Ciranlar Ve Karafatma - 2
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
“Ciran! Ciran!”
Fatoş elindeki örgü şişlerini çarçabuk düzene soktu. Alelacele bezden işlemeli torbasına sıkıştırdı. Balkon korkuluğuna tutunarak aşağıya baktı. “Kimin sesiydi o? Halla halla!” Bir kadın sesinin “ciran” dediğinden emindi. Ama hiç kimsecikler yoktu dışarda.
İçine ağır bir kütle oturdu. Duyduğu sıkıntı ayak uçlarına kadar indi. Kimseleri görememek, düş kırıklığına uğratmıştı onu; yüreği burkuldu. Gözlüklerin arkasındaki gözlerini kısıp uzun uzun baktı etrafına. Dündül tepesinden yana döndü. Gözlerini alamadı güneş ışınlarının vurduğu Dündül’den.
Pırıl pırıl parlıyordu zirvesi, çıplak etekleri. Sanki o kutsal tepe Fatoş’a yalnız olmadığını göstermek istercesine onu izliyordu; öylesine dimdik...
Henüz gölgeydi balkonu. Serindi. Sadece yalnız kalmaktı ona ağır gelen. Sesli bir “aaah ah!” çekip mutfağa girdi. Dakikalar geçmek bilmiyordu. Şaşkınlığı giderek artıyordu. “Ne yapsam acaba?” diyerek dolandı. Odadan odaya girip çıktı. Sanki ciğerleri oksijensiz kalmıştı. Bu nasıl bir ruh sıkıntısıydı?
Mutfağa geçti. Ocağı yaktı. Sabah içtiği çaydan arta kalanı henüz dökmemişti. Sırf kendisi için tazelemeyi düşünmedi. Topu topu bir bardak çay içecekti! Hole geçti. Kulağında hep o ses: “Ciran”. Daha dün beraber olduğu arkadaşlarını özlemişti. Yalnızlık Fatoş”a göre değildi...
“Ciran!” Yine o ses...
Telaşlandı. Hemen balkona fırladı. Yine bakındı balkondan aşağı.Yok! Ne in vardı ne de cin. “Halla halla!” Heyecanlanmıştı. “Ciran!”
Yuvarlak gövdesiyle dış kapıya dayandı. Mercekten, kısacık ve yuvarlak boyunu ayak uçlarının üstünde yükselterek baktı. Aniden ve tereddüt etmeden anahtarı kararlılıkla çevirdi. Açtı kapıyı. Karşısında dün küstüğü Bese duruyordu. Üşüyen kanının ısındığını hissetti Fatoş!
Bese, ellerini kavuşturmuş ve mahcup bir halde Fatoş’un yüzüne bakıp bakmamakta kararsız bir edayla karşısındaydı. Boynu büküktü. İçi sızladı Fatoş’un!
-Bese! Nére wae, sensin? Ma sen niye kapıyı çalmıyorsun? Gel, gel!
-Ma çağırdım, sen duymadın! Bastım düğmeye zil çalmadı! Duzgın Bava olsun wae!
Fatoş kapının arkasına geçip düğmeye bastı. Gerçekten de sinyal yoktu.
-Halla halla! Ma bu meret ne zaman bozuldu ki? Başına yine tamir işi çıktığı için canı sıkıldıysa da pek oralı olmadı. Aldı Beser’i balkona geçti.
Balkona geçerken çaydanlıktan buharların yükseldiğini gördü. Oh, çay da hazırdı. Bese çok şanslıydı!
Yardımlaşarak tereyağı ve çökeleği karıştırdılar. Fatoş’un sabah yaptığı taze yufka ekmeği, domates, salatalık, taze soğanı ve zeytini özenle hazırladılar. Ferah balkonda minderlerin üstüne oturdular iki kadın. Keyifleri yerindeydi. Sanki Fatoş’ta ansızın dopamin artışı olmuştu! Bir yandan güzel güzel sohbet ediyorlar; bir yandan da dürüm yaptıkları ekmeği ısırıyorlardı. İnce belli bardaklardaki çaylan da ıslatıyorlardı lokmalarını. Hiç aceleleri de yoktu. Harmoni sarmıştı kadınların ruhunu. Şu saate kadar ağrılarından da söz etmemişlerdi.
