- 262 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ANADOLU DERVİŞLERİ
Cennete çıkmış olan Anadolu dervişleri içerisinde birisi vardı ki bir tiyatro oyununun yazımına tam yüz yılını harcadı.
Ona göre yüz yıl böyle bir oyun için hiçbir şeydi.
Yeter ki kafasındakini yazıp sahneleyebilsindi.
Kendi başına yalnız bir ortama çekilip tam yüz yıl yazdı.
Hiç durmadan yazıp, yazıp yırttı. Sonunda, kafasında hayal ettiği bir eşi benzeri daha olmayan eseri yarattığına kanaat getirdi.
Kendince bu bir şaheserdi.
Böylesi bir eseri insanlığa kazandırmak için yapmayacağı hiçbir şey yoktu.
Sonunda diğer dervişleri de toplayıp eserini tartışmaya açtı.
Herkesce beğenildi.
Bu eseri sahnelemek hepsi için önem kazanmıştı.
Dervişler rolleri paylaşıp provalara başladılar.
Aylar süren provalar sonunda bir eksikliği fark ettiler.
Rollerden birisini hiç
kimsenin bir türlü başarılı bir şekilde oynayamayışıydı.
Rolse oyunun can damarıydı.
Her şey o rolü oynayacak kişinin başarısına bağlıydı.
Hepside teker teker denedi fakat tutturamadılar.
Bu dervişlerin tanıdık bir arkadaşları vardı.
Özünde iyi bir tiyatrocu olan o zat, ne hikmetse Cennete girmeyi bir türlü başaramamıştı.
Her seferinde birileri onu Cennetin kapısından Dünyaya geri atmıştı.
Her yönüyle mükemmeli yakalayan bu zat, bir tek yönünü bir türlü geliştirememişti.
O da dik kafalı olmayı bırakıp, alçak gönüllülüğü kavrayamayışıydı.
En fakir ortamlara bile gitse, bir yolunu bulur zenginlerin arasına karışmayı becerirdi.
Çünkü yüksek bir kapasitesi vardı.
Dervişler bunun peşine düştüler.
Uzun uğraşlar sonunda izini Anadoluda buldular.
Bu onun Anadoluya ilk gelişiydi.
Bu kez bir çiftlik sahibiydi.
Sanatla uğraşmayı henüz keşfedememişti.
Dervişler ne yaparda bu adamı Cennete çıkarabilirler onu öğrenmek için Allah’ı ziyarete gittiler.
Kapıda bunları Cebrail karşıladı.
-Buyurun dervişler bir derdiniz mi var?
-Rabbimizden bir maruzatımız var onun için geldik.
Cebrail bunları içeri buyur etti.
Allah’ın huzuruna varınca hepsi birden secdeye kapandılar.
-Buyurun dervişler şöyle oturun dedi Allah.
Dervişler oturup olayı olduğu gibi anlattılar.
Anlatılanları duyunca Allah etkilendi.
-Sanat deyince akan sular durur dervişler. Sanat için var var yok yine var.
Madem böyle bir işe karar verdiniz, bir zamana kadar size izin veriyorum.
Getirin o adamı Cennete. Seyretmek isterim o oyunu.
Dervişler tekrar secdeye kapandılar.
İstediklerini koparmışlardı.
Tanrının huzurundan ayrılıp doğru tiyatro binasına gittiler.
Günlerce tartışıp yapacakları işi karara bağladılar.
Dünyadaki çiftlik sahibi derviş gittikçe zenginliyordu.
Çiftlik üzerine çiftlik satın almış binlerce işçi çalıştırıyordu.
İçindeki his onu hâlâ zorluyordu.
Neredeyse tüm ülkeyi satın alacaktı.
Bu zat evlendi ve bir çocuğu oldu.
Çocuğu görünce gözleri fal taşı gibi açıldı.
Çünkü çocuğun bir kolu yoktu.
İçinden Tanrıya isyan etti, dışındansa hiçbir şeyi belli etmemeye çalıştı.
Alın yazısı deyip işi geçiştirdi.
Gittikçe zenginliyordu.
Kızgınlığı daha da artmıştı.
