- 655 Okunma
- 4 Yorum
- 2 Beğeni
DON
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Kazım amcanın günlerle hiç işi yoktu, onun için önemli olan üç aylık maaşının alacağı gündü. Nisan’ın biri, bugün müydü yoksa yarın mı? dedi içinden. Eskiden evlerde takvim oluyordu, Her yaprak koparışında "hey be der ömürden bir gün gitti" lafı biraz seslice çıktı ağzından. Oysa "bu gün ne?" diye seslenecekti hanıma. Birden onun sesi çınladı alt kattan yukarı,
"Hiç korkma sen de ki o gamsız can çıkmaz, bulmuş rahat yeri niye çıksın, kırk canlısın sen."
"Çorapların yine biri başka biri başka"
Aşağı oflaya puflaya inerken
"Moda hanım moda, sen modayı takip etmiyorsun?"
"Öyle deme hanım ya"
"Seni takip etmekten sıra mı geliyor"
Kazım bey geri dönüp merdivenlerden çorabın tekini aramak için tekrar yukarı çıkmaya başladı.
Kahvaltı falan derken günü yarılamışlardı. Bugün canı sıkkındı. Sabah bahçeye çıktığında tüm çiçekler boynunu bükmüş, öğleden sonra gelecek öğle güneşinin onlara hayat öpücüğü vermesini bekliyordu. Yavaşça arka bahçeye geçti. O sırım gibi baklalar ve üzerindeki beyaz çiçekleri yerlerde sürünüyordu. Demek akşam don vardı. ’’Eyvah araba! dedi. önceki gün bir litre antifrize 50 lira ödeyince, nerdeyse hırsız var diye bağıracaktı. zor tuttu kendini. Malum hırsızın soyulanı içeri attırdığı günlerdi.
"Kazım bey" diye bir ses çınladı içeriden. Eşi, ona hep Kazım bey der, o da eşine Hoca hanım derdi. Kavgaları bile hanımlı beyli laflarla havada uçuşur, yan komşuya günün dedikodu malzemesi oluyordu.
" Hoca hanım dün akşam don olmuş" arabanın radyatörün kapağını açtım bereket donmamış. Onun sesini hoca hanım duymuyordu bile. Yıllarca okuduğu okulda motor hocalığı yapmış yaş haddi yaklaşınca emekli olmuştu. Kız meslek lisesinde el işi öğretmenliği yapan eşi de emekli olunca batının bu güzel sahil kasabasında hanımın zoruyla ufak bahçeli bir yazlık ev almışlar buraya yerleşmişlerdi.
"Çıksana bahçeye güneş çok güzel’’ sözü özünde bu bir kahve yap ta içelim demekti. Oysa hoca hanım sabah sabah televizyonun karşısından ayrılmaya hiç niyeti yoktu. Yemek, cinayet, boşanma, evden kaçma programlarını hızla geçti. Akşam dizi seyrederken uyuklamış, diziyi kaçırmış, o diziyi arıyordu. Haberler, yalan dolanlar sinirlerini bozuyor, uykularını kaçırıyordu.