Yıllardır süren komşulukları, onları, iki kız kardeş kadar yakın kılmıştı. Fatoş, öyle relakstı ki sanki dün küserek ayrılan o değil de, bir başkasıydı. Sanki onun Bese’ye olan kırgınlığı ve öfkesi, kevgirden süzülmüş ve ardından hiç bir iz bırakmamıştı.
Söz döndü dolaştı, yine Yaşar’ın annesinin kulağına giren “karafatma” böceği meselesine geldi:
-Nére, o Yaşar’ın annesi nasıl oldu?
Bese içini çekti: Elindeki ekmeği tepsiye bıraktı. Ağzını parmaklarıyla sildi ve:
-Onun durumu kötüymüş he! Diyorlar o Qarafatma qulağını delmiş. Az qalsın beynine gidiyormuş. Diyorlar İstanbul’a götürecek oğlu. Ne bilem...
Bese’nin sesinde hüzün vardı. Başını sallayarak Fatoş’un tepkisini bekliyordu. Fatoş, adının yine kara bir böcekte geçmesine razı olmasa da, sesini çıkarmadı. Bese’yi kaybetmektense, susmayı tercih edeceğe benziyordu. Fakat aklına muzur bir fikir geliverdi: Bi şekilde, adını iğrenç bir böceğe vermelerinin intikamını alacaktı bu cahil Bese’den. Kararlıydı:
-Nére Bese Bese; sen hele Yaşar’ın annesini bırak da... O ne ki! Beterin de beteri var, wae wae! Dünden beridir hiç uyku girmemiş gözüme ha! Diyorlar bitane pis fare çıkmış. Aha diyorlar aaa bu qadar (kolları, elleriyle tarif ediyor) büyüktür. Quyruğu aha bu qadardır ha!
-Wuyyy! Ma o nasıl bişedir?, dedi Bese.
Şaşkınlıktan, gözlerini kırpmıyordu. Fatoş anlattıkça, Bese’nin işaret parmağı dişlerinin arasında öylece kalmıştı.
-Ma ben ne bilem! Diyorlar adı “Besemır”. Hea! Adı Besemır’mış. Ma diyorlar gece geliyor. Uykudaysan gözlerini kökünden çıkarıyor. Aa böyle resmen oyuyormuş. Emiyormuş ha! Ne hikmetse uyanmıyormuş göz sahibi; ben ne bilem...
Bunları söyleyen Fatoş’un içinde fokur fokur sevinç kabarıyordu. Bese’deki korkuyu görünce, neredeyse kendi anlattıklarına kendisinin de inanası gelmişti.
-Besemır! Wıııyy! Töbe töbe... Ben hiç duymadım böle bişe! Qızır bizden uzaq götüre ma. Doğru diyorsun: beterin de beteri var. Besemır besemır, uşşş!, diye söyleniyordu Bese. Gözleri tepsideki yarım ekmeğe takılıp kalmıştı.
Fatoş, gülmemek için zar zor tutuyor kendini. Bese’nin durumu içler acısıydı, ama bi kere kafaya koymuştu Fatoş; onlardan intikam almadan rahat etmeyecekti. “Karafatma” dersiniz heee!”
Artık Bese’nin bütün dikkatini Besemır’ın üstüne toplamayı başarmıştı Fatoş. Ve üstelik, saftirik Bese’yi bu uyduruk hikayeye fena halde inandırmayı başarmıştı! Kıvrak zekasına ve uydurduğu senaryoya kendi de hayran kalmıştı. Fakat Fatoş hızını alamadığı için devam ediyordu fare hikayesini anlatmaya.
-Ya ya! He, fena bir fareymiş. Sakın yerde yatmayasın! Valla gelir oyar gözlerini o pis Besemır. Kör olmak ne demek? Çocuq oyuncağı mıdır? Zaten kimsesizsin! Uyyy, Allah etmeye ha! Ma git o ciranlarına da anlat ha! Muqayet olsunlar!