Aradan zaman geçti hanımı ikinci çocuğa hamile kaldı.
Kadın büyük ümitlerle beklenen doğumu yapınca, dervişin gözleri yerinden fırlayacak gibi oldu.
Çocuğun bir bacağı eksikti.
İçindeki isyanı arttı.
Daha çok mal edindi.
Nasibi maldan yana açıktı.
O hırsla hanımı üçüncü kez hamile bıraktı.
İçindeki korku yüreğini kerpeten gibi sıkıyordu.
Beklenen gün geldi hanım doğumu yaptı.
Dervişse çocuğa bakamadı bile.
Bu çocuğunda belden aşağısı yoktu. Derviş bayıldı, aileyse tümden şaşkındı.
Ne kadın doğumu yaptı diye sevinebildiler, ne de çocukların halini görüp ağlayabildiler. Sadece şaşkındılar.
Bu iş Allah’ın laneti diyemiyordu kimse, çünkü lanetli olsa o kadar serveti nasıl edinecekti.
Dervişin boynuna görünmez bir ip bağlandı.
İpin diğer ucuda çocukların ayaklarına bağlandı.
İçinde girdaplara giren derviş kızgın bir şekilde etrafa saldırmaya kalktığında çocuklar ayaklarını oynattılar.
Üçüncü çocuksa kendi etrafında dans etmeye başladı.
Derviş başını çocuklardan yana çevirip dünyanın bin bir türlü hali var dedi.
Zamanla derviş gerçeği kabullenip çocuklara hizmet etmeye başladı.
Onları gezdirip eğlendirdi.
Bu sefer çocukların bir başka sakatlığı çıktı ortaya.
Bunlar konuşmayı da bilmiyorlardı.
Çoktan konuşması gereken çocuklar, aradan o kadar zaman geçmiş olmasına rağmen konuşamıyorlardı.
Dervişin içi yanardağ gibi kaynıyordu.
Patlaması çok yaman olacaktı.
Çünkü derviş bir patlarsa diğer çiftlik sahipleri tümden ayvayı yiyeceklerdi.
Derviş onları yedi sülaleleriyle birlikte yerle bir ederdi.
Derviş hırsına yenik düşüp o yola girmeye hazırlanırken, çocuklar ipi bu kez biraz daha gergin ve çabuk çektiler.
Derviş boynunda bir yanma hissetti ve o anda çocukları hatırladı.
Niye ki dedi kendi kendine: Bu kadar mal sanki yetmiyor mu bu çocuklara?
Dünyaya hükmetmenin alemi ne?
Çocuklara bakıp hem bunlar benden sonra bu mala sahip bile çıkamazlar, başkaları içinse mal kazanmanın anlamı ne ki dedi.
Çocuklar ipi gevşetince derviş boynunda bir ferahlık hissetti.
Kesin kararını verip bir daha doğum yapmamaya karar verdi.
Doğumu yapan dervişin eşiydi ama çocuklar asıl dervişin kendisinindi.
Eşi her ne kadar kendisini suçlasa da zavallı kadının bu işte bir kabahati yoktu.
Bütün sakatlıklar dervişin yüzündendi.
Kadın da dervişe hizmet ediyordu.
Bunu anlamayan kadın kendisini suçlarken, sıkıştığı zaman dervişte onu suçluyordu.
Zamanla bu derviş aklına nereden geldiyse ressamlığa soyundu.
Para artık onu tatmin etmiyordu.
Birdenbire sanat yönü ağır basıp ünlü ressamların tablolarını toplamaya başladı.
Aynısını yapabilir miyim diye onları taklit etmeye çalışıyordu.
Birdenbire bu yola nasıl girdiğini kendiside anlayamamıştı ama en fazla zevk aldığı bir uğraştı.
Çocuklar büyüdü, dervişse yaşlandı.
Ölümü hissedince dünyadan neler götürebileceğinin hesabını yapmaya başladı.
Servetine baktı onlar kalıcıydı.
Demek bunca yıl yerleri tırmalayarak, zaman zamanda can yakarak kazandığı servet kendisinin değildi.
