- 1549 Okunma
- 11 Yorum
- 5 Beğeni
EYVAH OLDU KÜÇÜK EFE ŞANINA
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
BABAMIN PENCERESİNDEN: EYVAH OLDU, KÜÇÜK EFE ŞANINA…!
Bizim köyde, Muhittin’e, “Moddin” derler, çocukluğumun bir kısmı, köyde geçtiği için alışkınım küçükten, bu şekilde seslenilmesine. Rahmetli annem, babam da, “ Moddin” derdi. O yüzden yadırgamam hiç.
Zordu adımı söylemek, hemen dilden çıkıvermezdi kolayca. Sadece, görev yaptığım arkadaşlarım adımı yazıldığı gibi söylerdi, o da resmiyetten.
Babamın görevi dolayısıyla, tayin gittiğimiz yere göre adım değişirdi, “Muttin, Mıttin, Muyttin…” daha niceleri.
Ortaokula kadar, kendimde bilemedim, gerçek adımın nasıl yazılıp, söylendiğini. Sınav kağıdına bazen “Muhittin” yazardım bazen “Muhuttin,” ikisinden biriydi işte, artık şansa. Kimse söylememişti adımın ne anlama geldiğini, sonradan bakmıştım sözlükten, Arapça kökenliymiş, “dini canlandıran, dini güçlendiren” anlamına geliyormuş.
Bizim köyün adetiymiş o zamanında, “adı ölmesin” diye, yeni doğan çocuklara, dedenin, ninenin veya başka bir aile büyüğünün adı verilirmiş. Aklım erip de sorana kadar, ne rahmetli annem, ne de rahmetli babam, adımın neden Muhittin verildiğini söylemediler,
Sordum anneme, “adımı neden Muhittin koydunuz?.” Cevap vermedi, babamın gözlerinin içine baktı. “sen anlat” der gibi.
Babam, bu sorudan tedirgin olmuştu, hafifçe oturduğu yerden doğruldu: “ Oğlum, senin bir amcan daha vardı, bizim en küçüğümüz, adı Muhittin” dedi. Parmaklarımla sayıyorum amcalarımı, büyükten küçüğe” Ramazan, Mehmet, Kamil, Vahit, bir de Fadime Halam”, içlerinde “Muhittin” yok.
“Baba ne oldu Muhittin Amcama?”
“Oğlum çocuk yaşta, öldü Amcan”
“İyi de Baba, nasıl öldü?”
“Oğlum öldü işte, suda boğuldu öldü”
Sorumun cevabı değildi bu. Hep böyle yapardı babam. Anlatmak istemediği bir şey olduğunda, ya kısa cevaplarla kestirip atar, ya da lafın etrafından dolanırdı. Çocuk inadı işte ısrarla sordum, sabrını zorlayarak.
“Baba, iyi de kaç yaşında öldü, ? Nasıl Öldü? Hastalıktan mı?”
Anlamıştı benden kurtuluş olmadığını. “Oğlum, Muhittin Amcan en küçüğümüzdü, tekne kazıntısıydı yani” dedi hafifçe tebessüm ederek. “ Aramızda yirmi yaş vardı. Ailenin, neşe kaynağıydı.” dedi
O zamanlarda, erkek çocukları evlense bile kopamazmış baba ocağından, görenek böyleymiş. Tarla, tapan birlikte ekilir, biçilir, birlikte yenip, içilirmiş. Dedemin geniş arazileri varmış, Simav Çayını takip eden Bentbaşı denilen mevkii de.
İş, kayıt zamanı burada kalınırmış, barakaları, hayvan ağılları varmış. Uzun zamandır, toprak işlenmediğinden, büyük kısmı ormanlaştı, devlete kaldı şimdi.
Babam:”Oğlum, 1967 yılı yaz başları, o zamanlarda iş kayıt çok, ekin bir yanda, tütün bir yanda, keçi koyun bir yanda, inekler, buzağılar, kafa kaşıyacak vakit yok, her birimiz bir yana koştururduk. Kemal Deden biraz rahat adamdı ya, Zeliha Ninen kimseyi boş durdurmazdı, pek bana dokunmazlardı, adımız “Deli Nazım’a çıktığından.”
Otoritermiş Zeliha Ninem, gelinleri çekinirmiş ondan, heybetliymiş. Rahmetli Annemin: “Oğlum nineniz tarlaya ayak bastımı, yer sallanıyor sanırdık” dediğini hatırlıyorum.