"Şu zenginlerin hali ne kadar acınacak durumda mal, mülk çok ama huzur yok, takıldığı bir dizi tekrarında yufka yüreğinin akıttığı gözyaşlarını silerken, öbür kanalda da gelin kaynana göbek atıyordu. Bahçe temizliği yapan eşine seslendi "Kazım bey bırak bahçeyi de git market temizliği yap." ’’Hoca hanım espriyi sever, her lafı bir şeyler ima ederdi. ’’Yahut ta balığa çık." Çiçeklerinin donmasına üzülen Kazım bey, elindeki çepiyi hızla çimlerin üzerine atarak ’’Tövbe tövbe Hoca hanım denizde balık mı kaldı?’’ Biraz öfkeli sessizce salona girerken hoca hanım hala televizyon karşısındaydı. ’’Ölecen, gidecen şu zengin züppelerinin dizilerin seyretmekten." Divana uzattığı ayaklarını toparlayarak "Kazım beyciğim, ben hem dizi seyrediyorum, hem haber, hem de siyasi gelişmeleri takip ediyorum." "Allah kimseye böyle zenginlik vermesin, baksana zenginlerin haline"
"Bu sabah gittin mi sabah namazına?" Hanımının oturduğu divanın karşısındaki sandalyeye oturarak
"Evet gittim, gitmez olaydım." Sen paltoyu yıkamak için ceplerini boşaltınca, başladım sırtıma geçirecek bir şey aramaya. malum hep erken uyanıyorum. Kafam yerine daha gelmemiş. Hele o metalik ses yatağımın içinde çın çın çınlayınca hadi yürü Kazım dedim. acele bulduğum eski paltoyu geçirdim sırtıma, hem yürümüş olurum hem de fırından mis gibi taze ekmek alırım, hem de namaza giderim.. Başlandı yine söylenmeye ’’neydi o eski hocalar mis gibi berrak sesinle ezan okurlar, hem de o kadar merdiveni çıkarak. Şimdi aç amfiyi, tık diye bir ses, bilgisayar okusun işlem tamam. al çuval dolusu para. Eski imamlar halkın arasından gönüllü çıkar, halkın gönülden geldiği bağışlarla hem caminin bakımını yapar, hem de geçinir giderdi.
Camide üç beş kişiden başka kimse yoktu. İmam paldur küldür acele kıldırdı namazı, cemaat yaşlı yetişemiyordu imama. En son kazım bey kaldı. İmam cami kapı çıkışında, sanki rüyasında görmüş, kapıdaki masa başına dikilmiş. Önün de bir kutu onu bekliyordu.’’ Güçlükle ayakkabıları ayağına geçirdikten sonra hayrola hocam sabah sabah gene ne oldu. Bağış kutusu erken mesaiye başlamış.
"Kursta bir kızımız var, tedavi olacakta." "Allah şifa versin, çok zor durumda." Kazım hoca sesini yükselterek imam efendi,
" Sabah, öğle, ikindi, akşam, yatsı millet para mı basıyor. O bağış kutusu Allah’ın evinin demirbaşı oldu. Dini bütün insanlarının yüzleri yumuşak, gönülleri zengin ya birbirinden utanır boş geçmez. Hem devlet nerde?, Kuran kursunda sabahın köründe sok sıraya ufacık cahil gariban çocuklarını, sağlıkları bozulunca cemaat para ver." Geçen gün komşunun dükkânına iki kişi geldi. Selamünaleykümle başlayan muhabbet sonunda ellerinde bir kağıdı gösterip" Kaymakamlıktan izinli, yarım kalan camimize Allah rızası için yardım topluyoruz. Yufka yürekli komşu cebinden bir 20 lik çıkarıp verdi. "Sen hacı amca, ne kadar yardım edecen" derken öbürü kestiği makbuzu komşuya uzattı. Komşum biraz daha benden içerdeydi, elimi uzatıp kaptım makbuzu. "Hele bir bakayım hangi camimize yardım edecekmişiz" Gözlüklerimi takıp, makbuzda bir baktım ki, Bolu bilmem ne derneği diyor.
"Lafa bak nerden nere geldi dedi hoca içinden. Biraz canı sıkıldı, "Benim de vilayete gitmem lazım pasaportun vizesi doldu dedi." malum Ümreye az kaldı" Hoca efendi Kazım beyden umudu kesmiş gitme havası içindeydi. Birden geri dönere Kazım hocanın yanına geldi.
"Hocam ben vereyim sana, sonra..."
"Olmaz hoca efendi borçla hayır olmaz" Hoca gitmek üzereyken yine susmadı dili.
"Hocam be bak daha çok gençsin. Geçen sene Ümreye yeni gittin. Bu sene bu garibanı ameliyat ettir, daha çok sevaba girersin" Kazım hocanın lafı bitmeden imam gözden kaybolmuştu bile. Hoca her sene Ümreye gruplar götürür, onlardan komisyonunu alırdı.
