- 322 Okunma
- 0 Yorum
- 2 Beğeni
GENABLA
GENABLA
Gönül ırmağınıza doruklardan süzülüp gelen sevgi suları karışmışsa, inceliklerle sizi çoğaltmışsa ömrünüz hep umutla- umut olacaktır, gülüşlerin katmer katmer açtığı yaşam bahçelerinde… Kalbiniz gökkuşağı renklerinde misler döken çiçekli bahar. Umutları, sevinçleri, düşleri, acıları, hüzünleri renklerin görkemleriyle sarıp çevreleyen çiçekli bahar…
Atacan içindeki ürküleri kovamayacağını bilse de saat gece yarısını geçince umutlarını, yıldızların ışıltısına bırakarak uyumayı denedi. Sabahın aydınlığında neler neler bekliyordu insanları, sağlıktan, işyerleri düzeninden, öğrenim coşkularından, geçim savaşımından… Sabah aydınlığında yaşamın sesiyle gelişecek, olumlu-olumsuz, acı-tatlı ne çok şey yaşanmayı bekliyordu gün akışıyla birlikte…
Hastane koridorunda ilerlerken baş döndüren hastane kokusu yeniden içinin titremesine yetmişti. Onu bekleyen büyük bir görev vardı, ta Kıbrıs’tan Ankara’ya geliş nedeni; erdemli, özverili, yürek ululuğu gerektiren, gönüllü olarak umut bekleyen abisinin eşine umut olmaktı. Abisi Semih, umudunu asla bırakmadan eşi için adeta yırtınırcasına çok yerle iletişim kurarak gerekli tüm belgeleri tamamlayıp son noktaya gelmişti. Semih, eş olarak üzerine düşen görev ötesi özveriyle, Atacan da Genablasının yaşaması için, yeniden sağlığına kavuşması için canla başla uğraşı verdiler. Ailecek kol kanat gererek Selda için üç yılı aşkın verilen sağlık savaşımından sonra son noktadaydılar…
*****
O yıl lise son sınıfın yarıyıl tatili başladığında köye gidişinin üçüncü günüydü. Annesi “Atacan hadi oğlum kalk, bugün davara sen gideceksin, abin askerde, baban da yok köyde ganablan hastalandı, yine onu doktora götürmem gerekiyor” dedi. Atacan, ‘Tamam anne, hazırlanıyorum, merak etme sürü bana teslim, siz dönene kadar otlatır, akşama eksiksiz mandıraya getiririm, gözün arkada kalmasın…” dedi. Atacan sürüleri yol boyunca sürerek otlağa götürürken badem ve erik ağaçlarının beyaz çiçekleriyle adeta bahçelerin beyaz duvaklı gelinlik giydiklerini düşündü. Köyün bahara uyanış sesleri arasında kuş cıvıltılarına karışan kuzu ve oğlak melemeleri bir başka anlamlıydı. Ağaçların yeşil filizleri, sürgünleri yanında ekinlerin epeyce boy atmaları güzeldi, tarlalardaki yemyeşil ekinler umuttu; insan gıdası, hayvan yemi olarak. Bahçe duvarının dibinde nergis çiçekleri katmer katmer açmışlardı. Mandıra yakınındaki annesinin “cibi” (bahçedeki küçük bir bölüm) dediği bölmede yetiştirdiği kokulu sümbüller mor görünümleriyle içine hoşluklar serpti. Selda genablasını çok severdi. Kır çiçeklerini akşama toplayıp ona verse moral olacağını düşündü. Bolca kır nergisi, renk renk anemon çiçekleri, arpa çiçekleri elinde, sürüyle eve dönerken usunda bir tek soru vardı; doktor kontrolünden, tetkiklerden sonra ne teşhis konulacağıydı…
***
Yaz mevsimi başlangıcıydı, Atacan ve ebeveynler büyük bir heyecanla abisine kız istemeye gittiler. Atacan ailesinin üç çocuğundan en küçüğüydü. En büyükleri olan ablası evlenmiş çoluk çocuğa karışmıştı çoktan. Abisi ise Selda isminde bir kıza gönül düşürmüştü. Bir görüşte aşk dedikleri o derin tutkuyla ‘Selda’ derken tutku dünyası güneşlerden öte ışıyordu. Gençliğin alevinde İlk aşk, ilk fırtına, kuvvetli bir tutkuyla yoğunlaşan sevda çekimi. Sevmek sevilmek arzusu, damarlardaki kan kor kor dolaşırken