Babam: “En küçüğümüz Muhittin, çocuktu daha, koşuşturmayı gördüğünden, elinden geldiğince, yardım etmeye çalışır, İş vermezsen küserdi. Büyük adam yerine konmak isterdi. Koca adamlar gibi davranmaya severdi. Biz de kolay olsun diye, ona buzağıları gütme işini verdik.” dedi. ”On yaşlarında, gürbüzce bir çocuktu, sevimli, hafif çilli, kırmızı yanaklıydı. İşten, kayıttan gelince, tek eğlencemiz oydu, yorgunluğumuzu onun üzerinde atardık. Bazen kızardı bize, küser giderdi. Ağabey çok, hanginin hakkından gelsin,?”dedi gülerek,” gönlünü yapmak kolaydı, elini uzattın mı, hemen toka yapardı, hafifçe yüzünü dönerek. Severdi ağabeylerini, ablasını, küslük tutamazdı.”dedi.
Erkek kardeşin büyüğüne, “efe” denirmiş o vakitler , ağabey, abi, yokmuş. Muhittin Amcam, bakmış kendisine efe diyen yok, içerlemiş. Bir gün dikilmiş ağabeylerinin karşısına,
“Bana niye efe demiyorsunuz?”
“Ben Efe değil mi yim”
Şaşırmış Ağabeyleri, gülerek:
“Efesin tabi len, he mi de güççük efe”
Ondan, sonra, ya Muhittin Efe diye çağırılmış, ya da Küçük Efe diye. Yürüyüşü bile değişmiş, daha da büyümüş, bir başka heybetli olmuş kendince, daha bir ciddileşmiş. Efelik bu şakaya gelmez, ciddi iştir. Artık evin gelinleri de ona, Küçük Efe demeye başlamışlar.
Babam: “ Oğlum efeliğin şanındandı." dedi tebessümle, "ona kavak ağacından, bir kamayla, bir tüfek yaptık. Kamayı beline sokmadan, tüfeğini eline almadan, dışarı çıkmaz oldu. Hele kamayı beline taktı mı, çalımından yanına varılmaz, kasım kasım kasılır, yürürken ayakları yere basmazdı.”
Her akşam, ağabeylerinden, Akıncı Müfrezesinin, Halil Efenin, Pehlivan Ağanın, Gördesli Makbule Efenin, Şakir Efenin, Demirci Dağlarında, çay boylarında, Ulus Dağında, nasıl düşmana baskın verdiklerini, tekrar tekrar anlatmalarını ister, soluksuz dinlermiş. Kendini onların yerine koyar, onlar gibi, çatal yürekli, cesur, atılgan olmak istermiş kendince.
“Nazım Efem, ben de efeyim ya, benim de yüreğim çatal mı?”
“ Çatal tabi len, yüreği çatal olmayan efe olamaz.”
Bu cevabı da almış ya, daha da bir güç yetmez olmuş çatal yürekli Küçük Efeye.
Babam mahsustan lafı uzatıyordu, etrafından dolanıyordu yine, asıl soruya cevap vermek istemiyordu belli, sordum çocuk halimle;
“Baba anladım da, amcam su da nasıl boğuldu da öldü”
Nereden bilirdim bu sorunun, babamın eski yarasının kabuğunu kaldırdığını. Derin bir nefes aldı, artık anlatacaktı.
“Oğlum, 1967 yılı Haziran Ayının sonları, yine iş kayıt zamanı,. Herkes bir yerlerde, kimimiz ekinde, kimimiz de hayvanda, biz annenle tütün kırıyoruz. Muhittin Amcan da, buzağıları çay kıyında otlamaya götürecekti.”dedi.
Simav Çayı, karşıda ki Çıkrıkçı Köyü ile bizim köyün sınırıdır. Kemal dedemin tarlalarının karşısında, Çıkrıkçıı Köyünün tarlaları vardır.
Babam:“Yeni yeni yüzmeyi öğreniyordu oğlum, o vakitler Simav Çayı gürül gürül akıyor, azgın, şimdi ki gibi değil., benim diyen adamı alır götürür. Fazla uzaklaşma, tek başına suya girme diye de öğütledik. Korkumuz yakınlarda ki eğirendi.”
“Tamam Nazım Efem deyip, bizim Küçük Efe beline tahta kamasını taktı, eline tüfeği alıp, koştura koştura buzağıların peşine gitti.” dedi.
