- 5079 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Aydınlanma
Şems (Güneş)’i anlamak kolay olsaydı, Hz. Mevlana hakkında yazılan kitapların sayısına yakın sayıda eser ortaya çıkardı.
Oysaki Şems’i ne bilen var ne de hakkında yazıp nasiplenen yani
neredeyse… Aslında mesele ne yazmak ne de nasiplenmek. Asıl mesele Şems olmaktır, olabilmektir. Bu devrin Şemsleri nasıl olmalı, Mevlanalarını nasıl aramalı ve nasıl maşukuna kavuşacağının yollarını aramalıdır. “Allah aramakla bulunmaz lakin bulanlar arayanlardır.” sözü meselemizin özünü anlatıyor. Bizler (bu devrin Şemsleri) daha iyi bir hayat için değil daha iyi bir ölüm için yaşarız ve yaşatma aşkıdır bizi yaşatan, ayakta tutan. Bizi hapse atsalar
bedenlere zulüm olur belki, lakin bizi davasız bıraksalar işte o zaman öldüğümüzün kanıtıdır. “Bütün insanlar ölür ama çoğu zaten yaşamaz.” Nefes alan yiyen içen çiftleşen varlıklara ne zamandan beri insan deniyor… Oysaki Şems’i anlamak onun gibi yaşamak-
tan geçiyor, Şems ismine takılmayalım. Şems, Mevlana için güneşti
sizin Şemsiniz belki Ahmet, Mehmet, Ayşe, Fatma… Kim bilir?
Şems için Mevlana’yı, Mevlana için ise Şems’i aramak o kadar da
kolay olmadı, çile gerekti, ızdırap gerekti. Mesela Cemşit, rüyasında görüp var olduğunu bilmediği maşuku için tahtından vazgeçerek Anadolu’yu karış karış gezmedi mi? Tarih tekerrürden ibarettir. Bu yüzden geçmişimizi bilmeliyiz ki geleceğimizi inşa ederken yaşanmışlıklar yol göstericimiz olsun. Bir dil öğrenmek isteyen önce kendi dilinin kurallarını bilmelidir ki yeni öğreneceği dilde karşısına çıkabilecek benzer kuralları kendi dili üzerinden anlayıp
kavraması ve öğrenmesi kolay olsun. Aksi halde bilmediği kuralı anlamayacaktır, içselleştiremediği kural hayatına da yansımayacaktır. Aynı bizim eğitim sistemimiz içindeki İngilizce eğitimi gibi… Yıllarca eğitim alıyoruz ama bir yabancıyla o dili konuşamıyoruz.
Hayatımızı şekillendireceğimiz şu üç günlük dünyada ‘En ahmağından bile bir şey öğrenebiliriz.’ düsturunca hareket etmeli ve fikirlere açık olmalıyız. Fikir teatisinde bulunabileceğimiz meclisler
bizi biz olmaya yaklaştıracaktır. Şunu unutmamalıyız ki bu yaşam bir tiyatro perdesi gibidir. Başrolde siz, çevrenizde yardımcı oyuncular vardır. Aynı olay her insan için geçerlidir. “Kâinat insanoğlunun emrine verilmişken iken insanoğlu kendine takılıp kalmıştır.”
Hiç düşündünüz mü? Misafirliğe gitseniz ve ayrılma vakti geldiğinde kalksanız gitseniz o evde evin yaşantısını değiştirecek bir değişiklik olur mu? Tabi ki olmaz. Peki, ev sahibi o evi terk etse…
İşte o zaman evin kirası, elektriği, suyu vb. birçok ödeme yapılamayacağından işler aksayacaktır. Yani ev sahibi giderse sistem bozulur, misafir giderse, sadece gider. Şimdi biraz tefekkür edelim.
Dünyamızdan bir hayvan ırkını ya da nebatattan bir tür bitkiyi sistemden çekelim. Mesela arı ırkının sonu, dünyanın sonu demektir. Birde insanı yaşadığımız dünyadan çıkartalım. Balta girmemiş orman kavramını duymuşsunuzdur. O baltanın, sapı tahta, baş kısmı sert bir metalden yapılmış bir alet gibi düşünüp anlamı daraltmayınız. O ormanlara insan girmediği için belgesellerde izlediğimizde
eko sistemin ne kadar da güzel bir şekilde işlediğini görürüz. Yani insan, bu dünyada misafirdir. Misafir olduğumuz bu dünya bizi ne kadar da kendine bağlıyor.
Sizce de öyle değil mi?
Dünyaya dünya, ukbaya ukba kadar değer vermeliyiz.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.