara doğru eğik düşünceler içerisindeyken birden sert ama tatlı seda bir sesle irkil iverdi.
Derviş ağa her zaman ki sert ama güleç yüzüyle kızına yaklaştı o da suların gölgesine doğru kayıp giden bedeniyle oturdu kızcağızının yanı başına.
Fatma: ”Ne oldu babacım hayırdır sen buraların yolunu hiç bilir miydin?
Derviş ağa: ”Boş ver sen beni seninle bir şeydir konuşmak istiyordum uzun zamandır onun için de geldim”
Fatma telaşla “acaba düşündüğüm şey mi diye iç çekerken “ babası Derviş ağa direkt konuya girdi;
“Bak kızım biliyorsun artık evlenip, yuva kurma zamanın geldi. Bizim bir ayağımız toprakta. Seni bir dünya gözüyle hayırlı kısmet bulup evereyim”.
Fatma yüzü kızarmış o bilindik Fatma gitmiş şimdi bir kuşkanadı kadar hassas bir ruh gelmişti.
Ne konuşabiliyor ne de çaba sarf edebiliyordu. Hışımla kalkıp asi ruhu yeniden dirilip atına binip hızla uzaklaştı oradan.
Derviş ağanın içine bir kurt düşmüştü bir kere. ”En iyisi biz zamana bırakalım hayırlısı neyse o olsun” diye kendi kendine söylene söylene o da ovanın yoluna koyuldu.
O zamanlar değirmencilikle uğraşan Duran ağanın oğlu vardı Kasım efe ki önceden bahsetmiştik.
Kasım, kendini bildi bileli Fatma’sına tutkundu. Onun yiğit erkeksi ruhu onu küçük yaşlarda bile büyülemişti.
Ama korkusundan konuşamıyor olası ters bir durumda ovayı terk edeceğini içten içe biliyordu.
Ama o gün işler değişecek kader ağları bu iki zıt ruhu birleştirecek ovaya bereket getirecekti.
BabasıDerviş Ağa’nın konuşmasından pek utanan Fatma atıyla hınçla koşturup ovaya yaklaşırken Kasım efenin değirmenlerinden geçerken bir ara göz göze gelmişlerdi.
Her sabah bakışırlardı ama bu ne ilk ne de son olacağa benzemiyordu tabi.
Kasım at arabasına buğday çuvallarını indirirken yanından geçen Fatma’sına göz göze gelmiş ve birkaç çuval buğdayı heba etmişti. Bunun içinde babası Duran ağadan da fırça işitmişti.
Bir kere aşk melekleri oklarını doğrultmuşlardı bir kere bunun sonu hiç de gelir miydi?
O günden sonra yolları keşişe dursun Kasım’ın çevredeki insanları haraca kesen eşkıyalara karşı toplanacak silahlı birliğe gitmesi için ovanın ileri gelenlerince emir almıştı.
Kasım hüznün dumanları içerisinde kayıp bir aslan gibi hemen yola çıkmadan ovadaki son zamanlarını geçirmek için soluğu şelalenin kıyısında aldı.
Elindeki taş tanelerini fırlatıp içten içe ayrılık acısıyla tutuşur yanarken birden iki adım sağında Fatma’sını buldu.
İlk önce pek inanmadı hayal mi gündüz gözüyle serap mı görüyorum diye gözleri kırpa dururken onun gerçek olduğunu anlaması birkaç dakikalık zamanı aldı.
Fatma her şeyden habersiz sulara doğru boynu bükük onu izlemekte konuşmak isteyip de konuşamamanın aczi içerisinde debelenirken bir yaradan cesaretiyle Kasım efe: ”biliyorsun biz seninle çocukluktan beri arkadaşız. Âmâ gel gör ki benim ovadan ayrılma zamanım geldi. Âmâ ben seni çok ...”
Tam da sözlerini bitiremeden Fatma’nın ruhuna kor düşmüştü bile.
İki masum âşık zamanın eskitemediği aşklarını yaşayamadan belki de Kasım eşkıya ile savaşırken vurulup toprağa düşecekti. Bu düşünce çokça içini yakmıştı Fatma’nın.
Fatma ise her zaman ki kudretinden nasılsa yoksun bir halde “evet kasımım anlıyorum şimdi her şeyi. Çocukluğumuz bir an gözümün önünden geçip gider oldu. Âmâ bilesin ben hep buradayım, senin Fatma’n olarak kalacağım. Söz veriyorum ki şu dağlar dağı Taşan suskun kalsa ciğerimi alıp da kurutursa olsa sana hasretimden sözümden dönmem.”
Bu söz Kasım’ın gözlerinden yaşlar akmasına sebep olurken Fatma kendi cebinden al yazmalı mendille gözyaşlarını sildi ve ona emanet etti.
O vakit zaman donuk ceset gibiydi, tarlalardaki buğdaylar yeşerdi bolluk gelmişti.
Ama bu hikaye her zaman da mutlu son ile bitecek gibi değildi.
Onu hikâyenin ikinci bölümüne saklıyorum.
Bakalım bu eşsiz zıt ruhtaki aşığın sonu nasıl bitecek.
İkinci hikâyede görüşmek üzere...