- 537 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
YAĞMUR DUASI
Cumhuriyetin ilanından sonraki yıllarda büyük bir yoksulluk vardı. Genç nüfus cephelerde can vermiş, kalanlar da yaşama tutunmak için var güçleriyle çalışıyorlardı. Seferberlik yetimleri artık gençlik çağındaydı. Yeni bir nesil yetişmişti.
Ordu’nun Mesudiye ilçesi Beyağaç köylüleri 1950’li yıllarda yoksullukla mücadelelerini gurbette mevsimlik işçi olarak çalışmakla da yapıyorlardı. Bu coğrafyada yılın on iki ayında çalışmadan duramazsınız. Kadınlar, çocuklarına ve mallarına sahip çıkarken, orman işçisi olarak hızar kesmeye giden kocalar, mart ayı başlarında köye dönerlerdi. Kendilerini köyde çift mevsimi bekliyordu. Her mevsim çalışmak onların yaşam biçimiydi. Ne heveslikleri vardı onların! Gurbeti görmüşlerdi. Çocukları için çok şeyler düşünüyorlardı. Onların okuması ve “bu viran kalası yerden” kurtulmaları için sanki ant içmişlerdi.
Eve geldiklerinde hızar ve baltalarını gelecek çalışma mevsiminde kullanmak üzere bir kenara asarlardı. Bazen ya çocuklarından birini ya da yaşlı analarını kaybettiklerini öğrenirler, büyük bir üzüntüye kapılırlardı. Kimi zaman da atlarını, öküzlerini ya da ineklerinden birisini kurda kuşa yem olmuş olarak bulurlar, bir hayli hayıflanırlardı. Yine de yılmazlardı.
Köylülerimiz sadece yoksullukla mücadele etmiyor, aynı zamanda kuraklıkla da mücadele etmeye çalışıyorlardı. Onlara göre kuraklıkla mücadele ancak evliyaların bulunduğu yerlerde Allah’a yalvarmak veya Kümbet Mezarlığı gibi nice uluların yattığına inandıkları yerlerde çoluk çocuk herkesin dua okumasıyla mümkün olurdu.
O yıl öyle kurak olmuştu ki köylülerin söylemesine göre ot, ekin vakti mahsul almak mümkün değildi. Aylardır yağmur yağmamış, yaylanın kırtıl otları bile sararıp solmaya başlamıştı. İlk iş olarak yaylanın üst tarafındaki Eriçok tepesine çıkıp köy olarak yağmur yağması için adadıkları kurbanları kesmekle işe başladılar. Biz çocuklar, daha çok yiyeceğimiz etleri düşünüyorduk. Eti ancak kurban veya adak kesimlerinde yiyebiliyorduk. Eriçok tepesinde kesilen kurbanların da yağmur yağmaya faydası olmadı.
Kuraklık bütün şiddetiyle devam ediyordu. Komşu köylerden Yavadı (Yeşilce) ve Yeveli halkından kişilerin de katılımıyla Kümbet mezarlığında topluca yağmur duası okunmasına çıkıldı. Hoca; “Kırklar, yediler, şehitler-şühedalar yüzü suyu hürmetine yağmur yağması için dualarınızı okuyun” diyordu. Çocuklara da bu dua ediş sırasında görev verilmişti. Küçük beyaz taşlardan kırkar tane toplamıştık. Her okumaya bu taşlardan bir tanesini mezarlığın bitişiğindeki dereye atıyorduk. Bu, kırk defa bize söylenen duayı okumamız anlamına geliyordu. Hemen hepimiz “Hoca mektebi”ni bitirdiğimiz için duaları biliyorduk. O gün akşama kadar Kümbet mezarlığında dua okundu. Fakat yine yağmur yağmamıştı.
Köylülerimiz ve hatta komşu köylerimiz çaresizdiler. Herkes neler yapılması konusunda fikirlerini söylüyordu. Sonunda köyümüzün çobanı Faik amca kendince çareyi söyledi. Faik amca, rüyasında Hacı Hüsnü’yü görmüştü. Anlattığına göre, Hacı Hüsnü Kümbet mezarlığında bulunan mezarının kazılmasını ve kuru kafasının mezardan alınarak hemen yaylanın başındaki Soğukpınar’a gözenin içine konulmasını, üç güne kadar yağmur yağacağını belirtmişti. Köylüler bu rüyayı merakla dinlemiş, kendi aralarında fikir yürütüyorlardı. Ne kadar olsa Hacı Hüsnü Yemen’de yedi sene askerlik yapmış, kutsal toprakları görmüş, hac farızasını da o sırada yerine getirmiş mübarek bir insandı. Köylülerimize göre Hacı Hüsnü köyümüzün bu durumunu görmüş ve onlara acımış olmalı ki Faik amcanın rüyasına girmiş olmalıydı.
Hacı Hüsnü anneannemin de babasıydı. İlginç bir hayat hikayesinin olduğunu duyuyorduk. Osmanlı ordusunda küçük rütbeli subay olarak askerliğini yaptığı söyleniyordu. Gerçekten askerlik anıları hala köylülerimizin dilindeydi. Üstelik iki oğlundan birisi Birinci Dünya Harbi’nde Sarıkamış’ta diğeri de Sakarya Meydan Savaşı’nda şehit düşmüştü. Saygın bir insandı. Köyümüzün çobanının dediği yapıldı. Onbeş yıl önce ölmüş olan Hacı Hüsnü dedemin kuru kafası mezarından çıkarıldı. Yaylamızın üst tarafında bulunan Soğukpınar’a suyun içine bırakıldı.
Tesadüf bu ki; birkaç gün sonra yağmur yağmıştı. Hacı Hüsnü dedemin suya bırakılmış kuru kafası tekrar Kümbet mezarlığındaki kabrine konuldu. Bu olay, köylülerimizin hafızasında her kuraklık olduğunda hatırlanan ilginç ve hoş bir anı olarak kaldı. Köyde hayat olağan akışıyla devam ediyordu.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.