taparcasına, ölümüne sevmek. Köydeki bir düğün eğlencesinde karşılaştığı Selda ilgisini çekti, tebessümü, çekiciliği epey derinden etkiledi Semih’i. Selda ailesinin tek kızıydı, uzaktan akrabalıkları olmasına karşın Semih’e karşı boş değildi. Birkaç kez köy otobüsünde görüp tip olarak hoşlanmıştı Semih’ten. Onun da yüreği aşk alevleriyle yanıp tutuştuğundan altı ay nişanlılık devresinden sonra sevdalarını mühürlediler… Güz başlangıcında düğün dernek derken, görkemli bir törenle dünya evine girdiler. Mutluluk perisi onları sevgileriyle baş başa koyup yarınların kucağına bıraktı…
Semih evlenip üç yıl içinde üniversiteyi tamamladıktan sonra askerlik görevini yapmaktaydı. Selda güzelliği, uysallığı yanında aile kültürüyle de artık damat tarafı için genabla olarak çok sevilen, saygı gören çalışan bir aile kadınıydı. Son altı ay süresince ara ara sağlık sorunları yaşıyor, doktora gitmeyi erteliyordu. Sonunda kayınvalidesi Zahide anne, Selda’yı doktora zorla da olsa götürünce sorunun derin olduğu açığa çıktı. Semih kısa dönem askerlik görevini bitirince doktorun yönlendirmesiyle eşi Selda’yı Ankara’ya götürüp gereken sağlık tetkiklerini yaptırdı. Sonuç olarak tek çaresi ilik nakli idi. Erken zamanda teşhis konması, sonuç için umudun daha yüksek olduğu doğrultusundaydı. Zor bir süreç başlamıştı; kardeşler, anne, baba ve birinci derece kuzen taramaları sonuç vermedi. Atacan üçüncü kuşaktan anne tarafından akraba olduklarını anımsayıp genablası için kan örneği başvurusunda bulundu. Büyük bir mucizeyle doku uyumu tespit edildi. Atacan çok büyük bir heyecanla verici (doner) olduğunu öğrendi. Abisinin eşi, genablası için verici olacağını düşündükçe kaç geceyi uykusuz geçirdi. Gönülden, seve seve abisiyle Ankara’da olacak, güç, sıkıntı verici, aşamalar gerektiren tedavi yolculuğunda gururla, onurla tıbba ve sağlık ekiplerine inançla, güvenle, sevgi ışığında umut olacaktı. Olmalıydı da organ bağışı, kan bağışı, böbrek nakli, ilik nakli konularında halkın bilinçlenmesiyle destek vermesi tıp alanında çok önemli olduğu kadar hastalar için de büyük umut ışığı…
Ameliyathane, nakil heyeti derken büyük bir titizlikle, doktorların büyük özverileriyle Selda Hanım’a ilik nakli yapıldı. Sonrasında büyük heyecan süreci, sonuca tam olarak ulaşmak kaldı. Nakil sonrası tedavi, hasta takibi bir yıla yakın zamana gereksinim vardı. Dört hafta sonra doktorlar sevindirici haberi verdiler, Selda’nın durumu ilik nakli sonrası epey iyi durumdaydı. Son kontrollerden sonra taburcu olacağını, buna karşın sık sık kontrole gelerek tedavisi takip edilecekti. Atacan İstanbul’daki yüksek öğrenimine ara vererek abisiyle Ankara’da hastaneye yakın iki odası ferah, bağımsız bir salonu olan küçük bir daire kiraladılar. Selda hastaneden taburcu olup eve gelince Atacan ve Semih derin bir nefes alırken altı ay-bir yıl kadar sürecin çok titizlikle geçeceğinin bilincindeydiler. İki kardeş Ankara’nın güzel ve tarihi yerlerini görmeye gittiler, Selda Hanım için nöbet bekleme görevini sıraya koyarak. En güzel ve en ilginci gezerek gördükleri yerlerden tartışmasız “Anıtkabir” ziyaretiydi. Gezdikleri yerleri anlatılarla adeta resimliyorlardı, Selda için. Yasak olmayan yerlerden çekilen resimler Selda için zamanı doldurma açısından hoşluk dolu hazlardı. Anıtkabir gezisi ruhu zenginleştiren çok görkemli, duygusal ve unutulmaz bir anı olarak her iki kardeşte de derin izler bırakacaktı. ‘Aslanlı yol, İstiklal Kulesi, Barış Parkı, Anıt Bloku, Kadın Heykel Gurubu, Erkek Heykel Gurubu, Sanat Galerisi, Mozole ve nice manevi yerler. Atatürk’ü yeniden daha da derinden yaşamaktı yaşatmaktı nesilden nesle bir yerde, bu ulvi gezi…