Cebinde parada yoktu, ekmek bile alamayacaktı. sonra vazgeçip fırına gitmeye karar verdi. Fırıncı tanırdı onu, kırmazdı Bu yolu iki ekmek için tekrar geri mi gelecekti. Kazım hoca cami avlusundan çıkıp fırına yöneldi. Bankamatiğin önünde geçerken maaşım yattı mı diyecekti ki cüzdanı evde unuttuğunu hatırladı. Fırın mis gibi taze ekmek kokuyordu. Hele kürekçinin tezgah üzerine attığı simitlerin kokusu ekmeği bastırmıştı.
"İki ekmek İbrahim, bir ara bırakırım”
"Tamam Kazım hocam lafı mı olur"
Binlerce öğrenci okutan yılların Kazım hocası iki simit daha diyememişti. Fırından çıkarken " Ekmek 3.00 Tl. yazısı dikkatini çekti altında da dünkü simit 2 lira. Her zaman dolu olan askı da ekmek torbası erkenden boşaldığı için boş duruyordu.
Kazım hoca eve gelmiş, ekmeği sessizce mutfağa bıraktıktan sonra divana uzanmıştı. Televizyonu açmış haber arıyordu. Kanallarda ya reklam ya da köşklerde, konaklarda oturan zenginlerin sorunlarını anlatan dizi tekrarları vardı.
"Bak Kazım hocam bırak bunları da buzdolabındaki liste acil, al listeyi, öncelik onlar. Eski fiyat ne varsa at bisikletinin arkasına. Bu da bir yatırım. Ne kadar idare edersek kar"
"Kahveler?"
Hele sen bu market harekatını yap, çantanı doldur. kahveyi hak et bakalım.
Emir büyük yerdendi. Giyinip, atladı üç tekerlekli bisikletine.
"Maskeni aldın mı?"
"Aldım" tam sitenin kapsından çıkıyordu ki market çantasını unuttuğunu hatırladı, frene basıp durdu. Bisikletten inip eve geri dönüp, kapalı balkona gelince, içeri seslendi.
"Hanim pazar çantası nerde?"
"Cüzdanını, telefonunu, listeyi aldın mı. Kazım bey?"
"Alıyorum hoca hanımcığım"
Oysa cüzdanını unutmuştu, eşi ikinci kattayken her zaman yaptığı gibi salona ayakkabılarınla sessizce süzülerek cüzdanını telefonu ve listeyi aldı. Market çantasını aradı gözleri.
"Hah orada" dedi. Sandalyenin üzerinde serili duran desenli bezi aldı, soktu cebine.
Kazım amca yıllarca denize, markete giderken iki tekerlekli bisikleti kullandı, Oysa onun hiç bisikleti olmamıştı. Bu bisiklet 30 sene önce oğluna ilkokula giderken karne hediyesi olarak aldığı bisikletti. ’’Baba sana yenisini alalım dediklerinde o daha rahat, ben bununla sizin çocukluğunuzu yaşıyorum derdi. Yol güzergâhı, sahil boyu düzayak olunca bisiklet hem spor hem de maliyet açısından en rahat ve ekonomik gezinti aracıydı. Bisikletinde kendinle baş başa kaldığı en mutlu saatlerin nasıl geçtiğini anlayamıyordu. Markete doğru ağır, yorucu pedallarla yoluna devam ediyordu. İkinci dünya savaşında babasını askere çağırmışlar ve 4 sene askerlik yapmış, gelince de evlenmişti, Rahmetli babamın mesleği yokmuş, bir müddet inşaat ustası olan babasının yanında amelelik, eşinin halasının kocasının, yani eniştesinin lokantasında aşçılık yapmış, Kazım beyin ilk okulu 2 ye gittiği yıllar babası dışarıdan ilkokul diploması alarak bir devlet kurumunda işe girmiş. Bisikleti ilk gördüğü ve bindiği yıllardı. babası önüne oturtur sabah önce onu okula bırakır sonra işe giderdi. Bir akşam üstü kaşla göz arasında bisikletin zincirleri arasında pedalı geri çevirince yanında onunla oynayan kedi yavrusunu sıkıştırarak öldürünce, bir daha o evde bisiklet görülmedi. Kazım’ın bisikleti son görüşüydü o kanlı gün. Marketin önündeki çeşitli boydaki yepyeni bisikletleri bir müddet seyrettikten sonra karşılarına park etti. Ahlaya puflaya indikten sonra maskesini takarak markete giriyordu ki geri dönüp bisikletine baktı.