Bese hiç sesini çıkarmazken; Fatoş sevinçten dört köşe olmuştu. Bir süre hiç konuşmadan öylece oturdular. İkisi de düşünceli görünüyordu. Zaman geçtikçe Fatoş’un yüreğini bir huzursuzluk sardı. Sahi, ya anlattığı gibi olursa? Ve gerçekten varsa öyle bir yaratık?
Aklına yıllar önce kızının anlattığı ve çok etkilendiği bir hikaye geldi Fatoş’un:
Sibirya’da mahkumları çok soğuk, karanlık ve nemli hapishanelerde tutuyorlarmış. Mahkumlar, bir yandan veremi ve açlığı yenmeye çalışırlarken; bir yandan da aç farelerin kesici dişlerine yem olmamaya çalışırlarmış. Bu nedenle nöbetleşe uyudukları olurmuş. Bir gece koğuşun birinde nöbet tutan mahkum da uyuya kalınca, fareler o koğuştaki beş mahkumun da kulaklarını kemirmiş.
Sadece bir kaç fare değil; onlarca fare birden saldırdığından aldıkları yaralar vahim olmuş. Bir kaç kez tekrarlanınca bu olay, zamanla kulaklarını kaybetmişler. Hatta parmakları ve dudakları bile kemirilmiş bu farelerce! Üstelik fareler kuduz hastalığı yaydıklarından ölenlerin ardı arkası gelmiyormuş hapishanelerde...
İşte bu korkunç hikayeyi anımsadığı için dehşete kapıldı Fatoş. Gerçekten de hem korkmuş hem de kötücül ve intikamcı düşündüğü için kendisine öfke duymaya başlamıştı: “Ben tam bir şeytan olmalıyım! Ben bu zavallı Bese’yi niye korkuttum ki bu kadar? Eyvah!”
Pişmandı Fatoş. Nasıl telafi etse ki hatasını? Karşısında sesi çıkmayan arkadaşına baktı buğulu gözlerle. İçinden ona sarılmak geldi. Nasıl da mazlum ve naifti Bese!
-Bese, ma bu gece burda yat, tamam mı? Ben de yalnızım. Eve gidip ne yapacan...
Bese, ağır ağır başını kaldırdı. Ölgün ve boş gözlerle Fatoş’a baktı.
Zazaca:
Ciran :komşu
Nére: kız
Wae: bacı/kız kardeş
Duzgın bava: doğada kutsal yer/tapınak
Wıy: a!/ay!
Uşş: Üf/aman!
Seçici kurula çok teşekkürlerimi sunarım.
Saygılarımla.
Heidi Korkmaz, 2021 Sthlm
YORUMLAR
Ciranlar ve Karafatma - 1 ' i okuduktan sonra ikinci bölümünü çok merak etmiştim. Şimdi ikinci bölüme duyduğum merakın 2 mislini, üçüncü bölüme duyuyorum. Ben Bese olsam, Fatoş' u affetmezdim :). Malum zaman değiştikçe bakış açılar da değişti. Gururun, ihtirasın ve bencilliğin boy attığı bir çağda yaşıyoruz ne yazık ki. Eskilerin bu alçakgönüllüğüne, tevazu ve mangal yüreğine (affetme, sindirme anlamında ) her zaman imrenmişimdir. Şehir yaşamında kimsenin kimseye ihtiyacı olmaması durumu, insanları gurur ve ihtiras sahibi yaptı. Keşke sadece yaşam tarzımız şehirleşseydi. Oysa geçmişe dönüp baktığımızda, yalnızca düşüncelerimiz zoraki bir şehirleşmeye maruz bırakılmış. Ve bu zoraki durumu bizler kendi ellerimizle yaratmışız. Betimlemeleri ve bakış açısıyla beni sürükleyen bir yazıydı. Kısa bir hikayede, uzun bir yolculuğa çıktım. Kaleminiz hiç susmasın.
Saygılarımla.
Okan Akan tarafından 4.3.2022 20:33:02 zamanında düzenlenmiştir.
Tüya
Sosyolojik bakmanız ayrıca sevindirdi.