Selda için de günler sağlık açısından, manevi yönden umutla ve olumlu geçti. Beklenilenden daha kısa bir sürede her şey olumlu sonuçlandı. Hazırlanırken dönüş heyecanını yaşayan Selda, adeta yeniden doğduğunu, gizemli bir doğuşa uyandığını hissetti. Sonunda karabasanla dolu, engebeli zaman geçidini gerilerde bırakmanın iç güveni vardı, gözlerinin ışıltısında. Eşi ve Atacan ile yakınlarına armağan almaya birlikte gittiler, “alışveriş yapmanın hazzı bu kadar güzel miydi, yarabbi!” diye usundan geçirirken kendisi için de bir şeyler alarak şımartmıştı benliğini. On aya yakın bir süreçten sonra Kıbrıs’a dönüş bir başka mutluluk, bir başka sevinçli umuttu. Köye geldiklerinde ailede sevinç gözyaşları dökmeyen yoktu…
*****
Atacan büyük bir heyecanla nişanlısı Sude’yi aileye tanıştırmaya götürüyordu. Beş yıl aradan sonra yükseköğrenimini tamamladı. Üniversitede göreve başladığı üç ay sonra çalışma arkadaşlarından Sude ile büyük bir aşk yaşayıp evlenmeye karar verdiler. İstanbul gibi kalabalık, büyük bir kentten sonra, “Yeşil Kıbrıs” dedikleri Akdeniz’in üçüncü büyük adası olan topraklara gezi yapacaktı Sude. Aslen Sarıyerli olan gelin adayı Sude, Atacan ile Kıbrıs’a uçarken epey heyecanlıydı. Atacan’dan aile kültürünü, yaşanan anılarını bol bol dinlese de derin bir ilgi içerisinde yürek çarpıntılarına engel olamıyordu. Nasıl bir yerdi Kıbrıs, dostlarından Avrupa denginde güzel bir yer olduğunu dinlemişti. Gelin gideceği aile yapısı ile kendi aile yapısı arasında büyük farklar var mıydı? Türlü sorular ilgiyle yanıt bekliyorlardı usunda. Atacan’a gelince yüreği hiç olmadı kadar hızlı çarpıyordu, çünkü kimseye Sude ile olan ilişkisinden bahsetmemiş, Sude’yi aileye tanıştırma durumundan haberdar etmemişti. İki sevgili birbirlerinin elini tutup kendi duygu dünyalarında gezindi durdu, yolculuk boyunca. Sude daha bir heyecanlıydı, Atacan’a açık vermese de Atacan’ın duygu dünyasını denetleyici bakışları karşısında sadece gülümsedi. Akdeniz sularını aşıp mavilikleri geride bırakınca uçak, Beşparmak Dağları selamladı tüm yolcuları. Kuzey Kıbrıs’ın en yüksek dağları olarak eski çağlardan beri tarihi, coğrafi gelişmelere tanıklık etmiştir düşüncesi gelir akla görenlerin. Girne Dağları üzerinde Kıbrıs’ta halk arasında bir elde bulunan beşparmağa benzediği için Beşparmak Dağları denilmiştir. Dağlar üzerinde görünen üç kaleden en ilginç olanı ise ‘Saint Hilarion Kalesi’ olduğunu Atacan’dan öğrendi Sude. Görkemli dağ manzarasının yanında Kıbrıs’ın en büyük Mesarya Ovası’nın bir bölümünü de ilgiyle izledi uçak süzülerek inişe geçerken. Yüzyıllar boyunca farklı medeniyetlere savunma üssü olan Beş Parmak Dağları’ndaki ‘St. Hilarion Kalesi’ olmuş. Sude heyecanla, ‘ilk gezilecek yer burası olsun’ diyerek Atacan’dan onay aldı. Kısa bir sessizliğin ardından Atacan Sude’ye yüzünü kaldırıp iyice bakınca gözlerindeki o gizemli heyecanı yakaladı. Her şeyin yolunda, iyi olduğunu söylese de sonuçta usunda dönen o cümle içini titrettiriyordu; Selda Hanım’dan sonra Sude de ailenin küçük genabla adayıydı.”