Bu servet Cenabı Allah’ın bu ülkeye bağışı, bense bu işe sadece bir vesileydim dedi.
Zihni açılıyordu.
Verdiğine,vereceğine şükürler olsun ya Rabbim dedi.
Çocukların üçü birden gülüyorlardı.
Onları tek tek sevip okşadı.
İçinde ise müthiş bir rahatlık vardı.
Çocuklardaki mutluluğu görünce daha da neşelendi.
Dünya sanki ayakları altındaydı, malınıda servetinide unuttu.
Gözleri çocuklardan başkasını görmüyordu.
Birde topladığı tablolara bakıyordu.
Eşini çağırıp onu çocukların gözleri önünde yanaklarından öptü.
Halbuki çocuklar yarı yaşlarını geçmişlerdi.
Olsun onlar benim çocuklarım dedi.
Kanı kaynadı hanımı birkez daha öptü.
Kadında dervişte hayatlarında ilk defa bu kadar mutlu hissediyorlardı kendilerini.
Derviş zamana karşı koyamadı ve arkada nesi varsa bırakıp, nasıl geldiyse öyle çıkıp gitti. Dünyadan ayrılırken ikilem içerisindeydi.
Bir tarafta kocaman bir servet bırakmıştı.
Halbuki ne kadarda çaba sarf etmişti onu yapabilmek için.
Diğer taraftaysa üç sakat çocuk bırakmıştı.
Onlar ne yapacaklardı şimdi.
İkisinin arasında gelip gidiyordu.
Yukarı çıktığında tanıdığı derviş arkadaşları grup halinde bunu karşıladılar.
Onları görünce şaşkına döndü.
Burası cennetti ama cennete geldiğine bir türlü inanamıyordu.
Dünyayı hemen unuttu.
Özlediği arkadaşlarının yanına gelmişti.
Bunların hepsi de ünlü tiyatro oyuncularıydı.
Tiyatro için dünyadaki gibi on serveti feda ederdi.
Bazı arkadaşlarının eksikliğini görünce, onların nerede olduklarını sordu.
Onlar da “yoldalar yakında gelecekler” deyince daha da sevindi.
Ölen derviş memleketin sayılı çiftlik sahiplerinden olduğu için kral ve kraliçe de geldiler cenazeye.
Çocuklarsa özürlü oldukları için evde kaldılar.
Defin töreni çok görkemli oldu.
Dervişin şanına layık bir cenaze töreni düzenlediler.
Dervişinse haberi bile yoktu.
Aradan kısa bir zaman geçti, atmış yaşındaki ilk doğan kolsuz çocuk öldü.
Babasının ölümüne üzüldü dayanamayıp öldü dediler.
Onu da gömdüler ve birinci dervişte yukarı çıktı.
Altı ay sonra bacağı olmayan çocuk öldü.
Onu da gömdüler ve ikinci dervişte yukarı çıktı.
Üç ay sonra son doğan ve belden aşağısı olmayan çocuk öldü onu da gömdüler.
Böylece üçüncü dervişte yukarı çıkmış oldu.
Çocukların peş peşe ölümü toplumda şüpheyle karşılandı.
Acaba dervişin ailesi Tanrı tarafından lanetlenmiş miydi?
Yoksa işe şeytan mı karışmıştı?
Herkes kafasına göre bir yorumda bulundu.
Sonunda dervişin serveti durumu kurtardı ve her şey tatlıya bağlandı.
Dervişin yokluğuna alışamayan halk, dervişe ait olan tüm çiftliklere onun heykellerini diktiler.
O örnek bir iş adamı ve örnek bir aile reisiydi.
Herkes onu taklit edip onun gibi olmaya çalışıyordu ama o sadece bir dervişti.
Derviş yukarıda çocuğu olan üç dervişe:
-Size bir ömür boyu hizmet ettim ,dedi.
Onlarda:
-Asıl biz sana hizmet ettik, dediler.
Kimin kime hizmet etiğiyse oyun içinde belli olacaktı.
Tanrı oyunu seyredip beğendi.
Aferim dervişler oyun güzeldi, devam edin deyince, dervişler Anadolu ya yayılıp oyuncu aramaya başladılar.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.