Dedemin barakasının, olduğu yerin karşında, eğiren vardır. Köyde kısaca “eren” denir. Eğiren dönmek manasına gelir, girdaptır aslında. Çayın suyu, önüne çıkan büyük bir taşa vurarak döner ve altında bulunan toprağı oyduğu için derinleşir. Buraya girmek her babayiğidin harcı değildir.
Bu eğiren de böyleydi, daha sonra defalarca gittim bu eğirene, önünde dikdörtgen şeklinde, yukarı doğru uzunlamasına, devasa bir taş vardır, sanki Küçük Efenin, anıt mezarı gibi. Eski halini biliyorum, hele bahar aylarında, meyilli gelen su, hızla bu taşa çarparak döner, daha da azgınlaşır su, köpürür, vahşi bir kısrak gibi gem vurulmaz olur. Alır binicisini altına, affı olmaz.
Geçen sene gittiğimde, millemiş burası, suyun akışı yavaşlamış, yönü değişmiş, dibi kum dolmuş, derinliğini kaybetmiş. Bu koca taşın ayağında bir taş daha vardır, üzeri yassı, alçakça, üzerine büyükçe bir çadır kursan kurulur. Altına birkaç defa dalmıştım, eskiden yan yana beş altı kişi sığardı rahatça, bir fırının içi gibiydi.
İşte Küçük Efenin canını alan bu taştı, hala orada pusudaydı, haince bekliyordu. Artık namda kazanmıştı, canına kıydığı amcamın adıyla anılıyordu, “Muhittin Eğireni.” Keşke fotoğrafı olsaydı da gösterebilseydim.
Babamın bıraktığı yerden devam edeyim.” Oğlum Muhittin Amcan, çay kıyında ıslık çalıp dururdu, her taraf ağaçlık, kendisini göremiyoruz. Bir ara ıslık sesi kesiliverdi, tütünden, başımı kaldırdım, baktım, buzağılar Çıkrıkçı Köyü yakasında, ekin tarlasına girip yasmışlar.” dedi.
Buradan sonra bir şeyler olduğu belliydi. Ağlamamak için, sıkıyordu kendini, elinden geldiğince mahkum etmeye çalışıyordu göz yaşlarını.
“Muhittin! Muhittin’ diye seslendim ses yok, bir şeyler olduğunu sezdim oğlum, dizlerimin bağı çözülüverdi. Bir yandan da iyi düşünmeye çalışıyorum. Çocuk işte, oyuna dalıvermiştir, hayvanları unutmuştur diye”
Bu arada yanında oturan anneme döndü: “Annene, hanım, ben şu Küçük Efeye bir koşu bakıp geleyim, oyuna daldı herhalde dedim. Gidiyorum ama ayaklarım boşluğa basıyor sanki, yerden güç alamıyorum. Eğirenin başına vardım, urbaları, pabuçları, tahta kaması, tüfeği yası taşın üstünde. Kaynar sular başlarıma döküldü.”
Babamın korktuğu başına gelmişti işte.! Artık iyice sesi titremeye, kelimeler boğazında düğümlenmeye başlamıştı, artık engelleyemiyordu vücudunun sarsıntısını.
“Oğlum, hemen elbiselerle atladım suya, ilk dalışta kolu elime geldi, hareketsizdi, eyvah! dedim.”
Bundan sonrasını anlatamıyor babam, mahkum ettiği gözyaşlarını salıveriyor. Sarsıla sarsıla ağlıyor, dev cüsseli adam.
Kendimi suçlu hissediyorum, içimden, “keşke sormasaydım” diyorum.
Bundan sonrasını annemden dinlemiştim. Babam her bana seslenişinde, kardeşini hatırlıyormuş.
Yassı taşın altına kapaklanıp kalmış amcam, sırtını taşa vermiş. Babam tutmuş defalarca çekmiş kolundan, çıkartamamış. Kolu bacağı taşların arasına sıkışıp kalmıştır diye düşünmüş. Derin bir nefes daha alıp, bir daha dalmış, çıkarabilmiş bu kez güçte olsa...
Çıkmış kollarında, Küçük Efenin cansız bedeniyle, yatırmış yassı taşın üzerine. Dişlerini sıkmış amcam. Babam epey uğraşmış, çenesini açmak için, nefes almıyormuş. Babam, sarsmış amcamı, can havliyle, belki canlanır umuduyla. Ayaklarından tutmuş sallamış, sağa, sola yatırmış, yok. Hiç su yutmamış, ağzından bir damla su çıkmamış Küçük Efe’nin.
Babam, basmış, bağrına Küçük Efe’yi, feryadına, kardeşleri, anası, babası, gelinler koşup gelmişler. Koca Dünya başlarına yıkılmış, çöküp kalmışlar dizlerinin üstüne.