“Söylentilere göre Walt Disney, animasyon filmi Pamuk Prenses’i yaratırken Saint Hilarion’un pürüzlü hatlarından ilham aldı. Söylentilere göre de yüz bir odası varmış ve buraya halk “Yüzbir Evler Kalesi”
Ercan Havalimanına uçak süzülerek inerken etraftaki doğanın canlılığına tanık oldu Sude. Elinde el bagajı ile uçak merdivenlerini inerken aşırı bir sıcaklık kapladı yüzünü. Öyle ya Kıbrıs iklim olarak sıcaktı, Akdeniz ülkesiydi. Aile için sürpriz olsun diye gelişlerinden kimsenin haberi yoktu. Yoklama işlemleri bitince taksi çağırıp köyün yolunu tuttular. Kıbrıs sıcağında araba ilerlerken Sude etrafını seyre daldı, Atacan ise bir aylık Kıbrıs gezisi için alanda aldığı telefonunu düzenledi. Köy uçak alanından yarım saat kadar uzaktaydı. Ve mahalleye sapınca taksi, yemyeşil budaklarla asma çardağı gülümsedi onlara. Avlu girişinde ‘gancelli’ (demir bahçe kapısı) sürgüsünü açıp girerken, babasının şaşkın bakışları arasında gülümseyen yüzüyle sevinç çığlıkları atarken, annesi Zahide Hanım bir heyecanla fırladı evin avluya açılan kapısından. Zahide Hanım şaşkınlık yaşıyordu gençlerin bu sürprizi karşısında. Atacan önce bagajları avlu kenarındaki kauçuk ağacının gölgesine bıraktı, Gölgedeki masa üzerine el çantasını bırakırken, Sude’ye sandalye veren babası çok heyecanlıydı. Annesi; “Oğlum niye haber vermedin geleceğini, hiçbir hazırlığımız yok! Genç bayana da mahcup olacağız vallahi,” dedi. Sude tanıştırılırken Kıbrıs halkına özgü şive çok hoşuna gitti. Atacan, anne ve babasına Sude’yi tanıştırırken epey heyecanlıydı. Zahide Hanım kumrallığı hariç, Selda’ya benzetti gelin adayını. “Pek de güzelmiş kız, güzelliği yanında iç güzelliği de zenginse Atacan’ı mutlu edecektir” diye düşündü. Yüzünde Kıbrıs ikliminin derin çizgileri olan Mustafa Bey’in gözlerinin içi gülüyordu. ‘Atacan beğenip tanıştırmaya getirdiğine göre aileye en yakışan kızı seçmiştir,’ diye içinden geçirdi. Zahide Hanım elindeki kahve tepsisini avludaki masaya bıraktı. Tepside şık kahve fincanları, bardaklarda soğuk su ve küçük ikram çatallarıyla ceviz macunu vardı. Zahide Hanım, ‘Sude kızım, ikram et bakalım, hep birlikte yorgunluk kahvesi içelim’ derken kızın güzelliğini, alımlı yüzünü, yeşil bakışlarını ve şık giyimindeki derinliği gözlemledi.
Akşama aile yemeği için beş yüz metre uzakta bahçe içindeki hanayda (iki katlı ev) oturan Semih’in ve Selda genablanın evinde olacaklardı. Mustafa Bey hazır döner, kebap, salatalar ve mezeler getirtecekti. Selda Hanım kapı çalınınca hiçbir şeyden habersiz kapıdaki gelenler arasında, Atacan ve Sude’yi görünce gözlerine inanamayıp, aniden donup şaşakaldı. Bir çığlık kopararak; “Semih, Semih senin haberin var mıydı? Bak bak kimler geldi kimler…” Gelenlerden Semih Bey’in de haberi yoktu, çünkü gençler aileye sürpriz yapmak istemişlerdi. Konukları misafir odasına buyur ederken Semih Bey, Selda Hanım anında üstünü değiştirip salona girerken çok mutluydular. Gençlerin sürprizine karşın onların da bir sürprizi vardı gençlere. Elindeki, Sude’nin getirdiği vişne likörlü çikolatadan (Mon Chery) tam ikramda bulunurken kulaklara dolan o muhteşem bebek ağlayış sesi…” üzerine Selda, “Evet gençler sizin sürprizinize karşın bizim de size çok özel bir sürprizimiz var,” dedi.
Gözlerde mutluluk ışıltıları, “uğurlu olsun, ömrü derin olsun” sözleri ve kucaklaşmalar. Anneyle birlikte hemen bebek odasına koştu gençler, mavi oda takımlarıyla beşikte yatan ve dün kırklanan ‘ATACAN BEBEK’, ağlamaktan vazgeçip gülücük dağıtıyordu SUDE GENABLASINA…
Gülşen Şenderin
*GENABLA / GELİNABLA- / YENGE*
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.