Fatoş!un duygularını anlamakla beraber; Bese'ye ben de çok üzüldüm. Görüyorsunuz; komşuluk ilişkilerinde bile, bir hiyerarşi sözkonusu; bir ezen ve ezilen var...:)
Yani durum vahim..!
Fakat ikisini de çok severim karekter olarak. Zira ikisi kendi içinde hem güçlü, hem de naif.
ve her şeyden önemlisi de vicdanlı olmaları (Fatoş!un bir nevi özür dilemesi).
Bese'yle, Fatoş'u kolay kolat terketmeyeceğim...
Onur duydum ziyaretinizden ve burada olmanızdan, değerli şairim.
Çok teşekkür ederim.
Saygım ve selamlarımla.
Ciranlar ve Karafatma - 1 ' i okuduktan sonra ikinci bölümünü çok merak etmiştim. Şimdi ikinci bölüme duyduğum merakın 2 mislini, üçüncü bölüme duyuyorum. Ben Bese olsam, Fatoş' u affetmezdim :). Malum zaman değiştikçe bakış açılar da değişti. Gururun, ihtirasın ve bencilliğin boy attığı bir çağda yaşıyoruz ne yazık ki. Eskilerin bu alçakgönüllüğüne, tevazu ve mangal yüreğine (affetme, sindirme anlamında ) her zaman imrenmişimdir. Şehir yaşamında kimsenin kimseye ihtiyacı olmaması durumu, insanları gurur ve ihtiras sahibi yaptı. Keşke sadece yaşam tarzımız şehirleşseydi. Oysa geçmişe dönüp baktığımızda, yalnızca düşüncelerimiz zoraki bir şehirleşmeye maruz bırakılmış. Ve bu zoraki durumu bizler kendi ellerimizle yaratmışız. Betimlemeleri ve bakış açısıyla beni sürükleyen bir yazıydı. Kısa bir hikayede, uzun bir yolculuğa çıktım. Kaleminiz hiç susmasın.
Saygılarımla.
Ciranlar ve Karafatma - 1 ' i okuduktan sonra ikinci bölümünü çok merak etmiştim. Şimdi ikinci bölüme duyduğum merakın 2 mislini, üçüncü bölüme duyuyorum. Ben Bese olsam, Fatoş' u affetmezdim :). Malum zaman değiştikçe bakış açılar da değişti. Gururun, ihtirasın ve bencilliğin boy attığı bir çağda yaşıyoruz ne yazık ki. Eskilerin bu alçakgönüllüğüne, tevazu ve mangal yüreğine (affetme, sindirme anlamında ) her zaman imrenmişimdir. Şehir yaşamında kimsenin kimseye ihtiyacı olmaması durumu, insanları gurur ve ihtiras sahibi yaptı. Keşke sadece yaşam tarzımız şehirleşseydi. Oysa geçmişe dönüp baktığımızda, yalnızca düşüncelerimiz zoraki bir şehirleşmeye maruz bırakılmış. Ve bu zoraki durumu bizler kendi ellerimizle yaratmışız. Betimlemeleri ve bakış açısıyla beni sürükleyen bir yazıydı. Kısa bir hikayede, uzun bir yolculuğa çıktım. Kaleminiz hiç susmasın.
Saygılarımla.
Ciranlar ve Karafatma - 1 ' i okuduktan sonra ikinci bölümünü çok merak etmiştim. Şimdi ikinci bölüme duyduğum merakın 2 mislini, üçüncü bölüme duyuyorum. Ben Bese olsam, Fatoş' u affetmezdim :). Malum zaman değiştikçe bakış açılar da değişti. Gururun, ihtirasın ve bencilliğin boy attığı bir çağda yaşıyoruz ne yazık ki. Eskilerin bu alçakgönüllüğüne, tevazu ve mangal yüreğine (affetme, sindirme anlamında ) her zaman imrenmişimdir. Şehir yaşamında kimsenin kimseye ihtiyacı olmaması durumu, insanları gurur ve ihtiras sahibi yaptı. Keşke sadece yaşam tarzımız şehirleşseydi. Oysa geçmişe dönüp baktığımızda, yalnızca düşüncelerimiz zoraki bir şehirleşmeye maruz bırakılmış. Ve bu zoraki durumu bizler kendi ellerimizle yaratmışız. Betimlemeleri ve bakış açısıyla beni sürükleyen bir yazıydı. Kısa bir hikayede, uzun bir yolculuğa çıktım. Kaleminiz hiç susmasın.