"Çalarlar mı acaba?"
Son günler de oturduğu sitede 4 tane su saati, inşaatlardan demirler çalınmıştı. Demir fiyatları üç katına çıkınca demirin hurdacılardaki alış fiyatı bile sekiz lira olmuştu. 10 kilo demir 80 tl. iyi paraydı.
Kazım hoca market arabasını alıp içerde dolaşmaya başladı. İçerisi kalabalık değildi, içerde onun gibi dolaşan birkaç bayan vardı. Fiyatlara baktıkça şok oluyordu, her şey iki misli fiyattaydı. İlk turu boş geçti, Market görevlileri boyuna raflara yeni fiyatları asıyorlardı. Manav reyonuna gelince arabayı bırakıp eline market sepeti aldı. Ucuz marka bisküvilerden, bir de bir zamanlar yan bile bakmadığı tanınmamış markalardan bir iki gofret attı çantaya. içecek olarak en ucuz sodalardan 6 lı paketi de eline aldı. Son olarak içki fiyatlarını görünce kafası iyice afalladı.
Kendi kendine "Hak etti, bu millet bunu hak etti" dedi.
Kasaya aldıklarını bıraktı. Kasiyer kız aldıklarını kasadan geçirirken, o da elini cebine atmış, bez market çantasını çıkarmıştı. Çantanın lastikli ağzını açarak aldıklarını içine atıyordu. Hem de kaç para tutacak diye merak ediyordu. Bisküvi ve gofretleri içine attıkça ayaklarının dibine bir şeyler düşüyordu. Sona sodalar kalmıştı. Kredi kartını kasiyere uzattıktan sonra, ayağının dibindekileri tekrar çantaya attı. Yanında kasa sırası bekleyen bayanda onu bekliyordu. Ayağa kalkınca Bisküvi ve gofretler yerde. Şöyle bir elindeki bez çantaya baktı. "Olamaz " dedi kendi kendine. Bez çanta yerine ona benzeyen desenli, paçalı donunu almıştı. Öyle bir bozuldu ki acaba kadın görmüş müydü? Görse de yüzünde maske vardı, tanıyamazdı. Kadını da tanımıyordu zaten acele donu" çanta yırtılmış" deyip cebine atıp, yerdekileri eliyle tekrar topladı. Kasiyer kızın
" Beyefendi, kartınızı okutunuz?" sesiyle kendine geldi. Daha önce elinde hazır olan kartını okutup, fişini ve kasiyerin yanında duran sodayı ve diğer aldıklarını iki eliyle kucaklayıp, utanç içinde sessizce marketten çıktı ve 3 tekerlekli bisikletine doğru yürümeye başladı.
YORUMLAR
Evimize ekmek götüremiyoruz,açız diyen halkın kafasına ucuzdan ucuz bir çay fırlatan bir ülke adamı,abartmayın al bir keyif çayı iç demek kolay tabi.Halkın acısıyla dalga geçercesine.Ben çay yerine kahve isteyeyim bariiii)))
Günümüzün acı tablosu, çok üzücü
Yüreğinize,kaleminize sağlık,sağlıklı mutlu kalın,..
Günaydın Abdullah beyefendi, memleketimden insan manzaralarının 21. yy. versiyonunu ne güzel betimlediniz özgün öykünüzle. Umarım zülfiyara dokunma eylemine tabi tutulmaz öykünüz. Fiyatlar artsa bile reyonlar dopdolu(!) deyil mi ya.
Adam çift maaşlı, sahil kasabasında yaşıyor. Allah'tan daha ne ister! sonra televizyonlar lale devri! bazı hadsiz kanallar kıskanıyor ihracatın artışını! Elbette yazdıklarım ironi üstadım.
öykünüzü ilgiyle okudum. var olun.
Emeğe ve sanata saygımla esen kalın.