Babam yıllarca kendisini suçlamış, “Ah! önce fark edebilseydim, Ah! daha önce yetişebilseydim” demiş durmuş.
Kollarında ölen kardeşinin adını bana vermiş, adı yaşasın diye.!
Ya Küçük Efe,! Su yutmamıştı amcam, “Küçük Efeydi o”, çatal yüreği vardı, kocamandı yüreği, küçük bedenine nispetle. Öyle kolay mıydı? Efelerin canını almak, sonra ağabeyleri ne derdi, az mı dinlemişti? onlardan, Akıncı Efelerini, Halil Efeyi, Şakir Efeyi, Gördesli Makbule Efeyi,
Gördesli Makbule,! Vuruşmuştu düşmanla başından vurulana değin.
Ya Şakir Efe,! öyle hemen teslim olmamıştı, hainler pusu kurduğunda, dövüşmüştü başını verene kadar.
Muhittin Amcama da ölüm pusu kurmuştu sinsice, göstermeliydi nasıl efe olduğunu. Baş eğmemişti işte suyun hükmüne, ölümüne meydan okumuştu, direnmişti dişlerini sıkarak.
Dişlerini sıktı sıktı…, ölümün ötesine dek…
Küçük Efe selam olsun şanına...!
Ruhuna Saygı ile…
(Ben de babamın gözüyle bakarak, kendi halimce, bu ağıtı yaktım.)
KÜÇÜK EFE’NİN AĞIDI.
Kardeşimin şen ıslığı kesildi,
Buzağılar, ekinlere yasıldı,
Ünledim de, ses vermedi, sesime,
Bilse idim, düşmez miydim peşine.
Koştum baktım, taşta buldum urbayı,
Yetemedim, suya verdim körpeyi,
Daldım, daldım alamadım taşından,
Kardeş, ata gözlerinin yaşından,
Simav Çayı seller olda, taş gayrı,
Şu gözümde, koca dünya boş gayrı.
Sudan aldım, bastım dertli bağrıma,
Feryat ettim, ses gelmedi çağrıma,
Yaşa diye, adın verdim, oğluma.
Bağımızın gonca gülü, soldu mu?
Nergis gibi, büktü fidan boynunu,
Bahtsız anam, saçlarını yoldu mu?
Kanlı çaylar, gayrı gönlün oldu mu?
Can aldın da, doymaz gözün doydu mu?
Simav Çayı, seller olda, taş gayrı,
Şu gözümde, koca dünya, boş gayrı.
Zehir kattın, ekmeğime, suyuma,
Yalan Dünya, bu mu düştü payıma,
Acımadın, fidanıma, dalıma,
Kar yağdırdın, baharıma, yazıma.
Simav Çayı, kar mı kaldı yanına?
Can aldın da, nam mı kattın, namına,
Varamadan on üç, on dört yaşına,
Niye kıydın.? Muhittin’in canına,
Eyvah oldu, Küçük Efem şanına…!
Simav Çayı, seller olda taş gayrı,
Şu gözümde, koca dünya boş gayrı...
15/01/2020 Muhittin KOÇ
YORUMLAR
Bu yazı ile ne kadar zengin bir toplum olduğumuzu daha iyi anlıyoruz masun bir kültürümüz var çok beğendim kutluyorum
Malkoçoğlu
Buyurduğunuz gibi Türk Milletinin, çok zengin ve çok kıymetli bir kültürü var.
Sağlıcakla kalın. Sonsuz saygı ve selamlarımla...
Muhittin amcanıza rahmet dilerken bu güzel yazınız için tebrik ediyorum
Malkoçoğlu
Bu dünyadan göçen, bütün yakınlarımızın, ruhları şad, mekanları cennet olsun.
Sağlıcakla kalın. Saygı ve selamlarımla...
Kurtuluşa vesile kuşak.
Ve Onun sırılsıklam öyküsü.
Gönendim çpk. Muhittinin zaman ve coğrafyada yaptığı yolculuk
Acı acı gülümsedim
Hikaye budur, içtiğim sudur
Çok saygımla.
Malkoçoğlu
Belirttiğiniz gibi üstadım, "vatansever, şair ruhlu, aydınlık ve zorlu" bir kuşaktılar.
Sağlıcakla kalın. Sonsuz saygı ve selamlarımla....
Allah Rahmet etsin amcanıza ve babanıza . Mekanları cennet olur İnşallah .