Saygılarımla.
Tüya
Saygılar, selamlar.
Tüya
Saygılarımla.
çok hoşsun Tüya. yazdıklarının enerjisi olduğu gibi geçti bu tarafa
sabahtan kalma çayım yoktu yeniden demledim. hatta öyle bir şey ki küs bı insanım olsun istedim. gelsin kapımı çalsın. muhabbet edelim. içinde endişe de olsun korku da sevgi de.
keyifliydi seni okumak
tebrik ederim
sevgilerimle
.
Tüya
Çok sevindim öykümün sizde pozitif etki yapmasına...
Evet, bazen gerçekten de bir komşusu; iyi bir komşusu olsun ister insan. Hani, yalnızlık duygusundan kurtaracak olan - kısa bır anlığına da olsa- şen şakrak olan; insana, insan olduğunu anımsatan...:)
Nerdeee! Eskiden onlar, eskiden... Öyküdekiler de çook eskidendi...
İlginiz, samimi ve sıcacık yorumunuz için çok teşekkür ederim.
Sevgiler, selamlar olsun.
İnsanın kendisini kendi vicdan muhakemesi ile yargılayıp
kendisine verdiği ceza kadar ağır bir ceza yoktur diye düşünmüşümdür hep.
etkileyici bir anlatım, su gibi akıp gitti okurken...
tebrikler saygılar değerli şair
Tüya
Sanırım Fatoş'un "insaf"a gelmesi bundan kaynaklı.
Yoksa vay haline zavallı Bese'nin...
Değer katan kıymetli yorumunuz için çok teşekkür ederim.
Çokça onure ettiniz.
Baki selam ve saygılarımla.
Tüya
Karafatma pek sevimli değil, evet...
Ziyaretiniz ve yorumunuz için teşekkür ederim.
Saygılarımla.
Yazıyı okurken gülümsedim..
Dün whatsappta yazıştığımız bir arkadaşıma fareler ve karafatmalarla ilgili bir kaç anımı anlatmıştım...Bir kaç konudan daha söz etmiştik...Deftere girdiğimde bir kaç şiirde ve bu yazıda benzer konu ve kelimeleri görünce şaşırdım....Biri bizi dinliyor desek neyse de dinlediğini de yazmaz ki dedik...Tatlı bir anı olarak kalsın yorumda...
Fonda da Farid Fariad "Ayrılık" çalmakta...Şiirimi az önce bitirip yükledim ve uyumadan önce bu yazı...Rüyamda görmem inşallah :))))
Kaleminize sağlık..Güne gelişinizi de tebrik ediyorum.
Tüya
F. Fariad benimde dinlediklerim arasındadır.
Ziyaretiniz ve sıcak yorumunuz için çok teşekkür ederim.
Selamlar, sevgiler.
"Ev alma komşu al demiş." Atalarımız. İyi günde kötü günde hep onlar olur yanımızda .
Fatoş ve Bese'nin hikayesi gözümüzde. Biraz korku filmi gibi olsada sımsıcaktı.
Kaleminize sağlık.
Saygılarımla ...
Tüya
Komşuluklar eskiden olduğu gibi olmasa da, her daim önem taşır...
Ziiyaretiniz ve kıymetli yorumunuz için çok teşekkür ederim.
Saygılarımla.
Komşular...
Sevince kedere ortaklar...
Bir çay içimi gönül almalar...
Mahalli lisan ve geniş mutluluğumuz.
Acının coğrafyasında böyle geçiyor zaman...
Gönlümden yakalandım, oy ben ölim.
Çok saygımla
Tüya
Anımsadığım kadarıyla; biraz kurgu, biraz realite benim yaptığım. Özlemden mi ne, seviyorum gerilere gitmeyi...
Hep kıymetlidir duyarlı yorumlarınız. Yine onur duydum ziyaretinizden, Deniz bey.
Sağ olun, var olun.
Baki selam ve saygılarımla, esen kalın.