Öykünüz okuru hiç sıkmadan bir anda biti/ bitiyor . Anadolu hikayeleri mayamızı oluşturuyor. O nedenle de çok sıcak oluyor. Siz de bu sıcaklığı ziyadesiyle hissettirdiniz. Güne gelmesi de ödülü oldu.
Yürekten kutlarım değerli kalem.
Saygılarımla ..
Malkoçoğlu
Sağlıcakla kalın. Sonsuz saygı ve selamlarımla...
Malkoçoğlu
Sonsuz saygı ve selamlarımla...
okuyucunun aklında tek bir soru işareti bırakmayacak kadar detaylı, zengin ve derin bir anlatım...
içerik itibarıyla doyurucu bilgilere sahip... Muhittin isminin anlamından tutun da geleneksel aile yapısı, tarım ve hayvancılıkla geçimini sağlayan aile üyelerinin mevcut bir çatıda ortak birliktelikle iş gücü yükünü paylaşması, çay suyu- girdap betimleme ve benzetmeleriyle dikkat çekici ve sonrasında yazıyı gitgide duygusallaştıran can alıcı kısımlarıyla iyi ki de okumuşum dediğim öyküsel bir anı...
yazı bitimine eklediğiniz şiir ise oldukça etkileyiciydi.
küçük efenin mekanı cennet olsun...
kaleminize emeğinize sağlık...
seçici kurula da teşekkür ediyorum böyle güzel bir kalemle tanışmış olduk sayelerinde.
başarılarınızın devamını dilerim.
saygı ile...
Malkoçoğlu
Oykünün, yaşandığı yerleri de bayağı bir gezdiğim için, ayrıntılara girmekte, güçlük çekmedim.
Rahmet dilekleriniz için çok teşekkür ederim. Sizler sağ olun.
Sağlıcakla kalın. Saygı ve selamlarımla...
Çok özür dilerim.Babanızın hayatta olduğunu düşünmüştüm.Affedin..
Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun Üstadım
Bende çocukken kaybettim babamı.Onun anlattıklarını yazacak kadar büyük değildim.Abim babalık yaptı bize.Altı yıl önce feci bir kazada onu da kaybettim.İki kez babamı kaybettim yani...
Malkoçoğlu
Amin Üstadım. Babanıza ve ağabeyinize, rahmet dilerim. Ruhları şad, mekanları cennet olsun. Sizlere de sabır ve başsağlığı dilerim.
Siz, baba yokluğunu, benden daha çok hissedenlerden siniz.
Hele ki! Size babalık yapan, ağabeyinizin kaybı, çok ani ve acı olmuş.
Tekrardan rahmet ve başsağlığı dilerim.
Sağlıcakla kalın. Saygı ve selamlarımla...
Amcanız için çok üzüldüm.Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun Üstadım.Babanıza sabırlar diliyorum.
Babanızın gözüyle bakıp yazdığınız ağıt, yürek dağlıyor.Sorunuzla babanızın yarasını kanatmışsınız lakin ağıt yazarak derdini paylaşmışsınız .. Güzel bir vefa örneği. ...
Hayat işte! Acısız olmuyor..
Güne düşen yazıyı ve değerli kalemi kutluyorum
Saygılar selamlar
Malkoçoğlu
Babamı da kaybettikten sonra, anlattıkları benim için daha kıymetli hale geldi.
Bütün bu dünyadan göçen yakınlarımızın, ruhları şad mekanları cennet olsun, inşallah.
Sağlığında anlattıklarından, fırsat buldukça notlar almaya çalışmıştım.
Dediğiniz gibi hayat işte! İnsana birçok duyguyu tattırıyor. Acı, sevinç...
Bir yanımız dağ doruğu, bir yanımız bahçe bahar.
Sağlıcakla kalın. Saygı ve selamlarımla...
Malkoçoğlu
Sonsuz saygı ve selamlarımla...
Hangi yazıya içimden gelerek yorum yazsam günün yazısı oluyor tebrik ederim.
Malkoçoğlu
Sağlıcakla kalın. Saygılarımla...
GAYE DİLEK GEZER
Malkoçoğlu
Sağlıcakla kalın. Saygılarımla...
Siz de benim gibi yazılarınıza şiirimsilik katmışsınız ben de bir bakıyorum farkında olmaksızın bu oluyor.
GAYE DİLEK GEZER tarafından 2.3.2022 21:32:57 zamanında düzenlenmiştir.
Malkoçoğlu
Sağlıcakla kalın. Saygılarımla...